Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN 3. SELİM HAN DONEMI Paz Ocak 25, 2009 6:58 pm
Şurada hemen belirtelimki, sahib-i selâhiyetin sözleri her çeşit topluluk için bir mâna ifâde eder. Bizim bu çalışmamızda da kaydettiğimiz bu ifadeye sadık kalarak mümkün mertebe, Osmanlı târihi bakımından sayfalarımızı deniz kuvvetlerimizin, harekâtlarına önem vermeyi lüzumlu gördük, buna da, şu ifadeyi istinat göstermek isteriz. Merhum Amiral Afif Büyüktuğrul; "Osmanlı deniz harp târihi ve Cumhuriyet donanması" adlı kıymetli çalışmasının, 2. cildinin 286. sahife-sindeki 180. dip notunda:
"Üzüntüyle ifâde etmek gereker ki Cumhuriyet döneminin, 60. yılına ulşamak üzere, olduğumuz halde, en büyük Türk Târih Kurumunun yayınların da bile, deniz olaylarının etkisi hesaba katılmamıştır. Örneğin bu kurumun yazdığı Osmanlı târih kitapları %99 kara olaylarının, etkisini tartışmış %1'de sadece deniz olaylarının mahiyetinden söz etmiştir.
Mazur görülen neden de şudur, Osmanlı devleti korsan döneminde kurulduğu için korsan sanısıyle yetinilmesidir. Halbuki Barbarosların, Turgut Resilerin, Piyale Paşaların yaptığı yağma hareketleri bile İspanya, İtalyan, ve Alman Kara kuvvetlerini kıyı savunmasıyla meşgul etmiş ve bu devletlerin Osmanlı kara kuvvetleri karşısına gereği kadar kara kuvveti gönderememelerini sağlamıştır. "Demektedir. Biz, Ordumuzun deniz gücünde vazife almış ve amirallik rütbesine kadar, irtıka etmiş bu zâtın görüşlerini elbette ve elbette sahib-i se-lahiyetin beyanından addediyor ve mümkün mertebe ve muktesebatımız miktarında silahlı kuvvetlerimizin deniz târihini çalışmamıza katmayı elzem bildik.
Aynı zamanda, donanmasına ehemmiyet veren bir millet, bu münasebetle o ülkenin yan sanayiinde gelişecek fırsatlar yakalar. Gemi sanayiinin ülke ekonomisine getireceği pozitif fayda en azından dışa bağımlılığın azalması demek olup, aziz milletimizin değerli evlâdlarının, yan sanaayide müteşebbis ruhu, beiki gemi sanayiine öyle buluşları hediye etme şansı bulur ki, iki asra yakın dünya teknolojisine mûcid olmak üzere bir katkıda bulunamayan milletimiz, bu husus da şey-tan'in bacağımda kırar inşaallah!
Cezayirli Gaazi Hasan Paşa'dan özel mahiyette bu satırlarda bahsetmemiz bir çok bakımdan gerekmektedir. Ancak biz buradaki ifademizde ara başlıkta kullandığımız: "1736'dan, 1789'a kadar deniz harekâtları" nitelememize riayet ederek yazacağız. Kaynarca antlaşması sonucunda Kırım'ın Osmanlı devletine bağı, Osmanlı padişahının aynı zamanda halife-i müslîmin olmasına kalmıştı. Halbuki; Kırım'ın Osmanlı devleti için ehemmiyeti büyük olduğu gibi, Karadeniz'in kontrolünde ayrıca mühimdi.
Sultan 1. Abdülhamid, ülke kalkınmasının reçetelerini ararken, denizciliğimize batı âleminde yapılan her türiü buluşu ve tarzı kullanmağa bakmaktaydı. Devlet, behemehal Kırım'ı eski statüsüne getirebilmek için elinden geieni yapmalıydı, fakat ihtiyacımız olan sulh hâlinde kalmak ortadan kalkar anlayışıyla, yeni bir savaşa hazır olamamanın İdraki içinde, Kırım için bir teşebbüse girişememekteydi. Öte yandan da, Kırım hanlığında bir tebeddül oldu, hân değişmişti. Ama İstanbul'un kapısında bir Kırım'ı temsil eden heyet gelmiş, hürriyeti Osmanlı'ya bağlı olmakta görüyorlar, mutlaka hi-mâye-i Osmaniye'ye girmek istediklerini rica etmekteydiler.
Bu ricalarıyla birlikte Kerç ve Yenikale'nin Ruslardan geri alınmasının lâzımıyetini İleri sürmüşlerdi. Kabil olmadığı takdir ise, Kırım ahalisine Anadolu topraklarında iskân ve bu muhacerata izin istediler. Müslümanların muhacerat istekleri, Rusların, bilhassa stratejik çıkarları hasebiyle, Kırım topraklarına sahip çıkmakla buluşmuş oluyordu. Rusya gayesine uygun tarzda politikalara yelken açıyor, sert tutumlu Şahin-giray'ın hân olması, bu hân'ın Rusya sempatizanlığı, Kırım ordusunu Rus üniformalarına benzeyen libasla donatması, Rusya'ya gönderdiği bir heyetle Rus, yönetimine girmeye tâ-lib olduğunu bildirmesi, içeride Tatar gayri memnunlarını art-tırdıydı ki, Osmanlı devleti, Rusya'nın Kırım'la ilgili müdeha-lelerini savaşı da göze alarak protesto ettiği görüldü.
Osmanlılar bu halde iken, Abaza ve Çerkezlerde, Şahingi-ray aleyhine hareketlendiler Kırım'a kuvvet gönderdiler. Şa-hingiray; bu diyardan Rusların bulunduğu Kerç Kalesindeki komutana sığınmak için sıvışmayı seçti. Afi Paşa komutasındaki, sekiz tane kalyona doldurulan 8bin asker Kırım'a yola çıkarılmıştı. Sivastopol'ün alınması ve buraya asker çıkarılması tenbihi padişah 1. Abdülhamid hânın emrettiği ortadayken ve filo gemi komutanlarının, Sivastopol limanın, çok stratejik bir yer olduğu ve limanın büyüklüğü gemilerin rahatça kışı geçirtebilecek vasıfta olduğunu belirtmelerine, İstanbul'a dönmeye lüzum göstermeyeceğini izah etmelerine rağmen, Hacı Ali Paşa işi ters mantığa taşıdı ve bu mantıkla da düşündüğünde böyle nri*ühim bir üssü Ruslar, adamakıllı tahkim etmişlerdir, demek suretiyle taht sahibine bir defa sorayım cevabını verdi. İstanbul, yâni padişah bu sefer de, Hacı Ali Paşanın değerlendirmesini göz önüne aldı. Kırım harekâtına 40bin kişiyi bulan bir kuvvet hazırlamakta olduğunu, donanma bütün gemileriyle Sinop'ta kışı geçirsin emrini gönderdi. Kış geçti. Takvim, 9/ağustos/1778'İ gösterirken Sinop'tan Kırım üzerine Hacı Ali Paşanın serdarlığında yola çıkıldı vede Deryakapdanı Cezayirli Hasan Paşa, Ruslara Kırım'a gidilmediğini, Sivastopol'a gidilip, Taman ve Kırım'a su getirileceğini bildirdi. Ruslar bu habere tabiatıyla inanmadılar. Bunun Kaynarca antlaşmasının ihlâli sayılabileceğini ileri sürdüler. Kapdanderya tereddüte düştü. O da, J. Abdülba-mid hân'a başvurmaktan kendini alamadı. Cevap ise; Rusların, Kaynarcayı ihlâl ettiğini, bu sebebden Kırım ve Taman'a asker çıkarılması emrini tazeledi. Diplomasi arenası da bu sebeble hareketlendi. Fransızlar, Osmanlı devlet adarrrlarinm bu savaşı istememeye şevke çalışırken, savaşın vereceği zarar İngilizlerin işine pek yarayacağı düşüncesiyle, bunların b. elçileri tırnaklarını birbirine sürtüyordu. Osmanlı/Rus savaşını kendilerine fayda sağlar buluyordu. Diplomasi alanında yapılan çeşitli istişare, görüşme ve fikr-i teati sonunda Fransız b. elçisinin teenni tavsiyesi muvafık bulunmuştu.
Mart/1779'da Aynalikavak İskelesi, ki burası İstanbulda bir semttir. Mezkûr yerde Osmanlı/Rus diplomatları müzakerelere başladılar. Ancak burada yapılan konuşmaların sonunda Osmanlı devleti Kaynarca'yı bu müzakerelerde yumuşa-tamadığı gibi, Şahingiray'ın Kırım hân'lığını tanımayı kabul etmesi, ayrıca bir kayıptı. Mısır'da asırlardır, farklı bir statü yakalamış olan Kölemenler, Osmanlı devletinden uzaklaşıp, Mısır'ı bir bağımsız Kölemen devleti hâline getirebilmenin, yolunu aramaya başlamışlardı. Bunun akabinde hemence bazı imtiyazları elde ettikleri de görüldü. Artık onların istediği Mısır'a vali oluyor, istemedikleri yıkılıp gidiyordu.
Kölemenlerin içinde nüfuz sahibi üç kişiden İsmail Bey, Osmanlı yönetiminde kalmaya taraftar anlayışın sahibi idi. Buna karşılık, Osmanlı aleyhtarı Murad ile İbrahim beyler arasındaki mücadele, Osmanlı aleyhine ayaklanmanın bidayetini, yâni başlangıç sebebini teşkil etti. İsmail bey, rakipleri
Murad ve İbrahim beylerden Suriye'ye kaçmak suretiyle ortadan çekilmiş oluyordu. Ortalık Osmanlı aleyhtarı, fakat bağımlılığı kabul etmeyen ikiliye kalmıştı. Aralarındaki kavga da Murad, İbrahim'i diskalifiye etmeyi başarmışsa da, devlet-i âliye Mısır'a vali olarak Yeğen Mehmed Paşayı gönderirken de, isyanı bastırmak vazifesiyle, Kapdan-i derya Cezayirli Gaazi Hasan Paşayı da Mısır'a yollamıştı.
Murad Bey, ben şimdi ne yapacağım diye kara kara düşünürken, bu haberi alan kölemen Beylerinden İbrahim Bey hemen bütün maiyeti ve küvetiyle geri dönmüş rakibi Mu-rad'ın emrine girmişti. Böylece Kölemenler, yekpare bir gurup olarak Osmanlı kuvvetlerine karşı koyacaklardı. Murad Bey, politikanın gereği Mısır valisine yaltaklanıyordu. Bir yandan o güne kadar devlet aleyhinde yaptıklarından da tövbe istiğfar ediyor hem de, dış güçlerden Kölemen başkaldırısını destekleyecek sahip arıyordu.
Bu arada hemen ilâve edelim ki; 2. Katerina haylice uzak görüşlü davranmış, daha 1775'de Mısır'a, Kont Kanus adlı teşkilatçı ve diplomaside çok tecrübeli bir elçi göndermişti. Murad Bey; ilk iskandili Fransızlar üzerinde yaptıysa da Av-rupadaki meselelerini çözememiş Fransa üzülerek bu yardımın taraftan olamadı. Murad Bey bu sefer teklifi Kont Ka-nus'a yaptı. Gelişindeki hikmet bu olan Kanus, hemen Çariçeye haberi uçurarak durumu aktardı. Petersburga çağırılan Kont Kanus, Çariçeye bütün meseleyi anlattı. Çariçe 2. Katerina; Murad Bey'e yazdığı mektupda, çok kısa zamanda Akdenize bir donanma göndereceğini, bu kuvvet Osmanlıların Mısır'a kuvvet götürmelerine engel olacağından mücadeleniz, denizden ikmal alması kabil olamayan bir devletle mücadele edeceksiniz, ayrıca Akdenize gelecek donanmam ne ticaret gemilerinize ne de Mısır topraklarına ilişecektir. Nasıl yardım isterseniz, selahiyetli kıldığım Kont Kanus'la konuşun demekteydi.
Amma bunlar olurken; Gaazi Hasan Paşa gelmiş ve bir darbede Kölemenleri darmadağınık etmişti. Böylece Mu-rad'da, İbrahim de padişahın affına sığınmaktan, kendilerine, mülk-ü Osmanide bir başka yerde istihdam olunmalarını istirham ettiler. Devlet-i âliye önce bu talebi ret etti sonra da onlara yer gösterdi.
Cezayirli Gaazi Hasan Paşa, kapdamderya olarak atandı-ğındaki ilk işi tecrübe ile ilmî denizcilik anlayışını birleştirme yolunu açacak her teşebbüse ya öncülük etdi yahut da böyle tavsiyeleri hakikat kılmaya pek büyük önem verdi. Zaman zaman Barondö Tot ile aynı istikamette düşünmüyorlarsa bile, Baron'un askeriyemize getirdiği faydalı hususların takdir-kârıydı, bu merkezden kalkarak donanmanın eğitimi ve oradan buradan toplanan memleket evlâdı yerine yine oradan buradan toplayıp fakat ciddi bir denizcilik eğitimi veren müessese kurmak, limana dönmüş denizcilerin, evlerine veya şuralara buralara gitmelerine mâni olabilmek için ve muntazam bir deniz kışlası hayatı yaşayabilmeleri için kışlalar yaptırmıştır.
Bütün bunları yaparken avrupadan getirttiği mühendislerin tavsiyeleriyle tersanelerimizi haylice genişletmiş gemi yapımında ve donatmada, en son buluşları kullanmaktan geri kalmamıştır.
Amiral Büyüktuğrul, Hasan Paşanın tabii ki bir çok muhalifi olduğunu zikrederken şu bilgiyi vermekten kendini alamamış. Bilgi şu: "belgelere dayanmayan fikirlere göre Cezayirli Gaazi Hasan Paşa bu çalışmalarında, büyük karşı koymalara uğramış ve 1784 yılında İstanbul'da yaptırdığı kalyoncu kışlasının parasını cebinden vermek zorunda kalmıştı." Demekte
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: 1787/1792 Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşı Paz Ocak 25, 2009 6:59 pm
1787/1792 Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşı
Yine biz bu savaşın denizle alakalı bölümlerine işaret etmeye çalışacağız. Efendim padişah 1. Abdülhamid'in pek sevdiği Yusuf Paşası ile yine pek beğenip sevdiği Cezayirli Gaazi Hasan Paşa arasında, anlayış farkı ve tercihde büsbütün ayrılıkları vardı. Kırım'ın Rus nüfuzuna girmesi hususu ümmet-i Muhammedin çok gücüne gitmiş, derhal Kırım'ın istirdadı pek yaygın şekilde istenmeye başlanmıştı. Yusuf Paşa bu isteği haklı buluyordu ve Ruslara karşı savaşın açılmasında padişah 1. Abdülhamid'i inkendisine uymasını temine büyük gayret gösteriyordu. Gaazi Hasan Paşa ise; Yusut Paşanın kanaatine, iştirak etmiyordu. Osmanlı deniz yollarının donanmanın yetersizliği yüzünden her geçen gün kapalı hâle gelmesi, gereken ikmâlde donanmanın fazla bir yük taşıya-maması, diğer birliklerimizin sıkıntıya hâttâ bir felâkete bile düşerler endişesi taşıyor, Kırım'ın kurtuluşunu istihsal edelim derken daha büyük kayıplara uğrarsak hâlimiz nice olur düşüncesine yelken açıyordu.
Yukarıda söylediğimiz Yusuf Paşanın; savaşı açalım sıkıştırmasına mütereddit kalan padişah, Mısır'a gönderdiği Kap-danıderya'sını yanına çağırttı. Ne var ki; Yusuf Paşa, Hasan Paşa geldiğinde padişah birimizden birine uyarsa uyulmayan taraf da ben olursam bizin^ sadaret elimden gider diye düşünmüş olmalı ki ısrarını sıklaştırıp, Gaazi Hasan Paşa'nm gelmesini beklettirmeden savaşı açtırmaya muvaffak oldu. Halbuki; Rusya, Prusyayla imzaladığı ortaklığı bozmuş ve Avusturya'ya yanaşmış müştereken saldıncaklan Osmanlı'dan, alacakları yerleri aralarında şöyle paylaşmışlardı:
a- Rusya; Osmanlıya açtığı bu savaş sonunda Dinyeper, Buğ ve Dinyester nehirleri arasındaki toprakları alabileceği gibi, Eğede bulunan adaların bazılarını da kendine mâl edeceğini hesablamaktaydı. Eflak ve Buğdan bağımsız prenslik hâline gelecekti.
b- Avusturya ise; Tuna nehri ile Transilvanya dağları arasındaki Osmanlı topraklarını kendine katabilecekti, yine Orsuva, Vidin, Niğbolu ve Hotin şehirlerine konabilecek idi. Yine Avusturya, Dalmaçya sahillerine inecek buna karşılık, kıbrıs ve Girid ve Mora yarımadasının Venediklilere verilmesine ses çıkarmayacaktı. Ancak; bu görülen paylaşımın görülmeyen bir tarafında halisilasyon diyebileceğimiz 2. Katerina'nın İnşaallah ebediyete kadar gerçekleşmesi kabil olmayacak bir hayali yatıyordu. Bu da İstanbul'umuzun Rusların eline geçmesi idi ve Kostantin adını verdiği torununu bu tahta hazırlamaktı.
Hoş Çariçenin müşaviri Potemkin'de böyle bir hayal taşımakla beraber, orada ihya olunacak Bizans İmparatorluğu tahtına kendini ve kendinden sonraki neslini hülyalarında yaşatıyordu. İşte herkes bir gizli - açık hesabın peşindeyken Hasan Paşa denizde ne kadar kuvvetli bir donanmaya sahip olursak devleti o kadar iyi savunuruz düşüncesindeydi. Zâten 1773'de, Heybeliada'da kurduğu mektepde artık denizcilik ilmîyle yetişen kaliteli denizcileri donanmada haylice istihdam etmekteydi. Böylece personel meselesinde de artık mesafe alınmıştı. Savaşın patlamasıyla beraber Yusuf Paşa, Rusya'nın yanında ki Avusturya'yı gördüğünde ayakları suya erdi. Çünkü onun hesabında tek rakip olan Rusya olup yenmeyi gözü almıştı. Fakat Avusturya işin içine girince bir defa iki cephede boğuşacağımızın resmi ortaya çıktı. Bu da gücümüzün üstünde bir kuvvetle karşıkarşıya olduğumuz kat'i idi. Karadeniz'de dolaysıyla Kırım civannda hava muhalefeti Rus donanmasını öyle bir sakatladı ki ünlü general Potemkin, bu fırtınadan sonra donanmasının, Osmanlı donanmasının, pek altında bir güce düştüğünün korkularının verdiği psikolojik çöküşü yaşadı.
Rusların Karadeniz'de iki filosu vardı. Büyük Karadeniz filosu denenin başında Amiral Graf Voynovice olduğu halde Sivastopol'da, küçük filoları olan da Dinyeper nehiri içine üslenmiş komutanları Modavineffe adlı bir amiral idi. Bu iki filonun bulunması, Karadeniz'in Osmanlı hâkimiyetinin nakısa düşmeye başlamasının bir habercisiydi. 1788 yılının mayıs ayında Hasan Paşa on büyük gemi, altı firkateyn, kırkyedi küçük gemiyle Karadeniz'e açıldı. Dinyeper civarına sokularak, Rusların muhasarasının deniz bölümünde olanını böylece kırmış oldu. Burada bir küçük filo bırakarak, Rusların ana filosunu aramaya çıktı. Hasan Paşa buraya bir kaç gemi bırakmakta isabet kaydetmişti ki Rus Kaptan Sakyn'le karşılaşan filomuz bunun hemen üzerine saldırdı. Kaptan Sakyn, Osmanlı gemileriyle başedemeyeceğini bildiğinden hemen kendi gemisini batırdı. Ancak bu batırma esnasındaki gemiye aid cephanenin patlaması, diğer Rus gemilerine zararını söylemeden geçemedim. Osmanlı ve Rus donanmaları Din-yester'in önünde karşılaştılar ve kapıştılar. Bu savaşın nihayetinde her iki taraf hayli kayıp verirken, İsmail Hakkı CJzun-çarşılı, bizim haylice hasar gördüğümüzü belirtirken, Rus yazarları, bizim kayıplarımıza dâir şu rakamları gösteriyordu; 13 gemi vede 6bin ölü demektelerdi. .
Merhum Amiral Afif Büyüktuğrul, şu nâzik amma ikna edici cümlelerle şunları ileti sürüyor: "Lâkin bu savaşın az sonrasında yâni 1788'de, Yılan Adası civarında iki donanma bir daha kapıştı ve Ruslar bu muharebede Osmanlı donanmasının gaalip gelmesi, gerek Osmanlı gerekse Rus yazarların söylediği gibi, geçen savaşda ileri sürülen zararlara uğramadığının.göstergesi değilmidir?" Beri yandan; Dinyeper nehri sularının hayli sığ olması savaş gemilerinin çok su çekmesi Ruslar tarafından kuşatılmış Dinyeper kalesine, bu gemilerin fazla bir yardımı olamadı. Hasan Paşa İstanbul'a haner göndererek, daha az su çeken gemilerin gönderilmesini İsterken, dalgıç adı verilmiş olan deniz fedailerinin de bir bölümünün acele gönderilmesini istemişti. Fakat Hasan Pa-şa'nın bu isteği, kulak arkası edildi. Ne gelen oldu nede gönderilen vardı. Dinyeper kalemiz, üç ay süren müdafaadan sonra Ruslara teslim olmaktan başka çâre bulamadı.
Osmanlı tahtına geçmiş bulunan 3. Selim, kapdanıder-ya'yı Dinyeper tesliminden mesul tutarak azletti. Yerine 20/nisan/] 789'da Giridli Hüseyin Paşayı 2 sene, 10 ay, 21 gün sürecek kapdanıderyalığa tâyin etdi. Büyüktuğrul amiral, sehven Küçük Hüseyin Paşanın getirildiğini kaydeder de, bu doğru değildir, Küçük Hüseyin Giridli Hüseyin Paşadan sonra göreve getirilen, 156. kapdan-ı derya Dâmad Küçük Hüseyin Paşa, padişah 3. Selim'in süt kardeşi olup, 1 l/mart/1792'de geldiği görevi, 7/aralık/1803'de vefatıyia bıraktığında, makamı 11 sene, 8 ay, 27 gün işgal etmişti Cezayirli Gaazi Hasan Paşa; bir çok tarihçinin ittifak ettiği gibi esas bakımdan görevden alınmasına da, 1788'de sadrıazam Halil Hamid Paşa, Osmanlı tahtına 3. Selim'i geçirmeyi hazırladığı haberini almış ve bunu hemen Sultan Hamid-i evvele haber vermiş padişah da, sadnazami görevden almış hareketi boşa çıkarmış ayrıca Halil Hamid Paşayı da idam etmiştir.
3. Selim'se bu haber verişi kendisinin tahta çıkmasına razı olmamak şekli içinde mütalaa etmiş Dinyeper Kalesi bahanesi yüzünden, bu kıymetli kapdan-ı derya'y' azletmiş olduğunda birleşirler. Bu fevkalâde az rastlanır bir kahraman olan, Cezayirli Palabıyık Gaazi Hasan Paşanın, kısaca hâl tercemesinden bahsedemeden geçemiyoruz. Kafkasya'da bir rivayete göre 1715, diğer bir rivayete göre de 1719'da doğmuş bulunan, Hasan Paşa'nın Osmanlı devletinin 155. sadrı-azamı olrak görev yaptığımda hemen hatırlatalım. Bu sadareti; 3/aralık /1789'da başlamış ve 3 ay, 28 gün sonra, 30/mart/1790'da tamamlanmıştır. Cezayirli Hasan Paşa 1790'da kendi parasıyla yaptırdığı Tekkede, Şumnu'da vefat etmiş ve oraya defnolunmuştur. Sağlığında küçük yaşından beri yanında besleyip büyüttüğü bir aslan ile gezerdi. Paşa, 1738'de, Yeniçerilerin 25. ortasına kayıd olmuştur. Yeniçeri olmadan evvel çocukluğu, satılmış olduğu Tekirdağlı bir tüccarın yanında geçmiştir. Cezayir'e gitmek üzere bindiği bir gemiye Cezayir'e çok yakın bir yerde, yabancı bir gemi musallat olmuş ve rampa yaptığı gemiyi ele geçirmek isterken. genç Hasan bir yiğit olarak tek başına o geminin bütün insanlarını esir almıştır. Limana yanaştıklarında bu kahramanlıktan haberdar olan Cezayir Dayısı, bu gencin cesaret ve maharetine hayran olarak ele geçirdiği gemiyi kendisine verdiği gibi bir de kahvehane hediye etmekten kendini alamamıştır. Burada hizmete girerek, subaylığa kadar yükselmişken, Cezayir Beylerbeyi maalesef kendisini kıskanmış, bundan dolayı da Öldürmek isterken Hasan bey İspanya'ya kaçmak mecburiyetinde kaldı. 4. Karlos bu mülteciyi gayet güzel bir şekilde karşıladı. Daha sonra İspanya'dan ayrılıp İstanbul'a gelip devlet-i âliye hizmetine girdi. Nice hizmetler verirken bilhassa donanmamızın mağlup edilmez bir amiraii olduğunuda asla unutmayalım. Bektaşî olup, ihtiyarlığı münasebetiyle vefat etmiştir. Eiir çok hayır hizmetleriyle, çeşitli şehirlerde ve İstanbul'da da bir çok eseri bulunmaktadır. Ancak donanmamıza ve gemi sanayiimizin, yücelmesinde ki hizmetleri her çeşit takdirin fevkıindedir. 3. Selim döneminin; muasırları olan gerek ülke gerekse dünya meşhurlarına da bir atf-u nazar edelim, Almanyada İmparator 2. jozef, (bu zâtın peşinden Alman imparartorluğu lağv olunmuş ve
1781'de merkezi Berlin olan başka bir Alman imparatorluğu te'sis olunmuştur. 1802'den sonra Avusturya imparatoru denmeğe geçilmiştir.) 2. Leopold, 2. Fransuva, İngiltere de 3. Jorj, Papaiikda 6. ve 7. Piu, Prusya'da 2. Fredrik, Rusya'da 2. Katerina, 1. Pol, 7. Aleksandr, Fransa'da 16. Lui ve Napolyon Bonapart olup, ülke de; Gaazi Hasan Paşa, Küçük Hüseyin Paşa, Alemdar Mustafa Paşa, Tepedelenli Ali Paşa, Kavalah Mehmed Ali Paşa, Cezzar Ahmed Paşa, Abdullah Dürrİ Efendi, Tatarcık Abdullah Molla, Morali Osman ve Riyaziyeci İshak Efendiler, Kocasekbanbaşı, Mabeynci Ahmed Bey, İbrahim Kethüda, Londra elçimiz Agâh Efendi, Şeyh Galib ve Hacı Sadullah Ağa ve sairedir. Nitekim 4. Mustafa dönemi ise 3. Selimhân ile içice olduğundan o dönemde de, aynı zevatdan söz edillir.