Ömür boyu Zîşan’a;. hasret çeken- ağlayan, Rûyada görmek için- yüreğini dağlayan, Resûlullah âşığı- Peygamber sevdâlısı, (s.a.v.) Nice Allah dostları- akıtmıştır gözyaşı.
Hicranla dolup taşan- O Hak yolu erleri, Vuslata ermek için- yarışmıştır her biri. Rahmetenlilâlemin- Kâinat Efendisi, Aşkına,. erimiştir- mum gibi binlercesi.
İşte bu cümledendir ki; Rûya ile Sınanmış, Pîr’i-Fâni bir âşık;- bu bahse konu olmuş: ------------------------------------------------ Mehmet Akif her sabah- sabah namazı için Sultan Ahmet Cami’ne- gelir kılardı, lâkin, Her gelişinde de- yaşlıca bir adamın, Kendinden önce gelmiş- hazır bulurdu dâim. Ne kadar erken gelse- ayni durum olmuştu, Yaşlı adam mutlaka- ondan önce gelmişti. Ancak bu yaşlı fâni- ve bu nur yüzlü adam, Durmadan ağlamakta- göz yaşları bi’güman. Ve bundan sonrasını- Mehmet Akif buyurur, Bu özlü hikâyeyi- bize şöyle duyurur. “Ben bu yaşlı insanın- bir gün yanına çöktüm, Sokuldum kendisine- saygı, merakla sordum.” Dedim “ niçin devamlı- göz yaşı döküyorsun, Bu halinle inan ki- içimi burkuyorsun. O na Cenâbı Hakk’ın- rahmetini anlattım, Engin merhametini- lûlfu nasihat ettim. O gene figandaydı- ağlaması dinmedi, “derdimi tazeleme- deşeleme git!” dedi. Ben yine ısrar ettim- çaresizdi bu defa, Göz yaşları içinde- başladı anlatmaya. “ Ben” dedi” Abdülhamid- zamanı binbaşıydım, Ailem çok zengindi- ve ben de bir subaydım. Bu sebeple kışladan- hiç ayrılamıyordum. Ancak bir gün ard arda- ölüm haberi aldım, Annem- babam ölmüştü- o beni şoka soktu, Çiftlik- dükkan, mağazalar- mal meşakkat pek çoktu. Her şey yüz üstü kalmış- ‘çare’ tedbir almaktı. Ailede bir bendim- bakacak kimse yoktu. Hemen Sadarete bir- dilekçe yazdım verdim, Durumumu arz ettim- istifamı bildirdim. Velâkin Sadâretten- gelen cevap menfiydi, Maalesef mürâcaatım- isteğim reddedildi. Ben ardından iki- üç, istifaya çalıştım, Fakat her defasında- olmazla karşılaştım. Artık tek çârem vardı- Hünkâra çıkmalıydım, Zarûretimi sunup- mürâcaat yapmalıydım. Aldığım bu kararı- Sadårete bildirdim, İsteğim kabul gördü- ve mâbeyne alındım. Müşkülümü Hünkâra- vicâhiyle anlattım, Måzerete meşrûluk- ispatına çalıştım. İstifa talebimden- Hünkår hoşlanmamıştı, Yüzündeki ifade- açıkça anlatmıştı. İsteksiz bir hâl ile- ve elinin tersiyle, Şöyle işaret etti- tamamladı diliyle. Dargınca,”git, seni istifa ettirdik” dedi. Zahar çok üzülmüştü- her tavrından belliydi. Ben tabi sevinerek- huzurdan eve döndüm, Velakin ben o gece- müthiş bir rüya gördüm. Rüyamda Osmanlının- ordusu tabur- tabur, Bölük- bölük geliyor- hepsinde ayrı vakur. Ta ki; Efendimize – teftiş veriyorlardı, Bu o ordu idi ki; kısa müddeti vardı. Bütün Cihana karşı- bir kavga verecekti, Türk’ün iman gücünü- insanlar görecekti. Ve işte bu ordunun- teftişini bi’zatih, Efendimiz yapıyor- tek ki olmalı fetih. Yanında da dört büyük- Halife hazır halde, Askerler geçiyordu- sırasıyla bir cümle . Efendimiz önünden geçen- bölük, taburu, Teftişte bulunurken- O’ndan bir adım geri; Edep ve terbiyeyle- boynu bükük bir halde, Abdülhamid duruyor- aşkla emre âmâde. Derken, baktım arkadan- benim tabur da çıktı, Ancak tabur dağınık- başında kimse yoktu. Bu durumu görünce – Efendimiz, Hünkâra; “Bu birliğin komutanı- nerede?” diye sordu. Abdülhamid çok üzgün- ne desin bilemedi, “Talebi üzerine istifa ettirdik” dedi. İşte tam o esnada- Efendimizin beni, Bir ömür ağlatacak- şu sözleri söyledi. “Senin istifa ettirdiğini- biz de istifa ettirdik” Söyle! Bunu duyduktan- şâhit olduktan sonra, Ben ağlamayayım da- kimler ağlasın bana. Ve Mehmet Akif diyor; “yaşlı adam dertliydi, Ağlamayı sürdürdü- inilti devam etti. Sessizce ben yanından- ayrıldım uzaklaştım, Zira hüznü büyüktü- ben de naçar kalmıştım. Zaten yapabilecek- hiçbir şeyim de yoktu, Çünkü O pir’i- fåni- yalvarıp, diliyordu, Ancak Efendimizden- teselli bekliyordu. Ta ki “kabul edildi” müjdesini duymadan, İnilti- ağlaması , sürecekti durmadan.. ………………………………………. Rabbim Şefaatına- mazhar kılsın onları, Efendimiz yanında- Şavkarsın imanları. ………………………………………. Sallü ala Resulüna Muhammed Allahümme salli ala Muhammed