(cc) kalp temizliğine ermiş olanlara kendini tanımaya bahşeder. Onlar zikirle hoş ve derin nefes alırlar. Dünyayı ve menfaatini hor görür geceleri kaim, gündüzleri saimdirler. Dünyevi lezzetlere bedel Kur’an’dan tad alırlar. Kur’an ve sünnete bağlılıklarından ötürü. Onlara taraf-ı ilahiden halkı irşad, Hakk’a davet vazifesi verilmiştir.
Bir kavmin sayısını arttıran onlardan olur.
İlmi Tasavvuf, saf gönüllere, ihlaslı kalplere inen Rabbani bir hak vergisidir.
1. BÖLÜM
TASAVVUF İLMİNİN MENŞEİ
Tasavvuf hali, zevki ve keşfi bir ilimdir.
İnsan tabiatının devamlı değişen istekleri cehaletin, gafletin, bir çeşitidir. Sufilerin kalpleri ise ile doludur.
Her ilmin kendi sahasında temel dinamikleri belirlenip usulleri tayin edilmiştir. Tasavvuf da bu tasniften nasibini almıştır.
gökten su indirdi, demek nurları taksim etti, dereler onunla dolup taştı ayeti ise Teala’nın ezelde taksim ettiği nur kalplerde dolup taştı manasına gelir. Fıkıh, dünyada tam manasıyla züht hayatı yaşayan tasavvuf aliminin ilmidir. Birinci dereceden ilim, istikamet ve hidayet kaynağı Peygamberimiz (SAV) dir.
Aşağıda olan her şey mütevazi olur. Din insanın kendisini Rabbine adaması onun karşısında varlık iddia etmemesidir.
İlim pınarlarının suyu kalbe ulaşınca kalp gözleri tam manasıyla açılır. Kişi hakkı batıldan ayırdeder.
İbn-i Abbas: En iyi ibadet dini anlamaktır.
Efendimiz (SAV)’in ilim ve marifeti, bütün varlıların isimleri kendisine öğretilen Hz. Adem (AS)’den intikal etmiştir.
Gerçek sufi mukarrebdir.
Ebrar, mukarrebin haliyle hallenmedikçe “mutasavvuf”, hal kendilerinde tahakkuk ederse “sufi” olur.
2. BÖLÜM
SUFİLERİN DUYDUKLARINI ANLAMALARI
İşitmenin hayırlı oluşunun alameti, kişinin Hakk’tan duyduğunu bütün özellik ve vasıflarıyla anlayarak işitmesi ve dinlemesidir.
Sufi anlatılan ve ilham edilene kulak verir.
Şibli: “Kur’an’ın nasihatleri kalbi ile beraber olan ve göz açıp kapayıncaya kadar da olsa O (cc)’ndan gafil olmayanlar içindir.”
Anlayış makamı, sohbet ve konuşma yeridir. O da kalbin işitmesinden ibarettir. Müşahade makamı ise kalbin basiretli olmasıdır. Anlayış, ilham ve semain tabi neticesidir.
Kalbin ölümü nefsin şehvetlere dalmasındandır.
Teala’ya kulak vermeye mani olan her şey nefisden kaynaklanır.
Anahatlar umumi bir bakışla idrak edilir. Tefarruat ise insan yaratılışının kifayetsizliği sebebiyle tamamiyle idrak edilemez.
Tohum eken hakime benzer, tohum ise doğru söze benzer.
Heva ve hevesten tad almak asalak bir dikenin gelişmekte olan bir bitkiye mani olması gibidir.
Sufinin kalbi ilahi sevginin bütün lezzetleriyle konakladığı yerdir. Saf sevgi ruhu huzur-u ilahiye ulaştıran bir bağdır.
Rasulullah (SAV) kainat yaratılmadan önce makam-ı istikrara en yakın kişi olmuş, temkin sohbetine katılmış bulunduğundan bütün hal ve davranışlarında ilahi n urlar apaçık görülmüştür.
Fehimden ilme, ilimden amale ulaşılır.
Ayetler, ilahi hususiyet ve vasıflar taşır. Okunması ve dinlenilmesiyle ilahi tecelliler yenilenir ve kişi ’ın azamet ve cemalinin aksettiği bir ayna olur.
Cafer-i Sadık “ kullarına kelamı ile tecelli eder, fakat onlar bunu idrak edemezler.”
Duydukları ve dinledikleri katından olunca, duyduğu gördüğü, gördüğü duyduğu olur. Sonu evvelki haline döner. Evveli sonu olur.
Konuşana sözünü bitirinceye kadar mühlet vermek, dinlerken sağa sola bakmamak ve hatibin yüzüne bakmak iyi dinleme adabındandır.
Ulema, ümmetin yol göstericisi, delili, dinin direğidir.
Süfyan b. Uyeyne “İnsanların en cahili bildiği halde yapmayan ve en faziletlisi ise ’tan en çok korkandır.”
İlmi ile amil olmayan alimin ilmi bereketiyle amele dönmesi umulur. İlim hem farz hem de fazilettir. Kitap ve Sünnete istinat etmelidir.
Farz ilim, ihlas ilmidir. Tehlikeli davranışları incelikleriyle bilmektir. Vakit ilmidir. Helali bilmeye yarayan ilimdir. Alış-veriş, nikah ve talak ilmidir. Cahili olduğu ilmi elde etme ilmidir. İlmi tevhidi öğrenmek, yerine getirilmesi farz olan şeyleri amel etmeyi bilecek kadar öğrenmek, emir ve nehy ilmini öğrenmek farz olan ilimdir denilmiştir.
Ebu Ali el Cüzcani: ’tan istikamet üzere olmayı isteyenlerden ol, keramet sahibi olmayı isteyenlerden değil.
Kırık kalpli ve amelinden ötürü kendini sorumlu tutmak, nefsini itham etmek, keramet ve keşiften üstün tutulmalıdır.
Yakin bir defa hasıl oldumu yeni harikuladeliklerle yakin artmaz. Bulunduğu makam istiğna makamı olduğundan ilahi kudretin harikuladelikler vasıtasıyla bilinmesine ihtiyacı olmadığı gibi, bunda ilahi bir hikmet de yoktur.
Eğer kişi marifet yolunda ilerlerken keramet ve harikuladeliklere rastlarsa bu caiz ve güzeldir, rastlamazsa bu mühim olmadığı gibi eksiklik de değildir.
Bütün ilimlerin tahsili esnasında dünya muhabbeti ve takvanın hakikatlerinden uzak kalmak tahsile mani olmaz hatta bazen bu ilmi elde etmeye (çünkü ilimle uğraşmak çok zordur) yardımcı olur.
Ehl-i tasavvufun ilmi, dünya ile elde edilmez, heva ve hevesten kaçınmadıkça bu ilmin hakikatlerine ulaşılmaz. Takva medresesi dışında da öğrenilemez.
Saf bir takva ve zühdde kemal, ilimde üstün olmakla elde edilir.
Kalp aynası cilalanmış kimse, Levh-i Mahfuz’dan bazı bilgilere sahip olabilir. Külli ilimleri ihata eden, cüz’i ilimlere dönmeye onlarla uğraşmaya ihtiyacı yoktur.
Yaşanmayıp çok ilim elde etme düşüncesi şeytanın bir aldatmacasıdır.
Sahabe yakin ilmini kendileri hallederken, fetva ilmini tabiine havale ediyordu. Mufassal bilgi, kalp temizliği, üstün seciye ve kabiliyetle elde edilir. Mücmel bilgi ilmin aslıdır.
(cc) kuluna hayır murad ettimi onu taate muvaffak kılar.
Salih amel, salih amele götürür. Alim ve zahid sufi kendini kimseden üstün görmez. Tercih edildiğinde aleyhinde bir fitne olmasından korkar.
En mühim şey, her türlü kin ve düşmanlıktan arınma. Kin adavete saik dünya sevgisi, makam ve mevki tutkusu.
Kötü sıfatlar değiştikçe perdeler kalkar, sünnete muvafakat mümkün olur. Resulullah (sav)’ a intiba eden ilahi muhabbetten en çok nasib dar olandır.
Resulullah (sav)’intiba etmekle elde edilen başarıların en şereflisi (cc)’a sığınma ve ilticadır. Bunda ruhi bit istiğrak ve dua makamına yakın olma gizlidir.
“ Murad” ilahi yardıma mazhar olmuş, şuhum aleminin kötülüklerinden korunmuş demektir.
Tasavvuf nefsin tabii arzularına sed çekme, açlık ve dünyayı terkle elde edilir. Mutabakat yolu dışındaki bir hareket mahrumiyet, sünnete ittiba ise hikmetli konuşmayı netice verir.
Sehl b. Abdullah: Kitap ve sünnetin kabul etmediği bütün vecd halleri batıldır.
5. BÖLÜM
TASAVVUFUN MAHİYETİ
Tasavvufun mahiyeti “fakr” oluşturur. Fakrın sıfatı; yokluk anında sükunet ve rıza, varlıkta dağıtma ve isar.
Fakir, ’ a arzedilecek haceti olmayandır.
Fakir, hiçbir şeye malik olmayan, hiç bir şeyin de kendisine malik olmadığıdır.
Fakir, kulluk vazifesiyle meşguldür. Rabb’isinin hacetini bildiğini bilir.
Tasavvuf, fakr ve zühdü cem eden bir isimdir. Tasavvuf edeptir, güzel oydur.
Sadık müridin izn-i ilahiye olan bağlılığı sağlamlaşmadıkça zenginliğe dalıvermesine izin verilmez.
Tasavvuf iyi geçinme, alınana üzülmeme, altınla toprağı bir görmedir.
Tasavvuf, kendinde ölüp Hakk’la dirilmedir.
Sufi toprak gibidir, ona her şey atılır, ama ondan sadece güzel ve hoş şeyler çıkar.
Tasavvuf çiledir, sıkıntıdır, ıstıraptır.
6. BÖLÜM
SUFİ KELİMESİNİN KÖKÜ
Sufiler yün giyerler yün (suf) e izafeten “sufi” denir.
Huzur-u ilahide ön safta bulunduklarından “saff”a izafeten
Melameti, halis, sadık kimselerdir ki amellerine başkalarının vakıf olmasını istemezler. Amelinin ortaya çıkmasından, günahının ortaya çıkmasından korktuğu gibi korkar.
Sufi ise ihlasından dolayı kendi ihlasını da unutmuştur.
Osman el Mağribi: “Melameti; halkı aradan çıkaran, fakat nefsine karşı bunda muvaffak olamayan kimsedir. Bu “muhlis”tir. Sufi ise kalbinden ve amelinden halkı çıkarıp nefsini de bertaraf eden kimsedir ki bu da “muhlas”tır.”
Arif gerektiğinde amelini maslaha için izhar eder.
Melameti, mutasavvıftan ileri, sufiden geri bir mertebededir.
Melamatiyye Usulüne Göre Zikir:
Dil ile Kalp ile Sır ile Ruh ile
9. BÖLÜM
SUFİ OLMADIKLARI HALDE SUFİ GÖRÜNENLER
Fitneye tutulmuş çarpık kimselerin zannettiği şeyler melametilerde yoktur.
“Kalenderiyye”, kalp temizliğinin verdiği sarhoşlukla şer’i hudutları bozan, bir arda oturma ve birlikte olma konusundaki her türlü kayıtları ve adabı ortadan kaldıran gruptur.
ile beraber olduğuna inandıkları kalplerinin güzelliği ve temizliği ile yetinirler.
Kimisi ibahilerin yolunu tutarak içlerinin ’a ulaştığını iddia ederek, bunun da ulaşılması gereken hedef olduğunu savunmuşlardır.
Şeriatın reddettiği her şey zındıkadan başka bir şey değildir.
Aldatılmış olan bu tür kimseler, şeriatın kulluğun gerektirdiği bir hak ve vecibe, hakikatin da kulluk görevinin inceliklerine vakıf olmak, demek olduğunu bilemediler.
Hz. Ömer (ra): “Kendisini töhmet altında bırakacak duruma sokan kimse, bu yüzden hakkında da kötü düşünen kimseleri kınamasın.”
(cc) her hangi bir şeye hululdan münezzeh olduğu gibi, kendisine de her hangi bir şeyin hululünden münezzehtir.
Hakikat derecesine ermiş bazı muhakkiklerin, sohbetlerinde duydukları gibi konuşmaya ve yanlış anlamaya sebep olacak sözler söylemeye cesaret etmelerinin sebebi, uzun muamele ve mücahade neticesinde zahiri ve batıni olarak bu sözlerin kendilerine gelmesi, sufiye topluluğunun esasları olan takvada sadakat, dünyaya karşı gösterilen zühd ve kemal gibi prensiplere sımsıkı sarılmalarıdır.
10. BÖLÜM
ŞEYHLİK MAKAMI
Şeyh, ’ı kullarına gerçek manada sevdiren, kullarını da (cc)’a sevdiren ve yaklaştıran kimsedir.
Şeyh, ittiba-i Resul(sav)’u şart koşar ve oraya götürür.
Tezkiy-i nefis yoluyla Cenab-ı Hakk’ı bildirir ve sevdirir.
Şeyhin üzerinde Cenab-ı Hakk’ m verdiği bir vakar vardır.
Kalbin biri nefse diğeri ruha bakan iki yüzü vardır.
Şeyh, kendi nefsini daha önce nasıl düzeltmiş ise müridini de öylece düzeltir.
Hz. İsa: “İkinci doğumu gerçekleştiremeyen kimse, semanın melekutuna yükselemez.”
Akıl, mülk aleminde tasarrufa sahip olduğu için matematik ilminin delillerine vakıf olabilir. Fakat, melekut alemine yükselemez.
Şeyhlik konusunda salih salikin durumu
1-Mücerred Salik: Cenab-ı Hakk’ın kendisine lutfettiği kadar nasibini alır. Nefse ait bazı sıfatlardan dolayı şeyhliğe erişemezler.
Mücerred Meczup: Farzların dışında belli bir amelleri ve seyr-i sulukları olmadığı halde (cc)’m kendilerine lutfettiği kadar, ruhi huzur ve sükuna erişilen hallerden nasibini alabilirler. Şeyhlik makamına layık olamazlar. Salik-i Meczub: Diğer ikisine nazaran daha açık, lutf-u ilahiye daha mazhar, daima avlar ama avlanmaz. Bazı sıfatlardan dolayı şeyhlik makamına ulaşamazlar. Meczub-u Salik: Mutlak şeyhlik makamına en layık olanlar ; “Perde-i gayb kalksa yakinim ziyadeleşmeyecek.” diyebilenler. Halin etkisinden kurtulmuş, hal ona değil o hale galiptir. Bedenler ve kalıplar Hakka yaklaştırılmış ruhların uzanıp kısalarak secde eden gölgeleri gibidir. Asılları şehadet aleminde kesif, gölgeleri latiftir. Gayıp aleminde ise asıllara latif, gölgeleri kesiftir. Şeyhlik makamına eren;
Hakkal yakine ulaşmış bir arif ,
Maddi - manevi, nurani ve zulmani perdelerden sıyrılmış,
Cenab-ı Hakk: Davut (as) ‘a “ Ey Davut bana talip olan ve beni isteyen birini gördüğün zaman onun hizmetçisi ol” diye vahyetmiştir.
Şeyh her konuda Cenab-ı Hakk’ın muradını, hadim ise niyetini bilir. Hadim her işini için, Şeyh ise ile birlikte, O’ ondan gafil olmaksızın yapar.
Hizmet, kişinin ile beraber olabilme halini düzeltmek ve devamlı yaptığı nafileler hariç sair nafilelerden daha hayırlıdır.
Yapılan hizmet ne olursa hepsi de kendi arzuları ile başkalarına hizmeti tercih ettiği ve sufiler grubuna benzemeye çalıştığı için onların bereketine nail olur.
“ Onlar kendileriyle bulunanların şaki olmadığı bir topluluktur”
12.BÖLÜM
SUFİLER GÖRE HIRKANIN HÜKMÜ
Hırka giymek, Şeyh ile mürit ile arasında bir bağlantı kurmak, müridin nefsi ile kendi arasında şeyhin hakemliğini kabul etmesi ve şeyhine ait elbise ile talibin nefsinde şeyhin iradesinin hakimiyet tesis etmesi demektir.
Kendiliğinden yetişen ağaç, yapraklansa da meyve vermez, meyve verse de bakımlı meyve gibi olmaz.
Hırka giymek sünnet-i Peygamberi’de açıkça yoktur. Kabulü maslahata dayanır.
*Batını yönü ile şeyhine itiraz eden bir müridin feyz alıp, felaha ermesi pek nadirdir.
Şeyh, hırkanın şartlarını yerine getireceğine ve edebine riayet edeceğine dair müritten söz alır.
Mürit, şeyhe bir emanettir, heva ve hevesle tasarruf edilmez. Müridin şeyhin sohbetinden izinsiz ayrılması uygun değildir. Müridin süt emme zamanı şeyhin sohbet vakitleridir.
Hırka
1.Müritlik hırkası Sadece gerçek müridlere giydirilir.
2.Teberrük hırkası Mürid olmayıp onlara benzemeye çalışanlara giydirilir.
Hz. Yusuf (as)’un gömleği Hz. Yakup (as)’un gözlerini nasıl açmışsa şeyhin giydirdiği hırka da müridde aynı tesirleri yapar.
Teberrük hırkası giydirilene şeriatın sınırlarına sıkı sıkıya bağlı kalması tavsiye edilir. Bu haldeki kimse müridlik hırkası giyme seviyesine yükselebilir. Hırka konusunda yapılan tercihler (renk, cins) dinden ve hakikatten bir şey değildir. Hırka giydirme ve giydirmemede bir beis yoktur.
13.BÖLÜM
RİBAT (TEKKELER)’DE YAŞAYAN DERVİŞLER
Ribat ve tekkelerde yaşayan dervişler “ne ticaret ne de alışverişin kendilerini ’m zikrinden alıkoymadığı” kimselerdir.
Ribatın aslı, atların bağlandığı yer idi. Sonraları ardından gelecek tehlikelere karşı, içindekileri korumak için hudut boylarındaki tekkelere “ribat” denilmiştir. Salih bir müslüman vesilesiyle çevresindeki nice kimseler ıslah olur. Ribat; bir ibadetin ardından diğerini gözlemektir. Ribat, nefisle savaştır.
*Masivayla ilişkiyi kesen, bütün organlara hakkını tam veren, kefalet-i ilahi ile yetinen... kimse hakiki murabıttır.
14.BÖLÜM
SUFFE ASHABI VE RİBATLARDAKİ DERVİŞLER
Çokça temizlenmeyi severler. Ribat onların evi ve ikametgahıdır. Ribatlardaki dervişlerin içlerinden kin sökülüp atılmıştır. Zahidler halveti, sufiler halvet de- encümeni tercih ederler.
* Cemaat evlerindeki kaidelerle gençler üzerindeki nefsin hakimiyeti daraltılır. Gözlerin ona çevrilmesi, üzerimde davranışlarını kontrol eden bakışların çoğalması ile gençler cemaat içinde murakabe altına alınır ve terbiye edilirler.
Hizmet, başkalarına karşı davranmanın ve hizmet etmenin lezzetini almış, muamelenin tadına varmış, ribatlara ilk defa giren, acemi ve mübtedilerin yapacağı iştir. Kalp kazanma bereketine ve abidlere yardım sevabına böylece nail olur.
15.BÖLÜM
MURABITLAR VE SUFİLERİN ÖZELLİKLERİ
Mevzii ve arizi bir takım kusurların varlığı, işin ruhuna zarar vermez. Mü’min seven ve sevilen, iyi geçinen ve iyi geçinilen insandır. Zıddında hayır yoktur. Karşılıklı murakabe altındadırlar. Tefrika nefsin zuhuruyla ortaya çıkar.
Ruveym: “Sufiler aralarında anlaştıkları ve kınamayı kaldırdıkları vakit helak olurlar.”
Nefis, kalple karşılaştığında ondan kötülük ve şer def’olur.
Şikayet eden de şikayet edilen de şeyh tarafından tekdir edilir.
Dervişler kusurlarından dolayı istiğfar ederler, kusurda ala ısrar etmezler.
Af ve özür dilendiğinde kabul edip reddetmezler. Af diledikten sonra kardeşlerine bir şey takdim etmek sünnettendir.
Sufi yapılan bir iltifattan dolayı kalbine bir gurur gelirse, kendini bundan alıkor.
Ribatlardaki dervişlerin dünyevi tasa ve meşgaleye düşmemeleri için ihtiyaçları giderilir.
Başlangıçta sefer edip nihayette ikameti tercih edenler Sefer vesilesiyle ilim öğrenmek için. İlm kastıyla evinden çıkan yolundadır. Ona cennetin yolu kolaylaştırılır. Şeyh aramak ve sadık ihvan bulmak için. Sadık ve salih kimselerle görüşme inkişafa vesiledir. Nazarı ve vakarı fayda sağlamayanın sözü de tesir ve fayda sağlamaz. Sözün nuraniliği kalp nuraniyeti kadardır. Kalp nuraniyeti de istikametin ve ubudiyyetin hakkıyla ifasıyla gerçekleşir.
Alışkanlık ve hoşa giden şeylerden uzaklaşmak için Eğer kişi doğduğu yerden başka bir yerde ölürse, kendisine cennetten doğduğu yerle izinin bulunduğu yer arası mesafe ölçülür.
Nefsin ince tuzak ve hilelerini ortaya çıkarmak için Eskiye ait ibretli eserleri görmek için. Hüsn-ü teveccühten sıyrılmak ve unutulmak için. Hüsn-ü teveccüh ayakların kaydığı bir makamdır. Eğer teveccüh nefsin müdahalesi olmaksızın geliyorsa bunda mahzur yoktur, bilakis sıhhat-ı hale işarettir.
B-Başlangıçta ikameti tercih edip, nihayette sefere yönelenler.
Devamlı ikameti tercih edenler. Bunlar Hakk’ın terbiye ve murakabesinde yetişirler. Devamlı seferde olmayı tercih edenler. Tanınmaktan sakınırlar. İkametin tevekküle mani olduğuna kanidirler. Bazen nefsin coşkunluğu ve heyecanı kalp hareketine karıştırılır. Bu ise felakete götürür. Sefere çıkmadan istihare namazı kılmak adabtandır.
17.BÖLÜM
SEFERİN FARZLARI VE FAZİLETLERİ
Sefere karar veren sufinin;
Teyemmümün,
Namazın kasr ve cem durumunu,
Mest üzerine mesh ahkamını bilmesi gerekir.
Sefer adabı:
Yoldaş ve arkadaş edinilmeli. Tek başına yolculuk uygun değildir.
Üç kişi olunduğunda biri imam tayin edilir.
Tasallut ve cah düşüncesiyle riyasete talip olma heva ve hevesten kaynaklanır
Sefere niyetlenen sufi arkadaşlarına veda eder ve onlara duada bulunur. Uğranılan yerlerde en azından iki rekat namaz kılar. Binite bindiğinde mesnun olan duayı okur. Yolculuğa sabah erkenden ve Perşembe günü çıkmak iyi olur. Konak yerine uğrandığında dua etmek Temizlik malzemelerini yanında bulundurmak Sefere çıkmadan evvel iki rekat namaz kılmak. Bu kaidelere bağlı kalanlar reddolunmaz. Kabul etmeyenlerin görüşü de büsbütün atılmaz.
18. BÖLÜM
SEFERDEN DÖNME ADABI
İkamet edilecek yerin ölü ve dirilerine selam vermek.
Kardeş edindiği kimseyi ziyaret edenin yolu asan olur.
Mescidlerden birine girince iki rekat namaz kılmak.
Tekkeye girince hususi ve maslahata dayalı bazı sebeplerden dolayı selam vermek bazen terkedilir.
Seferden dönene hoş amedide bulunmak.
Sefer dönüşü geridekilere hediye getirmek.
Seferden dönen kimsenin istirahatı için hazırlık yapmak.
Gelir gelmez konuşmaya dalmama, sorulmadıkça konuşmama
Ziyaret ettiklerinin yanından izinsiz ayrılmama
19. BÖLÜM
ESBABA TEVESSÜL VE SUFİLER
Aslolan kimseden bir şey istememektir.
Yakin durumuna göre esbaba tevessül farklılık gösterir.
Tevekkülde vesvese maruz kimseler, esbaba kafi miktarda tevessül edebilirler.
Gerçek miskin insanlardan bir şey istemeyendir.
Sufiler Hz. İbrahim (as) vari (cc)’dan bir şey istemekten haya ederler. O (as) “ (cc) beni biliyor mu ?” demişti.
Bazen rızka meyil Cenab-ı Hakk’ın verdiği bir intibah, bazen de bir günahın cezasıdır. Rızık bazan hikmet yollu, bazen de kudret - Hz. Meryem’e olduğu gibi- yollu gelir. Rızık ve borç konusunda daim sabır hazinesine müracaat edilmelidir. Bütün bu tevekkül ve esbab dairesinde bir şey gelmiyorsa zaruret miktarı istenilebilir. Veren el alan elden üstündür.
Kendine verilen mala emanet nazarıyla bakan fakr-ı lisanıyla, kendi malı gibi seyre dalan, fahr lisanıyla ve hayalperestlerin diliyle konuşur.
Gerçek fakir indirileni değil, asıl indirenin yakınlığını taleb eder.
20.BÖLÜM
FETH-İ MANEVİ VE İHSAN-I İLAHİ
Sufi ile meşguliyetin kemaline ererek takvada kemal sahibi olunca, hali onu esbaba tevessülü terke mecbur edebilir.
Bunun mebdeinde bir kapı açılır ki, gerek kendinin gerekse şeriatın günah saydığı şeye duçar olursa yaptığının cezası olarak telakki eder. “Günaha düştüğümü çocuğumun kötü ahlakından anlıyorum.” sözü meşhurdur.
(cc), bahşedeceği idrakle onu tevhide ve Hakk’la meşgul olmaya muvaffak kılar.
(cc)’m tecelliyat-ı ef’alinden kendisine münkeşif olan hadiseleri tarassut ve mülahazaya devamla kul, tecelliyat-ı ef’alden tecelliyat-ı zata yükselir.
Tecelli-i ef’al; rıza ve teslimiyeti doğurur.
Tecelli-i sıfat; heybet ve üns kazandırır.
Tecelli-i zat ; fena ve beka duygularını bahşeder.
Fena, terk-i ihtiyar ve fiil-i ilahiye vukufun adıdır.
Cenab-ı Hakk’ın zatının bizzat tecellisi ancak ahirette olacaktır.
Resulullah (sav), ashabını tedricen ve nefsin tedbirinden, fiil-i ilahiyi müşahade ve Hakk’ın hüsn-ü tedbirine yönelmeye hazırladı.
Cenab-ı Hakk’ın kendisine sevkettiği rızkı kabul hususunda ilm-i ilahiye vakıf olan kul, korktuğundan emindir.
Feth-i ilahinin farkında olan da vardır olmayan da.
Mükaşefeye mazhar olanlar ;
’tan ilm sunularak,
Ef’alden tecrid ile ilim sunularak,
Her ikisi de olmaksızın mükaşefeye ulaştılar.
Rızık alırken de verirken de işaret beklenir. Nefis endişesi kalkarsa işaret beklenmez.
Dervişlerin bazısına musallat olan sıkıntılar, kalplerin ile meşguliyetini, kulluk hukukuna riayetini kemale erdirmek içindir.
Kul, (cc) ile olan meşguliyetinden hali olduğu ölçüde dünya sevgisine müptela olur.
Zühd, ehlinin son adımı, tevekkül ehlinin ilk adımı mesabesindedir.
Feth-i ilahiye mazhar olana, hikmet veya kudret elinden merzuk olması müsavidir.
İhtiyacından ve zaruret miktarından fazlasını isteyenin sufilikle alakası yoktur.
Sufi’lere göre her ikisinin de bir gaye ve zamanı vardır. Herhangi bir halin (evlilik-bekarlık) ihtiyar edilmesi, (cc) içindir.
Nefsin isyanından emin olundukça, bekarlık tercih edilir. Nefis, ilimle dizginlenir.
Evlenme adına şehevi bir acelecilik, erkeklerin manevi yolda gerilemesi demektir. Sadık mürid buluğa ermedikçe evlenmez. Buluğu ise ‘Rical’ olmasıdır.
Evlilik ve bekarlık hakkındaki haberlerin farklılık göstermesi, muhatabın farklılığındandır. Fazileti muhataba göre değişir.
Evli sufiye yardım edilmelidir.
Mücerred yaşamak, dervişini işini kolaylaştırır. ‘Bizim arkadaşlarımızdan evlenip de manevi derecesini muhafaza edeni görmedim. S. ed Darani Evlenmek, azimetten, ruhsata düşmektir.
Sıkıntıya sabır, refaha sabırdan daha kolaydır.
Oruç tutulmalı, nefis, ibadete alıştırılmalı.
Müridin evliliği düşünmemesi, hüsn-ü edebdendir. Kadın ve şehvet akla gelince tevbe edilmelidir.
Kalbi namaz ve ibadetten meşgul olacak derecede evlenme düşüncesi arız olunca, şeyhe müşkil arzedilir ve duası talep edilir.
Bazen keşfen, yakazaten veya bir zatın işareti ile evlilik telkin, bekarlık men’edilir. Evliliğe basiretle gidilir; gözü kapalı gidilmez.
Tezkiye olmuş nefisler, nasibi olan hazlara eriştiğinde kalblerin inşirahı artar.
Süfyan b. Uyeyne; ‘Çok kadınla evlenmek, dünya sevgisinden değildir. Çünkü Hz. Ali (ra) Peygamber Efendimiz (sav)’in Ashab’ının en zahidi olduğu halde, dört hanımla evli idi, on yedi kariyesi vardı’.
Evlilik nedeniyle hanımdan gelen iki fitne vardır:
1-Maişet derdi
2-Kadınla ihtilat ve mübaşerette ifrat, hizmetten uzaklık.
Evliler için büyük bir gizli fitne de, fuhuş cemal lütfunda sükunet bulması ve neticede ruhta bir donukluk hasıl olur ki, bunun farkedilmesi çok zordur.
Ariflerin gönlüne zina düşüncesinin arız olması, onu işleyenin durumuna düşmeleri demektir.
22.BÖLÜM
SUFİLER’İN SEMAI
‘Sözü dinleyip, en güzeline uyanları müjdele! Onlar (cc)’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Onlar, akıl ve basiret sahibidirler’ (Zümer Suresi, Ayet: 1
Bütün sema’ın harareti, yolu, duygusunun burudeti üzerine gelince, gözlerinden yaşlar boşanır. Bazen bu vecdden de ürperti ve titremeyle zahir olur. Beyne ve ruha da etkisi vardır.
Ehl-i batıl, heva sahiplerinden de bütün haller nakledilir.
Kalb incelendiğinde duaya yönelinmelidir.
korkusundan, derisi ürperince Cenab-ı Hak Cehennemi haram kılar.
Semaın ihtilaflı olanı, name ile söylenen şiirlerin dinlenmesidir.
Sema, nefse hitabı, eş ve cariyelerin şöylesi eğlenceli ve Hakk’a davet itibariyle haram, şüpheli ve helal pozisyonu sözkonusudur. Bunların helal ve şüpheli hallerine de acz-u müsamaha gösterilmesi uygun değildir.
Sema yapanın diri bir kalb ve ölü bir nefisle sema yapması gerekir. Aksi halde sema helal değildir (Abdurrahman es-Sülemi)
Nefsini rahatlatmak için, hal iddiasından uzak olarak sema yapanın raks ve semaı faydalı da değildir, zararlı da...
Şeyh ve manevi liderlerin raksetmeleri hiç yakışık almaz.
SEMA’I İNKAR EDENLER
1-Sünnet-i Seniyye ve Asar’dan habersizdir.
2-Kendisinin iyi amellerine aldanmıştır.
3-Soğuk tabiatlı, zevkten nasibi yoktur.
Haram olan, mücerred değil, fitne endişesidir.
Taat, zahiri sıfatların sırrı, vecd batıni sıfatların özüdür. Zahiri sıfatlar hareket ve sükunet, batıni sıfatlar ahval ve ahlak şeklindedir.
23.BÖLÜM
SEMA’A KARŞI ÇIKANLAR
Sema, temkin ehli ariflerden başkası için sahih olmadığı gibi, mübtedi müridlere de mübah değildir.
Şarkıyla çokça meşgul olan, sefih sayılır. Sefihin de şehadeti muteber değildir. (İmam Şafi’i).
Şarkı kalbe nifak tohumu eker. (Abdullah b. Mes’ud)
Şarkı zinanın büyüğüdür (F. b. İyaz)
Sema, eğer bir oğlanın sesini dinleyerek yapılıyorsa, ona fitne karıştığından, dindar kimselerin bunu reddi gerekir.
Tasavvufun tamamı ciddiyet’dir.
24.BÖLÜM
SEMA’A İHTİYAÇ DUYMAYANLAR
Vecd, kaybettiğini hissetmektir.
Ehl-i batın, nefsinin hevasını bulduğunda vecde ulaşır. Ehl-i Hak ise, kalbinin muradına erdiğinde vecd duyar.
Nefsin perdeleri, arızi ve zulmani hicaplar, kalbin perdeleri ise semavi ve nurani hicaplardır.
Vecd bazen manaların anlaşılmasından, bazen de sadece musıki ve namelerin tesiriyle olur.
Vecd kaynağı Hak Teala olan, bir varidatdır. ’ın zatını murat eden O’nun (cc) indinden gelenle yetinmez. Mekan-ı kurba erişmiş olan kimseyi nezd-i ilahiden gelen bir varidat meşgul etmez ve harekete geçirmez. Varidat kulun (cc)’a uzaklığını gösterir. Halbuki kurb makamındaki kimse aradığını bulmuştur.
Varidat güçlü ve kamil olanı değiştirmez. Hz. Ebubekir (ra)’in sözüne telmihen.
‘ım! Beni gözü yaşlı olmakla merzuk kıl’. (H. Şerif)
25. BÖLÜM
SEMA ADABI
Sıdk, ciddiyet, halis niyet, vakar ve semadan önce istihare, bereket ve istifade için dua.
Erbain’de muvaffak olmanın şartı, şartları ihlasla yerine getirmektir.
Halvette nefsin arzularından uzaklaşma vardır.
Peygamber Efendimiz (sav) de nübüvvet öncesi halvet yaşamıştı.
27. BÖLÜM
HALVETTE VAKİ OLABİLECEKLER
Halvet, dinin selameti, nefis ahvalinin yok olması, amelin için yapılması içindir. Keşf ve Fetih mülahazasıyla yapılan halvet fitneye düşme demektir. Taleb edilecek istikamettir; keramet değildir.
Dinin esaslarına uygun halvet, kalbi nurlandırır, dünya rağbetini keser, zikrin tadına erdirir, namaz, tilavet vs. ibadetlerin ihlasla yapılmasını sağlar.
Bazen zihne hayaller düşer ki, bunları vehametle karıştırmamak lazımdır.
Kalbe yermeşen kelime-i tevhid, kalbe yerleşince nefsin itirazlarını önler. Zikir nurunun kalbe bir cevher halinde yerleşmesi, halvetten gaye budur.
Bazı hayaller asılsız bazen de mevhibe-i ilahi olarak belirir ki, onlar da hakikatle irtibatlıdır.
Hakikatler misal elbisesinden sıyrılarak, özel bir haber ve keşif halini alır.
Mükaşefelerin hepsi yakin duygusunu takviye içindir. Asıl kayine ulaşan kimsenin bunlara ihtiyacı yoktur. Her ne olursa olsun, takva ve zühdün hakkı verilmeli, asla aldanılmamalıdır.
28. BÖLÜM
HALVETE NASIL GİRİLİR
Dünyada tecerrüd, halvete girip, gusül, iki rekat namaz, gözyaşı tevbe, ahlak-ı zemimeden arınma, cemaatle kılınacak namazlara sadece devam.
Halka halveti belli etmeme, daim zikr-i İlahi ile meşgul olma, hayale başka şeylerin girmesine izin verilmemelidir.
Daim abdestli bulunmaya çalışılmalıdır. Uykuya karşı mücadele etmelidir.
Azık, tuz ve ekmektir. Çok zor durumda katık da alınabilir.
Belli bir dönemden sonra (cc) yemeği unutturur. Unutmasa bile, kalbin nur ile dolması, ruhun çekici kabiliyetini güçlendirir. Ruh, onu kendi merkezine ve alem-i ruhanideki yerine doğru çıkmaya başlar. Bu sayede salik, nefsani şehvet duygularından nefret eder. Lüzumsuz, konuşma gibi, şeyler nefsi uyarıcı etki yapar.
Fakat Cenab-ı Hakk’ın mevahib-i İlahiyesi buna münhasır değildir.
Erbain için tercih edilen zaman: Zi’l-Ka’de, Zi’l-Hicce’nin ilk on günüdür.
29. BÖLÜM
SUFİYYENİN AHLAK ANLAYIŞI
Ahlakta model Peygamber Efendimiz (sav)’dir. O (sav)’nun ahlakıyla ahlaklanmak esastır.
Rasulullah (sav)’dan Şeytani sıfat sökülüp alınmıştır.
Bazı sıfatların bulunması ise (cc)’ın Nebi’sini (sav) özel rahmeti ile terbiye etmesi ve ümmetine örnek almasına vesiledir.
Tasavvuf halka iyi muamele, Hakk’a sadakattir.
İyi geçim, sabır, cömertlik, ülfet, nasihat ve şefkat hukuk-u azimdendir. (cc)’ın ahlakıyla ahlaklanmak hedeftir.
Güzel ahlak, insanı Cennet’e götürür.
30. BÖLÜM
SUFİLERİN AHLAKI
1-Tevazu:
Her davete icabet, hediye kabulü, selam verme, selam alma.
Kendinde bir değer görmeme, hakkı her kimden olursa olsun kabul etme, herkesi kendinden hayırlı görme.
Böbürlenerek yürümeme, insanın yaratılığı şeye bakması.
Zillet ve meskenete düşmek, uygun değildir.
2-İnsanlara yumuşak davranmak:
Halkın arasına karışıp ezalarına sabır, uzletten daha hayırlıdır. Öfkeyi yutma, aff-u safv memduhdur.
Yumuşaklık hayırdan nasipdarlık demektir.
3-İsar:
Kendileri muhtaç iken başkalarını kendilerine tercih edenler.
Kendisini mülkün emanetçisi görenin isarı en sağlıklı isardır.
Huzeyfetü’l-Adevi’nin Yermük’teki su hadisesi, Ebu Talha ve misafiri Sa’d b. Rebi ve Abdurrahman b. Avf kardeşliği.
Cömertlik, buhl’la kazanılır
4-Afv ve Müsamaha:
İhsan sana kötülük yapana iyilik yapmandır. İnsan, güneş, rüzgar ve yağmur gibi umumidir.
5-Güler Yüzlülük ve Tatlı Dillilik:
Güler yüzlülük, tebessüm, sadakadır.
mü’minin kalbinin aydınlığı yüzüne vurur.
Sevinç ve neşe için ve O’ndan (cc) ötürüdür.
6-Şakalaşma ve Yumuşak Muamele
Sufiyye ahlakındandır.
Rasulullah (sav) latife ve şaka yapardı.
Mübtedilerin çokça şakalaşmaları uygun olmaz. İşin içine nefs karışabilir.
İnsanları rahatlatmak için şaka yapılsa da, halvette ciddiyyet esastır.
Mizah bast ve recadan ileri gelir,
7-Yapmacık Davranışları Terketmek:
Tekellüf, nefsin arzusu üzere insanlara gösteriş olsun diye yapılan yapmacık hareketlerdir.
İkram ederken dahi tekellüften uzak peygamberane ahlaktır.
ziyaretçiye elde olanı, davetliye elden geleni ikram etmek esastır.
8-Mal Biriktirmeyi Terketmek:
Rasulullah (sav) ertesi gün için evde bir şey bırakmaz ve bıraktırmazlar.
Sufilerin Cenab-ı Hakk’ın hazinelerini deniz gibi (tükenmez) bilir.
(cc) kuşlar gibi tevekkül içinde olmak
9-Aza Kanaat Etmek:
Kanaat rızadan kaynaklanır. Şerefi artırır. Fitnelerden korur. O, tükenmez hazinedir. Az malın şükrü daha kolaydır.
10-Münakaşa ve Cedelden Uzaklaşmak
Hakkı söylemenin dışında cedel ve münakaşadan uzaklaşma.
Sultandan küçük şeyler istenmez. Kurb nedeniyle haşmet perdesi müstesna.
Arif için edeb, mübtedi için tevbe mesabesindedir.
33. BÖLÜM
TAHARET ADABI
İstinca, Kıble’ye yönelmeme,
Pisliği izale ve kullanılacak taş ve suyun temiz olması istibra, idrar kalmaması için yapılan temizlik hareketi istinca, öksürme gibi hareketlerle iyice temizlenme.
Def-i hacet halinde istitar (nazar-ı nas’dan gizlenme)
İdrar serpintilerinden ictinab edilmelidir.
Gusledilen banyoya bevletmemek.
Duaları yerli yerince okumak
Girişte sol ayak, çıkınca sağ ayak
İsm-i İlahi bulunan şeyleri yanından bulundurmamak
34. BÖLÜM
ABDEST ADABI
Abdestden önce -adabıyla- misvaklanmak
Abdest dualarını okumak
Farzlarını noksansız yapmak, tertibe riayet etmek
Sünnetlerine riayet etmek.
35. BÖLÜM
HAVASS’IN ABDEST ADABI
Uzuvlarını huzur-u kalb ile yıkamak
Daim abdestli bulunmak
Suyu israf etmemek, i’tidal sınırına vakıf olmak
Zahiri temizliğe kafi miktarda önem verip, asıl batına yönelmek.
36. BÖLÜM
NAMAZIN FAZİLETLERİ
Namaz, felaha götürür.
Namaz kılan, ateşte ısınan ve eğrilikleri düzeltilen ağız gibidir.
Namaz, kul ile Rabb’i arasında kavuşma vesilesidir.
Namaz, ’ı hatırlatır.
Namaz kılan bütün azalarıyla dua halindedir.
Namaz kılan ehl-i semanın bütün hallerini cem’etmiştir.
Namazda sürat ve acele, felah kapılarını kapatır.
37. BÖLÜM
NAMAZIN KEYFİYYETİ VE ADABI
Abdest, vakit girmeden alınmalıdır.
Sünnet, insanı farza hazırlar, berekete vesile olur.
Sünnet-farz arası tevbe edilir.
İlk tekbirler ruhi ve bedeni tam konsantrasyona girilmelidir.
Kıyam, rüku’, secde hallerinde okunması farz, vacip ve mendub olan dualar okunur. Gözler secdede açık bulundurulur. Zira onlar da secde ederler. Namazda Mirac sırrı vardır. İmam, sultanın kapısında duran elçiye benzer. Temsil ettiklerini unutmaz ve onlara tercüman olur.
38. BÖLÜM
NAMAZIN ADABI VE SIRLARI
Kalbi dünyevi şeyle meşgul etmeme. Maddi-manevi.
Namazda istikamet üzere olma, namaz hırsızlığına girmeme, kişiye namazda yazılacak ecir, kalb huzurudur.
Kalb selameti oruçta görülüyorsa, oruca devam edilir. ara-sıra oruç bırakılır. Bayram ve teşrik günleri hariç, savm-dehr tutulabilir.
Oruç tutma sıra ve keyfiyeti kalbin ve nefsin durumlarına göre farklı değerlendirilmiştir.
Kimileri orucun bozulmasını mübah ve iyi görürken kimileri çirkin görmüştür.
Eyyam-ı beyz, Şaban’ın ilk 15’i Zi’l-Hicce ve Muharrem ayının ilk 10 gününde oruç müstehabdır.
41. BÖLÜM
ORUCUN ADABI
Zahir ve batın bütünlüğü selameti.
Yemeğin normal zamanlarda daha az yenmesi
Oruçla nefis zarurete alıştırılırsa diğer zaruretlere geçilir.
Sahur yapmak, iftara acele etmek. İftarın namazdan önce olması sünnetdir.
Gıybet gibi ma’nevi arazlardan ictinab.
Sufiler orucun da alışkanlık haline gelmesinden hoşlanmazlar.
Oruçsuz bir cemaatin sohbetine katılanın da oruçsuz olması adabdandır. Belli bir programı olanların ise oruca devamlılığı uygun olanıdır.
Orucun bozulmasındaki ve bozulmamasındaki efdaliyet niyetleri sadakate bağlıdır.
Yediklerinizi zikirle eritiniz (H. Şerif)
Mümkün mertebe gizlenmek.
42. BÖLÜM
YEMENİN FAYDA VE ZARARLARI
Niyetle adet ibadete döner.
Sufi vaktini ’a vermiştir.
Sufi adet olan şeylere ancak zaruret miktarı rağbet eder. Vukuf rutubeti (su) hararet-i nefis, (toprak) serinlik (ruh) hususiyeti vardır. Dengeli olmaları esastır.
Yiyecekler helal olmalıdır.
Yemekten önce eller yıkanır besmele çekilir, Mün’im olan hatırlanır.
Kalbin bozulması lokmadan geçer.
Nimetin değerini takdir, şükür sayılır.
43. BÖLÜM
YEME-İÇME ADABI
1-Tuzla başlayıp, tuzla bitirmek
2-Topluca yemek, bereket olur.
3-Yer sofrasında yemek
4-Lokmaları küçük küçük almak ve iyice çiğnemek, yaslanmadan yemek
5-Önce yaş ve ilim bakımından üstün olan kimsenin başlaması,
6-Sağ el ile yemek
7-Kendi önünden ve yemeğin kenarından yemek
8-Kusur aramamak
9-Yere düşen lokmayı alıp yemek
10-Parmaklarını yalamak.
11-Yemek kabını iyice sıyırmak
12-Yemeğin içine üflememek
13-Sofrada sirke ve yeşillik cinsinden şeyler bulundurmak.
14-Yemekte suskun durmamak
15-Et ve ekmeği bıçakla kesmemek.
16-Sofradakiler ellerini çekmedikçe yemeğe devam etmek.
17-Ekmek konulunca başka bir şey beklememek
18-İyice acıkmadan yememek, iyice doymadan da kalkmak.
19-Hizmet edene en azından yemekten birkaç lokma yedirmek.
20-Kalkınca hamdetmek.
21-Dişleri ve elleri temizlemek, dişlerdeki kırıntıları yutmak.
24-Bir topluluğun yanına tam yemek vaktinde gitmemek.
25-İkramda tekellüften sakınmak. İkram etme niyeti müstesna...
26-Konulan yemeği küçümsememek
27-Davete icabet etmek.
44. BÖLÜM
SUFİLERİN GİYİNME ADABI
Elbisenin helal ve temiz olması esastır. Sıcak ve soğuktan korumak.
Giyilen elbise, bulunan mevki ve makamla tenasüb içinde olmalıdır.
Nefsine galip gelen, hırstan uzak, hüsn-ü niyyet sahibi kimselerin güzel ve yumuşak elbise giymelerinde bir beis yoktur.
Kibre sebep olacak, nefsin heva ve hevesini teşci edecek giysilerden sakınılmalıdır. Şüpheli şeyleri terk etmek.
45. BÖLÜM
GECELERİ İHYA ETMENİN FAZİLETİ
Kalb ve nefis birbiriyle mücadele ettiği sırada, şartlarına riayet ederek, dengeli bir şekilde uymak. Salih ise, müridlerin kalblerinin sükun bulmasına sebep olur.
Ruh, kalb ve üns, uykunun yerini tuttuğunda az uyku zarar vermez.
Gece elde edilen nimetler, gündüze yayılır. Bu durumda kalb ilahi nurlarla dolar.
Akşam namazını evrad-u ezkarlar beklemek, gece kalkışı akşam ile yatsı arasını ibadet ve zikirle geçirmek.
Yatsıdan sonra konuşmamak. Abdest tazelemek.
Nefis derin haz almaya çalışır. Hakkı verilir ama hazzı verilmez.
Alışkanlıkları değiştirmek de gece kalkmayı kolaylaştırır. Midenin yemekle dolu olmaması. Yeniler yiyecekler tilavet zikir ve istiğfarla eritilmelidir.
İhtiyaten vitir uykudan önce kılınmalıdır. Taze abdestle sadık rüya zahir ve batının temizliğinden geçer.
Rüyada Hak Teala ile konuşanlar olur ki, emir ve nehy alırlar. Bu zahiri emir ve nehy gibidir. Kendileri hakkında gafletten kurtulmak için abdeste azami dikkat gerekir. Mesela, gece yatarken mesnun olan dura ve sureler okunur.
47. BÖLÜM
GECE NAMAZI VE ADABI
Akşam ezanıyla ikameti arasında iki rekat namaz ve farz namazdan sonra da iki rek’at namaz kılınır.
Akşam ile yatsı arası ibadet gündüzün günahlarını siler. Yatsıdan sonra da dört veya iki rekat nafile kılar. Eve girince dört rek’at daha kılar.
Uyanacağından emin olmayanın vitir namazını yatmadan kılmalıdır. Gece kalkınca gönlü sadece (cc)’a vermeli.
Daima (cc)’a iltica edilmelidir.
Su ile temizlenip, Kur’an okunduğu zaman iki temizleyici bir araya gelir (zahiri ve batıni). Böylece Şeytan’ın vesveseleri, te’sir ve aldatmalar zail olur.
12 rek’at teheccüd namazı kılınır.
48. BÖLÜM
GECEYİ BÖLÜMLERE AYIRMAK
Gecenin tamamını ihya edemeyenler üçte birini, üçte ikisini, veya altıda birini ihya etmeleri müstehabdır.
Gece ibadeti şuurlu yapılmalı. Uyku gibi sıkıntı veren şeyler giderilmeli.
Tan yerinin ağarması (uykuyla geçirilerek) gece ibadetine tercih edilmemeli.
Kurb makamına erenler artan bir şevkle gece ibadetine müdavimlerdir.
Gündüz işlenen günah, kusur, gece ibadetine mani olur. Dünyevi işle çok fazla iştigal.
49. BÖLÜM
GÜNDÜZÜN ADABI
Tan yeri ağarmadan abdestli olarak sabah namazı beklenir.
Gündüzün iki ucunda ve gecenin bir kısmında kılınan namaz, günahlara keffaretdir.
Sabah namazı, sünnetinden sonra tevbe istiğfar getirilip, dua edilir.
Efendimiz (sav)’e salat-u selam getirilir.
Sabah namazından sonra münacaat yapılır.
50. BÖLÜM
GÜNLÜK İBADETLERİN VAKİTLERİNE GÖRE DAĞILIMI
Sabah namazından sonra yerinden kalkmadan Kıble’ye yönelik olarak oturup, evrad-u ezkar okunur. Kerahet vaktinde uyumamalıdır.
Güneş iki mızrak boyu yükselince iki rekat namaz kılınır.
İşe gidecek bir kimse evden çıkmadan önce iki rekat namaz kılar; eve döndüğünde de iki rek’at kılar.
Sabahla öğle arası iki veya on iki rekat kuşluk namazı kılar.
Dışarıda hizmeti olmayan taat, tilavet, zikir ve münacaatla meşgul olur.
Kuşluk sonrası namazdan sonra biraz uyumak iyidir. Gece kalkmaya yardımcı olur. Kalbi saflaştırır. Zeval vaktine bir saat kala kalkar. Tilavet ve zikirle meşgul olur.
İbadet-ü ta’ate çoluk-çocukla meşguliyetten aşırı bir gevşeklik hasıl olur. İbadete olan isteksizlik giderilmedikçe namaza durulmaz. Bu da halk içinde Hakk’la olmaktan geçer.
Ruhu daim hak huzurunda bulunanlara ise halkla beraber olması zorluk vermez, bilakis ibadet gibi olur.
Öğle ile ikindi arası ibadet ve tilavetle geçirilir.
Ağzın tadı değiştiğinde misvak kullanılır.
Hevanın, dünyanın ve nefsin galebesiyle ibadetten geri kalan kalbiyle bunun ezikliğini yaşar.
İkindiden sonra nafile ibadet vakti bittiğinden tilavet ve zikirle meşgul olur veya sohbet dinler.
51. BÖLÜM
MÜRİD-MÜRŞİD MÜNASEBETLERİ
Mürid, mürşidin önünde bulunmaz. Ondan önce işe ve söze başlamaz. Şeyh konuşurken ses tonuna dikkat eder.
Mürid gerek malında, gerek şahsında şahsi tercihte bulunmaz.
halinde ve hareketlerinde açıklanması gereken bir şey hisseden mürid, bunu şeyhinden sorarak çözümler.
Mürşid, müridin problemlerinin halline çalışır ve onları giderir.
Rasulullah (sav) için Cibril (as) bir vahy emini olduğu gibi, mürşid de mürid için ilham eminidir.
Mürşid konuşurken, şaibeli, parlak, nefse hoş gelen söz ve davranışlardan uzaktır.
Mürid, şeyhinin makamından daha üstün bir makam aramaz.
Şeyh için arzu edilen şey, müride daha yüksek dereceler kazandırır. Tam teslimiyetle mürid gıyabi huzur edebine nail olur.
Yüksek sesle konuşmak vakarın gitmesine sebeptir. Kalbde hürmet ve vakar olduğu zaman dil, ma la ya’niyyat ve garabetten kurtulur.
Şeyhe (büyüğe) temsil ettiği makam muktezasıyla hitab edilir.
Yabancılık nisbetinde zahire alaka artar. Şeyh yeni gelenlere önceki müridlere nisbeten daha fazla alaka gösterebilir.
Ebu Mansur el-Mağribi:
Şeyhe hizmet, ihvan ve akranla da arkadaşlık edilir.
Şeyhde görülen beğenilmedik hareket, şeyhin ilim ve hikmet yönüyle bir mazeretinin bulunduğunu bilmesi ve ona teslim olması, müridin edebindendir.
Şeyhin yanında nafile namaza durmamak da adabdandır.
Kendine gelen tecelli, mesbibe, keramet gibi şeyleri şeyhinden gizlemeli.
Kendi terbiye ve eğitimine layık olduğuna inanmadığı şeyhin sohbetine girmemesi edebdendir.
Karşılıklı sevgi ve ülfet hal ve feyz in’ikasına en büyük vesiledir.
Rüya ve halleri şeyhinden habersiz tek başına yorumlamamalı.
Her türlü hacetini arzetmek için acele etmemesi şeyhin hazır hale gelmesini beklemesi adabdandır.
Huzura varırken hususi görüşmelerde şeyhe hediye (sadaka) takdim edilir.
1-Sufiler arasından sivrilip, ortaya atılmamak, insanları celb için lütuf, merhamet, güzel konuşma gösterisinde bulunmamak.
Kalbini Hakk’a nazır tutmaksızın, O’ndan (cc) yardım istememeksizin müridlere tek bir kelime etmez. Dili kalbe, kalbi ’a bağlar.
Ebu’n-Necib es-Sühreverdi: Dervişler, sözü ve sohbeti algılamaya hazır bulunmadığı sürece onlarla konuşmaz.
Müridin değişen halini görüp ona göre hareket eder. Umuma karşı konuşurken konuları genel boyutlarıyla ele alır.
2-Halkla beraber bulunduktan sonra kendini tefekkür zikir ve ibadete vereceği bir halvethanesi olmalı. Celveti halvetin himayesine alır.
Fetret devrinde (beş vakit) halkı irşadı ile faydalandıran şeyh, fazilet kazanır.
3-Kendinden irşad isteyenlere güzel davranması, hürmet ve saygıya layık şeylere karşı görevini yaparak mütevazi davranması.
‘İlk defa gelmiş müride, rıfk ve mülayemetle davran, ilimle değil’.
4-Müridleri sever, hastalık ve sıhhat halinde haklarını yerine getirir.
‘Onların irade ve sadakatlerine güvenerek onları asla terketmez’.
5-nefis terbiyesinde müride yardımcı olmak, sadakatlerine güven nisbetinde ruhsat sınırlarına kadar yapılanlara müsaade eder.
6-Müridlerinden kendisine gelecek, herhangi bir menfaat ya da hizmete müridin lehine olacağına inandığı müstesna, tenezzül etmez.
7-Müridden sadır olacak kusuru şahsını hedef alarak söylemez. Umuma konuşur, ‘Kızım sana söylüyorum; gelinim sen anla’ kabilinden.
8-Müridin keşf ve varidat gibi şeylerini korur, onu başkalarına anlatmaz. Müridin hal ve keşfini küçümsemez. Bunlara takılıp kalınmayacağını da izah eder.
Sadık ve samimi bir mürid, fasidlerle birarada bulunmaktan çok, salih ve iyi kimselerle bulunmakla bozulur.
Süleyman el-Havvas’a İbrahim b. Edhem gelir. Onu karşılamayacak mısın? denildiğinde ‘İbrahim b. Edhem’i karşılamaktansa, yırtıcı arslanlarla karşılaşmayı tercih ederim. Çünkü ben onu gördüğümde ona karşı en güzel sözleri söylerim. Nefsimin en güzel hallerini ona arzederim. Bu ise fitnenin ta kendisidir’. der.
Halvette toplumdan maddi bir ayrılış, uzlette ise manevi ve şuuri bir ayrılış vardır. Halvet asıl ve daimi, ihtilat ise geçici ve arızidir.
Ehli ile sohbet batıni gözleri açar, eşyanın hakikatına erdirir.
Arkadaşının işini önemseme samimi dostluğu gösterir.
Kaynaşan ve kaynaşılan insan ’a sevimli ve yakındır.
Uzleti tercih ülfet etme ve edilme özelliğini gidermez.
Bizim anlattığımız dostluk hemcinse karşı duyulan temayülden gelen ülfet ve ünsiyet değil, için ’la ve ’dan olanıdır.