Nâzım Paşanın görevden çekilmesi münasebetiyle korgeneralliğe nasb olunan Salih Hulusi Paşa 2.Ordu kumandanlığına tâyin edildi. 3l/mart hadisesi çıktığında 3.Ordu kumandanı; Mahmud Şevket Paşa ile haberleşmek suretiyle çeşitli sınıflardan teşkil olunan askeri birlikleri Şevket Turgut Paşanın komutasında İstanbul'a gönderdiler. Mahmud Şevket Paşa ile Lüleburgaz istasyonunda bindiği trende buluşan Hulusi Paşa Ayastefenos(Yeşilköy)a kadar konuşa konuşa geldi ve aynı trenle Edirne'ye dönerken M.Şevket Paşa herhalde yat kiübde yapılacak Hakan'ı tahtdan indirmenin gayriresmî toplantısına katılmak üzere burada trenden indi. Salih Paşa'nın Edirne dönüşü, gerek Adana'da husule gelen karışıklıkları teskin için gönderilecek askeri birliğin gönderilmesi ve Edirne'nin içinde bulunduğu olağanüstü ahval münasebetiyle 17 bin askerin ücretleri verilerek memleketlerine gönderilmesi esnasında görev başında olması gerekiyordu bahanesini ileri sürerler. 15/nisan/1909'da Müşir Edhem Paşanın boşaltmış olduğu Harbiyye nazırlığına, Salih Hulusi Paşa tâyin oldu. Daha sonra kurulan H.Hilmi Paşa kabinesinde de görevinde ibka olundu.
O sıralarda orduda rütbe ve makamlar için yapılan yeni tanzimde korgenerallik rütbesini bulunduğu makama bakılmadan tuğgeneralliğe tenzil edildi. 31/mayıs/1910'da Hakkı Paşa kabinesinde Bahriye nazırlığına getirildi. Aynı yılın lî/ekim'inde kendi isteğiyle bahriye nezaretinden çekildi. Daha sonra da Gazi Ahmed Muhtar Paşanın meşhur Büyük Kabinesinde ve Paşanın ısrarı üzerine 6/ağustos/1912'de nafıa nazırlığını üstlendi. Ancak bu nezareti kabinenin 16/ekim/1912'de düşmesi münasebetiyle bitmiş oldu. Gazi A. Muhtar Paşa kabinesinin arkasından teşekkül eden Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa kabinesinde bahriyye nazırlığı vekâletine getirildi. Bu sırada Balkan savaşı barış müzakereleri münasebetiyle ziraat ve ticaret nâzın Reşid Paşa başkanlığında Berlin b.elçimiz Osman Nizami Paşa ile birlikde Salih Hulusi Paşa askeri murahhas olarak Londra' ya gönderildiler. Paşa bu müzakerelerde Balkanlıların Midye-Enez hattında İsrarı biz de Edirne'nin terkine asla rızamızın olmadığı hususu iki ay bunda musir olunduğundan antlaşma kabil olmadı şeklinde anlatmıştır bu murahhaslık gününü.. Bütün bunlar Londra'da olurken, istanbul'da babıâlî'nin Kâmil Paşa ve hükümetini Edirne'yi düşmana veriyorlar ithamıyla yaptığı kanlı baskın mevcud hükümeti münkariz eyledi.
Mahmud Şevket Paşa sadaretinde kurulan hükümet Londra konferansının heyetini sadece reis Reşid Paşa konferans mahallinde kalmak şartıyla, geriye çağırdığından Salih Paşa İstanbul'a avdet etdi. Paşa 1. harbin nihayet bulmasına kadar sadece ayan meclisinde bulunan üyeliğinin gerektirdiği işlerle meşgul oldu. Bu sırada harbin son ayında Fuad Paşanın kerimesi eşleri hanım efendiyi duçar olduğu hastalığın tedavisi maksadıyla İsviçre'nin Davos şehrindeki sanatoryumlara götürdüğünü görüyoruz. Fakat bu gayretler ilâhi takdire ne yapabilirdi ki Paşa'nın hanımı terk-i hayat eyledi. Bu sırada İstanbul'da kurulan Tevfik Paşa hükümetinde Salih Hulusi Paşaya nafıa nezareti tahsis olunduysa da, galip devletlerin, mağlup olmuş ülkeler insanlarının, hiç bir yerde kımıldamalarına fırsat vermeyecek bir tarzı ortaya koyduklarından Paşanın ülkeye dönmesi kabil olamryarak işbaşı yapması mümkün olmadı. Bu hususda İbnül Emin Bey; Paşanın tercemei hâlinde şu satırları yazdığını naklediyor: "Bu me'şum mütarekeden sonra mağlup hükümet mensuplarına galip hükümetler tarafından hiç bir hak tanınmamış, haric-de kalanların memleketlerine avdetlerine müsaade şöyle dursun telgraf veya mektup ile haberleşmelerine bile müsaade edilmemiştir. Vatan da neler olduğuna dâir sekiz ay kadar haber alamamişımdır."
Paris'e sulh müzakereleri için pek kalabalık bir heyet ile gelmiş bulunan sadnazam ve aynı zamanda hariciye nazırlığını uhdesinde bulunduran, Damad Ferid Paşa bir ingiliz ve Fransız yarbayının refakatiyle Lozan'a ve İsviçre'de bulunan şehzade ve sultanları alıp İstanbul'a götüreceğini ifade eden ve bir gazetede yayınlanan demecini okuyan Salih Paşa he-
men Lozan'a koşup sadnazamla görüşdü. Pek riayetkar davranan sadnazam paşa İstanbul'a dönüşümde kabinede bazı değişiklikler yapmak istiyorum. Size de bir nezaret vermek istiyorum. Böylece siz de burayı suhuletle terkedebilirsiniz dediğinde Paşa, bu teklifi kabul etdi. Daha sonraki yirmi gün Paşa'yı İsviçreden kurtaran zaman dilimi olmuştur. Böylece de 21/temmuz/1919'da bahriye nâzın olarak İsviçreden kendini kurtaran sandalyeye erişmiş oldu. Bu durumu ben şahsen Damad Ferid Paşanın hasenatına yormak istiyorum. Feriklikten yâni korgenerallikten, tuğgeneralliğe tenzil edilen rütbesi o günlerde yine korgenerallik rütbesine irtika olundu. Bu müddet 20 sene kadar sürmüştü. Ali Riza Paşa kabinesi esnasında Salih Hulusi Paşa aynı nazırlığı muhafaza etmişti.
Salih Hulusi Paşa demekte ki: "..kabinenin teşekkülünden sonra toplanan meclis-i vükelâda, Ferid Paşa'nın zamanında Anadoludaki kuvay-i milliye ile İstanbul'un büsbütün kesilen münasebetleri, ülke menfaatine uygun olarak düzeltilmeli idi. Bu düzeltme işlemi için karar alınmış, kuruldan birilerinin M.Kemâl Paşanın yanına görüşmek üzere hemen Ali Rıza Paşa'nın gitmesi tensib olundu. Randevu Amasya'da buluşmak idi. Bunu temin için Samsun yoluyla oradan Amasya'ya geçdi. Buluştular ve üç gece süren müzakereler oldu. Rauf Bey ile Bekir Sami Bey ve M.Kemâl Paşa ve de Ali Rıza Paşa, her noktada anlaştıklarını belirten bir protokol imzaladılar. Bu protokol iki nüsha hâlinde tanzim edildi. M.Kemâl Paşanın nutkunda bu ibareler mevcuddur. Yine Samsun yoluyla İstanbula avdet olun du."
Ancak bu arada da, Ali Rıza Paşanın devri sadareti miadını doldurdu ki istifası Padişah Vahideddin'in önüne kondu. İstifa kabul oiunup hemen teklif Ahmed Tevfik Paşaya yapıldı. Fakat ihtiyar devlet adamı red etti. Bunun üzerine Başkâtip
Ali Fuad Bey vâki tavsiyesi sorusuna ya istifayı red edin veya Ahmed Tevfik Paşaya ısrar edip sadareti kabul ettirin o da olmazsa Salih Hulusi Paşa'ya mührü hümayun tevcih olunsun, şeklinde cevap verdiğinde ve bu cevaplarda Padişah, Damad Ferid Paşa'nın adının telaffuz edilmediğini gördüğünde şimdi mesele ortaya çıktı herkes gibi sizde Ferid Paşa'yı istemiyor- sunuz Başkâtip Bey, sözü ile eniştenin sadaretinin gönlünde yattığını açığa çıkarmış oluyordu. Bunun hikâyesini Ali Fuad (Türkgeldi) Bey şöyle anlatıyor:
"..Salih Paşa sadaret için çağırıldığını anlayınca ağlamağa başlayarak asla kabul etmeyeceğini ifade etdi. Ben de; vaziyetin pek vahim olduğunu eğer kabul etmedikleri takdirde vazifenin Damad Ferid Paşa'ya verileceğini o zamanda çıkacak kötülükleri ortaya serdim. Huzura çıktı, orada da bir hayli tereddüt etmişse de Tevfik Paşa'da huzurda olduğundan her halde emniyet gelmiş olacak ki kabul ettiğinde Padişah beni çağırttı ve hattı hümayunu hazırlatma emrini verdi. 8/mart/1920'de mührü hümayun elinde olduğu halde babıâlî'ye gelerek kendisi ve şeyhülislâm Hayderizâde İbrahim Efendi ile birlikte hattı hümayunu getirmemi beklediler. Arz odasında Rıfat Bey tarafından okunan hatt-ı hümayundan sonra tebrik merasimine geçildi."
Bu kabineye üç gün sonra; şuray-ı devlet reisliğine adliye eski nazırlarından Cemil Molla mâliye nezaretine bakanlık müsteşarı Faik Nüzhet Bey, kabine atanmasının altıncı gününde Bahriyye nezaretine askeri mektepler eski müfettişi Ferik Es'ad Paşa getirildi ve Sadrıazam uhdesine almış bulunduğu nezareti bırakma feragati gösterdi. İşte; İstanbul'un 16/mart/1920'de kanlı bir baskınla işgali, bu sadaret sırasında vukubuldu İşgalin yapılacağı hakkında bilgilendirme, Fransa sefareti baştercümanınca saraya, İngilizlerin aynı vazifedeki adamı ise babıâlî'ye tebliğde bulundu.
Salih Hulusi Paşa kabinesi 28 gün süren bir rüya değilse de, bir kâbus gibi geçirilen günle sadaretini tamamladı ve istifasını sundu. Bu kabine müttefiklerin isteği olan Kuvay-ı Milliye'yi takbih etmek teklifini ve diktesini, kabul etmemek suretiyle vicdanen kendini, târih huzurunda beraat ettirmeye muvaffak olmuştur. Tabii ki, bu kabinenin istifası müttefik işgalcilerin isteklerinden vaz geçecekleri mânasına gelmeyeceğinden Damad Ferid Paşa kabinesinin üzerine kaldı. Anadolu'daki kuvay-ı milliyeyi kötülemek, önlerine kuvvet çıkarma teşebbüslerini yapar görünmek hatta Nemrud Mustafa Divân-i Harbi adlı bir mahkeme kurduran Damad Ferid Paşa eğer kabinesi düşmeseydi Salih Paşayı bu divânda yargılatacaktı,
Salfh Hulusi Paşa daha sonra 21/ekim/1920'de kurulan Tevfik Paşa kabinesinde Bahriye nazırlığına getirildi. 2/aralık/1920'de dahiliye nâzın Ahmed İzzet Paşanın riyasetinde kurulan ve vekiller heyeti meclisince alınan karar icabınca harekât-ı milliye ileri gelenleriyle temaslarda bulunmak üzere giden heyetde yer almaktaydı. Bu antlaşma teşebbüsü üç ay kadar zaman almakla beraber önemli bir netice getirmedi. Hâttâ İstanbul'dan giden heyet, Ahmed İzzet Paşa bölümünde anlattığımız gibi heyet mensuplarının ağrına giden muamelata da maruz kalmalarına, bir daha görev almamaları babında istekler yapılıp bunların sözünün verildiğini ispat eder senetler hazırlanması heyetin izzet-i nefsini zedelemiş idi.
Büyük Millet Meclisinde saltanat ve hilafet hakkında alınan karar mucibince, 4/kasım/1920'de bütün vekillerle birlikte istifa edenlerin arasındaydı Salih Hulusi Kezrak Paşa .. Salih Hulusi Paşa 17/ramazan/1358 - 20/ekim/1939'da vefat eyledi. Kabri olan Eyyüb Sultana nakli, müşir olması münase-betiylede ve eski bir sadrıazam olarak ciheti askeriyye tarafından Gümüşsüyü mezarlığına Mehmetçiğin elleri üzerinde gitdi. Kabir taşında, lâtin harfleriyle: "Amiral Dilaver oğiu Sadnazam Mareşal Salih Hulusi Kezrak medfeni. Elfatiha 25/10/1939-
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Salih Paşa. Hakkında Mülahaza Paz Ocak 11, 2009 12:27 pm
Salih Paşa. Hakkında Mülahaza
Salih Paşa; gerek ülke içinde gerek avrupada pek kuvvetli tahsil görmüş hayli münevver bir insandı. Pek yüksek bir ahlâka sahib olup ciddi, mert ve metanet sahibi bir kim şeydi. Uzun boylu, kalın sesli, esmer biraz ağır davranan kimse olup bu ağırlığını kibrine yorsalarda asla öyle değildi. Edeb bakımından nâdir kimselerden idi. Meşhur mahkeme meselesi, fazilet sahibi olduğuna ve adalete taraftar olduğunu pek bariz şekilde or taya koyar. Bu mahkeme meselesini de izah
edelim: Sultan Abdülhamid'in 31/MART/ vak'asi münasebetiyle medhaldar olduğunu ifade etmekte olan ve Örfi idare mahkemesinde yargılanmasını isteyen Hareket Ordusu kumandanlığı teskeresi ile divan-ı harbî örfî nin mazbatası meclisde okununca ne yapılacağı hususunda kimse ağzını açamamış devrin sadnazamı Hüseyin Hilmi Paşa; harbiyye nâzın Salih Hulusi Paşaya dönüp de; ne buyurursunuz? Dediğinde, o mert adam: büyük bir metanetle ve yüksek bir sâda ile asla caiz olmaz cevabını vererek fazilet erbabı olduğunu bir defa daha isbat etdi. Böylece bütün he'yet-i mahkemenin, muhakeme edelim kararını ret etdi. Halbuki Hulusi Paşa en evvel kaimpederleri Deli Müşir Fuad Paşaya mensubiyetinden ve hakkında verilen jurnaller yüzünden merhum Hakan'ın döneminde hayli sıkıntılar ve eziyetlere maruz kalmış-tı. Bütün o çektiklerini hatırlayıp da oyunu kötü yolda istimal etmedi.
Zâten Sultan Abdülhamid; Tevfik Paşaya bir muhakeme kurulmasını ve 3l/mart vak' ası ile alakalı olmadığının tesbiL edilmesinin gerektiğini söylediğinde, Paşa bu işi Said Pa-şa'ya nakletmek suretiyle haberdar etmişse de, Şapur Çelebi lakablı Said Paşa, mahkeme edilip de medhali ortaya çıkarsa gayri mesul olduğundan cezalandırılması gayri kabildir. Amma suçsuzluğu ispat olunursa bizim halimiz nice olur demekten kendini alamamış. Sultan Hamid'in eli olmadığinı İttihat ve Terakkinin ruhu olan Talat Paşa dahi defalarca dile getirmiştir.
İbnül Emin Bey merhum şöyle söylemekte: "Göztepe'deki evine bazen giderdim. Ziyaretimden pek memnun olurdu. Hakkettiğimin pek üzerinde hürmet göste-rirdi. Çektiği çileleri, sürgün olduğu günleri uzun uzadıya anlatırdı. Son zamanlarında bir hizmetçi kadın ile adetâ fakirane bir hayat yaşadığına şahid oldum, pek üzüldüm. Ziyaretlerimden birînde sokak kapısını kendi açtı. Bir şeyler içirmek şart, içirmemek ayib olduğundan ve hizmetçisi bir yere gitmiş olduğundan bir şişe maden suyu getirip içmemi rica etdi bu hai-den büyük üzüntüye kapıldım."
Bir gün şunu ifade etdi: "Ben mahrumiyetden kederlenmem. Herhâli hoş görürüm eskiden şöyleydi şimdi böyle demem, bin lira ilede geçinirim yüz lira ilede geçinirim."
Paşa eski kanuna göre mütekaid olduğundan maaşı ancak üsteğmen maaşına denk geliyordu. Bu yüzden üsteğmen kadar maaş aldığını ahbablarma anlatmak için beni tebrik edin mülazım-ı evvel oldum dermiş. "Salih Hulusi Paşa, askerlikçe yetişmemişti. Sivil malumatı, kudret-i askeriyyesinden hayli fazlaydı. Şark'da bir manevra esnasında kumandan, manevraya dâir zabitlere uzun tenkidde bulunurken, Salih Paşa sükût etmiş. Bir zabit ise, kumandanın tenkidlerinden daha ziyade Salih Paşa'nın sükûtundan istifade etdik demiş." Bu anekdotu da Ali Fuad Paşa'nın ifadesinden naklettik.
Dâmad Mehmed Ferid Paşa'nın sadaretinin 2. bölümündeki ilk, diğer bir deyimle 4. sadaretinin ilk gününde Meclis-i Mebusan ingilizlerce basıldığında aşağıda adlarını okuyacağınız asker ve sivil eşhas önce Bekir Ağa bölüğüne daha sonra da, Malta Adasına sürgün edilirler. Bunların bir kısmı Ermeni tehciri ve Ermeni kalkışmalarında onların isyanını bastırmaya çalışan mülkî ve askerî erkânda mahkeme edilmek üzere bu sürgünlerin arasında mütalaa edilerek mahut Barklays kışlasına nakledildiler. Târihimizin ancak hatıratlar vasıtasıyla haberder olabildiği bu müthiş günleri ve vak'ayı aşağıya almayı çalışmamızın vazgeçilmez bir fenomeni olarak gördük ve sahifelerîmîzi süsledik.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Malta Sürgünleri Paz Ocak 11, 2009 12:27 pm
Malta Sürgünleri
Malta Adası 1.Cihan muharebesinin .apayrı bir cephesidir. İnglİzler'in bu adayı bir sürgün yeri, bir ceza evi gibi kullanması yeni bir buluş değildir. Fransızların ünlü Napolyon Bo-napart'i iki sürgün yaşam^ bunların ikisinde de adalar meskeni olmuştu. Birinci sürgününde Elbe Adasından firarı başarıp da, iktidara yeniden geçmeyi bilen Napolyon, Rusya bozgunundan sonra gönderildiği Saint Helen adasındaki ihtilât-tan men edildiği 2. sürgününde kısa zamanda hayata veda etti. Bu da göstermektedir ki adaların sürgün yeri olarak seçimi olağandır.
İngilizlerin; harp sahasının orta alanındaki bir ada'yı yâni Malta Adasını tercihleri, her halde burdaki menfaların hayatlarını bir nevi rehin olarak kullanma taktiği olduğu nazarı dikkatten kaçmamalıdır. Değerli okurlarımız; "Cihan harbinin galibdir bu yolda mağlub" sözünü tam manasıyla hakketmiş bulunan Osmanlı ordusu bu savaşa, müttefiklerinin, kazanma hususunda hiç bir ümid taşımadıkları esnada, dâhil olmuştur. Kıyametin kendi başlarında kopacağının habersizliği veya umursamazlığı içinde dalınan bu hengâ menin Malta sürgünlerimiz kafilesinde bir nomerolu şahsiyet Ali İhsan Sa-bis Paşa olmuştur. Adını verdiğimiz paşanın neden bir nome-ro olduğunun sebebini arz edelim: Ali İhsan Sabis Paşa; İngilizlerin en önemli kumandanlarından ve bu günkü İsrail devletinin teşkilinde en mühim rol sahibi olan kişilerin başında gelen, general Allenbi'yi en fazla uğraştıran kumandan olma-si, yahudi muavenetçisi ingilizin kininin hedefine girme sine yetmişti... Kudüs zor da olsa müttefiklerin eline geçmiş ve bizim ortaklarımız olan Alman ve Avusturyalılar dahi bir hristiyan olarak sevince gark olmuşlardı. Mağlup ordumuzun kumandanı meyus ve bitap olarak, Haydarpaşa tren istasyonunda, kompartımandan indiğinde karşısında işgal kuvvetlerinin intellejans servisi elemanları destekli bir mangayı buldu.. Yanı-nda yaverleri ve hizmet erleri olmasına rağmen, onlara herhangi bir zarar gelmesin diye teslim oldu. Çünkü hasm-ı biâmanı Allenbi; işgal kuvvetleri İstanbul karargâhına gönderdiği bir mesajla, mezkûr paşanın apayrı bir muameleye tâbi tutulmasını rica etmişti...
Hakikaten daha sonra şahid olunmuştur ki gerek tevkifi sırasında gerekse kapatıldığı yerde kendisine olsun, vefakâr emirberine olsun hiç kimseye yapılmamış insanlık dışı davranışlar sergilendi. Ancak Sabis Paşa; dâima yapılanları protesto etti. İlk andan son kaçtığı güne kadar boyun eğmedi. Onların yaptıklarını dâima yazılı ve sözlü beyanlarıyla en şe-did şekilde cevapladı. Kendilerine yapılan muameleyi olağan bulan bazı zevatta, memnuniyetlerini belirtir mahiyette beyanlarda bulunurken, Ali İhsan Paşa'ya ise pretostocu lakabını takmak fezahatinde bulundular. Umulur ki, paşaya reva görülen özel muameleden bihaberdiler!
Malta Sürgünleri adlı eserin sahibi hariciyecilerimizden Bilâl Niyazi Şimşir bey'in kitabının 343. sahifesindeki şu satırlara yer vererek Ali İhsan Sabis Paşa'ya dâir naklettiklerimize son verelim: ".Protestoları hiç bir sonuç vermedi. Londra Konferansından sonra bir kısım sürgünler serbest bırakılırken o (Sabis paşa) yine Malta'da bırakıldı. Yargılanacakların başında yer alacaktı. Pençelerine düşmüşü. Irak cephesinde İngilizleri çok uğ-raştırmıştı, ne var ki İngilizlerin mahkeme etme hesapları suya düşmüştü. Çünkü; Paşa onbeş arkadaşı ile sürgünler adası Malta'dan kaçmayı başarmıştı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Malta Adasından Firar Paz Ocak 11, 2009 12:28 pm
Malta Adasından Firar
Bilâl N.Şimşir bey bir tesbit olarak şu ifadeyi kaleme almaktan kendini menedememiştir: "..İttihat ve Terâkki gurubunun bütün dağınıklığına rağmen kaçış organizasyonunda gösterdiği başarının büyüklüğü gün gibi aşikardır." Hakikaten Ali İhsan Paşa da, hatıratında kaçmak için kafa patlatırken ittihatçı eski nazırlardan Kara Kemâl'in komiteci ruhu ve kafası imdadımıza yetişti" cümlesiyle yer almıştır. Malta Adasının sürgün adası olması insanların bu ada da başıboş dolaşmaları anlamına gelmemelidir. Burada; Vardala Barklas kışlası adı verilen 15. yüzyıl mimarisi, iki katlı, iki blok hâlinde uzunluğu altmış metre, eni yirmibeş metreyi bulan hapishane olarak kullanılan bir bina vardı. Her ne kadar hapishane olmakla beraber, kışla denmesi daha bir tercih edilmişti. İngilizlerce muteber kimseler, bu yapının içinde yer alan, müstakil odalarda göz altında bulunduruyorlardı. Son dönemlerinde renkli ve tutarsız davranışlarıyla beyanlarına artık pek önem verilmeyen Cemâl Kutay'm, Malta sürgünleri arasında bulunan teşkilât-ı mahsusanın kuru cusu Kuşçubaşi Eşref Bey (Sencer) hakkındaki, bilgilendirmesinden bizim inandığımız bir bölümü satırlarımıza meâlen derci vazife bildik:
"Kuşçubaşı Eşref Bey yanındaki kırk arkadaşıyla olduğu halde Suud kuvvetlerinin yirmibeşbin (25.000) kişilik gurubu ile karşılaşır. Amansız bir savaşa tutuşurlar. Muhterem okurlar yanlış okumuyorsunuz, Eşref Bey'le arkadaşları, Şerif Hüseyin'in oğlu Suud'un askerleriyle ölüm kalım savaşına girer ve Eşref Bey çok ağır yaralanır peşinden de esir düşer. Kas-r'un Nil kışlasında tedavi edilir.
Hayati tehlikeyi atlattıktan sonra İngilizler tarafından Maltc sürgünleri arasına ithal edilmek için İsmailiye vapuruna bindirilip, İngiliz savaş gemilerinin koruması altında, Vardale Barklas kışlasına götürülüp bir odaya konur. 1. Cihan harbinin ünlü Alman denizaltisı olan Emden'in süvarisi, Von Mül-ler'de oradadır. Zâten; burada sadece siyasi ve askeri şahsiyetler bulunmayıp, tanınmış ihtilâlciler, fikir sahibi ve milli liderler gibi nice kimseler bulunmaktaydı. İstanbul'da toplanan, Mecfis-i Mebusanı kapattırmak emeliyîe, Ankara'dan gelen arzusunda başarıyı yakalayıp, meclisin basılmasını temin eden Rauf bey (Orbay) ve meşhur Kara Vasıf bey'de Malta'ya getirilmişler arasındaydı. Rauf bey'in bu provakas-yonu TBMM'nin teşekkül etmesinde en büyük âmil olmuş bulunmaktadır. Çünkü; işgal kuvvetlerinin bulunduğu bir şehirde meclisin fonksiyonunun ne kadar hür olabileceğini tartan akıl sahibi vatanseverler çeşitli yollarla Ankara'ya ulaşarak hizmete koştular.
Osmanlı tebası olarak Malta sürgünleri adını alan ilk zevata geçmeden şu tesbiti okurlarıma duyurmayı vazife addediyorum. Aziz milletimizin dünya yüzünde hasbetenlillah dostu yoktur. Dostu ancak inançları, piyadeyse tüfeği, topçuysa topu, muhabereciyse cihazı ve ilânihaye kullanacağı araçlar, gereçler ve silahlandır.
Bakınız daha 1. cihan savaşma katılmamışız. İtalyanlar bir gemide yaptıkları arama esnasında 2. Meşrutiyetin ilânına sebeb olan dağa çıkma hadisesinin failleri Enver ve Niyazi bey ikilisine katılan üçüncüsü olan meşhur Ohrili Eyüb Sabri bey'i, Eczacı Kâzım bey'i, tüccardan Hacı Tevfik bey'i yakalayıp İngilizlere teslim ederler. Savaşa katılmadan savaş esirlerimiz Vardala Barkias kışlasına konurlar. Yeri gelmişken de Malta sürgününü yaşamış bulunan zevatın bilebildiğimiz kadarıyla adlarını sahifelerimize kaydederek tarih sayfalarındaki yerlerini elinizdeki eserde de almış olsunlar: Ali İhsan Paşa (Sabis), Hâli) Menteşe (meclis-i mebusan 2.reisi), Rahmi bey (İzmir valisi), Ali Fethi (Okyar eski başvekillerden), Zeki ve Memduh beyler (eski valiler), dahiliye eski nazırlarından Hacı Adil bey, maarif eski nazırlarından Şükrü bey, İttihatçılara şeyhülislâmlık yapmış olan Ürgüblü Hayri Efendi efendi, yine dahiliye eski nazırlarından İsmail Canbulat, iaşe nâzın Kara Kemâl, yine eski valilerden Muammer bey ve Reşid Paşa ile Mustafa Abdülhalik (Renda-TBMM reisliğini en fazla sürdüren zat), Enver Paşa'nın babası sürre alayı reisi Ahmed paşa^ Mümtaz bey, Lâzistan mebusu Sûdi, Hammal Ferid, Hüseyin Cahid (Yalçın), Ziya Gökalp, Süleyman Nazif ve de 1.cihan harbine giren kabinenin sadrazamı Sâid Halim Paşa da Malta sürgünleri arasındaydı.
Toplu firarın hikâyesine gelirıce kaynağımız yine Ali İhsan Sabis paşa oluyor. Paşa diyor ki;
."..Kaçışı Basri bey planlamıştır. Rıfki bey adlı bir zatta yardımcı olmuştur. Ankara hükümetinin Roma mümessili Cami (Baykut) bey ile Cenevre'de bulunan maliyeci Câvid bey durumdan haberdar idi. Bu işe beşbinikiyüz ingiliz lirası (bu günkü paramızla 1 7/mayıs/2000 tarihi itibarıyla: dörtmilyar-sekizyüzellialtımiiyonikiyüzellibinlira-4.856.250.000) harcanmıştır. İtalyanlarında bu kaçışa yardımcı oldukları beyan edilmektedir. Bu kaçış harekâtında; Rauf ve Vasıf beylerin yer almaması dünya târihinde büyük bir önem arzeder. Bu zevat "KAÇMAYACAĞIZ" diye İngilizlere söz verdiklerinden, sözlerini yerine getirmenin şerefini taşımışlardır.
Fakat bu seferde, ingilizler bu ikiliye sıkıntı verme yolunu denemeye başlamışlardır. Ancak bunların bırakılacağı kesindi çünkü İngilizler kendilerini bağlayıcı beyanlar yapmışlardı.
İngilizler; Malta'dan kuş uçmaz derken, önce iki kişinin dan; sonra yâni 6/eylül/1921 günü aşağıda isimlerini koyacağı mız onaltı kişi ki; Ali İhsan Sabis Paşa, Sabit bey, Nevzat bey Bedreddin bey, Mâcit, Muammer, Gani,Ahmet, Memduh, Faik, Şükrü ve Fevzi beylerle Mahmud Kâmil Paşa, Kara Kemâ bey, Tahsin bey vede Necmi beylerdi. Tunus'dan yüklediğ sığırları, Malta'nın merkezi noktasından biraz uzağındaki limana boşaltmak üzere gelen Trickleti adlı gemiye o gün kamptan izinli çıkan zevat bahse konu gemiye kıyafet değiştirme suretiyle beşer kişilik gurublar hâlinde girerler ve kendilerine özel yapılmış saklanma mahallerine girerler ve bu işlem altı saat içinde tamamlanır.
Gemi Kara Kemâl bey'inde gelmesiyle birlikte hareket eder. Ertesi günü İtalya'nın Mesina limanı yakınlarında bir yere yanaşır ve firariler gemiden sahile çıkarlar. Roma'ya gelinir ve burada Cami Baykut bey'in hazırladıkları pasaportlarla İtalya'dan çıkarlar çoğu Almanya'ya giderlerken Ali İhsan Sabis Paşa, milli mücadeleye katılmak arzu-u iştiyakıyla istikameti Ankara üzerine rotalandırır. Biz burada bir hususu belirtmek isterizki, Malta Sürgünleri arasında yer alan Mustafa Abdülhalik (Renda) Beyefendi de masonların arasında 33 derece unvanla yer aldığı listelerde görülür. Ancak masonların bu dereceye gelmiş olanları "kâinatın ulu mimarı insandır" felsefe-i sapikesine tutulmuş kimselerdir. Böyle bir felsefenin meclûbu olan kişi elbette inkâr-ı uluhiyete dalmış olduğundan namaz ve niyaz ile aralan olmaz. Buna karşılık Validem tarafından akraba-i taallukatdan bulunan merhum Abdülhalik Bey'in 1947'de namazını kıldığını bizzat görmüşümdür.
İşte bu zat da Malta'dan firar edecek kişiler arasındayken, son gece rüyasında İki Cihan Serverî Efendimizi görmekle şereflenir ve o sevgililer sevgilisinin emirleri mucibince Malta Adasında kalıp duruşmalara çıkıp, Ermeni katliamından beraat etmek için mahkemede isbat-i vücud etme istikametine yönelir. Böyle 33 dereceli bir mason'un bu fevkaledikleri yaşaması gayr-ı kabil olması icâb ettiğinden bu zat hakkındaki masonluk iddiasının, masonların meşhur ve müessir kimseleri aralarında göstermek taktiğine karşılık, buna mukabil de, bu menhus zihniyet ve teşkilâtın hedefinden sıyrılmayı tercih edenlerin pasif kalması sebebiyle bir açıklama yapmamış olması dikkate değerdir.
Meselâ; eski şeyhülislâmlardan Tortumlu Musa Kâzım Efendi mason locaları içinde konferans verdiğini ifade etmekle beraber, masonluğun bir felsefe olduğunu bu felsefeyi benimseyenlerin müsiümanhkla ilgisi bulunamayacağını ifade edip, hâl böyleyken, benim gibi bu hâli idrâk eden bir kimsenin mason olması kabilmidir sorusunu sorduktan sonra, mason olmadığını beyan etmiş olduğunu hatıriıyahm ve Abdülhalik Bey gibilerin haklarında atfedilen masonluk iddiasını eski şeyhülislâm gibi bir beyanname ile red ve haklarında dâva ikame edebilirdi. Bu bir ihmal veya tenezzülsüz-iük de olabilin Doğrusunu da Allah (c.c) bilir deyip, bu notu târih sahifesine düşmüş oluyoruz.
Dünyanın bilhassa o dönemde en iyi haber alma teşkilâtı olan entilejans servis kayıtlarında bu firar nasıl yer almaktadır. İngiliz belgeleri üzerinde yapılacak bir araştırmanın getireceği netice bizim bildiğimiz hususata ne renkli bilgiler ilâve edecektir ki bunu bir Allah bilir, birde erbabı bilir.
Mustafa Kemâl Paşanın çok geniş bir selahiyetîe Anadolu nizamatını tesis görevi adı altında ül keyi düşman boyunduruğundan kurtarmak için padişahça gönderildiği artık herkesin kabul ettiği hakikattendir. Bu minval üzere M. Kemâl Paşanın daha Samsun'un Havza kasabasındayken haklı olarak İzmir işgalini protesto eden beyanları ve davranışı, İstanbul ile 9. ordu kıtaatı müfettişi arasında ortaya çıkmasını gerektiren vesileydi. Sultan Vahideddin'in; İttihatçılara olan tutumu herkesin malumudur. Mustafa Kemâl Paşa konuştuğu her yerde ve herkese bu çalışma içinde ittihatçıların bulunmadığını temine çalışması kendisinin padişahla aynı zaviyeden baktığını gösterme hususunda hayli İşe yarıyordu. Mustafa Kemâl Paşaya verilen selâhiyetnâme şimdiye kadar kimseye verilmemiş derecede geniş ve tesire sahibdi. İntelejans servis Malta'ya gönderdiği osmanlı münnevver ve bâzı devlet ricalinin kısm-i âzaminin ittihadçı olmasından elde edeceği kendine mahsus kân, ingiliz arşivlerindeki olması muhtemel hakikate vukuf kesbetmeden kestirebilmemiz kabil görülmemektedir.
Ancak Malta sürgünleri arasında yer alan Ahmed Agayef veya Ağaoğlu Ahmed bey diye bilinen zat, tabiiki ittihadçıia-rın" içinde yer almıştı. İstanbul'da savaş suçlusu damgası ile işgal kuvvetlerince tevkif olunmuş, bir müddet sonra önce Mondros'a daha sonrada Malta kışlasına tıkılmıştır.
Bu fikirlerini savunmada mahir adam şu dilekçesiyle ingiliz işgal kuvvetlerine daha doğrusu Amiral Galtroba müracaatla şunları ifade eder: "Ekselans! Haftalardan beri çile dolduran ve bu çilenin sonunu göremeyen bir tutuklunun bu dilekçesini sonuna kadar okumanızı adalet ve insanlık adına rica ederim" Ağaoğlu Ahmet beyin bu müracaatıyla İngilizler ile lütuf değil hak arayan bir ferdin çatışması ortaya çıkar. İngilizlerin ikiyüzlülüğünü ortaya sermeye çalışan Ağaoğ-lu'na bunlar cevap verme yerine hakkında dosya tanzimine giderler ve cemaziyelevvelini ortaya çıkarmağa başlarlar. Malta sürgünleri içinde dosyası en kalın adam olmuştur. Bir çok Azerbaycanlıya parmak ısırtan milliyetçiliği Türk ordusunun çekilmesinden sonra ülkesine İngiliz desteğini sağlamaya çalışanların enbaşında gelen kişi olduğu görülür. Yâni ingiliz himayesini Azerbaycan üzerine çekme gayreti içinde olan Ağaoğlu Ahmet İngilizlerin Ruslarla münasebetini baltaladığını anlamamış olmalıki, taraftan olduğu gurubun yüksek komiserliğini, kendisini tevkif ettirmesini anlayamıyor. İngilizlerin kendisini Almanlara satılmış olmakla suçlamasını, Ermeni olaylarında yer aldığının iddialarını çürütmeye uğraşır fakat Malta'yi boylamasını engelleyemez. İngiliz entelejiyan-sı; kendilerinin ikiyüzlü olduğunu ispata çalışan Ağaoğlu için şu raporu tanzim ettiler: "Musevi kökenli bir tatardır. Genç yaşında Ohrana örgütünde kışkırtıcı ajandı. 1904 Ermeni olaylarına karıştı.
Panislamist propogandacılığı yüzünden Rus hükümetince suçlandı, Türkiye'ye gitti. İslâmlığa hizmetleri dolaysıyla ihti-iâlde-meşrutiyette osmanlı vatandaşı oldu. Alman yanlısı ve" Siyonist "Jön Türk"de gazetecilik yaptı. İttihad ve terakkinin önemli üyeleri arasına girdi. Savaş içinde Almanlarca beslendi ve müttefikler aleyhine sert makaleler yazdı. Kafkasya'da bolşevik çalışmaları için. Aleyhinde kesin suç yaptı. 29/mart/1919!da iki Türk Kafkasya'dan 25 milyon ruble getirdi. Yarısı onun içindi, yarısı da bolşevik çalışmaları için. Aleyhinde kesin suç delili yok. Ama pek kötü bir tiptir." Böyle bir raporun ne kadarı doğru ne kadarı iftiradır bunu da düşünmek gerekir. Fakat ebedi muhalif Mevlânzade Rıfat bey "Türk İnkılabının İçyüzü" adlı çalışmasında bu raporu kendisine istinad edinerek Ağaoğlu'na hayli yüklenmiştir. Netice-ten İngilizler kendilerine engel olacak güç olarak yine de ittihatçıları görmüşler demek pek yanlış sayılmaz. Bu yüzden onları temizlemiş Malta adasına tıkmış fakat bunların bu takımıyla baş edememiştir.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Bir Şeyhülislam Paz Ocak 11, 2009 12:33 pm
Bir Şeyhülislam
Malta sürgünleri arasında ittihatçıların kabinesinde Şeyhülislâm olarak bulunmuş kıymetli fakihlerden ürgüblü Hayri efendi'de savaş kabinesinin şeyhülislâmı olmasından ve bilhassa "Cihad Fetvasını" vermiş bulunduğu için sürgünler arasında en acı muameleye tâbi tutulanların arasında yer almaktadır. Evet; verdiği fetva her ne kadar savaş sırasında Osmanlı devletine bir fayda getirmemişse de, gerek avrupa topraklarında yaşayan müslümanlarda, gerekse de dünyanın diğer bölgelerinde ve de en fazla İngiliz sömürgelerinde savaştan sonra meydana gelen isyan, kalkışma, bağımsızlık taleplerinin kökünde bu fetvanın bulunacağını İngilizler anlamışlar ve imza sahibine eziyetlere duçar edilmesi, bir intikam ameliyesi olarak düşünülebilir. Çünkü tabiblerin Hayri efendi ağır hastadır. İngiltere'ye naklini rapor etmelerine rağmen gizli"servisler ve İngiliz hâriciyesi raporları geçersiz kılacak bürokrasi hareketleriyle Cihad ateşleyicisini ölüme doğru itti. Tutundukları en sağlam dal İse; Hayri efendi'nin Malta'da hapsedilmesi hususunun Türk hükümetinin istemi ve devam etmesi taraftarı olduğuna tutunmaları idi. Buna karşılık Malta valiliğinden Londra'ya yazılan bir teskerede, "her an ölebilir. Kanımca, Malta da tutsak ölmesi hiç arzu edüir şey değildir. İstanbul'a geri gönderilmesi yada avrupaya yollanması için yetki rica ediyorum. Yazı arkadan gönderilecektir. Malta valisi Plumer cidden efen-dinin hastalığına endişeyle yaklaşıyordu. Buna karşılık İngiliz dışişleri acımasızlığını sürdürmekle beraber, Osmanlı topraklan üzerinde işgal bambaşka bir vaziyet ile karşıkarşıya gelmekteydi. Damad Ferid Paşa hükümeti iktidara bir daha dönemeyecek şekilde düşerek siyasi
hayattan menkup olmuş, buna karşılık Anadolu'da ve Trakya bölgesindeki direnme gücü, TBMM'nin organizesiyle istik-lâliyetini tahsile kararlı bir tutum sergiliyordu. Milletler arası savaşlarda olsun, iç savaşlarda olsun her iki tarafın elinde bulundurduğu esir ve rehine gurupları birer tehdit vasıtası sayılır. Malta mahpusları bir rehineden başka bir şey değildiler. Halbuki başlayan direnişin inkişafı rehine silahını adetâ hiç mesabesine indirdi. İngilizlerin Londra cenahı tam ayila-mamakla beraber işgal topraklarında vazifeli olanlar işlerin çetinleştiğini, üç-beşyüz rehine tehdidinin, çığ gibi gelişen irade birliğini durdurmaya yetmeyeceğine idrak ettiler. 1920 senesi kasımında Amiral dö Robeck, şeyhülislâmın hastalığından dem vurarak, Lord Kurzon'a sizce İstanbul'a gönderilmesinde bir mahzur yoksa müsaade edilmesi yeğ tutulur mealindeki mesajıyla Hayri Efendiye iyilik yapmış oldu. Kur-zon'un bu mesaja cani sıkılmışsa da, Robeck'e verdiği cevap ".sizce mahzuru yoksa bizimde bir itirazımız olmaz" meâlin-deydi. Böylece Kurzon siyaset adamı olarak, amirale hayır dememeyi uygun görmüştü. İngilizler valizini hazırlamasını söylediklerinde eski şeyhülislâmın önüne bir senet uzattılar. Senet basitti, artık siyasetle uğraşmayacağına dâir bir taahhütname idi. Fakat beklenmedik bir mümanaatla karşılaştılar. Çünkü bu hasta ve yaşlı adam, hürriyetin hukukuna mâ-likiyet olduğunu bilmenin şuuru içinde yapılan teklifi red edip, "Ben; ancak hürriyetimin zorla elimden alındığını imzamla onaylarım" diye şahsiyetinin gücünü sergiledi. Ülkeye döndükten sonra da, imzalamadığı taahhüdü ise kendi arzusuyla uyguladı. Politikaya karışmadı. Bir yıl sonra da vefat etti.
Eski Hariciye Nazırının Maita'dan; "Ermeni Meselesine" teması Malta sürgünleri hakkında bir değerlendirme yaptığimızda Halil Menteşe'nin bu gün bile kıymeti hâiz olduğu müşahede olunur. 16/ mart/1920 günü tarihli mektubunda Menteş şöyle sesleniyordu: ".Ermeniler Balkan uluslarını taklit ettiler, ama coğrafyalarının farklılığını gözönünde tutmadılar. Tanrı, 30 milyondan fazla Türk'ün ve Kürdün arasına 2-3 milyon Ermeni yerleştirmişti. Ancak Kafkasya'nın bir köşesinde çoğunluktaydı- lar. Şu halde, tabiata karşı bir savaşa girişmişlerdi. Yıkıcı yöntemlerle azınlığın çoğunluğa hükmetmesine kalkıştılar. Ve beceriksizliklerinin acısını çektiler. Sonra, Balkan halklarının Ruslarla yakınlığı vardı; Ermenilere karşı ise, Rusya amansız bir düşmandı. Rusya, Doğu Ana-doluyu topraklarına katmak istiyordu. Bunu 1915'de müttefiklerine de kabul ettirmişti. Ermeniler bunu da kavrayama-dılar. Bugün Ermeniler, çoğunlukta oldukları Kafkasya köşe-siyle yetinmezler ve büyük devletlerde onların büyüklük hastalıklarını teşvik ederlerse ilk yanılgılar daha da kötüleşecek ve Ermenilerin geleceği de tehlikeye girecektir. Büyük devletler, isterler ise bölgenin çeşitli halklarını bağdaştîrabilecek, yarım yüzyıldır süregelen boğuşmaları yatıştırabilecek çö-_ züm yolu bulabilirler. Coğrafi duruma dayanan ilkelere göre Ermeni sorunu böyle çözülebilir."
Hali! Menteş'in bu mektubu Sevr hazırlıklarının yapılmakta olduğu döneme rastgeldiğinden belki de Ermenileri kullanabilme hususunda İngilizlerin işine yaramış olabilir, fakat hakikaten yaşadığımız şu ikibin tarihinde Ermenilerin, sabık hariciyecinin dediği gibi Karabağ'da kaç senedir esaret hayatı sürdürdüklerini göz önüne alırsak tahminlerinin yaklaşık olarak tutmuş olduğunu görürüz.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: İttihatçı Çizgisimi? Ankara Görevimi? Paz Ocak 11, 2009 12:35 pm
İttihatçı Çizgisimi? Ankara Görevimi?
Bilâl N.Şimşir beyefendi "Malta Sürgünleri" adlı kıymetli eserinde ara başlıktaki bu soruyu ortaya atıyor sonra da aynen şöyle cevaplıyor: "..Acaba M.Kemâl Paşa kendisine gizli bir görev mi vermişti? Bunun içinmi durmadan İngiliz devlet adamlarını mektup yağmuruna tutuyor ve sanki görev başında bir nâzırmış gibi hareket ediyordu? Bu konularda herhangi bir belgeye rastlayamadık. Görülen şudur ki; eski hâriciye nâzın, büyük bir ciddiyetle görev yapmaya çalışıyor, İngilte-renin Türkiye politikasını yumuşatmak için gerçekten çaba harcıyordu. Bu işi inanarak içtenlikle yapıyordu.
Unutmamak gerekir ki, son mektuplarını yazdığı günler, Türkiye'nin en karanlık bir dönemine rastlıyordu. Başkent İstanbul işgal edilmişti. Türkiye'ye karşı âdeta yeni bir savaş açılmıştı. Anadolu'daki yeni Türk hükümeti henüz kuruluş günlerindeydi. Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni açılacaktı."(..) Böylece Lord Kurzon'u yanlış politikasından caydırmaya şu sözlerle: "..Ekselans, yıkıcı politikanızla, bu yiğit ve sadık Türkü ebediyyen kaybedeceksiniz... İnancım odur ki bir modus vivendi yapılabilire çalışıyordu! Sürgünden sonra ve cumhuriyet ilânından sonra ta 4. devreye kadar politikaya karışmayan Halil Menteş İzmir mebusu oldu ve öldüğü 72 yaşına kadar mebus olarak yaşadı. Tabüki Malta sürgün ve hapisliği insanların karakter ve seciyelerindeki oynaklığı sergileyen bir mihnek taşı vazifesi görmüş olması mümkündür zira insanlar gerek bedenen gerekse ruhen gerekse de moral olarak farklı yaradılışlardadır. Bu bakımdan Malta sürgünleri adlı eserde yapılan tahlilleri Önemsiyoruz ve sayfalarımıza almakta hiçbir aykırılık görmüyoruz
İzmir valisi Rahmi bey bahse konu vazifesi esnasında yabancılara ve bilhassa İngilizlere ve de Fransız tebâhlara pek mültefit davranmış hatta savaş esnasında İngiltere bu valimizi teşekkür ile anıp bir beyanname göndermekten kendini alamamıştı. Öte yandanda İstanbul Merkez kumandanı Albay Ahmed Cevat bey'e gelince onun da, ecnebilere iyi davranmasıyla birlikte Kutulâmare'de esir alınan general Tow-sehnd İstanbul'a getirildiği zaman Ahmed Cevad lâyık olan riayeti göstermiş ve bundanda bahse konu İngiliz generali pek memnun kalmış ve hakikaten Malta sürgünleri arasında yer alan Albay Ahmed Cevad bey, merkez komutanıyken gösterdiği yakınlığın faturasını yardım istiyen bir mektupla general Towsehnde bildirmiş ve centilmen general bu ricaya bigâne" kalmayıp, yazdığı mektupla resmi makamlar nezdin-de. Ahmed Cevad bey'e maiyetindeki binbaşı Morland'ı da şâhid göstererek kefaletlerini bildirmişlerdi. Ne varki dış işleri bu hatırlatmalara, "yardımlarının maksatlı olduğu beyanıyla" cevap verdiği görülmüştür. Neticeten Malta sürgünlüğü bir çok insanın muzdarib olmasına, aile efradının perişanlığa düşmesine sebeb olan elim bir dönemdir.
Değerli hariciyecimiz ve güzel kalem sahibi Bilâl Niyazi Şimşir kitabının 357. sahifesinde Mal Çan'ın Yongası ara başlığı altında şunları yazmış: "Malta sürgünleri arasında, Eczacı Mehmed bey adında zengin bir iş adamı vardı. Doğu illerinde büyük çapta müteahhitlik ile ticaret işlerinde para yapmıştı. Mütarake döneminin o karışık günlerinde de İstanbul ile Kafkasya arasında ticaret yapıyordu. En son; 2 nisan 1919 günü İstanbul'daki İngiliz makamlarından aldığı izin kâğıtlarıyla Amerika adlı Rus bandralı bir gemiye binip Batum'a gitmişti. Oraya varınca İngilizlerce yakalanmış, bir süre Batum'da tutulduktan sonra İstanbul'a getirilmişti. Bir kaç ay Çanakkale'de tutuklu kaldıktan sonra, 1920 yılında Mal-ta'ya sürülmüştü. Tutuklanması Ermenilerin jurnalleri yüzünden olmuştu. Kendisini 1915 yılında Erzincan Ermenilerinin sürülmesinden sorumlu göstermişlerdi. Bu zengin işadamı 17/nisan/1920 günü Malta'dan İngiliz Yüksek Komiserliğine bir dilekçe yolladı. Kısaca şunları sordu: "16.000 İngiliz lirası tutarında kömürüm vardı. Ne oldu? Tutuklandığım sırada İngilizlerce elimden alınan çantamda 500.000 ruble ile-, 300 Türk lirası vardı. Bu param ne oldu? O zaman bu Rus parasının değeri 20.000 ingiliz lirası tutuyordu. Şimdi değeri 300 İngiliz lirasına düşmüştür. Kaybettiğim sermaye ne olacak?"
Mehmed bey'in maddiyattan bahseden mektubu, numû-ne-i imtisaldi. Bu dilekçe uğradığı maddi zararı dile getiren tek dilekçe oldu. Diğer dilekçeler, hastalık, esaretin zorluğu, Ölüm, hürriyet gibi hususata dayanıyordu. Fakat bu öyle değil sağlam hesaplar neticesinde uğradığı zararın bilançosunu ortaya koyuyor ve bunun netayicinin ne olacağını soruyordu. İngilizleri hiçbir dilekçe bu kadar şaşırtmamış, korkuya düşürmemişti. Çünkü; her bir sürgün böyle bir hesap ileri sürüp tazminat talebinde bulunsalar ve bu talep de, sürgünlerin lehine neticelendiğinde İngiltere ekonomisi ne hâle gelirdi? Amiral De Robek, dilekçe sahibinin savaş esiri olduğunu öne sürüp tazminat isteyemeyeceğine etrafı inandırmaya çalışırken kaygılanmıyor da değildi.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Kara Gün Yazısının Sahıb-I Kalemi Paz Ocak 11, 2009 12:37 pm
Kara Gün Yazısının Sahıb-I Kalemi
Fransız mareşalinin beyaz bir at üstünde bir fâtih edasıyla İstanbul'da dolaşması, Bağdad'ın son Osmanlı valisi ve şâir-edib Süleyman Nazif bey'in gayret-i diniyye ve vataniyesini satırlara döküp, işgal altındaki İstanbul matbuatında yayımlatması, efrad-ı milletin kalbine galeyan, düşmana tepeden bakma gücü aşılamaya vasıta olmuştu. Daha sonra saklanıp, hemen verilmiş idam emrinin uygulunabiimesini atlatabilmişti. Daha sonra Nazif bey'de Malta'ya sürülenler arasında olmaktan kendini kurtaramadı.
29/ocak/1921'de Malta valisi lord Plumer'e pek uzun ve edebi tarafı olan verdiği dilekçede görev yaptığı yerlerde hiç bir İngiliz vatandaşına zorluk göstermek şöyle dursun, kolaylıklar temin ettiğini anlatıyor. Bağdad Valiliği görevini Harun Reşid'in başşehrinin valisi olduğunu söyleyerek, Osmanlı valisi olduğunu gizler bir mâna çıkarmak düşüncesinde olanlara, hemen söyleyelim ki, Süleyman Nazif bey şaaşaalı ve tumturaklı cümleler kaleme alma merakını adetâ şifâ bulmaz hasta gibi sürdürmekte olmasından başka mânâlara çekmek bu yiğit edib ve şâire büyük haksızlık olur. Dilekçesinin son paragrafını, Bilâl Niyazi Şimşir'in Malta Sürgünleri adlı kitabının, 359. Sahifesinden alıntılayalım: "..Burada öyle bir durumdayım ki ölüm benim için bir kurtuluş olur. Burada ölmek mutluluğuna erersem, bu olay sizin hayatınızda gereksiz yere bir leke olarak kalacaktır. Bir gün gelecek İngiliz milleti, kendisi adına yapılan bu kabalıktan, keyfilikten vicdan azabı çekecektir.." Sözleriyle ortaya koyduğu tarz, yalvarma hududuna girmeme gayretini sergilemektedir.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Londra Konferansı Paz Ocak 11, 2009 12:37 pm
Londra Konferansı
Londra'da toplanması mukarrer konferansa gerek İstanbul, gerekse Ankara temsilcileri davet olunmuşlardı. Tecrübeli siyasetçiler Osmanlı topraklarında bu iki tarafın birbirine düşeceğini tahmin etmekteydiler. Yalnız unuttukları husus şu idi. İstanbul hükümetini temsil eden heyet, şu zevattan müteşekkil ve TBMM ordularının, elde ettiği başarıya şükranla dualar eden kimselerden oluşmuştu. Nitekim; Ankara murahhaslarının reisi durumunda olan Bekir Sami (Kunduh) harekete geçmiş İstanbul murahhas heyeti ile görüş metalebinde bulunmuştu. İstanbul murahhas heyet-i reisi sadrazam Ah-med Tevfik Paşa, İngilizler nezdinde Reşid Paşa, italya'da sefir olarak görev yapan Osman Nizami Paşa yardımcı murahhaslardı. Makam-ı sadarete kaimakam olarak İstanbul'da Ali Rıza Paşa nâfia nazırlığı uhdesinde kalmak üzere getirilmişti.
İstanbul ve Ankara murahhaslar heyeti anlaşmıştı.Ahmed Tevfik Paşa, salona önde girecek.Ankara temsilcileri arkalarından gireceklerdi. İlk konuşmayı yapacak olan Loyd Cor-c'un, ilk sözü Tevfik Paşa'ya vereceği kesindi. Ancak; Tevfik Paşa, kendilerinin sözü TBMM'ne bırakmak gerektiğine karar verdiklerini söyleyecekdi. Nitekim öylede oldu sayılır ancak şu farklaki: Oturumun bir-iki gün öncesinde rahatsızlanan ihtiyar sadrazam solmuş bitmişti. Değil yürümek ağzını açacak halde değildi. Konferansın toplandığında, iki kişi tarafından koltuklanarak getirildi oturacağı mahalle yerleştirildi. Ayaklarını beline kadar battaniyelerle sardılar. Yerinde tir tir titremekte ve terlemekde idi. Loyd Corc kısa bir açılış konuşmasından sonra umulduğu gibi sözü sadrazama verdi. Bütün gücünü toplayan Ahmed Tevfik Paşa; bizim diyeceğimiz Ankara'nın diyecek olduklarıdır deyip, susdu ve yerine oturdu.
Ankara murahhasları; reis Bekir Sami(Kunduh) bey, Hüs-rev, Yunus Nâdi, Hami ve Zeki beyler murahhas, Dr. Nihad Reşad Belger ile hukuk müşavirlerinden Münir bey katıldı. Tevfik Paşanın feragati üzerine söz hakkı, Anadolu adına Nihad Reşad beye düştü. Nihad Reşad bey, meseleyi enine boyuna yarım saat içinde o kadar mükemmel bir Fransızca ile tafsil ettiki, Fransızca bilmeyen Loyd Corc hitabenin güzelliğinden olacak gözlerini faltaşı gibi açıyordu. Sözlerini bitirdiğinde Fransız başmurahhası, mösyö Aristidi Biryan, Nihad Reşad beye: "Bu gün memleketinize büyük ve tarihi bir hizmette bulundunuz. Sizi dinlerken heyetinize, memleketimizden bir Fransız mütehassıs aldığınızı zannettim. Verdiğiniz malumata teşekkür ederim" Dedi.Loyd Corc'da aynı istikamette sözler sarfettİ. Hayrettirki; Dr. Rıza Nur; Nihad Reşad Belger'i, meşhur hatıratında karalar durur!
Tevfik Paşa'nın Loyd Corc ile başbaşa yaptığı mülakatta, İngilizin Ankara tarafına ikidebirde sergerdeler, çeteciler demesi üzerine pek gücenen Ahmed Tevfik Paşa: "Ekselansları benim vatanperver milletimin vatansever evfâdlanna bu tarzda hitap etmenize asfa rızam yoktur. Konuşacak bir şeyimiz yoktur." salondan çıkmış olduğunu, Loyd Corc'un bahçe kapısına kada arkalarından adetâ koştuğunu oğlu İsmail Hakkı (Okday) bey, Prof.Afet İnan'ın kızı Arı İnan'a verdiği röportajda anlatıyor.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Londra Konferansında Malta Sürgünleri Müzakeresi Paz Ocak 11, 2009 12:38 pm
Londra Konferansında Malta Sürgünleri Müzakeresi
Malta sürgünleri hakkında Türk ve İngiliz delegeleri ilk defa bir masa etrafında toplandılar. Ancak; masa başında İstanbul adına Mustafa Reşid paşa, BMM hükümeti adına da Sekir Sami (Kunduk) bey oturuyordu. Lindsay, Ozborn ve Edmonds adlı ingiliz hâriciyesi yetkili memurları karşılıklı oturuyordular. İngilizlerin; Anadolu'da esir olarak yaşamakta olan 21 ingiliz karşılığında Malta'daki Türk sürgünlerden bir' kısmının bırakılması müzakeresi açıldı. Bekir Sami bey; Anadolu'daki 21 İngiliz karşılığında Malta'daki 120 Türkün takasını ileri sürdükten sonra başkaca bir selahiyetim yoktur demesi, bir müzakere tecrübesizliğiydi. Nitekim; Bu oturumda bir neticeye varmak kabil olmadı.
Daha sonra Ankara Bekir Sami bey'e gönderdiği talimatta sürgünleri kurtarma çalışmalarını barışın sonrasına bırakmayı öngördüğünü bildirmişti. Yazık ki İngilizler nasıl olduysa bu talimatı öğrenmişler vede kendilerine göre değerlendirmeye tâbi tutmuşlardı. Muhterem Bekir Sami bey ve heyet Ankara'dan gelen talimata rağmen yeni bir müzakere şansı yakalama için sürgünlerin hiç olmazsa bir kısmına hürriyet sağlamak için imkânı aramaya başlamışlardı.
İngilizler bunu da hemen haber alıp, bu ikilikten istifade etme yolunu denemeye karar kıldılar. Dört gün sonra yâni ll/mart/1921 günü taraflar toplandı. Bekir Sami bey aşağıdaki isimlerin derhal serbest bırakılmasını talep etti: ".Cemâl Paşa-Cevat Paşa-Şevket bey- Yakup Şevki Paşa- Ali İhsan Paşa- İsmail Canbolat bey-Zekeriya Zihni bey- Ahmed Muammer bey- Süleyman Numan Paşa- Memduh bey- İbrahim Pirzâde -Ahmed Nesimi bey- Fahreddin Paşa-Abbas Hâlim Paşa- Said Hâlim Paşa-Mithad Şükrü bey-Mahmud Kâmil Paşa-Halil bey-Ali Münİf bey-Ahmet Şükrü bey-Ahmet Ağa-oğlu-Tahsin bey-Mustafa Abdülhalik bey-Ali Cenâni bey- Süleyman Faik Paşa-Süleyman Necmi bey-Ahmed Adil bey" Bu zevatın siyasi sürgün olduklarını, herhangi bir suçlan olmadığını ifade eden Bekir Sami (Kunduk) bey'e Mösyö Rumbold tarafından Ahmed Muammer bey, Tahsin bey ve Mustafa Abdülhalik (Renda)'nın muhakeme edilmesinin şart olduğunu ileri sürüp, ayrıca ciheti askeriyeden dört kişi Mal-ta'dan çıkacak fakat ülkeye dönmemek şartı getirildi. Bu zevat, halas olur olmaz Anadolu'ya geçip M.Kemâl Paşa'ya iltihak edecekleri kafi olan kişiler olup isimleri şöyleydi: Cemâl Paşa, Cevat Paşa, Albay Galatah Şevket bey ve Yakup Şevki Paşa idi. Bunun antlaşması Bekir Sami bey ile İngiliz hariciye yetkililerinden Robert Wansittar arasında imza altına alındı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: General Harıngton'ün Dönekliği Paz Ocak 11, 2009 12:39 pm
General Harıngton'ün Dönekliği
Malta sürgünleri ile alakalı olarak Ankara temsilcisi Bekir Sami bey ve Vansittar arasında varılan anlaşmanın imzasından sonra 23/mart/1921'de Yunan askeri birliklerinin Bursa ve Clşak hattında bir hayli kalabalık vede cesametli bir saldırı harekâtı başlamıştı. Kalleş İngilizler bu saldırıdan başta işgal kuvvetleri komutanı general Harrington olduğu halde pek büyük ümidlere kapıldılar. Harington telgrafhaneye emir verdi: Londra'ya maruzdur. Hiçbir Türk sürgünü serbest bırakılmasın! Aslında general İngiliz esirlerinin kurtarılmasını bu serbest birakışda görmekte olduğundan sürgünlerin serbest bırakılmasının taraftarıydı. Ne var ki, alayişli Yunan huruç harekâtı bu tecrübeli askeri de ümide sevk etmiş, Sevr'i, Yunan zaferi ve tutsakların elde olması sayesinde kabul ettirmek daha da mümkün hâle getirir fikriyatı yukardaki telgrafı çekmeye taşımıştı. Bu telgrafda Mustafa Kemâl Paşanın imzalanan anlaşmayı kabul etmeyeceğine dâir olan tahminini de belirtmişti. Bir bakıma imzalanan antlaşma Ankara'nın talimatını aşan bir hariciyecinin tasarrufu idi. Ama Öte yandan da imzalanan antlaşmaya göre İngilizler Osmanlı esirlerini bırakacak ve ardından Anadolu'daki İngiliz esirleri bırakılacaktı. İki haf ta evvel önce imzalanan antlaşmada oyunbozanlık yapan İngilizlere kalleş denmezde ne denebilirdi? İkİn-. ci İnönü zaferi gerçekleştiğinde general Harington ve Sir Rumbold telâşa kapılıp Londra'ya 40 sürgünün hemen serbest bırakılmasını âmir telgrafı çekmişlerdi. Mart'ın son haftasında sürgünler için başiıyan yazışmalar, 30/mayis/1921de bitirilecek şekilde devam ettirilmişti. Yâni; mayısın sonuncu günü tahliyeleri tamamlamak kararlaştırılmıştı.
29/nisan/1921 de Malta'dan sadece dört kişinin çıkarılmasına sıra geldi. Bunlar masraflarını kendilerinin çekeceği kimselerdi. İbrahim Saib bey, Said Halim ve Abbas Hilmi Paşalarla, Hüseyin Cahid Yalçın bey'in yanında olan iki çocuğu hanımı ve teyzesi olduğu halde İtalya'ya yola çıktılar. Zâten bunların içinde kurtuluş harekâtına İştirak edeceklerine dâir bir emarede görülmemekteydi. Başlarda verdiğimiz tafsilata uygun olarak 16 kişinin Ada'dan kaçışı gerçekleşti. Bunun üzerine geride kalan sürgünlerin sert muamelelere maruz kaldığı bir çok hatıratta yer almaktadır. Vardala Barklas kalesinden, Polverista kışlasına götürülmeleri epeyice itiş-kakışa yol açtı. Ancak geride kalan zevatın üst rütbe ve makamların sahibi olmaları kuvvet kullanımına gidilmesine müsaade etmedi. Ahmed Emin Yalman hatıratında son vak'a için için şu sonlamayı yazmış: "Tahkikattan sonra Alay komutanı herkeşten ayrı ayrı Özür diledi, kamp kumandamda bu harekete katıldı. Fakat arkadaşlar bununla yetinmediler. Kabahatlıla-nn cezalandırılmasını istediler. Mesele böylece kapandı." Ahmed Emin bey; Malta'da olan biteni, Ankara'ya duyurabilmek gayesiyle Pâris'de Dr. Nİhad Reşad Belger'e, Roma'da bulunan İsmail Canbolat bey'e birer mektup postalamış! Malta Sürgünleri listemiz tam bir grosa insanı yâni 144 kişi, diğer bir deyimle oniki düzine insan mağdur ve mazlum olarak Akdeniz'in bu adasında vatan hasreti, yakınlarının onları merak etmesi ile dolu günler geçirmişlerdir. Bu üzücü olayları bir gülümseme ile bitirebilmek için, Kanal harekâtında Arabistan'da çarpışan askerlerimiz arasında bulunan daha sonrada Ürfa mebusu olan, Şeyh Saffet Efendi'nin bir vak'asını anlatayım: "Savaşın bir yerinde birliğimizle teslim olmak mecburiyetinde kalmıştık. Bizi bir kasabaya götürdüler. Kerpiçten yapılmış küçük küçük kulübelere soktular. İngilizlere esirdik amma muhafızlarımız onlara arka çıkan bir kısım araplardı. Bizi havalandırmaya çıkardıkları günlerin birinde az ötemde millet-i arabdan fakat bizim ordumuzda bizden yana çarpışmış ve bizimle birlikte esir düşmüş asker muzdarib, arabça feryâd ediyor, Cenâb-ı Hakk'dan istimdad ediyordu. Dayanamadım. Arabça seslendim: Yavaş bağır duyacak imdadımıza koşacak, bu namussuz İngilizler O'nu da yakalayacaklar, kurtarıcısız kalırız. Yüzüme baktı ve sustu! Kimbilir benim için ne düşündü?"
Ahmed Tevfik Paşa, Darr.ad Ferid Paşanın infisalinden sonra Sultan 6,Mehmed Vahi deddin Hân'dan gelen hattı hümayun ile son sadaretine başladı. Bu sadaretini 2 sene 14 gün sürdürebildi. Çünkü Osmanlı Devletinin saltanat döne-•mine TBMM aldığı bir kararla son vermişti.
Sultan Vahideddin Hân'ın gönderdiği Ahmed Tevfik Pa-şa'ya gönderdiği hatt-ı hümayunu, İbnül Emin bey'in değerli eseri Son Sadrazamlardan alıntılayarak sayfamızı süsleyelim:
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Vezir-İ Meâü Semirim Tevfik Paşa Paz Ocak 11, 2009 12:39 pm
Vezir-İ Meâü Semirim Tevfik Paşa;
Selefiniz Ferid Paşa'nin ahvali sıhhiyesinden dolayı vuku-bulan istifası kabul olunarak mesned-i sadaret, uhdei isti-halinize tefviz ve meşihat-ı islâmiyye dahi Nuri Efendi uhdesinde ibka edilmiş ve kanun-u esasinin 27.maddesi hükmüne tatbikan teşkil eylediğiniz heyet-i cedide-yi vükelânın, me'muriyetleri tasdikimize iktiran etmiştir. Cenab-ı Kâdir-i mutlak, mesai-i masrufeniz de tevfikat-ı celilei sübhaniyye-sini rehber ve mu'in buyursun. Amin. Bihürmet'üf seyyidül mürseliyn.
8/Safer/1339- 2l/ekim/cuma/l337-1931
Mehmed Vahideddin
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Anadoluya Nasihat Heyetî Paz Ocak 11, 2009 12:40 pm
Anadoluya Nasihat Heyetî
Daha önceleri Anadolu'daki istiklâliyet mücadelesini yapanlarla temas temin babında gönderilmiş bulunan Yüzbaşı Neşet bey avdet etmiş ve Ankara ile temasın, mümkün olduğunu beyan etmesi üzerine meclisi vükelâ şimdiki tâbirle Bakanlar Kurulu, tezekkur ettiği bir kararla dahiliye nâzın İzzet Paşa başkanlığında, harbiyenâzın Salih Paşa, ziraat ve ticaret nâzın Hüseyin Kâzım bey, Kandilli rasathane müdürü Fatin (Gökmen) Hoca, Bern elçimiz Cevad bey ve Babıâli hukuk müşaviri Münir beyler, 20/rebiül evvel 1339/3/Ara-hk/1920'de Ankara'ya gönderildi. Ancak antlaşmayı temin mümkün ol-madı. İzzet ve Salih Paşalar kabineden müstafi oldular. Ancak birbuçuk ay sonra heyet-i vükelâya yine dahil oldular.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Yıkılış Paz Ocak 11, 2009 12:41 pm
Yıkılış
7/teşrinisâni/1338-7/kasım/1922 sadrazamlık dâiresi (bu günkü İstanbul Valilik binası) Refet Paşa'nın umumi karargâhı haline getiriliyor. Sadrazam dairesiz kaldı. Ayrıca Takim-i Vekayii yayımlanması sona erdirildi. Böylece Devlet-i Osma-ni'ye ve Babıâli münhedim (yıkılmış) ve yerine TBMM hükümeti kaim oldu.
Sultan Vahidedin Hân'ın vatan-i terk etme mecburiyetinden sonra TBMM'si saltanatı lağvettinden, padişah diye bir unsur mevcud olmadığından sadrazamların hatimesi olan Ahmed Tevfik Paşa mühr-ü hümayunu yed'inde bir hatıra, nesillerine yadigâr olarak bırakma durumunda kalmıştır.
1344/recebinin 21. gecesi- 8/ekim/1936'da senei hicriye hesabiyle Ahmed Tevfik Paşa 94 yaşında olduğu halde vefat etti. Cenaze namazı Teşvikiye Camiinde eda olunup Yahya Efendi dergâhındaki nazireye defnolundu. Daha sonra da çocukları Topkapıdaki aile mezarlıklarına naklettiler diye^bir rivayet vardır. Paşa; "Kurun-u Vusta" yâni ortaçağ adlı tarihin mütercimidir. Eser basılmıştır. Anlatılır ki: "M. Kemâl Paşa; Tevfik Paşayı Dolmabahçe sarayına davet etmiş. Tevfik Paşa: pek nazikâne gönderdiği cevabda: Sultan Vahideddin Han'dan sonra artık o saraya gitmemeğe karar aldığını, kararlarına uymayı kendine prensip olarak seçtiğini bildirir. M.Kemâl Paşa da bu vefayı anlamış olmalı ki İsrar etmez. Ahmed Tevfik (Okday) Paşa, 208. Osmanlı sadrazamıydı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: İstiklâl Savaşımız Paz Ocak 11, 2009 12:41 pm
İstiklâl Savaşımız
Büyük milletimiz, bin yıldanberi, islâmiyetin ve insaniyetin hizmetinde, adalet, ahlâk ve nâmus-u din ve vatan için, kendini bu güzel hasletleri yıkmak, parçalamak isteyen emperyalistler karşısında maddi ve manevî bir mania olarak, varlığını dost ve düşmana kabul ettirmeğe muvaffak olmuş, yüce bir millettir. Bu satırları kaleme aldığımız ve içinde bulunduğumuz, 2002 yılı Ağustos ayı,milletimizi ve ülkemizi yutmak, dünya haritasından kazımak isteyen, haçlı zihniyetinin ve materyalist dünya anlayışına sahip hükümetlerin elbirliği ederek üzerimize çullananları millet ve idarecilerinin vücud birliği ederek, dalgalar hâlinde üzerimize gelen vahşet sürüsünün bu vahşi saldırısını çok daha önceden tahmin ederek, Osmanlı erkân-ı harplerinin tâyin ve tensip ettiği bir starete-jik plân dâhilinde mutasavver mukabil harekâta dâir vazife taksimini, iddihar yâni, silah, cep hane ve melbusatı muhafaza edecek mekânlar, bunların Anadolu üzerindeki dağılımı yu karıda söz konusu ettiğimiz Osmanlı erkân-ı harpleri tarafından tanzim olunmuş ve bir felâket hâlinde bunların devreye sokulması hususunda maharetlerinden istifade olunacak askerî ve mülkî ve de sivil eşhas tespit olunmuş ve yine büyük bir gizlilik dâhilin-de bu zatlara ulaşılmış, talimatlar verilmiş, programlar ise kendilerine ulaştırılmıştır. Hemen yukarıdaki global izahımız içinden, erkân-ı harplerimizin dâima ileriye dönük, gelecek ahvale göre plân yapıp, bunları sık sık gözden geçirmesi, mensubu olduğumuz mu azzez islâm din'inin ehl-i sünnet velcemaat anlayışının dört mezhebinden biri olan Hanefi'yenİn metoduna uygunluğunu da burada zikretmezsek, ilmî bir tesbiti atlamış oluruz. İttihad ü Terakkinin büyük milletimizi sokmuş olduğu 1. dünya savaşının daha ilk yılı yaşanırken yukarıda bahse konu ettiğimiz Osmanlı erkân-ı harpleri ki bunun içine sivil devlet ricali ve enteiejansi-ya hareketlerini takip ve tesbitle görevli teşkilât-! mahsusa mensupları, yukarıda ifadeye çalıştığımız bir felâket hâlinde baş vurulacak tedbirleri, tâyin ve tesbit etme işlemini gerçekleştirirken aralarında bulunan, Cumhuriyetin ilânının akabinde, müretteb İzmir Suikasd'i teşebbüsü sanıklarından ve idama mahkum olunup, hakkındaki bu karar, 1925'de infaz olunan Maarif Vekili Kocaeli mebusu Şükrü Bey ki, aynı zaman da ZAMAN Gazetesinin müessisi, yâni Zaman adını ilk olarak kullanan gazetenin kurucusudur. İşte bu zat, bahse konu erkân-ı harp planlarını yaptırtan ittihad ü Terakki kabinesi âzası olarak Pınar Yayınlannca neşredilmiş ve ilk baskısı tarafımızdan hazırlanmış daha sonra da 2. baskısı yapılmış fakat hangi sâikle olduğu bilmediğimiz, ismimizin konmadığı çalışmadaki, eserin yazarı Mevlanzâde Rıfat Bey, bu hususa işaret ederek, İttihad ü Terakkiye amansız muhalifliğine rağmen, onların bu hususda ki tedbirli davranışlarını, Maarif nâzın Şükrü Bey'in konuyla alakalı açıklamalarını zikretmesi, yine Damat Ferid Paşa'ya taşıdığı bütün menfi hislere rağmen, âti'de savunmayı yönetecek müdafaa-i hukuk cemiyetlerinin teşekkülüne ve yaygın tarzda ülkemizin her tarafında faaliyete geçebilmesini sağlamak gayretine matuf olarak, maddi yardımları sadece hazine-i hümayundan değil, bizzat kendi portföyünden çıkarıp, azimsanrnayacak miktarda para yardımında bulunduğunu da ketmetmeyip yazmış olması, şâyan-ı takdir olduğunu buradan belirtmeden geçmeği büyük bir noksanlık addederim.
Yukandanberi söylemeye çalıştığımız, devlet tecrübemizin kendini gösterdiği, büyük savaşın sonrasına kendisini hazırlamış olmamız olduğudur. Bunun böyle olduğunu pek kısa olarak belirtmeğe çalıştık, şimdi elimde, günümüzden 11 sene önce basılmış, "Türk Kurtuluş Savaşı nın Kuvay-ı Milliye Dönemi 30/Ekim 1918-23/Nisanl920 Olaylar ve Öncüler" adıyla ve pek uzun isimle gerçekleştirilmiş bir çalışma var. Bu kitap Sakarya vilâyeti Özel İdaresi tarafından tab ettirilmiş. Bir mânada devlet yayını saymakda kabildir. Bu çalışmayı yapan ve bunu kitap hâline getirenlere ne kadar teşekkür etsek azdır. Çünkü bu kitapçıklar, târihin sahifelerine göz atacak araştırmacı ve millet evlâdına gemilere; doğru istikamette gittiklerini gösteren bir pusulanın üstlendiği görev gibi târih okyanusunda yol gösteren bir klavuz vazifesini de-ruhde eder. İşte biz, bu öz fakat vefa dolu çalışmadan bazı pasajlar aktarmak suretiyle sahifemizi süslemeye çalışacağız: "30/Ekim/1914'de, 1. cihan savaşına katılmak zorunda bırakıldık. 30/Ekim/1918!de Mondros Mütarekesini imzaladık. Galipler cihan da haşmet ve kudretini hak ve adaletle kucaklaştırmış altıyüzondukuz yılla en uzun hayat süresine sahib Türk-tslâm devletini târih sahnesinden silmek kararında idiler." Görüldüğü gibi bizim mevzuya girişteki ihtisaslarımızı anlatan ifadelerimiz, Sakarya Vilayeti Özel idaresinin bastırdığı eserde sh. 4'de, Târih Aynasında başlıklı yazıdan alıntıladığımız üstteki satırların birbiriyle tetabuk etmesi, yeni tâbirle örtüşmesi, şuur hususunda aynı pencereden baktığımızın bir örneğini gösterir. Bahse konu çalışmadan alıntıya devam edelim: "Aslında: 1. cihan savaşı hasta adam teşhisini koydukları Osmanlının, zengin mirasının.taksim kavgası idi. Türk milletinin, gerçek anlamı ile müstakil devlet devri kapanıyordu. Ve akılmantık-askeıiik ilmi-mevcud şartlar, bu Kara Kaderi mühüıiüyordu. Mizam ordusu silahlarını bırakmıştı ve meşru sayılan hükümet; padişah ve halifesi ile bir karşı koymanın imkansızlığında birleşiyordu." Burada bizim dikkat çekmek istediğimiz husus, bu çalışmayı yapanların işin bu tarafında târih ve hatıratların bize duyurduğu ve Dolmabahçe sarayında yapılan, içlerinde Konyalı müfessir Meh-med Vehbi Efendi'ninde aralarında olduğu bir top- lantıda, talihsiz Padişah 6. Mehmed Vahideddin Hân'ın, toplarının namlularını sarayın üstüne tevcih etmiş düşman donanmasının insan kanını dondurucu tarzda ürperten bu manzarayı, eliyle işaret ederek söze giren padişah, ülkemiz işgal edilmiştir. Bu durumdan halas olmak gerekir. Ahali sürüdür. Bu sürüye bir çoban lâzımdır. O çoban benim. Herkes benim işaretime ve yapacaklarıma dikkat ve riayet etsin dediğin de, yukarıda adı geçen Hülasat'ül Beyan müfessiri Konyalı Mehmed Vehbi Efendi, cesaret olmasına cesaret, ancak bir de-mogoji eseri olan şu cevabıyla kendine ün kazandırırken, aslında bir doğruyu gölgelendirmek fezahatini işledi. Çünkü padişahın sözünde yatan gerçek milletin idare olunması gerektiğine işarettir. Yoksa eşref-i mahlukat olan insanı mecaz dışında hangi akıl, hayvanların teşkil ettiği sürü, insan topluluklarına sürü diye nitelemeyi göze alır. Bu ifadeye bağlı kalan son padişahın, başkenti işgal edilmiş bir devletin başkanı olarak, etrafı muhat yâni çevrilmiş bulunan bir devlet reisinin, bulduğu, bulabileceği'men fezlerden bir kurtuluş ışığım, yakalamak yoluna düşeceğini anlamak kabildir, bu beyanından. Böylece; Sultan Vahideddin hükümet ricali ile, İşgalcilerle yâni galib devletlerle, nasıl ve kimleri vazifelendirerek mücadelenin yapılabileceğinin yollarını ve vazifelendireceği kimlikleri tesbit için istişarelere başladı. Bu husus için de hafızasın) bir yandan yoklamaya gayret gösterirken, öte yandan da politik yaklaşım yanında, Anadolu topraklan üstünde gerçekleştirilmesi plânlanan Büyük Ermeni projesini gerçekleştirecek çalışmalara, yazının girişinde tesbit edilen plân istikametinde, muhayyer ve mutasavver plân meydana getirenlere teşekkürlerini kendine vird-i zeban edinmişti.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Cumhuriyet Yapacaklar! Paz Ocak 11, 2009 12:42 pm
Cumhuriyet Yapacaklar!
Mustafa Kemâl Paşa müddet-i ömründe uçağa binmemiştir. Halbuki; "İstikbâl Göklerdedir" vecizesi, kendilerine aittir. Bu büyük keşfin mamulatina binmemesinin hikâyesinide anlatmaya çalışalım., "Efendim; Mustafa Kemâl Paşa, eski sadrıazamlardan Ali Rıza Paşa ile birlikte 1. Dünya savaşı esnasında Almanya'dadırlar ve bir manevraya davetlidirler. Bu manevrada dönemin uçakları da vazife almışlar, plânlanan vazifelerini manevra esnasında gerçekleştirirler. Tabiiki başta davetli ecnebi ve yerli askeri zevat olduğu halde hazır bulunanlar tarafından alkışlarla taltifata nail olurlar. Bu gösterilerden sonra meydandaki hoperlorlardan arzu eden zabitlerin havada tenezzüh (gezmek) için az sonra havalanacak tayyarelere binebilecekleri hakkında anons duyulur. Cesur ve deneyci M.Kemâl Paşa hemen bu davete icabet etmek üzere, Ali Rıza Paşadan nezaket icabı izin isteyip, binmek üzere uçaklara doğru hareketlendiğinde, Ali Rıza Paşa da genç paşanın koluna yapışır ve darb-ı meselini sÖyleyiverir. Bu ikaz üzerine M.Kemâl Paşa uçağa binmekten sarfı nazar eder. Çok geçmez ki, M.Kemâl Paşanın binmek için gözüne kestirdiği uçak takla ata, ata irtifa kaybetmeğe başlar. Ve meydanın biraz uzağında ki ormandan az sonra bir alev ve yığın halinde duman yükselmeye başlar. Az sonra bildirilir ki, uçak arıza hasebiyle düşmüş ve içinden hiç kimse sağ çıkamamıştır.
İşte M.Kemâl Paşanın bir tayyare kazasında hayatının noktalanmasını eski sadrıazamlardan Ali Rıza Paşa takdir-
ilâhi ile engellemiş oluyor. Muteriz M.Kemâl Paşa da, takdirin gereği olarak, Ali Rıza Paşa'dan gelen ikaza büyük bir hürmetle, ittika etmesi de, asla şüphe edilmemelidir ki, takdir-i tecelliyedendir. İşte bu Ali Rıza Paşa, yine İttihad ü Terakki Partisinin son kabinesini teşkil eden Talat Paşa kabinesi istifa etmiş ve başvekil Talat, Enver vede Cemal Paşalar firar ettiğinde, sadnazam atanmış bulunan Mareşal Ahmed İzzet (Furgaç) Paşa'yı ziyaret ettiğinde, M.Kemâl Paşa hakkında konuşurlarken, Bulvar Gazetesinin hazırlattığı ve başlarında değerli büyüğüm Osman Akkuşak ağabeyimizin bulunduğu kıymetli yazı kadrosunun hazırladığı ''Kurtuluş Savaşı Ansiklopedisinin 1985'de yayımlanan 1. cildinin 205. sahifesinde şu ifade yer alır: ".Ali Rıza Paşa bir gün Ahmed İzzet Paşayı ziyarete gider. Sohbet esnasında Mustafa Kemal Paşa aleyhinde dedikodu yapar. Daha sonra ekler: diye bağırır. Ali Rıza Paşa Makedonya'da Osmanlı imparatorluğunun Batı Orduları başkumandanlığını yapmıştı. Koskoca Türk ordularını mahvettir-miş, kıymetli Makedonya topraklarını düşmanlara terk etmiştir. Şimdi de devletin en müşkül anında, padişahın gözüne girmeyi başarmış ve en yüksek mertebeye ulaşmıştı. Ancak, cumhuriyetin yapılacağını söylemesi takdir olunacak bir harekettir." Şeklinde bir ibare koymuşlardır. Bu ibare üzerinde ve cumhuriyet kelimesi üzerinde bir miktar durmak ge-reki yor. Şimdi; evvelâ merhum Ali Rıza Paşayı Osmanlı ordularını mahvettiren adam olarak nitelemek pek doğru bir ifade sayılmaz. Ancak Makedonya cephesinde bir başarısızlık vardır ve bunun idraki içinde olan vede çok kıymetli bir erkânıharp yâni müthiş bir kurmay subay olan Edirne istirdadının da plânlarını yapan ancak fiili komutaya kendinde atfettiği uğursuzluk hasebiyle yanaşmayan bu doğrultuda gelen teklifleri geri çevirdiği gibi yaptığı mükemmel savaş plânlarının tatbik alanına konacağı gün cepheye gidipde bir aksiliğe meydan verir vücudiyetim diye, neticeyi çadırında binbir heyecan içinde beklemek yolunu seçmiş muhterem bir Osmanlı Paşasıdır.
Cumhuriyet kelimesi üzerine gelince, Tanzimat fermanından önceleri de Osmanlı ülkesinde münevverler arasında doğrudan doğruya olmasa bile cumhuriyet üzerinde müta-lalar serdedildiği muhakkaktır. Hâttâ; 1789 Fransa ihtilâl hareketlerinin taht ve taç sahiplerini mahvetmek, idareyi ahalinin iradesine ve seçeceklerine bırakmak anlayışını hâkim kılabilmek diye niteleyen ve 3.Selim'e verilmiş lâyihaları hatırlamak yeterlidir.
Bunun yannda 2.Mahmud'un inkılap hareketleri, cumhuriyet fideleğini hazırlamak sayılsa yendir. Daha fazla gerilerde kalmaya lüzum yoktur ki, Monarşi idaresi bir nevi cumhuriyet kapısını tıklayan harekettir. 1. Meşrutiyet'in ilânı, cumhuriyetin kapısına gelme vaktinin hayli yaklaştığını gösterir. Nitekim, Şam ordusu kumandanı Arnavut Recep Paşa'nın, aniden İstanbul'a gelmesi ve padişah 2. Abdülhamid tarafından derhal Harbiye Nazırlığına irtika ettirilmesi sırasında, kimi hatıratlardan öğreniyoruz ki, Sultan Hamid, Recep Paşa acaba cumhuriyeti mi ilân edecek kayguları çekmiştir. Ne varki hikmet-i hüdâ Recep Paşa ertesi gün vefat etmiş böylece de Sultan Hamid bu kaygulardan bir müddet olsun azade kalabilmiştir.
Ali Rıza Paşanın,Ahmed İzzet Paşaya Nitekim cumhuriyetin ilânının sonrasında hilafetin ilgası karan alınır ve hilafetin şahıs lara verilemeyeceği, hilafetin selahiyetlerinin TBMM'nin, selahiyetleri içinde mündemiç olacağının ilânı ile bir gece de, hanedan üyelerinin ve başlarında halife Abdülmecid Efendi olduğu halde ülke dışına çıkarılmaları, Ali Rıza Paşa gibi nicelerinin tahminlerini gerçekleştiren işlem icra edilmiştir.
Günlerden bir gün, Sultan Vahdeddin Harbiye Nâzın Gürcü Şâkir Paşa'yı yanına çağırarak, bana paşaların listesini getir ve bu listedeki isimlerin başarıları ve başarısızlıkları da kaydedilmiş olsun, çünkü onların içinden seçeceğim paşa ile pek mühim işler yapacağız der. Bu emri telakki eden Şâkir Paşa nezarete avdet eder ve istenilen listeyi, sür'atle ikmale çalışırken mülahazat hanesine de gereken notları düşmekten de geri durmaz.
Şâkir Paşa; Sultan Vahdeddin tarafından kabul edilir ve hazırlamış olduğu listeyi hâvi dosyayı kendilerine takdim eder. Padişah derhal dosyayı tetkike başlar. Ne varki; padişah tetkikten ziyade, sanki bir şey aramaktadır. Hayli yüklü malumat ile doldurulmuş mülahazat haneleri sanki kaale alınmadan geçilmektedir. Bir müddet sonra da padişah başını kaldırır ve: "İsimlen okudum. Bunların içinde benim Almanya seyahatimde yaver o/a rak refakatimde bulunan Sarı. Paşanın adını bulamadım" Dediğinde, Harbiye Nâzın Paşa, kastedilen ismi derhatir eder ve tatlı bir tebessümle, "Efendimiz; Siz, Mustafa Kemâl Paşa Hz.lerini kastediyorsunuz sanırım! Fakat bu paşanın koltuğunun altından Fransa Ihtitâl-i Kebirinin husulünü anlatan kitap hiç düşmez. Mustafa Kemal Paşa bu kitabı çok okur. Mutasavver işi ona verdiğinizde belki memleketin kurtulması kabil olabilir, fakat sizin de, taht ve tacınız kalırmı bilemem" Cevabını verdiğinde, Sultanın ağzından şu sözler dökülür: "Paşa Paşa! Memleketin akıbeti pek ama pek mühimdir. Bizim tahtımızın, tacımızın millet encamı karşısında ne önemi olabilir?" Dediğini çok kişiden duymuşuzdur. 27/nisan/1919 günü Harbiye Nâzın Şâ-kir Paşa'nın, Mustafa Kemâl Paşayı Nezarete davet île Türklerin, Rumlara yaptığı baskıyı yerinde incelemek ve önlemek üzere Karadeniz bölgesine müfettiş olarak gönderilmesinin kararlaştırıldığını bildirdiği görülür. İşte, bu son paragraftaki malumat, Prof.Utkan Kocatürk tarafınca hazırlanmış ve TTK (Türk Târih Kurumu)'nca tab edilmiş kitabın 33. sahifesin-den alınmıştır. Aynı sahifede de, hemen ertesi güne yâni, 30/nisan/1919 tarihinde, Mustafa Kemâl Paşanın, 9.Ordu Kıtaatı müfettişliğine tâyininin Sultan Vahdeddin tarafından tasdik edildiğini satırlara döken Kocatürk, aynı sahifede şu ifadeye yer vermiş: "Harbiye Neza retinin, sadarete yazısı: Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılacak tebligatı emri altında bulunacak olan vilayat mülkî memurlarının icra etmelerinin tamim edilmesi" pek açık olarak geniş selahiyet ile Anadolu'ya gönderilmiş olduğunu ortaya koyar. Takvim yapraklan; 30/nİsan/1919'u gösteripde, M.Kemâl Paşanın tâyininin olduğu gün; serhad şehrimiz Kars ise, İngilizler tarafından sağdan soldan toplanarak bir araya getirilmiş Ermeni kopillerinin idaresine veriliyordu. Evet,kasap'a, kuzu teslim ediliyor idi. Demek ki İttihad ü Terakki cemiyetinin daha cihan savaşının başında görüp çâre aradığı durum gelip çatmıştı. Zâten; Padişah Vahideddin hân'da yukarıda yazdığımız tayinle işin önemine işaret etmiş oluyordu. Bu arada da heyet-i nasiha denen çeşitli vilâyetlere gidip, gerek sükûnet gerekse, yapılacakları ehline anlatan Şehzade Abdürrahim Efendi riyasetindeki 16/nisan/1919'da başlayan nasihatler hiç şüphe yok ki bir teşkilatlandırma harekâtıdır. Ve bu seyahat aynen Osmanlı devletinin kuruluşunun akabinde Sultan Veled'in Anadolu Beyliklerini bir bir dolaşıp, Osmanlı iradesine râm olmalarını hatırlatma olayını andırdığını söylersek yanlış bir istin-bat yapmış olmayız. 20/nisan/1919'da Bursa'da isbat-ı vü-cud edilmiş, oradan Balıkesir'e geçilmiş ve 25/nisan da, Manisa'ya gelinmiştir. Hemen ertesi günü Heyet-i Nâsiha İzmir'e duhûl eylemiş, Aydın ise, İzmir'den gelinen vilayetimiz olmuştur, târih 29/nisan/1919'u göstermektedir. Heyet-i Nâsiha Aydın'dan Muğla'ya geçerek vazifesini sürdürmüştür ki 30/nisan günü olmuştur buraya gelinmesi. Nihayet 18/ma-yıs/1919'da heyet-i nasiha ve şehzade Abdürrahim Efendinin dönüş târihidir ve hemen ertesi günü Mustafa Kemâl Paşa Samsun'a çıkacaktır.
14/mayıs/1919'da, milletimize İzmir'de dağıtılan ve duyurulan beyannameyi sa hifemize alarak, yazımızı süslemiş oluyoruz: "Ey bedbaht Türk! V/ilson Prensipleri unvan-ı insaniyet kâranesi altında senin Hakkın gasp ve namusun yırtılıyor. Buralarda Rum'un çok olduğu ve Türklerin, Yunan ilhakını memnuniyetle kabul edecekleri söylendi. Bunun neticesi olarak güzel memleketin Yunan'a uerildi. Şimdi sana soruyoruz: Rum senden daha mı çok? Yunan hakimiyetini kabule taraftar mısın? Artık kendini göster, Tekmil kardeşlerin Maşatlık'tadır. Oraya yüzbinleıie toplan ue kahir ekseriyetini orada bütün dünya'ya göster. Burada; zengin, fakir, âlim,ca-hil yok. Fakat Yunan hakimiyetini istemeyen büyük bir kitle olduğunu ilân ue isbat et. Bu, sana düşen en büyük vazifedir. Geri kalma. Hüsran ue nikbet fayda vermez. Binlerle, yüzbinleıie Maşath'ğa koş ve heyet-i milliyenin emrine itaat et. "Derken; İstiklâl harbi kahramanlarından ve TBMM. Başkanlarından M.Kâzım Özalp Paşa hatıratında o geceyi şöyle tasvir etmektedir: ".Evimizin kapısına geien, memleket gençleri heyecanlı sesleriyle hay kırıyorlardı. Evde bulunan bütün kardeşlerimle beraber maşatlığa gitmek üzere ayrılırken, annemiz bizleri gitmeye teşvik ediyordu. Kadın, erkek, büyük, küçük bütün izmir halkı bir nehir gibi sokaklardan akıyor, ağlayarak, haykırarak gece karanlığın da maşatlığa koşuyordu. İstila görecek bir şehrin matemi ile karışan kor kunç bir karanlık, ortalığa büsbütün dehşet veriyordu" İzmir'deki Yahudi mezarlığında yapılan müthiş büyüklükteki protesto mitingini yâd ediyor. Nitekim 15/mayis/1919'da İzmir'imiz, Yunan'in kirli pençelerinin çirkin emellerine maruz kalma bahtsızlığını, en mümkün zamanda kırmaya azimli olduğunu haykırdığı gecenin sabahında işgalle karşılaşmıştır. Bu sırada yâni 15/mayıs/191'9'da Red d-İ İlhak Heyeti memleketin her tarafına çektiği telgraf da, şöyie sesleniyordu:
"-.İşgal başladı. İzmir ve ona bağlı yerler ayakta ve heyecandadır. Vatan ordusuna katılmaya, hazırlanınız" İşgalin başlamasından dört saat yirmi dakika sonra, Denizli Müftüsü Ahmed Hulusi Efendi, cihadı ilân ederek, bir mânada da Denizii'yi cihad'ın merkezi saydığı görülüyordu. 15/mayıs Cuma günüde bunlar olurken, Sultan Vahdeddin, M.Kemâl Paşayı kabul ediyor ve başbaşa, dizdize yakınlıkta bir mülakat yapıyorlar ve umumca duyulan sözîerse, Paşa! Paşa, bu kitaba yaptığınız bütün işler yazılmıştır. Bundan sonra daha büyük işler yapıp millete hizmetlerde bulunabilirsiniz, mealindeki sözler olduğu, bir çok hatırat'ta yer aldığı gibi, M.Kemâl Paşa'nın beyanatlarında da rastlanan, ifadelerdendir.
Bu suretle 16/mayıs/1919 târihi; dünya gözüyle Halife ve Padişah Sultan Vahdeddin ile seçilmiş olan Mustafa Kemâl Paşa'nın son bir araya gelişleri olur o günkü mülakat günün son mülakatı İdi aynı zamanda, çünkü M.Kemâl Paşa sabahleyin, Osmanlı Genelkurmay binası olan şimdiki İstanbul üniversitesinde Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak ile Arapgir'in asil evlâdı Cevad Çobanlı Paşaları ziyaret edip vedalaşmış oradan babıâlî'ye gelerek, hükümet üyelerinin bazılarını ve bu görevin verilmesinde müessir olduğu ifade olunan dahiliye nâzın Mehmed Ali Bey'i ziyaret ettiği görülmüş, son mülakat Hz. Padişahla olmuştur. Yine aynı gün yâni 16/mayıs/1919'da Osmanlı orduları Genelkurmay Reisi Cevad Paşa (Çobanlı)'nın Harbiye nâzın makamını da uhdesinde bulunduran sadnazam Damat Ferid Paşanın adına orduya şöyle bir tebliği keşide olunur: "Kıt'atarımızın mevkıilerini terk etmeyerek yerlerinde kalmaları ve bir olup bitti halinde silahlarından tecrit gibi bir muameleye maruz kalmamaları için, her kıt'anın toplu, silah başında ve disiplinli bir halde bulundurulması." gibi hususları ihtiva eden emir milletçe ve onun bağrından çıkan silahlı kuvvetlerimizin, vatanın istirdadında bir bütün halinde, hep birlikte, halifesinden, dağdaki çobanına, M.Kemâl Paşasından en basit bir er'e kadar herkes aynı neticeye ulaşmanın sevdalısıydı.
Fakat rolleri, kimine tatlı kimine ekşi, kiminede pek acı gelmesi bir takdirin tecellisiydi. Mustafa Kemâl Paşa'nın karargâh mensuplarının adını târihe not düşmek üzere buraya kaydediyor ve hizmetleri olan bu zevatı yâd etmeyi vicdani bir borç sayıyoruz.
Bu husustaki kaynağımızı da, "On Yıllık Harbin Kadrosu" adlı eseri hazırlayan,Tank Kurmay Alb. İsmet Görgülü Beyefendi olup, Harp Akademilerinde harp târihi öğretmenliği yapmış, pek ihtiyaç bulunan bu kaynak eseri bu mütevazi satırlarda takdirle anmayı vazife sayıyorum. TTK'nun neşrettiği eserin 201.sahife sinden alıntılıyoruz:
Mustafa Kemâl Paşa ile Samsun'a Çıkan Heyet Makam/Birlik ______ Rütbe Adı ve Soyadı ________
c' " " yrd. Dr.binbaşı Refik (Saydam)daha sonra başvekil
" " Seryaveri Yüzbaşı Cevat Abbas(Gürer)
" ' " "' Mülhakı " " Mümtaz (Tüm ay)
Kur.Mülhakı " " îsmail(Edc)
Emir Subayı " " Ali Şevket(Öndersev)
" " " Kh.K. " " Mustafa Vasfı (Süsoy)
Kur.Bşk. Üsteğ. Hayati
İaşe Sb.yaveri " " Abdullah
Şifre Kâtibi
" " Mülhakı
Mustafa Kemâl Paşanın Yaveri Albay Refet'in Yaveri
Fâik(Aybars) Memduh (Atasev) Teğmen Muzaffer (Kılıç) Üsteğ. HikmelfHak.Tümg. Gerçekçi) Değerli yazar Kur.Albay İsmet Görgülü Beyefendi, koymuş olduğu bir açıklamayla şu bilgiyi aktarıyor: "Sabık Bahriye nâzın Hüseyin Rauf (Orbay) ile ibrahim Süreyya, Yzb.Osman Nuri, Yedeksubay Recep Zühdü ve Afganlı subay Abdurrahman bu heyete, Amasya'da katıldılar." Demektedir
Bandırma gemisiyle Samsun'a 19/mayıs/1919'da çıkan bu heyetin içinde yer alan, Ayıcı Arif Bey, Recep Zühdü meşhur İzmir suikasdı mürettebi içinde görüldüklerinden İstiklâl mahkemesi kararlarıyla İdam edildiler.
Mustafa Kemal Paşa bu müfettişlik göreviyle vazifelendirilirken, öyle yüksek selahiyet le teçhiz edildi ki, Mevlânzâde Rıfat Bey, "Türk İnkılabının İçyüzü" adlı eserinde bu selahiyetnâme için meâlen şunları söyler: "çok geniş selahiyeti hâiz olan M.Kemâl Paşa sadece askerî değil, sivil idare üzerinde de yüksek se-lahiyete hâizdi." dedikten şunları ifâde eder: "M.Kemâl Paşanın Anadolu'ya vazifeli olarak gönderildiğinde, gizli olarak kendilerine verilen bu Hatt-ı Hümayun o zamanlar duyulmuşsa da, gerek sa ray çevresinde, gerekse M.Kemâl Paşa ue arkadaşlarınca bu mevzuda çok sıkı bir ketumiyet takip edilmiş bu şayianın doğru veya yalanı aksettirdiği bu güne kadar anlaşılmamış ve hâttâ. M.Kemâl Paşanın Cumhuriyet Halk Partisinde okuduğu ue kitap hâline getirilen uzun nutkunda bile bu hatt-ı hümayundan bahsedilmemiştir." Demektedir.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: 9.Ordu Müfettiş Selahiyetnâmesı Paz Ocak 11, 2009 12:44 pm
9.Ordu Müfettiş Selahiyetnâmesı
14/Mayıs/1919'da tasdik-i şahaneden çıkan ve 9.Ordu Kıtaatı Müfettişi M.Kemâl Paşa'ya verilen hatt-i hümayun şöyledir ki bir adı da selahiyetnâme olarak telaffuz olunmaktadır. "Türk İnkılabının İçyüzü" adlı Pınar yayınlan arasında çıkan ve Mev-lânzâde Rıfat Bey'in kaleme aldığı ve tarafımızdan sadeleştirilen bu eserden alıntılıyoruz:
Yâveran-ı Şehriyârimden Erkân-ı Harbiye Mirlivası (Tuğgeneral) Mustafa Kemâl Paşaya: Harb~i umûminin müttefiklerin hesabına ziyaı (kaybı) üzerine tahassül (meydana) eden vaziyeti siyasiye (siyasi vaziyet) ecdâd-ı izamın mülkünü ue makam-ı hilafet ue saltanatı müşkül ve tehlikeli bir sahaya sürüklediğinden hükümet-i seniyemin (yüksek hükümetimin) kararı veçhiyle tayin olunduğunuz mıntıkada asayişi temin ve arzuy-u şahaneme mugayir ahvalin hüdusunu (meydana gelmesini) men ile cümleten def-i Sal ile (defetmeye çalışmak) bezl~ü cehd ve gayret eder milletin masuniyeti ni te'yid (kuvvetlendirme) ve mülkümün ayade-i mütearizinden tahlisi (bu işi yapanlardan kurtarılması) için yekvücud olarak hareket edilmesini selâmı şahanemle asakir, memurin ve ahaliye tebliğini irade ettim^ Demektedir.
Bu belgeyi kitabında neşreden Mevlânzâde, bu hatt-ı hümayun suretinin eline geçişinide şöyle naklediyor ki sahife 215: <..Merhum Sultan Vahdeddin Hân Hazretleri bu hatt-ı hümâyûnun bir suretiyle bazı vesikaları vefatından bir kaç evvel, Halep'te ikamet eden Kadıköy Belediye Dairesi sabık müdürü muhterem arkadaşım Azmi Bey'e San-Remo şehrinde, yayımlanmak üzere gönderilmiş olduğunu bildiğimden istedim ve yukarıya aynen naklederek târihe bir hizmet hediye etmiş oldum^ şek- Ünde kayd etmiştir. Bunu ifade eden Mevlânzâde Rıfat Bey şu mütalaayı ileri sürerek şöyle bir mütalaada bulunuyor: <..M.Kemâl Paşanın Anadolu'ya vazifeli olarak gönderildiğinde gizli olarak kendilerine uerilen bu Hatt-ı Hümayun o zamanlar duyulmuşsa da, gerek saray çevresinde, gerekse M.Kemâl Paşa ve arkadaşlarınca bu meuzuuda çok sıkı bir ketumiyet takip edilmiş bu şayianın doğru ve yalanı aksettirdiği bu güne kadar anlaşılmamış ve hatta M.Kemâl Paşanın Cumhuriyet Halk Partisinde okuduğu ue kitap hâline getirilen uzun nutkunda bile bu hatt-ı hümayundan bahsedilmemiştir.. > Demektedir. Tabii Mevlânzâde'nin bu mütalaası Paşa'nın, padişahça kendisine verilen selahiyeti saklamış olmasını, ortaya koymağı istifdaftır. Şimdi biz; 19/Mayis/19I9'da Samsun'a çıkan 9. Ordu Kıtatı müfettişi M.Kemâl Paşa 'nın ifadesi olan şu sözü ara başlık yapalım ve vatanımızın nasıl bir hâl içinde olduğunu özetlemeye gayret edelim.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Durum Ve Manzara! Paz Ocak 11, 2009 12:44 pm
Durum Ve Manzara!
Osmanlı harbiye nezaretine 9. Ordu Komutanlığının 21/Ocak/1919'târih ve 2214 sayılı yazının özeti şöyledir:
Mustafa Kemâl Paşa'nın Samsun'a çıkışının beş gün sonrasında ise, yâni 24/Mayıs/ 1919'da buradan, Osmanlı Genel Kurmay Başkanlığına gönderdiği mesaj ise şu şekildedir:
<..silahlı üçyüz ermeninin üç makineli tüfek ue bir çok bomba ile Kars'dan, Erzurum'un kuzeydoğu sınırı üzerindeki Ko~ sor mevkiine geldikleri haber alındı. Erme nilerin siyasi amaçlarını fiilen elde etmek için güvenliği bozulmuş göstermek sureti ile Doğu vilayetleri içine çeteler geçireceklerini ve mütareke târihinden beri ilk defa olarak mevsimin bu icraatlarını kolaylaştıracağını pek muhtemel görüyorum. Bu ihtimale karşı 15. Kolorduca gerekti tedbirler alınmıştır. Koordu-nun şimdiki mevcudu ingilizlerce azaltılmak İstenmektedir. Bu mevcudun muhafazası,tabii olarak mecburi olduktan başka, belki de duruma göre arttırılmasının da, gerekeceği arz olunur> Denmekte ve Osmanlı Genel Kurmayının yayınlamayı mecbur saydığı resmî belgede ise, özetle şu bilgiler yer almaktadır: "Son zamanlarda Ermenilere karşı yeni zulümler yapıldığı ve Kafkas Ermenilerinin, koruyucusuz bırakılırsa yok olacağı Kaf- kasya'daki katliamların kaynağının Osmanlı sınırları içindeki gibi olduğu yabancı matbuatta görülmektedir. Osmanlı devleti içinde Türkler tarafından diğer azınlıkla ra hiçbir zaman ayrıcalık yapılmadığı resmî bilgilerle tesbit edilmiştir. Sınırlarımız dışındaki hareketlere de Osmanlı devleti asla karışmamıştır. Ancak; sınır yakınımız olan Kafkasya'da tam aksine müslümanların ırk ayırımı yapılmadan Ermeniler tarafından katliama tabi tutuldukları her gün duyulan havadistendir. Bir örnek ola-rak Tem-muz/1919'da, Kafkas Ermenilerinin Kars şehri ve civarındaki müslümanlara saldırıları vardır." Hakikaten örneği özetlemeğe ihtiyaç vardır. Osmanlı Harbiye nezareti, 9/Hazi-ran/1919'târih ve 405/343307 sayılı yazı özeti şöyledir.
A- Ermenilerin sınırımız Kafkasya'da kuvvet yığdığı
B- Doğu vilayetlerine yerleştirilen müslüman muhacirleri geri atacakları
C- Ermenilerin, Sarıkamış'ta onbin kişi tutan askeri birlik bulundurduğu
D- Antranik'in 30.000 askerle Van civarına hareket ettikleri E-İki İngiliz subayının Mako komutanı yanına gelerek Van'a geçirecekleri Ermeniler için yol istedikleri, bu isteklerinin kabul edilmemesi hâlinde İngiliz subaylar komutasındaki Ermeni kuvvetlerinin Nahcivan ve civarı köylerini ele geçirdikleri tesbit edilmiştir.
Yine 12/Haziran/I919'târihli ve 2314 sayılı Osmanlı harbiye nezaretine gönderdiği mesajda, M.Kemâl Paşa şunları arzedİyor: Şeklinde devleti bilgilendirdiği görülür.
Mustafa Kemal Paşa, 21/Haziran/1919'da yine harbiye nazırlığına şu mesajı göndermekte: <5/haziranda ingiliz subayı kılığında Beyazıt'a gelen şahsın Ermeni olduğu, Erzurum ingiliz temsilciliğince yapılan araştırmada ortaya çıkmıştır^ demekte ve 4106 sayılı mesajıyla: Öte tarafdan, Ermeniler, Kars ile Oltu arasındaki müsiü-man köylerine baskın ve hususen Akçakale Çukurundaki köylerin mallarını yağma edip, zulümler icra ettikleri öğrenilmiş ve Erzurum'daki İngiliz temsilciliğine malumat aktarılmıştır^ şeklinde raporları harbiye nazırlığına yağdıran M.Kemal Paşa, başka bir Ermeni baskınını şu ifadelerle beyan ediyor ilgili nezarete: Malumatını arz eden Müfettiş Paşa,7/Temmuz/1919'daki bu mesajında şunları aktarmakta:
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Raporlar Yağmur Gibi Paz Ocak 11, 2009 12:45 pm
Raporlar Yağmur Gibi
Vazifesine başlamış bulunan M.Kemâl Paşa, her tarafta tahkikat yaptırıyor vede vardığı netice Ermenilerin büyük bir hırs ve kin içinde emperyalistlerin yalana dayanan vaadleri-ne aldanmışlar, müslümanlara olmadık eziyetler yapıyorlar ve bununla bu topraklarda yaşayabileceklerinin hâm hayalini kuruyorlardı.
Nitekim Osmanlı Harbiye nezaretine raporları yollarken müslümanlann bu badireden silahı ele almak ve hakkı olan fiili savun maya başlamanın zamanının geldiğini düşünmekteydi. Raporuna şunları yazmaktaydı: Dedikten sonra Paşa, raporuna şunları iiâve ediyordu: <1 l/Temmuz/1919'da Sulucam bucağının Karaçomak cihetinden yirmi kişilik bir Ermeni müfrezesi, sınırımızı geçerek birbuçuk saat süren bir saldırı gerçekleştirmiş ve iki gün sonra da, önce 60 kişilik, daha sonra da 15 kişilik bir gurupla sınır geçme çalışması yapmışlardır.
Temmuz ayının son günlerinde civardaki gençlerimizi toplamışlar bir bölümünü şehid ederlerken, bir kısmını da hapse atmışlardır. Ayrıca savaş yükümlülüğü altında, at, araba ve hayvanlarını toplamak suretiyle bütün işlerinin durmasına sebebiyet vermişlerdir. Kars ve Sarıkamış bölge halkı Allahuekber Dağlarına çekilmişlerdir.> Şeklinde Osmanlı Harbiye nazırlığını rapor yağmuruna boğan M.Kemâl Paşa, bazı değerli eşhasa yâni bölgenin tanınmış kimselerine yapılan ve hayatlarına kıymakla sona erdirdikleri suikastlardan da bahsetmeden geçememiştir. İşte bir misâl olarak aşağıdaki satırları dikkatinize sunalım sevgili okuyuculanm:
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Katliamlar Devam Ediyor Paz Ocak 11, 2009 12:46 pm
Katliamlar Devam Ediyor
Erivan, Kars ve Kağızman bölgeleri insanlarının Türk unsuru buralarda işlenen cinayetler üzerine sınırlarımız içine iltica etmişlerdir. Bu Ermeni saldırılarının muhatabı köylülerimizin imdat feryadı ile dolu mektupları gördükleri zülmun derecesini göstermektedir. 12/Temmuz/1919'da, Kağızman'dan Kars'a giden iki Türk ailesi Büyükdere ve Aga develer arasında Ermeniler tarafından öldürülmüştür. Ölülerin göğüs ve ceplerine açmış bulundukları ceplere, el, kulak ve burun doldurmuşlardır. Yine; Ermeniler Nahcivan ile Şerür arasındaki 45 köye askerî birliklerle saldırmış ve demiryoluna yakın köyleri, zırhlı vagonlardan ateş altına almış ve insanımızı Araş İrmağına dökmek suretiyle yok etme emri verdikleri aralarındaki yazışmalardan anlaşılmıştır.>
Erzurum'daki İngiliz temsilcisi Ravlinson, Ermenilerin muntazam bir askeri yoktur, var olanlar da, çapulculardan ibarettir. Kars bölgesinde 40 bin kadar müslümanı toplamışlar, bunlara bir fenalık yapmamaları için Kars'taki İngiliz subaylarına kaygılarımı söyledim ki ahali İngiliz askerinin çekilmesinden mükedderdir. İtalyanlar buraya ancak üç ay son ra gelebilirler, şeklinde konuştuğu görülmüştür. Bu vaziyette bölgenin insanının güvenliğini ya bölgenin Türk ve müslü-nian ahalisi üzerine alacak yahut asakir-i şahane gelmek durumuyla sağlayabileceği pek açıktı. Fakat bu hâlde İngilizlerin Kafkasya'yı yeniden işgal etmelerine sebeb teşkil ederdi.
15. Kolordu komutanlığının Osmanlı Harbiye nezaretine yolladığı 26/Temmuz/1919 günlü ve 1141 sayılı mesajda ise şunlar yazıyordu: "Ermenilerin sınırımızın dışındaki müslü-manlara karşı her türlü zalimane ve acıklı hareketlerde bulundukları ve bu hareketlerini sınırımızın yakınlarına kadar genişlettikleri, islâm köylerini yakıp yıkma ve ahalisini yok etmek için top kullandıkları, top mermilerinin askerlerimizin içine kadar düştüğü ve Ermeni keşif kollarının sınırlarımıza tecavüz ettiği, sınır dışındaki müslümanlan hudud boylarımıza kadar getirip ya öldürmeye, yahutda bizim tarafa geçmeye zorlayıp, mal ve mülklerine el koyma cihetine gittikleri tesbit edilmiştir. Ermeniler ayrıca Sivas'a kadar uzanan bölgenin kendilerine verildiğini söylemek suretiyle kafalarını karıştırmak istemektedirler.
Bütün bunların sonucunda merkezi Erzurum'da bulunan 15.Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, 30/Tem-muz/1919'gün ve 3277 sayılı mesajı ile Osmanlı Harbiye nezaretine şu bilgilendirmeyi yapıyordu:
Yukandanberi, İstiklâl savaşımızın şark yâni doğu cephesinde emperyalist devletlerin Kafkasya üzerinden Ermeni harekâtını tezgahlamalarını anlatıyoruz ve bu arada da Ardahan'da, 35 bin Rum'un korunma isteğine dâir Selanik'ten Tan Gazetesine yazılan telgrafda ilgi çekicidir. Evvelce, size Kafkasya'da bir çok Rum köyleri halkının Samsun, Trabzon ve İzmir bölgesine göçmek üzere hareket ettikleri arz edilmişti. Bu iki haber birbiriyle ilgilidir. Amaç, Ermeni ve Rumlar arasında, kararlaştırıldığı sanılan anlaşmaya göre Kaf-kasya'daki Rumların, Yunanlıların amacı olan Osmanlı bölgelerine göçlerini sağlamak ve Kafkasya bölgesini Ermenilere bırakmak olduğu, hususunu da dikkat edilmesi gereken bir olay olarak hatırlatalım dedik. Yâni; Ermeni-Rum rekabeti, Osmanlı islam devleti karşısında askıya alınmış, yaralı arslanı birlikte dişlemek ortaklığını târihe yazıyorlardı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Taşnak Çetesi-Gürcü Yağması Paz Ocak 11, 2009 12:46 pm
<..Van'dan güney istikametinde çekilen Ermeniler ile Nasturilerin, İngilizler tarafından silahlandırılmak suretiyle tabur hâlinde tanzim olundukları ve ülkemize taarruzlarının beklendiği bilgilendirmesi yapılmıştır. Nitekim, bu bilgilendirme doğru çıkmış vede, buraları Osmanlı ordusunun bu bölgeleri tekrar ele geçirene kadar kesintisiz ve acımasız biçimde devam etmiştir. Bu mevzua başlarken ortaya koyduğumuz Mü-dafa-yı Hukuk Cemiyetleri, Erzurum ve Trabzon'da da, vardı bu cemiyetin kongrelerinde seslendirilen ortak ifade şu idi: idi.
Öte yandan da Taşnaksutyun tedhiş cemiyetinin mensubu olan sözde general Antranik emrinde ve Nazarbekof komutasındaki Ermeni birlikleri Erivan, Çıldır, Gümrü, Kars, Göle, Ardahan, İğdır Kağızman ve Sarıkamış bölgesine yedi ilâ se-kizbin kişi olarak yerleşmişler, kısa zamanda yirmibin kişilik bir kuvvete erişeceklerini ümid ederlerken, Ordumuz, 1914'deki hududumuza çekilince, Kars ve Ardahan bölgesindeki Türkler kendi aralarında ittifak etmişler muntazam bir milis gücü olarak Ermenilere karşı koymaya başladıklarından, yerleşik ahali ile Ermeniler arasında her gün çarpışmalar cereyan ediyordu.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Güney Cephemize Bir Bakış Paz Ocak 11, 2009 12:46 pm
Güney Cephemize Bir Bakış
Doğu cephesini ve buradaki işgal hareketlerini yukarıdaki ifadelerde belirtmiştik. M.Kemâl Paşanın 9.Ordu kıtaatı müfettişliği vazifesiyle, 19/Mayıs/1919'da Samsun'a çıkması sonrasında o bölge dahilindeki askerî ve ermeni çetelerinin işgalci kuvvetlerin işbirli ğiyle yaptıklarını, uyguladıkları katliamları buna karşılık fevkalâde durum tesbiti yapan raporların İstanbul'a Osmanlı Erkânı Harbiyesine gönderilmesini belirtmiştik. Şimdi de cennet vatanımızın bir başka güzel köşesi olan Güney bölgesindeki işgalci ve onlara bu vatanın topraklarını çiğnetmemeye çalışan Güney'deki insanımızın kahramanca, hayatını istihkar edercesine verdiği mücadeleyi,
sözde medenî avrupa devletlerinin en eski yakınlığımız olanların başında gelen Fransız düşmanının hareketlerini hatırlamaya ve hafızamızda bir köşede dâima yaşatabilmemiz için genç kuşaklara bir bilgi buketi olarak kronolojik ve özetlenmiş bir hâlle sayfamızı süsleyelim.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Dörtyol Baskını Paz Ocak 11, 2009 12:47 pm
Dörtyol Baskını
1918 senesinin İl/Aralık günü dörtyüz kişilik ermeniler-den meydana gelmiş bayrağı Fransız taburu portakal bahçeleriyle ünlü Dörtyol kasabasında daha önceden işaretlenen müslüman evlerine bir toplu baskın uyguladı. Ahali bu baskına karşı koymayı bildi ve elleri bağlı teslim olmamak gerektiğini adetâ haykırmış oludu. Bu karşı koyuş sonrasında bölge halkı mukavemet teşkilâtlarını tesise başladılar böylece Güney bölgemizde ilk mukavemet harekâtı 19/Ara-lık/1918'de Dörtyol'da başlamıştır diye not düşmüştür tarihçiler. Çoğunluğunu ermenilerin teşkil ettiği 1500 Fransız askeri Mersin'e çıkıp, Aralık 17'de Tarsus'a ve Adana'ya tecavüzle işgali gerçekleştirdiler. 27/Aralık Pozantı'nın işgale uğradığı gün oldu.
Fransızların bir başka ermeni kopilleriyle doldurulmuş birlikleri, 20/Aralık/1918'de işgal etmiş idi. Pozanti'daki devlet anbarlanndan 50 tonu yiyecek, 150 tonu arpa ve diğer hububat olmak üzere çalarlarken, Yüzbaşı Mustafa adlı bir zabitimizi de kendilerine engel olma vazifesini yerine getirirken şehid ettiler. Zâten 9/Ocak'da da Albay Romyö isimli bir Fransız Adana bölgesine genel vali unvanıyla hükümet konağına yerleştirildi. Hemen ilâve edelim ki; bu bölgedeki işgal hareketleri M.Kemâl Paşanın malum olan büyük vazifesine gönderilmesinden evvel cereyan etmekte ve efrad-ı millet, kendi inanç ve tecrübesi içinde; kaymakam, müftü, askerlik şubesi mensupları ve bölgenin ağa ve beylerinin, nahiye müdürlerinin, muhtarların ve imamların vaaz u teşvikiyle teşkilatlanmaya başlamış bulunuyorlardı. Bütün bunlar olurken, daha önce Suriye'ye göç etmiş bulunan ermenüer, Fransız birliklerinin içinde yer alan hayli ermeninin yanında olduğu halde bölgeye avdet ettiler. Amanos dağının doğu ciheti idaresi, İngilizlerin Fransızlara devretmesiyle başka bir şekil aldı. Herhalde, bu şeklin Fransız/Ermeni işbirliği olacağını izaha gerek yoktur. 1919 yılının ilk ayının içinde İngilizler, CJrfa ile Maraş'ı ele geçirirken buradaki ermenilerde hemen kendi güçlerini tahkim için hareke te geçmekten geri durmadılar. İngilizlerin 7/Mart/1919'da Kozan'a geldikleri görüldü.
Adana bölgesinin Fransızların işgalinde olması hasebiyle İngilizler, 1919'un Ekim ayı sonu, Kasım ayı başı itibarıyla kendi idareleri altında bulunan Kilis, Antep, Maraş ve ürfa'yıda Fransız idaresine devretti. Bu arada da M.Kemâl Paşa Hâlaskâran vazifesi olan 9.ordu birlikleri müfettişliği vazifesini Sultan Vahdeddin'in müzaheretiyle almış bölgeyi yakından bilmesi ve gelen haberlerin ise umduğu gibi çıkması Müfettiş Paşa'nın bölgeyi kontrolü, artık o makamın verdiği selahiyetle değil 4/EylüI/1919'da Sivas'daki büyük kongreden sonra seçildiği Heyet-i Temsiliye riyaseti selahiyetiyle gerçekleşmiş oluyordu.
Fransız işgal kuvvetleri, ermenileri av köpeği gibi kullanıyorlar ve asırlarca beraber oturup birlikte yaşadığı insanlara şimdi ölüm yağdırıyorlardı. Bahse konu işgal bölgesinde Fransız birlikleri içinde onbin ermeninin asker olarak yer almış bulunduğunu göz önüne alırsak karşımıza çıkan manzara ne büyük bir ihanetin karşısında olduğumuzu ortaya koyar sanırım. Ayrıca bölgede kalmaya devam eden ermeniferinde istisnaları hâriç, silahlandığı görülmüştü. Saimbeyli, Doğanbeyli ve Şar bölgesinde temerküz ettiler. Dörtyol'daki müslüman ahalinin mukavemeti,suya atılan bir taş gibi nasıl ki taşın düştüğü yerin etrafa dâireler hâlinde bir su akımı meydana getirdiği görülürse, işte bu mukavemet taşı aynı te'siri göstermiş 1919 yılı sonunda İstanbul'da Kilikyalılar Cemiyetinin kurulduğu haberini aldı bölge ahalisi. Bilindiği gibi Kilikya, eşittir Adana mânasına gelir. Kilis'de ise Müda-faa-yı Hukuk Cemiyeti teşkil olunurken, hukuk fakültesi talebesi olan Saim bey adlı bir genç de Kozan'da mücadele-İ mifliyeyi sağlayacak cemiyeti te'sis eyledi. Ne var ki daha sonra Fransızlar ile meydana gelen sıcak çatışmalarda şeha-det şerbetini içti genç Saim Bey.