Konu: OSMANLI TARIHI SULTAN ABDÜLMECİD HAN DONEMI Salı Ocak 20, 2009 8:11 pm
SULTAN ABDÜLMECİD HAN
Babası: Sultan II. Mahnıûd Han
Annesi: Bezm-i Âlem Valide Sultan
Doğum Tarihi: 1823
Vefat Tarihi: 1861
Saltanat Müd.: 1839-1861
Türbesi: İstanbul Fatih Y. Sultan Selim Camii Yanı.
Osmanlı Padişahlarının 31.si olan Abdülmecid hân, 2.Mahmud ile Bezm-i âlem Valide Sultanın oğludur. 3/şa-ban/1239-3/nisan/1823'de doğmuştur. Sultan 2. Mah-mud'un vukubulan irtihali üzerine taht'ı Osmaniye oturmuştur. Takvimler o günü 1/temmuz/1839 olarak gösterdiğinde Abdülmecid hân, 16 yaşından 2 ay, 28 gün almıştı. 15/zilhic-ce/1281-15/hazİran/1861'de 38 yaşında olduğu halde hayli genç irtihal-i dâr-ı beka eylemiştir. Yavuz Sultan Selim Camiinde yaptırdığı türbeye defnedilmiştir. Hermn kayd edelimki yaptırdığı türbeyi görmeğe gittiğinde bakmışki cedd-i emce-di Hz. Yavuz Selim'in türbesinden daha yüksek bir türbe inşa olunmuş! Bunun üzerine derhal türbeyi kısalttırmayı emir etmiştir ve bunun gereği yerine getirilmiş, türbenin bir bölümü yıkılmış ve Yavuz 'un türbesinden küçük olarak yapılmakla mütevazi padişahın emri yerine getirilmiştir.
Sultan Abdülmecid zamanında Arab bir şâir padişahın tahta çıkışını:
"Bir iki, iki delik,/Saltan Mecid oldu me/i/c"şiiriyeti içinde söyleyerek,tahta çıkış târihini böylece unutulmaz bir beyitle inşa etmiş Osmanlı edebiyatında şâirin adı değil amma beyit bakî kalmıştır.
Ahali arasında Abdülmecid hân'ın kız gibi denen çok zarif ve güzel bir çehreye mâükiyeti konuşulurdu. Ne varki bu gü-zeî adam çok genç yaşta başladığı içkinin öldürücü ve kahredici tesirini çok içmek münasebetiyle de haylice arttırmaktaydı. Hayatının sonuna doğru akşamları sızıp kaldığı, yardımla yatağına taşındığı rivayet olunur. Nargile tiryakiliği ve tebdili kıyafet ile ahali arasında dolşaması da pek bilinen hususdandır.
Kan dökmekten asla hoşlanmaz, savaşsız bir dünya biribi-rini seven lâtif insanlar âlemi arzu ede rek sulhseverliğini ortaya koyardı. Yaklaşmakta olduğu batı âleminin bizim gelenekleri mize ve bilhassa dinimize mugayir hâl ve ahvalini almakta gösterdiği müsamaha bir gurub müslümanın kendisini devirmek teşebbüsü için teşkilatlanmaları neticesine vardırmıştı.
Bu zevat yakalandığında muhakemeleri şimdiki Kuleli Askeri Lisesinde yapıldığından ve çıkan kararda bunların idamına hükm olunmasına rağmen, günümüzde bile riayet edilmediğini zaman zaman gördüğümüz, tasavvur hâlinde kalması, işe başlar başla- maz yakalanma yâni adem-i muvaffakiyet hâllerinde cezada tenzil gerekirken idama karar veriliyor ki nitekim Kuleli Mahkemesi heyet-i hâkimesi de böyle bir karar vermişse de, padişah, kendi insiyatifini kullanırken, adetâ mahkeme heyetine ders verircesine:
"Ortada bir katletme olayı, yok dolaysıyla katil de yok, hareket ise teşebbüse bile ulaşmamış, tasavvurda kalmış, cezalan sürgüne tahvil ediyorum" Demek suretiyle de düşüncesini tatbik alanına aktarmayı bilen merhametli bir insan olarak görülmüştür.
Merhum Reşat Ekrem Koçu; Osmanlı Padişahları adlı eserinde şöyle bir anekdot nakleder: "Altı asırlık hanedan'ın mübalağasız en nazik, çelebi hükümdarıdır. Babası Sultan 2. Mahmud'a karşı isyan etmiş bulunan Kaualalı Mehmed Ali Paşa bu genç padişahı cülus ettiği yıllarda ziyaret ettiğinde bir ihtiyarlık gafletiyle diye hitab etmiş fakat karşı-ândaki delikanlının bir imparator olduğunu derhal hatırlı-yarak ayaklarına kapanmış af dilemişti.Abdülmecid diz çöken ihtiyar valiyi ellerinden gayet zarifçe tutup kaldırmış, " Demiş bulunduğunu nakleder.
Sultan Abdülmecid; bir terakki-i hatveye yâni ileriye doğru, gelişmeye dayalı istikamete adım atmaya karar vermiş bir hanedan'ın evlâdı olduğunu idrâk etmiş bir şahsiyetti. Babası Sultan Mahmud'un gâvur padişah lakabı ile bazı ahali arasında anılması herşeyinle onu takip etmekten vazgeçirmedi. Bu da adetâ meşhur şâir Yahya Kemâl Beyatlı tarafından yazılmış bir şiirde, dediği gibi vazifeyi aldığı yerden kucaklayıp götürmesi bu mısrada adetâ müşahhas bir şekilde ortaya konuyor.
Abdülmecid Hân'ın devlet üzerindeki gölgesinin dâima hissedilen bir insan olduğunu Bu arada kimileri Damad Ahmed Fethi Paşaya neden ba-bıâlî'ye zıt gidiyorsunuz? Dediklerinde onun cevabı şöyle olur ki bu gün bile bir ders olarak kabul edilmelidir: "Ben babı-âlî'ye asla muhalefet etmek istemem. Lakin bilirim ki bu devlet beş kuruş borç ederse yanar! Bir kere borca alışırsa sonra Önü alınmaz! Düyuna (borca) mustağrak olur gider"
Yine aynı eserden aşağıda mühim bir alıntı yapmadan, Abdülmecid döneminde devlet ricalinin hizbinden biraz ön bilgi verelim. Sultan Abdülmecid'in sarayından emekli olunan bir ağa'ya, Fuad Paşanın Amedçjlik görevi sırasında ağaya ikiyüzelli kuruş emekli maaşı bağlanmıştı. Padişah bundan haberdar olunca hemen müdehale etdi. Çünkü bu muameleyi Reşid Paşa arzetmişti. Padişahın çözümü şöyle °ldu. Bu adam benim şahsi hiz-metimde bulunmuştur. Buna Maaş ödemede mâliyenin ne gibi mecburiyeti olabilir?
edikten sonra da maaşı ceb-i hümayundan ödeme yoluna 9'tmiştir. Şimdi bazıları derlerki; Efendim Abdülmecid vefat yeni padişah hayatı devam eden bu ağa'ya maaş emeye devam edermi? Dedikya; bir meşaledir devredilir n ele yeni padişaha vâris olan kardeşidir. Başka bir ha-an mensubu değildir. Yeni gelen eski padişahın böyle
devlete yük olmasın diye maaşı ceb-i hümayunundan vermesini yanlış değil, bilakis pek doğru bulup o istikamette gitmesini gerektirdiğini idrâk etmesi gerekirki, biz yaşadıktan sonra bu mütalaayı yapıyoruz, Sultan Abdülmecid'den sonra gelen padişah Abdülaziz Hân, böyle bir görevi memnuniyetle ifa eder düşüncesine kailiz.
Sultan 2. Mahmud'un vefatı esnasında makam-ı sadaretde Rauf Paşa bulunmaktaydı ve cenazeyi Divanyolu üzerindeki Köprülüler Kütüphanesinde beklerken bir atabey gibi kabullenilen Hüsrev Paşa ise Padişahın vefat haberine muttali olduğunda ilk işi serasker Damad Said Paşa'ya, asayişi muhafaza maksadına dönük olarak hemen İstanbul tarafına geçmesini emretti. Öte yandan da Vâlidesultan'ın köşkünde ikamet etmekte olan veliahd Abdülmecid'e tahta geçmek üzere hazırlanması haberini gönderdi. Hüsrev Paşa hem ilk biati yapmak istiyor ve bundan yararlanarak sadareti de ele geçirmeyi plânlı- yordu. Nitekim bu arzusuna da çok gecikmeden nail oldu. Eski sadrıazam Rauf Paşa, ahkâm-ı adliye'ye, serasker damad Said Paşa ticaret nazırlığına getirilirken, merhum padişahın yakın adamlarından olan Rıza Bey'e ve-zaret rütbesi verilerek Mabeyn Müşiri olurken, Muhimmat-ı Harbiye nâzın Ali Necib Bey, Valide kethüdası, boşalan mü-himmat-ı harbiye nazırlığına Deavİ nâzın Necib Efendi getirildi. Hacı Saib Efendi ise, Deavi Nâzın yapılırken, Dahiliye nezareti maruzat kâtibi Sekip Efendi, Beylikçi, Hariciye nezareti Maruzat kâtibi Mahir Bey amedçi tâyin olundular.
Makam-ı sadaretin Hüsrev Paşa'ya verildiğini bildiren hatt-ı hümayunda, "Umuru dahi üye ue hâriciye ve mesalihA mâliye ve askeriye velhasıl kâffe-i nezaret-i şâmile ile sadaret-i uzma ve vekâlet-i kübra makam-ı celiline bilâ istiklâl intihap ve tâyin edilmiş bulunduğu yazılıdır."
Abdülmecid Hân; bu sıralarda Mısır meselesi üzerinde mei yapmayı düşündüğü halde tahta çıkışı vesilesiyle vesileivle ortadan kalkmasını gaye hâline getirmişti. Hüsrev Paa'va ulaştırılan nutkunun bir bölümünde "Zât-ı şahanem, ibâd ve bilâd'ın asayişine halelden vıkayeten ue mücerred sefk-i dâmei müslimini siyaneten levazımı tabiyyeti ve feraizi ubudiyyeti kamilen icra olunmak üzere vukuat-ı mezküre kâin ül miken nisyanen mensiya ve mazi-i namazı hükmüne konularak, Mehmed Ali Paşa hakknda Mehmed Ali Paşa hakkında afv-u cemil ve seffah-ı bia dili padişahanem erzan buyrulmağın bu ahsen ve inâyet-i mülükânemin vâli-i müşarileyhe tebliğ ve tebşirine müsaraat olunsun" Demişti.
Şimdi bu ağdalı osmanlıcayı tabükî bizim neslimizin anlaması çok zor. Hele bizden sonrakilerin abdihabeş gibi bakacağını düşünürsek,ifadenin mealini vermekle iktifa edelim: "Ben kulların ue beldelerin asayişinin herhangi bir surette bozulmasından ve müslümanlara zarar verecek kötülüklerden korumağa gayret tabiiki vazifem olduğundan bundan böyle geçmiş ve üzüntü verici olayları unutma yoluna gidip, bizim valilerimizden olan Mehmed Ali Paşaya af ihsan ettiğimi bildirin" mealindedir.
Padişahın bu iradesi babıâlî kâtibi Akif Efendiye verilip, kendileri Peyk-i Şevket vapuru ile Mısır'a gönderildi. Orduy-u hümayun komutanı Hafız Paşaya da düşmanca tavırlardan çıkılması bildirilirken, Akdenâz'e yollanmış donanmaya da »en gitmemesi içinde Kapdan-ı Derya Ahmed Fevzi Paşaya haber gönderilmişti. Halbuki bu sıralarda ise, Hafız Paşa Ni-'P te meydana gelen meydan muharebesinde feci bir mağ-iubiyete uğramıştı.
u mağlubiyetin haberi Saraya ulaştığında yeni padişahın a akmasından dört gün sonra ulaşmıştı. Bu vaziyet karşısında da, 2.Mahmud'un vefatından önce bu habere muttali olmadığını çıkarmak kabildir. Donanmayı yöneten Ahmet Paşa gelen emri tatbike yanaşmadı. Mısır'a doğru yola devam etdi. Sebebi ise can korkusuna dayanmaktaydı.
Çünkü Hüsrev Paşa ile arasındaki burudet ondan korkmasına bu korku yüzünden de sığınacak yer aramaktaydı buna en yakın olarak Mehmed Ali Paşayı görüyor ve donanma yi da ona teslim ettiğinde bir ihanet irtikâb etmiş olacak ve karşılığında padişah ordusu nu yenen güce sahip bir valinin himayesine girmiş olacaktı. Ancak bu meseleyi kısacada olsa biraz izaha gayret edelim:
"Hüsrev Paşa; Çamlıca kasrında Abdülmecid'e ilk biati yapmağa ve bu yolla da sadareti ele geçirmeye muvaffak olmuştu. Bu, ara.da.da Donanmanın gelmesi emrini Ahmet Paşaya bildirmişti. Ahmet Paşayı ise Sultan 2. Mahmud sevmiş, kapdan-ı derya bu padişahın dostluğunu kazanmış idi. Bu arada da padişahın iyileşmekte olduğuna dâir haber taşıyan bir mektup almıştı. Bu haber üzerine Sultan Mahmud'a, Hüsrev Paşa aleyhine bir çok beyanlar yer atan mektup gönderdi. Kaptanpaşanın bu mektubu padişahın vefatı sonrasında istanbul'a ulaştı ve Hüsrev Paşa bu mektubu okudu. Zaten daha önce de Hüsrev Paşanın mevkii iktidar dan düşmesine yol açan bir mektup Sultan 2. Mahmud'a bu paşa tarafından yollanmıştı.
Aralarında geçen bu olay şimdi bambaşka bir neticeye varmıştı. Donanmayı İstanbul'a getirmesini bildiren Hüsrev Paşa, bunun yapılmaması hâlinde hem rütbelerinden hem de vazifesinden olacağını bildirmişti. Bu sırada ise, M.Ali Paşanın af haberini bindiği Peyk-i Şevket adlı vapurla götürmekte olan Akif Efendi, yolu üstünde bulunan donanmanın yanına uğradı ve Ahmed Fevzi Paşaya mülâki oldu. Burada biteni yani Suttan Mahmud'un vefatını, Abdülmecid'in tahta çıkışını, Hüsrev Paşanın sadarete getirildiğini ve de Mısır Valisine af haberini götürmekte olduğunu bildirdi. Buda da,donanmanın daha öteye gitmesine lüzum olmadıda deyiverdi." Akif Efendi buradan İskenderiye limanına qitmek üzere donanmadan ayrıldı.
Yukarıdaki izahınızdan anlaşılacağı gibi Ahmet Fevzi Paşa; aid veya şaki olma yolundan birini seçme durumuna düşmüştü. Sırdaşı olan Osman Bey'e istişare için başvurduğunda vardıkları netice M.Ali Paşaya gitmek ona iltica etmek ve donanmayı da ona teslim etmek oldu. İstanbul'a gitmesi muhaldi,çünkü orada adaletden ziyade Hüsrev Paşa' nın kahredici gücü Ahmet Paşayı beklemekteydi. Bu hususda olaylar gelişirken, Fransa' da Lui Filip hükümeti şark âleminde te'si-rini güçlendirmek için yeni bir politik tarz geliştirmişti. Bunun neticesi olarak da M.Ali Paşaya gönderdiği bir murahhasla Nizip Zaferinin neticelerini devşirmesi için yürüyüşünü devam ettirmesi tavsiyesinde bulunurken, Amiral Lalend komutasında Fransa donanmasının bir gurup gemilerini Çanakkale Boğazı önüne ablukaya alıp, tıkamak suretiyle Ka-valah'nın oplu İbrahim Paşanın emri ne muntazır olduklarını belirtmekten çekinmiyorlardı. Yalnız Fransa şu değişiklikten bihaberdi, oda M.Ali Paşanın yeni padişah ile anlaşma yolu arayacağını ve bunu temin muvaffak olacağına emin olduğundan, avrupayı ve Rusya'yı bu işe karıştırmamak kararına doğru yol alıyordu. Üstelik Fransa'dan beklediği yardım, bu düşüncesi istikametini aşmamasıydı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN ABDÜLMECİD HAN DONEMI Salı Ocak 20, 2009 8:11 pm
Ote yandan İngilizler, donanmalarını Malta adası civarında volta attırıyorlardı. Bu gemilerden Vanguard isimli firkateyn, kalabalık bir müfrezeyle donanma-yı hümayuna refa kat etmekteydi. İngilizler, donanmamızın Mısır gemilerini tahrib ve M.Ali Paşayı mağlup etmek için yol alıyor zannediyorlardı. Bu esnada Amiral Lalend îyena adlı gemisiyle ortaya çıkmış hemen Kaptanpaşa gemisine durması haberini gönderdi. Peşinden de gemiye davet olunduğundan erkânı harbiyesiyle birlikte kaptanpaşa gemisine çıktı. Piyale Osman Bey amirali odasına aldı ve yukarıda arzettiğimiz, Ahmed Fevzi Paşanın do- nanmayı M.Ali Paşaya teslim etmek üzere yolda olduklarını pek kısık bir sesle İngiliz amirale kamarasında fısıldayan Osman Bey, böylece esrarengiz bir vazifeyi yerine getirmiş oluyordu. Anlaşılmayan husus, Ahmet Fevzi Paşaya-donanmayı asi Mısır valisine verivermesinden elde ettiği, Hâin lâkabının kaçda kaçı, Piyale Osman Bey'e de pay olarak ne düştüğü olmuştu. Bu gizli sırrın tevdiinden sonra amiral, kaptanpaşa gemisinden ayrıldı. Vanguar ise önde olduğu halde yola devam edilmekte ancak hedefin neresi olduğu bilinmemekteydi. Bu hususda Kâmil Paşanın Târih-i Siya-si'sinde şunlar yer alıyor: "Ahmed Paşa yaptığı haince harekatıyla artık ne yapacağını şaşırmış haldey ken düşüncesinde İskenderiye limanına gidip, donanmayı Mısır uâlisine şartsız tes-lim edip, MehmedAü Paşayı kendisine veiiiniğmet bilmek geçiyordu. Ancak M.Ali Paşanın bundan haberdar olmamasından dolayı İskenderiye limanına yaklaştığı esnada kale burçlarından donanmaya ateş edilmesi ve buna bağlı olarak hasara maruz kalmak korkusu taşıyordu. Rodos ci-oarında Kuş Adasına varışında yanında bulunan Osman Bey'in yardımıyla kendi kethüdası Hacı Şerif Ağa'yi bir korvet'e bindirerek durumu anlatmak gayesiyle Mehmed Ali Paşanın nezdine gönderdi. Bu arada da İstanbul'a cülusu tebrik için gönderilmiş bulunan donanma müsteşarı Muhsin Efendinin ardından, donanmada bulunan bazı komutanlar bu firar ve donanmayı teslim işine müdehaie ederler endişe-ule Ferik Mustafa Paşa gibi bir kaç kişiylde kaptanderya misine çağırıp, göz altına almışlardı. Bu arada da İstan-i ıl'dan dönen Osman Efendiyi bir Fransız vapuru Kaptan-a nemisine getirmişti. Muhsin Efendi de hâmil olduğu hatt-L hümayunu büyük bir hürmet ile açıp, Mehmed Ali Pasa İle anlaşma yapıldı diyerek cebine soktu. Daha sonra haylice soğuk bir sohbet geçti.
Bu konuşma esnasında Hizip savaşından bahsedildi ve Hâin Ahmed Paşa Osman Efendiyi diğer kimselerden ayrı tutma yolunu seçmiş ve kendisine uydurduğu komutan ve subaylarla istişareye lüzum görmeden yola devam etmiştir."
Mehmed Ali Paşa, Nizip vakasını haber almış durumdan elçilikleri haberdar etmişti. Hâin Ahmet Fevzi Paşanın yolladığı Hacı Şerif Ağanın, donanmanın Kavalalı'nın himayesi girmek üzere geleceğinide haber aldığından bunu da ecnebilere duyurmuştu. Yazdığı cevabı, kendi vapurlarından birisiyle yollayıp, gelen korveti de alıkoymuştu. Hüsrev Paşa'nın gönderdiği Akif Efendi'yi ise, verasetin sadece Mısır için olmasından dolayı geriye döndürmüştü. Hâin Ahmet Paşa do-nanmay-ı hümayunu sekiz kapak, oniki firkateyn, iki briyk ve etrafında manevralar yapmakta olan yirmisekiz parça Mısır gemisiyle geldi ve Hâin Ahmet Paşa karaya çıktı Kavalalı Mehmed Ali Paşanın sarayına çıkıpda ihtiyar ve asi valinin huzuruna çıktığında adetâ ayaklarına kapandı, tabasbuslara başvurdu. Kavalalı kendine bir donanma hediye eden hâine dramlarda bulundu ve kalacağı ikametgâha yolladı.
Kavalalı Mehmed Ali Paşa Nizip vakasını, Ahmet Paşanıner»dısine ilticasını Hüsrev Paşanın yanlışlarında ve kötülünde Oluyordu. Hüsrev Paşayı mevkii ikti-dardan düşür-için bir karalama kampanyası başlatmıştı. Durumu Vâ-esultan'a, Damad Halil Paşaya kadar duyurdu. Mesele pek mühim bir manzara arzediyordu. Ordusuz ve donanmasiz bir hâle gelmişti Osmanlı devleti. Düvel-i muazzama bu durumun farkına varmış demek safdillik olur, çünkü asiler ve hâinler zümresinin yol göstericisi onlar ve hempaları idi.
Defalarca toplantı yapan heyet-i vükelâ Mehmed Ali Paşaya Suriye'yi de verasete dahil etmeye karar almak durumuna gelmek üzereydi. Babıâli bu düşünceyi temerküz ettirirken, Fransa ile ingiliz b.elçiliklerinin baştercümanları babı-âli'ye gelerek, "Birlik olan beş devletin teklif ve aracdığından çıkacak karar beklenmeksizin ni hai yâni son kararlarını vermemelerini tavsiye ettiler." Bu tavsiye gerek Hüsrev Paşa da gerekse de babıâli ricalinin yüreğine su serpti. Babıâliye ertesi gün Avusturya hariciye nazır Kont Meternih'in imzasını taşıyan şu nota tercümanlar delaletiyle tebliğ edildi Nota'nın meali şu idi: "Aşağıda imzası olan bizler! bağlı olduğumuz hükümetlerden aldıkları talimata uygun olarak, beş büyük devletin Şark Meselesinde anlaşmış ve reyleri aynı olmakla iyi niyetlerinin yerine geleceğine inanarak yardımları olmaksızın adı geçen mesele üzerinde katiyyen her türlü karar almaktan kaçınılmasını babı âli'ye haber vermekle şeref duyduğumuzu belirtiriz."
Alınan bu notanın neticesinde, kendi valisinin asiliği yüzüğünden beş ecnebi devletin koruması altına girmiş bir hâlle karşılaşmış oluyorduki, işin burası Mehmed Ali'nin mânevi mesuliyeti açısından o kadar ağırdı ki uhrevi hayatı bunun hükmünden kurtulabilirini? Allah'ü âlem! Ama dünyevi olarak bir husus ortadaydıki buda Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile doğrudan ve başbaşa bir antlaşma artık hayal olmuştu. Mesele bir iç iş olmayı kaybetmiş, uluslararası alana sıçratılmış-tı.
Nitekim; İstanbul'da Rusya'nın tesir sahasını kaybettiğini .. İnailtere, Mısır üstüne dönüp, M.Ali diye Fransızlara "klenmek istikanetini tutturdu. Lord Palmerston; Mısır hükümetini küçültmek istiyor ve yazılıp tasdik-i şahaneden emiş veraset hattını da endişe ve memnuniyetsizlikle kabul etmekteydi. Bu bakımdan ve bu düşünce yapısından kaynaklanarak bir ültimatom gönderilmesini ve kabul etme-diâi takdirde aleyhine cebri vasıtaların kullanılacağını anlatan bir teklifde bulundu.
Bu teklife Rusya, Prusya ve Avusturya muhalefet etmediler. Fransa kabine reisi makamında olan Solet, sadece muhalefet etmeyip, Mısır'dan başka diğer vilayetlerinde veraset olarak Mehmed Ali'ye verilmesi lâzım geldiğini beyan etdi. Böylece de Londra ile Paris arasında siyasi gerginlikler tırmanmaya başladı.
Rusya; bu uzaklaşma siyasetinin kendine yaradığını memnuniyetle gözlüyordu. Buna bağlı olarakda, Burnof adlı bir diplomatını Londra'ya gönderdi. Bu adam, Çar'ın İngiliz hükümetine, Mehmed Ali Paşaya sonradan kabul ettirilecek şartlar hakkında aynı görüşte olduğunu ve müddetinin sona ermesine iki sene kalmış olan Hünkâr İskelesi antlaşmasını temdid etmeyip yalnız babıâli müracaat ettiği takdirde Karadeniz ve Boğazlarda yardım etmekte tek olarak kabul edilmesini diğer devletlerinde icâb ettiğinde donanmalarıyla korumalarını Çar, Sultan lehine silahlı müdehaleye girişecek olursa bunun bütün avrupa adına ve ona vekâleten yerine getirmiş şeklinde itibar edilmesini teklif ettiysede kabul ettiremedi. İngilterede vazifede olan Melburn kabinesi, Mısır ve Akkâ Paşalığının verese olarak verilmesini isteme niyetinde ulunuyorardı. Prusya ve Avusturyada, Fransa'ya aynı teklif-de bulunmuşlardı.
Demek ki bu teklifi iki ayrı kanada yaptıran güt; işin esasımı yoksa tek merkezli bir güçmüydü? Bütün dünya uluslararası meselelerde bunun cevabını vermedikçe bilinmeyen ve ele geçmeyen bir mekanizmanın oyuncağı olduğunu kabullenmek zorundadır! Ancak bu iki devletin müşterek teklifine ne Lui Filip ne de hükümet üyeleri sıcak bakmadılar. Fransızlar; İngilizlerin, İspanya'ya müdehale etmesinden vede Cezayir'deyse Emir Abdülkadir'e yardım etmelerinden haylice kızgındılar. Özellikle İngiliz/Rus işbirliğini ummuyorlardı. Bir tarafdanda, Avusturya ve Prusya'nın dostluklarına güveniyorlar, bu taraftanda ingilizlere karşı dayanıyorlardı.
Meşhur Baron Tiyers, İngilizlerle uyuşmak taraftan olmakla beraber, Mehmed Ali'nin gayretini de tasvip ediyordu. Fransızlar, ya hep ya hiç diyorlardı. Buna bağlı olarak Londra'daki sefirleri General Sebastiyani'yi yumuşak davranışları yüzünden geri çekip, yerine meşhur Gizu'yu b.elçi olarak gönderdiler. Maksat; Mehmed Ali Paşanın isteğini şiddet yoluyla yerine getirmek idi. Fakat mareşal Solet iktidar mevkiinde kalamadı. 1840 Martının 1.gününde Tiyers başvekil oldu. Bu seneler zarfında Fransa'nın gerek Cezayiri zapt etmek, gerek Mehmed Ali Paşaya yaptıkları yardımların ve arka çıkmalarının Osmanlı devleti aleyhine bir politikayı hızlandırdıklarını ispat eder görüntülerdir. Tabiiki siyaset alanında dostluklardan çok ülkelerin menfaatleri daha fazla önemtaşır ki bu ancak mütekabiliyete uygun düşer. Bunun dışına çıkıldımı biri diğerini yutuyor demektir.
Tiyers 1815'de Viyana'da Fransa'nın hissiyat aleyhine vurulan darbelerin acısını çıkarmak İçin Cezayir ile yaptığı savaşa haylice şiddet ve İnsanlık dışı fenomenler yükledi. Bu tarzı sergilediğinde İspanya üzerinde de tesirli olmaya yelken açtı. Tiyers bu arada ortalığı şaşırtmak için Saint Helen Adaından Napolyon'un gemilerini getirtti. Bu te şebbüs, Tyersin parlak politik hatalarından birini teşkil etdi. Fransızların hoppalığını arttırdı. 1815 darbeleri unutulurken Avrupa ülkeleri Fransa'yı göz hapsine alamadan da edemedi. Napol-von'un gemilerini almak hususunda Fransa'nın yaptığı müracaata Lord Palmerston'un nezaketle boyun eğmesi siyasetine vurduğu yeni bir darbe oldu. Bu vaziyetde iki siyaset ustası birbirine oyun oynamak için gülümser tarzda, yalanı içinde, birfai rinin gözünün içine bakmaktaydılar. Tiyers; dört devletten ayrılacağını açıkladığında, Palmerston Rusya ile esasa dair noktalarda hemen hemen aynı düşündüğünü ortaya koydu.Berlin, Viyana ile Paris kabinelerini Londra'da Mısır meslesini konuşmak üzere müzakereye davet etdiğini açıkladı. Fransa, Gizu'yu tâyin etmişti. Tiyers Londra müzakerelerinin Mehmed Ali Paşa için hayırlı olmayacağını kestirmişti.
Böylece avrupayı bir emr-i vaki karşısında bırakmak için müzakereleri sürüncemede bıraktırmaya çalıştı. Gizu' nun bulabildiği geciken vasıtalar ve bir de Osmanlı murahhaslarının müzakerede olmasıydı. Osmanlı murahhası Nuri Efendi; 1256/1840 senesi nisan ayında Londra'ya vardı. Derhal müzakerelerin tamamlanması için çalışan Avusturya ve Prusya murahhasları bir tarafdan İngiltere ile Rusya arasında tavassutta bulunabileceklerini aralarındaki meseleleri düzeltmeye yardımcı olmayı teklif etdiler. Mehmed Ali Paşaya, Mısır'ın veraseten, Suriye'nin ise kaydı hayat şartıyla verilmesini Fransa'ya bildirdiler.
iyers; Mösyö Gizu'ya açılmamasını emretti. Esas maksa-1 kendi adamları vasıtasıyla Mehmed Ali ve babıâli arasında y z ı olarak yürütülmekte olan müzakerelerin sonucunu alfstiyordu. Aynı zamanda Londra sefaretinde bulunan hariciye nâzın Mustafa Reşid Paşa ile Paris sefiri Fethi Paşa, Abdülmecid hân'ın tahta çıkması hasebiyle tebrik için İstanbul'a gelmişlerdi. Reşid Paşa Osmanlı devletinin en müşkü! döneminde hâriciye bakanlarına düşen işlere daldı. Fethi Paşada, Ahkâmı adliye âzalığına tâyin olundu. Reşid Paşa ise bu esnada Osmanlı devleti hâriciyesini düzeltmeğe çalıştığı gibi diğer taraftanda, Tanzimat-ı Hayriyye'nin ilanına dâir hazırlıkları bitirmiş, h.l255-m.l839 senesi şaban ayının 26. günü benim hesaplamama göre milâdi kasım ayının 5. gününe rastlamaktadırki, muteber târihlerde tanzimat fermanının okunması 2/kasim olarak geçer dolayısıyla şaban ayının 26. günü tavsifinde bir yanlışlık olabilir! Adı geçen günde Gülhane Meydanına bakan kasır'da hatt-ı hümayun okundu. Merasimde başda Sultan Abdülmecid bulunduğu hatde vekiller, ulemâ, devlet adamları, ecnebi elçiler bir çadırda ağırlanırken, binlerce sayıya varan ahali de toplanmıştı.Reşid Paşa çok yükseğe kurulu bir kürsüye çıkıp, tanzimat fermanını anlatan yazıyı yüksek sesle hâziruna okudu. Tanzimat Fermanı, yed-i vâhid yâ ni tekel olarak angaryayı kaldırmış olduğundan Mehmed Ali Paşanın idare usûlüne karşı yeni bir darbe olmuştur.
Hakikaten Gizu cevap vermiyordu. Aradan iki ay geçmesine rağmen müzakereler bir adım dahi ilerlemedi. Palmers-ton son teklifini bildirdi. "Mısır valiliğinin ve Akka Paşalığının yaşadığı müddetçe Mehmed Ali Paşaya verilmesi" Bununda cevabının ya evet yada hayır olmasını istedi. Bunlar olur-kende Hüsrev Paşa azlolundu. Hüsrev Paşa makam-ı şada-retden düşünce ve yerine gelen Rauf Paşanın makam-ı sadarete tâyini hakkında çı kan hatt-ı hümayunda "Selefin Hüsrev Paşanın ihtiyarlığı münasebetiyle devlet işleri- ne lâyıkıyla bakamadığı açık olup" kaydı vardır. Târih-i Lütfî dİyorki:
"Hüsrev Paşanın İhtiyarlığı münasebetiyle devlet işlerine lâ-nkıula bakamadığı açık olup, kaydı cevap verir. Târih-i Lütfi 'or ki; "Hüsrev Paşanın sadaretden infisaline sebeb tanzi-atı tıauriye aleyhinde bulıınmasıymış. Tanzimat, eski usül-n istiapdadiyeyi imha etmek için bir kanundu. Hüsrev Paşa oibi eski tarz düşünceyi savunanlar bu teklifin aleyhinde [diler. Azledildikten sonra yalısında oturması söylenerek ihti-lattan menedllmişti Bir müddet geçince besbellikİ muhalifi bulunanlar kendisinden emin olamadıklarından ve Kirca.lt takımından yalısında asker ve top bulunduğu dedikodusu dikkati çekmiş bulunduğundan bir gece sahilhanesi nizamiye askeri ile kuşatmaya alındı. Yalısının önüne getirilen bir vapura bindirilerek sürgün muamelesi uygulanıp Tekirdi-:-ğı'na gönderildi. Rüşvet maddesinden dolayı ahkâm-ı adliye meclisinden verilen kararda bundan böyle devlet hizmetinde bulundurulmamak tekaüde ebediyen sevk olunarak vezirliği kaldırılarak iki sene müddet için karakol altında tutulmak (emniyet-i umumiye nezareti gibi) ihtiyacı olmadığından almakta olduğu ayda altmışbin kuruşunun kesilmesi, alınan akçaların yâni rüşvetlerin yerli yerine geri ödenmesi rüşvet verenlerinde cezalandırılmaları kararlaştırıldı."
Tyers vaziyete kimsenin vâkıf olmadığını düşünüyordu. Fakat İstanbul'da bulunan İngiliz elçisi Pönsenbi ve Paris se-iiri Aponi, müzakerelerin esrarını anlamakta güçlük çekmediler. Bu cihetle Palmerstorj hazır sayılırdı. Suriye'de altun saçarak Mehmed Ali Paşanın aleyhinde olmak üzere ihtilâl yıkardı.
Londra dahi Fransa aleyhine çalışarak Rusya, Avusturya Ve Prusya'yı bütün bütün kendi anlayışına ortak kıldı. Meclis- elada irdirdiği karar üzerine Fransa'yı açıkta bırakarak a eme alınan antlaşmalar 15/temmuzda murahhaslar tarafından imza edildi. Bu antlaşmaların tanziminde Beyükçj Sekip Efendi murahhas idi. Yukarıda söylediğiniz antlaşma beş maddeden teşekkül etmişti. Fakat bu anlaşmaya bir de senedi münferid de ilâve olunmuştu. Bu senedi münferide ade tâ bir ültimatom kılığı taşımaktaydı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN ABDÜLMECİD HAN DONEMI Salı Ocak 20, 2009 8:12 pm
İlk maddesi: Mısır valiliğinin Mehmed Ali Paşaya ve onun sulbünden gelen evlatlarına vâris olmak üzere Akkâ valiliği ve komutanlığı ve Beriyetüş Şam bölgesinin güney tarafının yaşadığı müddetçe verilmesini hudud tahdidi ile gösterdikten başka Mehmed Alı Paşaya Osmanlı devletinin bir memuru vasıtasıyla bildirildiği günden itibaren on gün mühlet verildiği, Cidde eyaleti dahilinde bulunan mukaddes şehirlerden, Girid Adasından, Mısır ve Akkâ Paşalığına olan hududa dahil olmayan bütün Osmanlı beldelerinden çekilmelerini bildiren, gerek kara, gerekse deniz güçleri subaylarına verilen talimatı, gönderilen Osmanlı memuruna teslim eylerrîesi şart lannı âmirdi.
İkinci madde ise, Mehmed Ali Paşa on gün içinde Tanzi-matn getirdiklerini kabul etmediği takdirde, Akkâ Paşalığı idaresinin ölümüne kadar kendisine verilmesinden vazgeçileceği.
3. Madde ise Osmanlı devletine ödenmesi gereken vergilerin yazılacağı şekilde kararlaştıracağı.
4.madde: her iki şekli kabulde de Mehmed Ali Paşanın on günden yirmi güne kadar müddetin tamamlanmasından evvel donanmayı hümayunu müttefik devletler donanması kumandanları huzurunda Osmanlı devleti memuruna teslim etmesi.
5. maddesi Osmanlı devletinin antlaşma hükümlerinin bütününün Mısır ve Akkâ eyaletlerinde geçerli olup, her iki eyalette padişah namına vergi ve teklif etmek antlaşma tarihiyle ndi ve haleflerinin adı geçen eyalete masarif-i askeri, diğer susları ^are eylemeleri gibi hususları içine almıştır. Târih-i Siyasiye'ye göre: "her ne kadar Rauf Paşa makam-sadaretde bulunuyorsa da içişleri, hariciye nâzın Mustafa Resîd Paşa, hariciye işleri ise İngiliz sefir Lord Pönsenbinin himmetleriyle idare olunmaktaydı. Hüsreu Paşanın azli ve Fransa baş vekili Mösyö Tyers'in gizli talimatı üzerine Mehmed Ali Paşa Fatma Sultan'in doğumunun tebriki bahanesinle özel kâtibi Sami Bey'i İstanbul'a yollayarak, Fransa sefiri Pontova'nın sevk etmesi ile doğrudan doğruya sulha yanaşmak istemişse de, Reşid Paşa tarafından Osmanlı devletinin beş ortak devlete bu hususda taahhüdü olduğu bildirilerek Sami Bey'e yol gösterildi. Dört devletin kararını Mehmed Ali Pa saya tebliğ için gönderilen hariciye müsteşarı Sadk Rıfat Bey'in tebliğ esnasında paşadan aldığı cevap şöyleydi: Vallah, billah ve tallahi sahip olduğum araziden bir karış yer terk etmem. Eğer bana ilân-ı harp ederlerse Osmanlı topraklarını alt üst ederek harabesi üzerine kendimi defnederim."
Bu sözlerden sonra dört devletin konsolosları tarafından önce sözlü olarak daha sonrada yazılı olarak yapılan tebligatın tehdid eden yazıyı cevaplamada Fransa'nın yardım vaadine aldanarak gecikme yaptı. Konsoloslar ilk müddetin sona erdiğinde Rıfat Bey ile beraber gittiklerinde "Mülkü Allah (cc) verir, Allah (c.c) alır, ben Cenab-ı Hakk'a mütevekkilim ' dedi. İkinci müddetin hitamını bildirmeye gittiklerinde de, sinirli ve kızgınlıkla ilk düşmanlıkta İstanbul üzerine yürüyeceğini konsoloslara emniyeti olmaması hasebiyle Rıfat eY ile beraber çekilip gitmelerini beyan ettiysede konsolos-ar aaha on gün mühletleri olduğunu cevaben bildirdiler.
onunda Rıfat Bey İstanbul'a gelerek vaziyetleri anlatıp, med Alı Paşanın iki gün sonra kendisini davet verdiği
özel sulh antlaşması suretinide babıâli'ye arzetti. Önceleri İstanbul'da şeyhülislâmlık kapısında yapılan genel meclis toplantısında Mehmed Ali Paşa isteklerinden olanların reddine karar verilmiş hatta Akkâ Eyaletinin verilmesinden bile vazgeçilmiş, Sayda ve Beyrut sancakları ilhakıyla, Akkâ Eyaleti Akdeniz Boğazı muhafızı eski sadnazam İzzet Mehmed, Kudüs, Nablus ve Gazze sancaklarının ilhakı ile Şam Eyaleti Konya müşiri Hacı Ali, Halep Eyaleti Sivas müşiri Es'ad, Tarsus sancağıyla Eyaleti Ferik İzzet, rütbe verilerek Girid Eyaleti ve etrafındaki yerlerde beraber Girid muhafızı Mirmiran Mustafa'ya, Cidde eyaleti Bağdad'a katılarak, Bağdad Valisi Ali Rıza Paşalara verilmişti.
Mehmed Ali Paşanın ikinci mühleti geciktirmiş olmamasına uygun olarak 3. defa azliyle Mısır Eyaleti, Akkâ Valiliği yeniden İzzet Mehmed Paşaya verildi. Dört devletin konso-loslanda vâki olan kararı tebliğ eder etmez İskenderiye'yi terk ettiler. BeriyetüşŞam'da bulunan İngiliz konsolosu ile memurları "Mısır'da asker alınıyormuş" diyerek Cebeli Lübnan Mârunileriyle Dürzileri ayağa kaldırmışlardı.
Mösyö Tiyer's, Lord Palmerston'un mağlubu idi. Müttefik devletler donanmaları harekât-ı harbiye ve tazyiki'yeye başladılar, izzet Mehmed Paşa komutasında yeterli sayıda asker bulunduğu halde Kıbrıs sularına girilerek BeriyetüşŞam sahillerinde bulunan İngiliz ve Avusturya harp gemilerinin müştereken Beyrut'a yakın bulunan Cünye mevkiine asker çıkardılar. İngiliz ve Avusturya gemilerinden birer bölük asker, 1500 İngiliz piyadesi, 7/8bin civarında da Osmanlı askeri çıkarıldı. Beyrut topa tutuldu.
Bu esnada Mösyö Tyers kabinesi de harbçi niyetinin kurbanı olarak düştü. Londra sefiri Mösyö Gizu bakanlar.kuruluna başkan oldu. niaer tarafdan ise, Suriye ihtilâli şiddetini arttırmış, İbra-paşayı müşkül duruma sokmuştu. Cebeli Lübnan hâki- Mir Beşir'de bütün arzusunun hayatının tamamını lezzet-1 rle dolu ve dokunulmazlık bakımından teminat altına ala-aörnı umduğu Osmanlı devletine ve onun hükümetine İltica etmeyi seçti. Ancak bir zamanlar ordugâha gelmemesi, İbrahim Paşanın yolunu kapamış olduğu bahanesine dayanarak iki oğlunu yollaması, İngiliz amiral Estopford tarafından yapmış olduğu sığınma red edildi. Cebel'deki mal ve mülkü satılıp Mir Beşir'e verilmesinden sonra kendisine Malta'da ikamet izni verilmiş olup, onun boşalttığı ha-kimlik makamına oğlu Mir Beşir Kasım tâyin edildi.
Mir Kasım daha önce müttefikler ordusuna gelmiş ve Marebe denilen bölgede Cebel isyanına kumanda etmişti. Suriye'de meydana gelmekte olan vakalar ve bunlara bağlı savaşlar Mısır askerinin gurublar hâlinde mağlubiyete uğrayıp, bozulmalarına sebeb olurken, adı geçen savaşlarda başarılan ile dikkat çeken İngiliz gemilerinden birinin komutanı Sır Carls Napier, İbrahim Paşanın Şam yolun dan Baalbek'e ricat hattı temin maksadıyla Beyrut'un iki saat ötesinde bulunan Halas adlı bölgedeki kuvvetlerini, Mir Kasım'ın maiyeti ve Osmanlı askerinin meydana getirdiği kuvvetle dört saat içinde perişan edip sekizyüz esir aldı. İbrahim Paşanın firarı çok büyük zorluklar içinde kabil olabildi.
Bu çarpışmadan sonra Beyrut'da bulunan Fransız Süleyman Paşa evvelce İbrahim Paşa nın taleb ettiği yardım askeri götürmek isterken, mağlubiyetini işitmiş olduğundan, kendisini aramak için şehirde bulunan askerin yarısını alarak yola çıkmıştı. İngiliz amirali Beyrut ahalisinin ateş yakarak yapmış olduğu davetleri ve Süleyman Paşanın bırakmış ol-ugu Miralay Sadık Bey'in korkakça hareketleri üzerine şehri zaptetti. Bunun ar- kasından vaziyetten haberdar olan Süleyman Paşa hücum ettiyse de mağlubiyetden kurtulamadı. Bunun neticesi olarak Sayda, Sur şehirleri de ufak tefek savunmalara rağmen teslim oldular. Mısırlı kuvvetler elinde yalnız Trablusşam ve Akkâ kalmıştı.
Akkâ'ya yapılan dehşetli bir bombardıman sonrasında şehrin içinde bulunan cephaneliğinde patlaması İnzimam edince müdafaa diye bir şey kalmadığından teslimiyet mecburiyet hâlini aldı. Üçyüz adet top, bol miktarda erzak ve de üçbin kişi esir alındı. Bu ana kadar Mehmed Ali Paşa istikametinde hareket eden Fransa kabinesinin sükûtu yâni düşmesi, bu ana kadarda Mösyö Tiyers tarafından öncü harekât olmak üzere gönderilmiş olan Valeski'nin haberiyle beraber Amiral Napier'in İskenderiye önlerine gelerek bu şehri topa tutmasını bizzat beyan etmesi, hâttâ Napier'in büyük cesaretle gemiye binerek limana gidip, Mehmed Ali Paşa ile görüştükten sonra dönüşü esnasında Mısır askerinin savunma toplarından beş altı tanesini çivilemeleri, bir aydanberi cephede olan oğlu İbrahim Paşadan bir haber gelmemesi üzerine Suriye cephesinin günden güne vahim bir hâl almasına kaydığını, bilhassa Fransa'dan aldığı son cevapda gelinen yeri Târih-i Siya si adlı eserin anlatımı ile nakledelim: "Fransa'nın kendisini leimâne (alçakça) terk ettiğinin tahakkuk etmesi üzerine Amiral Stopford'un ikinci yazısını alınca hakiki bir müslüman saflığı içinde başını eğip teslimiyet gösterdi. Bu kabulleniş üzerine tebliğin yapılması üzerine tebliğin yapılması İçin Meclis-i Ahkâmı Adliye azasından, Bahriye eski müsteşarlarından Mazlum Bey ile Osmanlı devleti hizmetinde bulunan İngiliz kaptan Valker, Yaver Paşa unvanıyla amiral tâyin olunup, teslim-i donanma-ya memuren Mısır'a gönderildiler, Mehmed Ali Paşa donanmayı teslim etdi. Bu oa-
7İuet karşısında müttefik devletler tarafındanda kabul ve tasdik edilen imtiyaz fermanı verildi. İmtiyaz fermanı Deavi Nâzın Said Muhib Efendi eliyle Mehmed Ali Paşa'ya gönderildi. H l257/m.l841. Beriyetüş Samda bulunan İbrahim Paşa, Halas bozgunu üzerine toparlanıp, kavgasına devama çalış-ttusada, Akkâ ile kesilmiş bulunan gerek haberleşme imkânı nerekse ricat yolu buna fırsat vermiyordu. Zahle mevkü ise Emir Kasım tarafından ele geçirilmişken, Havran ahaliside aleyhte hareket içindeydi. İbrahim Paşa Havran isyancılarını Havran ovasında yendiği savaşda pek kan dökücü davranmış esir aldıklarını dahi İdam ettirdiydi Daha sonra Şam'da toplanabilen Mısır Ordusunun sayısı 25 bin nizamiye, 35 bin başıbozuk, 3 bin süvari ve 200 adet topla kendini gösteriyordu. İbrahim Paşa bu mevcudla iş göreceğini biliyorsa- da ahalinin isyanı, teşkilâtı askeriyenin noksanlığı bilhassa kaçış yâni ricat yolunun Akkâ istikametinde kesilmiş oiması zahire azlığı şaşkınlığı içindeyken, babasından da dön emri geldiğinde yola çıktı. Bu dönüşü Süveyş yolu üstünden ve karışık bir halin yapısı içinde gerçekleştiğinden ve haritasız dönüşünden dolayı mevcud kuvvetini dörtte bir nisbeünde kaybetti. Mısır meselesinin sona ermesi münasebetiyle hariciye nazın Reşid Paşaya bir madalya verildi. Donanma İstanbul'a dönerken kapdan-ı deryalık görevîde Çengeloğlu Tâhir Paşaya tevcih olundu."
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN ABDÜLMECİD HAN DONEMI Salı Ocak 20, 2009 8:13 pm
Târih-i Lütfi'ye göre: "Devlet-i âliyede diplomasi usûlünü koyup kurmaya çalışan Reşid Paşa, avrupa devletleri arasında bir ittifak hasıl edip de Mısır meselesini hâl ve düzeltmeye rnesai sarf etmekteydi. Eakat bunu Tanzimat-ı Hayriye fermaına bağlayarak becermek ve iki işi bir arada hal yolunu ter-etmişti. Kabine deyer alan nâ zırların çoğu, Reşid Paşa-koymak istediği tarzdan hoşnud olmayıp, ancak Mısır meselesinden sonra muvafakat etmişlerdi. Mustafa Reşid Paşa tanzimat fermanını kaleme alıp Gülhane Meydanında okudu. Arkasından aurupa devletleriyle yaptığı ticaret antl-şamasında Mısır Valiliğinin diğer eyaletlerden fazla bir imtiyaz taşımadı- ğını yazdırmıştı. O sıralarda osrnanlı ülkesinde yed-i vâhid usûlü geçerli olduğundan, bundan hazineyede büyük gelir akacaktı. Adı geçen ticaret antlaşmasının ortaya koyduğu serbest ticaret hasebiyle maliye kasası bu gelirden mahrum olduysada Mısır'ın üzüntüsü daha da fazlalaşmıştı. Reşid Paşa bu sıralarda yine azledildi, Vezi riazam Müsteşarı Rıfat Bey, vezir yapılarak hâriciye nazırlığına tayin edildi. Bir kaç gün sonrada babıâli'ye gelen hatt-ı hümayunda Tanzimat rejiminin uygulanmasını temin için seçilmiş memurlar meselesine dâir husule gelen karışıklığın mühimliğini surdan çıkarmak mümkündür. Bir vali veya memur, herhangi bir görev yerine vardığında artık hergün İstanbul'dan ge-ken her zarfa dikkat ederek üzerinde sabık lafzı yer alıp almadığına bakmadan zarfın mazrufuna yâni içine bakamaz olmuştu. Durumu böyle olan bir vazifelinin bulunduğu yerde yarınından emin olmaz olarak, heran göçecek gibi meselelere el atar, idareyi oranın sözü geçen kimseler ve hanedanının te'şirine açık hale getirirdi. Mustafa Reşid Paşanın mevkii iktidardan düşmesi yine Mısır meselesi yüzünden oldu. Çünkü;verilmiş bulunan imtiyaz Mısır'ı diğer valilikler sanki aşağı mertebeye indirmişti. Bu imtiyaz içinde yer alan M.Ali Paşanın evlatlarının hangisinin vali olacağı padişahın seçimine kalmış, gelirlerin icâb eden kısmının verilmesi şeklindeki maddeler Mısır valisi Mehmed Ali Paşanın itirazlarına mâruzâtı. Hafifletilmiş olduğunu gösteren şartların hâli, duruma uygun görülmediği, halbuki Londra Konferansında, düzenlenen protokolün imzası, Mehmed Ati Paşa tarafından fermanının kabuluna bağlı olması yönünden mesele- tekrar keşmekeşliğe düşmesi ihtimâli çoğalmıştı. Rıfat hariciye nazırı oluşunun akabinde yaptığı bir dizayn ., Mısır verasetini, büyük evladdan diğer büyüğe geçmesi '-zina bağladı. Askeri rütbelerin vali tarafından miralaylık ani albay'hk rütbesini verebileceğine rapt etdi. Senelik verisinin 40 milyon kuruş olması takdir olunmuştu. Hükümranlık haklarına aid olan şartlarda biraz daha ağıdaştırıldı. Her yeni vali tâyininde ferman çıkarılması, teşrifat merasimleri için vâli'nin İstanbul'a gelmesi, Mısır ordusunun 18 bin kişiden ibaret olması ancak savaş döneminde padişah 'midesiyle çoğaltılabileceği, giyilecek askeri elbise ve darb olunacak paranın Osmanlı devteüninkine benzer ve uygun olması, denizcilik alanında savaş gemisi yaptırması hususunda selahiyeti olmadığı, Mekke ve Medine'nin zahiresinin eskisi gibi yine Mısır'dan gönderilmesine devam olunması şartları tesbit olunmuştur "
Mustafa Reşid Paşa, avrupalılarla bir araya gelmekten çok hoşlanıp, karantina usûlünü desteklemekteydi. Bu gibi yeniliklere eğilimi bazı mutaassıb kimselerde bu davranışlarından hoşnud olmadıklarından ona (kelime olarak mânası, dikkatsiz mânasına geliyorsada, burada kullanılmasında maksad, din'e dikkatsizdi demek anlayışını belirtmek 'Cindir. Halbuki; merhum Ahmed Cevdet Paşa, Reşid Paşanınranıazan günü akşama kadar beraber olduktan sonra iftar yapar yapmaz, akşam namazını edâ ettikden sonra evradını
Çıkarıp okuduğunu görünce üstelik ehl-i târik olduğunu kızı ma Aliye Hanıma anlatmıştır. Biz; Fatma Aliye Hanım'ın eme aldığı "Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı" adlı eserini hazırlayıp, Pınar yayınlarından neşre sunduğumuzda adı geçen eserde yukarıda anlattığımız meseleyi bulmuştuk ve bu sağlam bilgiylede, sayfamızı süslemiş olduk.) olarak bakarlardı. Padişah Sultan Mahmud'un damadı Fethi Paşa, Reşid Paşa ile hem fikir olduğundan o da ahali arasında ayıpfanan-lardandı. Öte yandan, ülkenin her tarafında başına buyruk gezmeye alışan memurlarda sistemin yâni tanzimat'ın bağlarıyla eski hallerini yaşayamadıklarından dolayı memnun değillerdi durumdan. Bir de, Mısır'daki veraset meselesine, Reşid Paşanın kaleme aldığı fermanda senede 80 bin kese Mısır tarafından devlet hazinesine vermesini amir maddesi, ayrıca Osmanlı devletinin bir defterdarıda mezkur yerde bulunması ve gelirleri Osmanlı devleti nâmına alırken,asker ve memurların maaşını padişah adına vermek şartlarını koymuştuki bunu Osmanlı hâkimiyetinin devamını temine gayret olarak nitelem k gerekir. Bilhassa bu defterdar meselesinden Kavalalı Mehmed Ali Paşa çok şikâyetçiydi. Bunun değişmesi için Reşid Paşaya fevkalâde büyük bir meblâğı ikramiye-rüşvet karışımı olarak arz etmişsede Buna asla Reşid Paşa eğilim göstermeyerek, tekid yazısıyla ayrıca bunda ısrarlı olduğunu bildirdi. Ne varki; Kavalalı Mustafa Reşid Paşayı azlettirmenin bir yolunu buldu. Reşid Paşayı hâriciye nazırlığından infi-sal ettirip, Edirne'ye vali tâyin ettirdiği bilinir.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Girid'de Rumların İhtilâli Salı Ocak 20, 2009 8:14 pm
Girid'de Rumların İhtilâli
Yunanlılar; 1257/1841'de Girid'de ihtilâl teşebbüsüne geçtiler. Hemen donanmayı hümayun Çengeloğlu Tâhir Paşanın atik davranmasıyla Ada'yı abluka altına alıp, dışarıya çıkışı ve girişi kontrol altına aldı. Ada'larda böyle tedbirler alındığında ordaki başkaldırmaların Önlenmesi nisbeten kolaylık arzeder. Bu sırada Girid'de vali olarak vazife yapan Girid-itafa Nail Paşa da donanmanın tedbirlerine ada içinde al-- tedbirlerin eklenmesiyle teşebüs rahatça bastırıldı. Etterya cemiyeti adlı, yunan megalo ideasınm mecnunu kilat burada bu teşebbüsleri yaparken, Memleketeyn yâni p manya'da da bu tür melanetlerine devamdaydı. Sırplar ve Rulaarlar da bunların te'sir sahası dışında kalamıyorlar oralarda da isyan öncesi ihzari çalışmaları dikkatli bir idarecinin sez memesi kabil değildi. Fakat bunlar olurken Diyaribe-kir'de bir karışıklık çıkması ve bunun bastırılması sağlandıy-sada, çıkması pek manidar idi!
Osmanlı payitahtında iki büyük isim ve bunlara bağlı guruplar, adetâ bir günümüz parti lerini andırır haldeydiler. Birisi eski sistemin devamında musir olan Rıza Paşa ve arkadaşları, diğeri ise tanzimat fermanını kaleme alıp okumuş bulunan Mustafa Reşid Paşa ile arkadaşları idi. Edirne valiliği görevine gitmekten temaruz eden Reşid Paşa, ne yapıp yapıp Paris b.elçiliğine kapağı atmayı becerdi. Paris b.elçimiz Nuri Bey geri çağrılmıştı.
Bu olayda padişahın Mustafa Reşid Paşayı tam olarak bı-rakmadığınında bir ispatı sayılsa gerektir. Mevcud sadrıazam Rauf Paşa, yukarıdaki iki mühim tesir odağından birini teşkil eden Rıza Paşanın tesirinde kalmaktaydı. Dolaysıylada Rauf Paşada eski tarzın mensubu olduğundan Reşid Paşaya pek taraftar değil hâttâ kızdığıda bir vakaydı. Bu sıralarda sadarete izzet Mehmed Paşa getirildiki daha önceki sadaretinin aynı başarısının binde birini gösteremedi İzzet Mehmed Paşa. •Side Hâriciye nâzın Rıfat Paşayı azil ve Sarım Paşayı bu göreve getirmesi oldu. umulur ki bu halef-selef kılmanın al-In a, Rı fat Bey'in, Paris b.elçiliğine, Mustafa Reşid Paşayı taymde, müsbet hissesi olduğundan mıdır? Allahuâlem! Hemen ilâve edelimki eski usûlü beğenenler bu icraatdan pek memnundular.
Her ne kadar; Hassa müşiri Rıza Paşa, askerlerin nizami usulde tâlim yapmalarına gayret gösteriyorsa da, lâzım gelen disiplin henüz oturtulmamış idi. Hâttâ; Yemen üzerine sevk edilen Kütahya ve Afyonkarahisar Redif askerlerinin bir bölümü ellerinde silahlan olduğu halde memleketlerine kaçma yoluna sapmışlardı. Bunlar yakalanıp mahkemeye verildiler. Haklarında çeşitli cezalar tatbik olundu. Bu arada da-Cebel-i Dürz'de karışıklıklar husule geldi. Bunlarda eli görülen Mir Kasım azledildi. Yerinede Macarlı Ömer Paşanın gelmesiyle birlikte karışıklıklar yerini apaçık bir isyana dönüştürdüyse-de, Paşa kendini gösterdi ve ortalık süt liman oldu.
Tanzimat nizamının tatbiki yönünde uyulan iyi niyete dayalı davranışlar sadece mutaas şıpların çatmasına değil, gayrimüslimlerin de düşmanlığını üstüne çekmekteydi. Hatt-ı hümayunda yer alan eşitlik ilkesi, bir yönüyle şımarıklık getirirken, reaya hukukundaki gayri müslimlere aid müthiş avantajlar bu yeni nizamla ellerinden alınmış oluyordu. Ancak bizim söylediğimiz bu eski hukukda daha geniş olan gayrimüslim haklarının İleride olması resmi ideoloji tarihçileri ve avrupah tarihçiler tarafından es geçilir ve İmtiyaz isteme hususunda ecnebilerin azınlıkları teşvik ettikleri olurdu. Bunların başında da Rus Çarı Nikola, Osmanlı ülkesinde yaşayan Ortodokslara hami, yâni koruyucu olma rolüne soyunmaktaydı. Böyle bir soyunma avrupa ortasından başka bir sesi yükseltti. Bu da katoliklere hâmilik yapmak istediğini ortaya koymaya başlayan Fransa idi. Bunları gören; protes-tanlarda, İngilizlerin kapısını çalmaktan kendilerini alamamışlardı. Artık, dini meseleler dünyanın bütün siyasi mahfillerinde mühim siyasi kozlar olarak algılanmaya başlamıştı.
Fransa ihtilâlinden yarım yüzyıl geçmesine rağmen Fransa ıaVîkliğin gereği olarak katoliklerin hâmiliğine soyunuyordu? İste- buna akıl erdirmek zor olmalı! Bunların altını kazıdığı-' nızda Papalık ve siyonizm ile masonluğun dünyayı karıştırması plânı için de büyük rolleri olduğunu anlamamak kabil değildir. Papazlar ve manastırlar ile tiyatro trupları bu işleri harekete geçiren beşinci kol faaliyetleri olarak istimal edilmiştir.
Meselâ: Ruslar; 1255/1839'da Sırbistan Kenzi, Miloş'dan memnun olmadıkları için onu tahtından kaçırmaya muvaffak oldular. Mihal adlı birisini, Kenz olarak, ahaliye kabul etttir-meyi başarmışlardı. İki yıl sonra Mihal'de devrildi. Mihal'in zalimlikleri, cinayetleri ahalinin boğazına gelmiş ve defetmiş-lerdi. Kara Yorgi ailesinden Aleksandr adlı birisinin başlarına Kenz olarak geçmesinde ittifak ettiler. Bunun sonucunda Sır-bistanda, Obronoviç hanedanı ile Kara Yorgi arasında bir sürtüşme çıkarken, Rusya ile Avusturya arası şeker renk ile boyandı. Sırplılar ise, kendi yaşadıkları duruma bakmayıp, Bulgarların da aynı zorlukları yaşamasını temin içinmi! Yoksa Osmanlı nüfuz alanında karışıklıklar artsın diyemi onlarıda tahrikten geri durmuyorlardı.
Bu hareketlerin çoğalmasıda, Osmanlı askeri ve mülki tedbirleri alınca bilhassa Miş'dekileri bahane eden Rusya müdehale yolu aramaktaydı. Buna inzimamen, Arnavut-luk'un daha ziyade Gega (Gegalar müslümandır)'!arın bulunduğu belgede bir isyan emaresi görüldü. Tabii isyanı bastırmaya vazifeli olanlar başalarındakileri ve şakileri tarumar ettiler. Sağ yakaladıklarının ellerini kollarını bağlayıp, İstanbul'a götürdüler.
Tanzimatin ilânın peşinde, geçen beş-altı yıl zarfında askeriye de yapılan tanzimin dışında umulan terakkiye yâni ilerleyişe tesadüf edilemedi. Erbab-ı dâniş yâni ilim adamları bunu ülkenin ve bilhassa, islamların cahilliğine bağlıyor, böyle olanların sistemin tatbikatını engellediklerini ileri sürüyordu. Ancak yukarıda geçen mübalaat kelimesinin mânasına muhalif olmayan davranışlarını sergilemelerinin, sebeb-lerden birini teşkil ettiğini bir akledebilselerdi!.
Tanzimat-ı Hayriyenin ilânından altı yıl sonra Sultan Ab-dülmecid Hân, 1261/1845'de babıâli'de târihi ehemmiyeti hâiz bir nutuk irad etmek mecburiyetinde kalmıştı: "Menba-ı ilim ve fünûn ue mehaz-ı maarife nede sanayie numune olan, mekâtib-i lâzime icad ve inşası, indi şahanemizde ikdamı ömür addolunmakla, memalikin münasib mahallerine iktiza eden mekteplerin tanzimiyle, terbiye-i âmmenin çâresine bakılsın" demişti.
Tanzimat yavaş yavaş inkişaf ediyordu, ülkenin her tarafından sözü dinlenir, düşünceleri kıymet taşıyan insanlar İstanbul'a davet ediliyor veya yazışma suretiylede fikirleri ve görüşlerinede baş vuruluyordu. Meclisi-i Vâla vilayet meclisleri kuruluyor, imâr hususunda da Meca!is-i İmariye adıyla Anadolu ve Rumeli cihetlerinde, askeri, mülki ve ilmiye ricalinden meydana gelen komisyonlar teşkil edilmekteydi. Bölgelerinin ihtiyaçlarını yol, köprü, liman gibi tesbit eden bu komisyonların raporları İstanbul'a gönderildiği, burada ise önce bir furya hâlinde tetkik edilirken, daha sonra bunlar bırakılma talihsizli ği yine yaşandı. Trabzon, Erzurum, Bursa ve Gemlik yolları gibi büyük masraf gerektiren yapımlar tamamlanamadı.
Dahili işlerimizin merkezini siyasetde dahil olmak üzere, Mabeyn Müşiri Rıza Paşa eline geçirmişti. Valiler ve diğer görevliler onun işareti alınmadan vazifelerine başlayamıyorlardı. Bizim 1980 sonrasında çıkarılan güvenlik soruşturması, batı çalışma gurubunun koyduğu şerhler gibi idi. Mahalle mekteblerinin ıslahı ise pek müşterek hususdan olduğundan dolayı orayla ilgili tedbirler birbiribirinin ardından tatbike konuyordu. Mekteb-i Harbiye'ye talebe yetiştirmek için Mek-teb-i İdadi açıldı. Bu mekteplerde, Arapça, Fars ça ve Türkî lisanlar öğretilmesine pek önem veriliyordu. Cihan Seraskeri Rıza Paşa diye anılan Hasan Rıza Paşa ile Mâliye nâzın Saf-veti Paşa azledildiklerinde bu işler aksa maya başladı. Bu azilleri, Mustafa Reşid Paşa taraftarlarının üstün gelmesi diye saymayı yanlış bulmayız. Ancak hemen ilâve etmeliyizki, Üstad Ahmed Rasim Bey, değerli tarih çalışmasında bize şunları aktarıyor: "Yükselmiş olduğu mertebe o kadar büyükmüşki, azıl haberini duyanlar biribirine hem de kulaklarına 'haberiniz varmı? Serasker azl olmuş, sakın benden duymuş olmayınız' sözünü fısıldariarmış. Kibir ve azameti o kadarmış ki alaylarda yâni resmigeçitler esnasında müşirleri arkasından yürütüyor, yerinden ktmıldamaksızın mülkiyenin tanınmış kimselerine ve askeriyeye ayağını öptürürmüş. Bu iki makbulün azl edilmesi onların kadrosunun hayli üzüntüsüne sebeb oldu." Demekte.
Yine yüzümüzü Şark tarafına döndürdüğümüzde, Hariciye nâzın Sekip Efendinin Cebel-i Dürz gailesini def etmek maksadıyla bizzat Beyrut'a gitmek suretiyle vekâleti, Meclis-İ Vâla azasından Londra eski sefirimiz Ali Efendiye (daha sonra paşa oldu) verdi. Az zaman sonra Sekip Efendi Hariciye nâ-zırhğndan azledilip, yerini Mustafa Reşid Paşaya bıraktı. Şimdi biz atide yâni aşağıdaki satırlarda Cebel-i Lübnan Meselesi hakkında bir miktar bilgi vermeye çalışalım:
"Mısır meselesinin sonlarına doğru, İngilizler Cebel hâkimi Mir Beşir'in kendilerine sığnmasına rağmen bunu hoşça görmiyerek Beşir'i Malta'ya sevk etmişlerdi, yerine hakim olarak geçen Mir Kasım, muktedir bir kişi olmadığından Lüb-nanı gereği gibi idare edemediğinden anarşinin artması ue karışıklık çıkmasına sebeb olduğu görüldü. Bu sıradada Ak-kâ'dct vali olan Mehmed Selim Paşa, yeni nizam tanzimat gereklerine uygun olarak, Cebel'deki meucud cemaatlerin sözü dinlenir adamlarından bir meclis teşkil ettirdi. Hakim bu meclisin reisi oldu. Mısırlılar, buranın ceza faturasını hayli yüksek tutmuşlardı. 1257/1841'de ahali öde dikleri vergilerin bir tenzilata tâbi tutulmasını istemişlerdi. Ancak devletin kasasında yetersizlik hayli çok olduğundan bu arzuları yeri-ne getirilemedi. Dürziler bunun üzerine çeteler kurup hristi-yan köylerini yağma edip, yakıp yıktılar. Katliamlara baş Durmaktan içtinab etmediler. Mir Kasım'ı Dayrül Kamer'deki ikametgâhından alıp, sokaklarda sürüklediler. Selim Paşa bir vali sıfatıyla teskin edici beyanlarda bulundu, nasihatler etdl. Ancak kâr etmediği görüldü. Bunun üzerine te'dip hareketlerini başlatmaktan kendini alamadı. Bu arada da Fransa ue İngiltere bu olaylarda biribi /iletine rakip oldular ortalık alevlendi. Şehrin diğer konsolosları işe karışmadan duramadılar.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN ABDÜLMECİD HAN DONEMI Salı Ocak 20, 2009 8:15 pm
Sonunda Avrupalı Beş'lerin tavassutu geldi. Serasker'in başkâtibi Netayic-i Vukuat adlı mühim târih eseri sahibi Mustafa Nuri Paşa Lübnan'a gönderil mek zorunda kalındı. Nuri Paşa ilk iş olarak Mir Beşir Kasım'ı azledip, Mirliva Macarlı Ömer Paşayı getirtip, oraya emir olarak tâyin eldi. Bunun fazla bir faydası olmadığından, son çâreyi Sayda valisinin koyacağı maktu vergi ve biri Maruni, diğeri Dürzi iki kaymakam tayinine karar verildiysede, bundan da umulan elde edilemedi İngilizlere istinat eden Dürziler, Fransa'ya da-yanan Maruniler çarpışmaları hızlan dırdılar. 1259/1843-1260/1844 seneleri cidden buradaki çatışmaların büyük zarara maruz kalındığı zaman dilimi olarak anılır. Hristiyanların mal ve mülküne Saldırılar bir yağmaya dönüşürken, İki tane Fransız manastırı basıldı bir papazında hayatına kastedildi Bu olaylar üzerine yine beş devletin elçisi babıâll-nin kapısını çalarak sıkıştırma metoduna başvurdular. Bü-tüb bunlar olurken hariciye nazırı Sekip Efendi yeniden Beyrut'a gitmek zorunda kaldı. Şeklp Efendi 1261/1845 ramazan'ında ilk tedbirlerden olmak üzere Cebel'de bulunan ve oradaki anarşiyi engellemede kullanılan kuvvetleri, ecnebi teba mensuplarına bir zarar gelir endişesiyle Beyrut 'a getirme çabalarına ağırlık verdi. Cebel'literin itiraz etmelerini beklerken ses umulmayan yerden geldi Fransız konsolosu Pojc, sesini yükseltmiş bir bir itirazları sıralamaktaydı. Onun uzantısı olan babıâli'deki Fransız b.elçisi Borçuney'de ağzım açmaya hazırlanıyordu. Hâriciye nazırımız Sekip Efendiye yapmış olduğu teklif dolay siy la, ikametgâh ve işyerlerinden, . uzak kalacak olan, Fransız tabiyetindeki kimselere tazminat verilmesini, öldürülen Rahip Şaıi'm katili olan Şeyh Hamud Nekid'ln der hal cezaya yaptırılması, yağma edilmiş bulunan iki manastırın uğradığı zararların tazmini taahhüd edilmeyecek olunursa hemen elçiliği terk edip boğaz içinde bulunan ikametgâha geçip, devletinin vereceği talimatı bekleyeceğini bildiren bilgiler göndererek anarşik davranışlara girişti "
Biz babıâli'yi Fransızların bu reaksiyonlarıyla başbaşa bırakıp, Dayrül kamer'de yapılanla ra bir göz atalım. Sekip trendi, Arabistan ordusu kumandanımız Namık Paşa i!e istişarelerde bulundu. Bu toplantıdan çıkan karar, ahali elindeki sı'ahlardan arındırılmalarıydı. Bu kararda hemen kuvveden fılle Çıkarıldı. 1260/1844 yılına kadar karışıklıklarda rolü ve eli bulunanlar bir affı umumi ilan olunarak ceza durumu ortadan kaldırıldı.1257/ 1842'deki karışıklıklarda yağmaya uğramış olanların zararlarının tazminine bundan böyle her taifenin gelirlerinin kendi vekilleri ile idare edilmesine karar verildi. Bahse konu karar hemen arabçayada tercüme edilip kaleme alındı, neşr ve tamim olundu. Ahalideki mevcud ruhi sıkıntı ile birlikte, konsolosların müdehalaye hazır olmaları Sekip Efendinin, ıslahatın tatbike sokulması hakkında enerjik davranmasını sağlamaya yaradı.
Hemen 24 tabur nizamiye askerinin yanında bir miktar başıbozuk askerinide bölgeye yerleştirdi. Tahmin edileceği gibi ahali silah tesliminden kaçındı. Her iki tarafın ruhanileri vede reisleri zorluklar çıkarırken bunların içinden hayli tevkifler yapıldı. Alaylı subayların silah toplama işinde haylice sert davrandıkları gözleniyordu. İtip, kakmak ve silah aramaları esnasında başka şeyler almak gibi istenmeyen durumların vukubufduğu da oldu. Kesrevan taraflarında bir kolağası (kıdemli yüzbaşı) içeride silah var diye bir manastırın kapısını kırdı. Papaslanni sürükleyip, götürüp hapse attı. Namık Paşa böyle yanlışa ve haksızlık yapanlara fırsat vermedi, tesbit ettiklerini divan-ı harbe verdi. Ne çâreki avrupada iftiralar, yalana dayalı propogandalar kıyametin koparılmasına kâfi geldi. Zuk böl gesinde ahalinin silah teslim etmesine engel olmaya çalışan Halil Medver isimli biri de tevkif edildi. Meğer bu herif Fransız konsolosluk tercümanın kardeşi olup, arap-ça kâtibi imiş! Bu elemanlarının taht-ı tevkif altına alınmasını Öğrenen Fransızlar derhal Beyrut limanına, yakın bir yerde bulunan, ülkelerine ait firkateyni, Halil'in hapse konduğu yere Cünye'ye getirip, Cünye'yi topa tutmak ve karaya asker çıkarmak gibi bir faaliyeti sergilemeye başladılar. Bunlar alışıla gelmiş Fransız hoppalıklarından biri sayıldı. Hâttâ bazı
Fransız diplomatları, bunların yaptığı davranışı uygun bulmadıklarını seslendirmek ten geri kalmadılar. Bizde bu itirafı ıtırlarımızda geçirmeyi dürüstlükten bir vazife saydık.
Hâriciye nâzın Sekip Efendi sağlam karakterli, kimselerden olduğundan böyle patırdılara pabuç bırakmadı. Tabiiki avrupa siyasal cephesinde aleyhimize ters rüzgâr yine estirilmeye başlatılmıştı. Hâttâ meşhur Avusturyalı diplomat Prens Meternih, Avusturya hâriciye nâzın sıfatıyla lehimizde düşünen gurubtan olmasına rağmen, elçimiz Nâfi Efendiye Halil Nadver'in tevkifi hakkında yayılan şayia Fransız konsolosu tevkif olundu tarzında kulağına gidince "Ne yapıyorsunuz? Fransızların Beyrut konsolosunu hapsetmişsiniz?" diye sorduğu olmuştur. Bütün bunlar ve olaylar geldi ve Sekip Efendinin hâriciye nazırlığından alınmasına dayandı. Halbuki bu durumda yapılan işlem zaaf işaretiydi ve bu hâl diplomaside bir falso sayılır. Sekip Efendi ise Paris sefirliğine gönderilmekle, bu yanlış bir miktar telafi edildi sayılır, çünkü istenmeyen adamı önlerine koymak biraz da mukabelede cesaret göstermek diye düşünülebilir. Mustafa Reşid Paşa ise hâriciye nâzın yapıldı. Reşid Paşadan dolaysıyla İstanbul'dan Sekip Efendiye, silah alımı maddesini işletmeyi durdurması, hapsedilmiş kaymakamların tahliyesini sağlaması ve işleri tatlıya bağlaması direktifleri ulaştı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Kavalalı Mehmed Ali Paşa İstanbul'da Salı Ocak 20, 2009 8:15 pm
Kavalalı Mehmed Ali Paşa İstanbul'da
1262/1846'da yılın en önemli olayını isyankâr vali Kavalal> Mehmed Ali Paşanın Dersaadet'e gelmesi teşkil etti. Pa-?a> Feriye sarayında misafir edildi. Bu senenin diğer mühim ır günü, Büyük Mustafa Reşid Paşanın makam-ı sadarete getirilmesidir. Bu tâyinle yaşiı Rauf Paşanın adetâ tasfiyesi maktaydı. Hariciye nâzırlığıda Mehmed Emin Âlî Paşaya verilmişti. Böylece tanzimatın devlet adamları selahiyetle görevlere gelmeye başlamıştı.
Ayasofya yakınında bulunan eski mehterhane mevkii ile Sultan sarayı arsası üzerine ilk defa olmak üzere bir Dar'ülfü-nûn yâni üniversite binası inşaatına başlandı. Fakat bu inşaatın uzun zaman sürmesine tepki olarak, bazı mütalaa serd edenlerin arasında yer alan üstadımız Ahmed Rasim bey şöyle yazmaktadır: ".Bu inşaat senelerce sürdü. Hâttâ o kadar uzadı ki, avrtıpadan konrat yapılarak, getirtilmiş bulunan mimarına ödenen para ile yekun edersek, bir kaç tane bina yapmak mümkün olurdu. Nihayet tamamlanan bu bina üniversite hariç bir çok işlere tahsis olunduysada sadece ismi Dar'ülfünün olarak kabul edildi. Hatta daha sonra bir ara çıkarılmış bulunan ue adına kaime denilen kâğıd paraların tasfiyesi bu binadan yönetildiğinden kaimeyi kaldıran kaideye Darülfünun kaidesi adı verilmiştir." Demektedir. Şu halde üniversite yapmak üzere yaptırılan bina, yüksek tahsil müessesine tahsis olunma, şerefini kazanamamış.
Bu sıralarda Musul vilâyetinde kazalardan biri olan Cizre'de Bedirhan bey'in Cizre mü tesellimine yapmakta olduğu sıkıştırma ve tazyiğini önleme için Anadolu ordusu müşiri Osman Paşaya özel emirler verildi. Osman Paşa, Bedirhar Beyi Orak Kalesinde sıkıştırdı. Sonunda aman dilemeleri üzerine iki oğlu ile birlikte İstanbul'a gönderildiler.
Bu arada da Mustafa Reşid Paşanın sadaretten infisalî vuku bulup yerine Sârim Paşa getirildi. Alî Paşada Reşid Paşa ile birlikte hâriciye nazırlığından alınınca, tanzimatçılann rakipleri karşısında bir raund kaybettikleri düşünülebilir. Çünkü; eski ve yeni kavgası devam etmekte padişah ise ağırlığını hangi tarafın lehinde istimal ederse o tarafın mevkii iktidara geldiğini herhalde söylemeğe gerek yok değilmi efendim?I
Âlî Paşa'dan, boşalan hâriciye nazırlığına mâliye nazırlığında istihdam olunan Rıfat Bey getirildiysede, bu değişiklik fazla devam etmedi, infisal edenler eski vazifelerine pek geçmeden avdet ettiler. Bu senenin mühim vakalarından birinide Cezayir Kahramanı Emir Abdülkadir'in Fransızlar ile mücadelesini aman dilemek suretiyle bitirmesi teşkil etti.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Macaristan İhtilâli-Memleketeyn Meselesi Salı Ocak 20, 2009 8:16 pm
Macaristan İhtilâli-Memleketeyn Meselesi
1264/1848 senesinde yine bir ucu bizede dokunacak olan ve Avusturya'da meydana gelen Macar ihtilâli dünya siyasasına ağırlığını koydu. Bu ihtilâl, Fransa kralı Lui Filip'in Ce-zayiri istila etmek suretiyle, Fransız Müstemleke İmparatorluğunu kurmak, arzu ve emelinde olan zâtı tathtından düşüren 1848 ihtilâlinin bir nevi aksi tesiriydi. Mısır vali liginin verasetle Mehmed Ali Paşa uhdesine verilmesi mesele-i mühim-mesinde gördüğümüz gibi Mösyö Tiyers siyasetinin mağlubiyeti üzerine istifa etmiş Lui Filip Londra elçisi Mösyö Gizu'yu başvekilliğe getirmişti.
Gizu, Afrika savaşlarının devamında bulunmakla beraber Fransa demiryollarının inşaası, yeni iki ticaret kapısını açmakla beraber, fabrikaların kurulmasıyla geçimi kazanmaya arız olan sektenin mamulat ve mahsu latı sanayiinin çoğalması sevdasıyla biz, onlara hasıl olan ihtiyaç ile geri çekilip yedi sene görünüşte sessiz sedasız bir idare yolu seçti. Gizu; Çok kişiye yüksek maaşlı memuriyetler vererek, mebuslar "necüsinde lâzım gelen ekseriyeti temin etmeyi bilmiş böy-lecede mebusların önemini azaltmıştı. Adetâ; "Bendegân-ı hükümdaran kamarası" olmuştu. Muhalefette olanlar genel hürriyete vurulan bu darbeye karşı, "La Reform" yâni İslahat
adlı büyük bir gazete çıkardılar. Bu gazete bütün gayretiyle parlamento ve seçimlerin İslahatı gerektiğini ileriye sürdü. Mebusların devlette memur olmamalarını ferdleri rey vermeye selahiyattar kılan verginin, 200 franktan, 100 franka indirilmesini istiyordu. Muhalifler memleketin her tarafında ziyafetler usulünü kurup ve bu münasebetlerle nutuklar atarak, demokrasi yâni halkın seçmesini zihinlere yerleştirmek istiyordu. 1265/r. Ahirinin/18.-1848/şubatının/22.günü, Paris'te, bir ilân edilmişti. Hükümet bu ziyafeti yasak ilân etti. Halk; Konkordiya caddesinde toplanarak, Fransız milli marşı olan Marseyyezi söylediler. Hep birlikte yaşasın cumhuriyet diye bağırdılar ertesi günü umumi heyecan daha da çoğaldı. O zamanlar Kapisyun Bulvarında bulunan hariciye nezareti önünden geçmekte olan kalabalığın arasından, bir tabancanın ateşlenmesi üzerine nezareti yâni bakanlığı muhafazaya vazifeli askerin komutanı halkın üzerine ateş açtırdı. Bu kalabalıkta 23 kişi öldü, 30 kişi de yaralandı. Halk bu cenazeleri omuzlarına alıp, yaktığı meşalelerin ışığı altında bütün gece Paris caddelerinde ve sokaklarında dolaştılar. Yaşasın Cumhuriyet diye bağırmaktaydılar. Sabah olduğunda bütün Paris ayaklanmıştı. Gizu istifayı seçerken, ahali ise Tulliers sarayına hücuma geçmiş, Kral Lui Filip ise kapalı bir arabayla kaçmaktan başka çâre bulamadı.
Avusturya'da Prens Meternih, Napolyon'un kati mağlubiyetinden sonra ve Viyana kon feransının arkasından ülkesi içinde sıkı bir istibdad idaresi tesis etmişti. Bu idare tarzı ile her tarafta kendi aleyhine fikirler doğmasına sebeb olmaktaydı. 1848 şubatında Paris'te husule gelen ihtilali müteakip, mart ayının 3.günüde Viyana dehşetli bir galeyana şâhid oldu.
Meternih ancak bir çamaşır arabasına binerek soluğu Londra da alabildi. Avustur ya imparatoru 1. Ferdinand ihtilâl gürültüleri arasında büyük b*r meclis topladı. Ancak bu arada harbiye nâzın öldürüldü. İmparatorda, Rivyerada, Ol-rnutz'a çekildi. Fakat Viyana'da ihtilâl devam edemedi. Asker şehri topa tuttu. İhtilalcilerde teslim olmaktan başka çâre bulamadılar.
Halbuki bu buhran, bu sıkıntı Avusturya'yı meydana getiren unsurların arasında ayrılık emarelerinin çoğladığını gösterdi. Avusturyalılar, İtalya'dan koğuldular. Milanİılar ile Piye-monlar birleştiler. Almanlar birleşmek üzere Prusya Kralına imparatorluk tacını teklif ettiler. Isî.avlar, bağımsız bir Çek devleti tesis etmek maksadıyla Prag şehrinde bir kongre topladılar. Burasıda topa tutuldu". Macarlar ilk anlarda hususi bir vekiller heyetine sahip oldularsada, sonra bütün bütün ayrılarak, Lui Kossut isimli bir ihtilalcinin liderliğinde müstakil bir cumhuriyet ilân eylediler.
Böylecede Avusturya hükümeti büyük bir tehlike karşısında kalmışt'. Ancak Rusya imparatoru Nikola yüzbin asker ile imdada koştu. Macarlar mağlup oldular. Avusturya impara-torluğuyla Macar kra Ilığı meydana gelmiş oldu. İtalya'daki Milan ve Venedik şehirlerini aldı.
Avrupada bir takım değişikliklere sebeb olan bu ihtilâllerin tesiri Eflak ve Buğdan'da da hissedildi. Bir taraîdan Osmanlı askeri öte tarardan Rus askeri Memleketeyn'e girdi. Divan-ı hümayun dçisi Fuad Efendi (Paşa) fevkalâde memuriyetle ve Ma- Ömer Paşa kumandanlıkla gönderildiler. Bu sıralarda ise Macar milliyetçilerinden pek. çok kimse Osmanlı devletinır> koruyu cu kanatlarına sırımaktaydı. Avusturya ve Rus devleti yetkilileri, bu mültecileri ısrarla geri istedilersede,
sadrıazam Mustafa Reşid Paşa Osmanlı şan ve şeref sahibi bir devlettir, böyle aşağılık bir iş yapmaz diyerek herkesin beğendiği tarzda cevap verdi. Daha sonra Fuad Efendi (Paşa) Petrsburg'a gönderilip, bu reddin sebeblerinide mukni bir iisan ile beyan etti.
Memlekteyn'deki ihtilâlciler, Bükreş'te klişede sandık içinde bulunan senetleri ve şartlan yakmışlar. Metropolit vasıtasıyla gönderilen nasihatnâmeyi elinden kapmışlardı. Bunun üzerine Bükreş'e asker sokulup, asayişi iadeye muvaffak olundu. Avrupa ve Balkan lar üzerindeki kaynaşma böyle bir seyir gösterdi.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN ABDÜLMECİD HAN DONEMI Salı Ocak 20, 2009 8:26 pm
KIRIM SAVAŞI( 1269-1853)
Hünkâr İskelesi antlaşmasından sonra Rusların, Osmanlı Devletine karşı göstermeye başladığı koruyucu tavır avrupa-da büyük devletlerinin nazarı dikkatlerini şark âlemine çevirmelerine sebeb oldu,1231/1815'de Fransa aleyhinde tezgahlanan ittifaka,12 57/1841 senesinde Rusya aleyhine kurulan bir başka ittifaka mukabele olacakmış gibi sinyaller beliriyordu.
Şurasını da asla hatırdan çıkarmamak icâb ederki, Osmanlı Devleti bu ittifakların içinde gizli bulunan taksim ve bölünmesine aid emellerin arasında, bir hasta olarak yatıyordu. Mustafa Reşid Paşanın siyasi tedbir olarak ortaya koyup, yayımladığı tanzimat-ı hayriye bu hasta hâlimizin gerek iç işlerimizde gerekse dış meselelerimizde ölümlü rahatsızlığımızın ortadan kalkmasına yarayacak devalardan biriydi. Fakat faydasını görmek tatbikata devamda ve uzun zamana ihtiyaç göstermekteydi.
Tanzimat-ı Hayriyye, vilâyetlerin idaresinde ıslahatı, adli işlerde teşkilâtın kuvvetlendirilmesi, kanun önünde müsavat yâni eşitlik, vergi ve askerlik hizmetlerinin düzenleneceğini müjdelediği için hastanın ifakata yâni iyileşmeye başlaması kolaylaşıyor, genç ve yeni bir Osmanlı hükümetinin kendi kendisini kurabileceğini vaad etmekteydi. Rusların bu yenilikten hiç ama hiç hoşlanmadığı görüldü ve Çar 1. Nikola, hâla Çariçe Katerina' nın plânlarının takipçisi idi. Târih eserlerine göz atılırsa anlaşılırki, Mikola'da doğrudan doğruya İstanbul'u, yine Kostantinopole yapmak fikrini, bir kenara bırakmış vede Lehis tandan vaktiyle kurmuş bulunduğu himaye usûlüne benzer bir tesir ile Osmanlı ülkesin de yaşamakta bulunan hristiyaniara hami (koruyucu) sıfatını takınarak, Osmanlı devletini yapmış olduğu yeni siyasetine boyun eğmiş seklinde göstermeye karar vermişti. Bu yüz den Osmanlı devletinin tanizmatın getirmiş bulunduğu esaslardan faydalanmasını istemiyor, bu esasları uygulatma fırsatı bırakmak istemiyordu.
İngiltere devletinin, Kavalalı Mehmed Ali Paşa meselesinde, Fransa politikası karşısın da elde ettiği başarı, Rusya'ya da vurulmuş bir darbeydi. İngiltere hükümeti bu darbe ve başarısı ile Osmanlı devletini, Ruslar ile yapmış olduğu, Hünkâr İskelesi antlaşmasının getirmiş olduğu, Rus nüfuz ve tesirinden kurtarırken, ne çâreki kendi yâni İngiliz nüfuz ve tesirini Osmanlının boynuna geçirmişti. İstanbul'da İngiliz elçisi olarak bulunan Sir Starat Ford dö Radklif, siyasi işlerimize hâkim olmuş duruma gelmişti.
Ruslar, Fransızlar bir tarafda apışmış kalmışlar idi. Bunun üzerine Ruslar,tanzimatın tatbik şeklini bozup geciktirmek için hristiyan tebayı teşvik etmekten geri durmuyordu. Şüphesiz ki bu teşvikler Osmanlı devleti aleyhine olmakla beraber toplumdan ilgide görmekteydi. Öte yandan da artık, Osmanlı devletinin şifa bulmaz bir rahatsızlığa tutulduğunu ilân ediyor lardı. Hatta Çar Nikola 1260/1844 sene sinde Osmanlı ülkesinin bölüşülmesi meselesini İngiliz devletine teklif eyledi. Bunun nasıl gerçekleştiğini sahibelerimize alalım efen dim: "7/r.euuel/1270-9/ocak/1853'de, Petersburg kışlık sarayında uerilen bir müsamere esnasında Çar Nikoia, İngiliz elçişi Sir Hamilton Seymur'a yaklaşıp, bir tarafa çekmiş ue Osmanlı devletinin hâli hazırdaki durumu üzerine konuşmaya başladı:
-Türkiye buhrana düşmüş bir halde bulunuyor Bize de fazla sıkıntı verebilir Kolları mız arasında ağırca hasta bir adam var. Lâzım gelen tertibatı almamızdan önce eli mizden kaçıracak olursak büyük bir felâkettir. Böyle bir ifade beklemeyen ingiliz diplomat, ancak hazırcevapldığı sayesinde bu sözlere mukabelede bulunabildi:
-Haşmetmeab; adamın hasta olduğunu beyan buyuruyorsunuz. O halde zat-i Impara lorilerine hasta bir adamın korunması, kerim ve kuvvetli olan adama vâcibdir, dememi mazur görünüz." Sözleriyle mukabele etdi diyor, Ahmed Ra-sim Bey târihinde. Ancak Rus Çan'nın bu teklifini şüphesizki metbuu devletine ulaştıran Sir Seymor, hâriciye nezaretinin ve devlet-i fahimenin bu sözlere pek kulak asmadığını belirtiyor. İngiliz diplomatları iyi bir eğitim ve genellikle aileden gelme tecrübelerle ricali devlet olduklarından, Sir Seymur zaman zaman Çar ile yaptığı siyasi mülakatlarda mahut hasta hikâyesi etrafında söz edecekmi diye dikkat kesilirmiş. Çar ise, beyanlarında; Fransızlar hâriç olmak üzere İngiltere Mısır'ı, Girid'i alacak, Rusya kendi himayesi altında olmak üzere Eflak, Buğdan, Sırbiye Bulgaristan Prensliklerini organize edecekti. Bunun yanında İstanbul'u almakta gözü olmadığına dâir sözler söylemekle beraber ancak adı geçen şehrin bir müddet vedia olarak elinde kalması lüzumununda muhakkak olduğunu itiraftan çekinmemişti.
Esasında Sırbistan'da Obronoviç sülalesinin yerine Kara Yorgilerden Aleksandr'ın tercih edilişi Eflak ve Buğdan ihtilâlinde Bükreş'e asker göndererek Rusların asker sevkıyatını durdurmaya çalışmamız, Macar milliyetçilerini, Rusya ve Avusturya'nın tehdidlerine karşı dahi iade etmememiz, hatta o k Ordusunu Prut nehrinin de öte yakasına geçme mecbu-velinde bırakışımız, Bosna isyancılarına Tanzimat-ı Hayriy ve'yi silahla kabul ettirişİmiz, Mısır valisi Abbas Paşanın muhalefetine rağmen yapılan hatalarda dahi tazyikine Çalışmak ve gayretimiz Rusları, bütün bütün kuşkulandırıyordu. Bununla beraber Tanzimat-ı Hayriyye ileri gidiyormuydu? Ne qarip tecellidir ki, bu defa da hristiyanlar istemiyorlardı, vazifeyi yapamıyoruz. Cahillik ve tutuculuk yapan millet karşı geliyor. Eski ve yeni fikir, biribirine girerek hükümet idaresi yine çığırından çıkıyordu. Diğer taraftan bilinen nakit yetersizliği, bu geçidi zorlaştırıyordu.
İşte bu nokta 1. Nikola'yı hızlı harekâta sevk ediyordu.: "Ağaç henüz Fidan halindeyken ey ilmesi iyidir" Diyordu. Bu durum 1269/1852 senesine kadar böylece devam etdi.
Bu arada Kudüs'de Selahaddin Eyyubi Camii olayı vukua geldi. Fransızlar, Selahaddin Eyyubi hz.lerinin adını taşıyan bu camiyi mutasarrıfla anlaşmış olmalılarki, bütün külliye-siyle birlikte mevcud olup, cemaatı da varken, babıâli'ye müracaat ederler ve boş bir arsa olduğunu kendilerine verilmesini ve bir klişe inşa edeceklerini ifade ederler. İş padişahın fermanına kalır. Hükümet, bu iş için Kudüs Mutasarrıfı Kâmil Paşayı bu işe vazi feli kılar. Mutasarrıf da buranın bomboş olduğunun mütalaasını verdiğinden, İstanbul'da divan kurulur, karar tezekkür etjirilir ve ferman yazılır, tasdike halifeye ulaştırılır.
oultan Mecid hân onaylayınca Fransa'nın bu arsa üzerin- 'ise yapma hakkı doğarsa da, ortada arsa değil, tam te-Şekkülath bir camii şerif var olup, hem de büyük islâm kahyanı zâ tın adını taşımaktadır. Camiyi yıkmak üzere gelen-cemaatin karşı koymasıyla karşılaşırlar. İş padişaha akseder. Çünkü Kudüs'deki Safilerin müftüsü, Harem-i Şerif Şeyhi, Tarikat şeyhleri ve sadâttan nice zevat bir şikâyetname yazıp padişaha göndermişlerdir.
Mutasarrıf bu makama Fransız elçisinin yardımlarını görerek geldiğinden böyle bir işe aracı olma süfliliğini işler. Padişah, mutasarrıfın derhal azlini emreder ve bir daha hiçbir is-de kullanmaz bu kişiyi. Bu hususda devlet adamı, âlim ve tarihçi Ahmed Cevdet Paşa merhum şunları kaydeder: "Sela-haddin gibi bir büyük zâtın ahırı olsa ona riayet muktezayı insaniyetken, camiini klişeye tahvil ettiren hamiyetsizlerin istihdamı şöyle dursun, yüzlerine bakmak caiz olmayacağı cây-ı bahs ü tereddüt değildir. Devletin eski savleti kalmadığı gibi erkân'in dahi evvelki şân-u şerefleri zail oldu. Her biri kendilerine melce bulmak üzere sefaretlerden birine iltica eylediler Binaen âlazalik müdehalat-ı ecnebiye aleni surette cereyan eder oldu. Deuiet-i âliye de acınacak bir hâle geldi. Maalesef bu ferman geri ahnammaıştır. Şu uak'a devletin aczinin, ricalin şuursuzluğunun ve ecnebi müdehalesinin derecesinin yükselmesinin bir misalidir "
Burdakİ olayın sebebi, devlet adamı yokluğunun bir girizgâhı olmasıdır. İlerleyen zamanın,adamların kaliteye döndüğünü de söylemeden geçmeyelim.
Fransa'da 2. cumhuriyet sükût etmiş yerine, eski reisicumhur Lois Napolyon Bonapart unvanı ile 3, Napolyon olarak Fransa imparatorluk tahtına oturdu. Böylecede avrupa da merkezde Alman İttİhad-ı (alınanların birleşmesi) gibi mühim bir mesele çıkması,1. Nikolayı Osmanlı devleti üzerine ayrı bir yolda hücum etme noktasında meydan bulması nı getirdi. İlk önce Karadağ'ı tahrik etti. Maksadı Rumeli bölgesindeki hristiyanalrı aya ğa kaldırmaktı. Karadağ ismen bize tâbi idi. Vladika adı ile tanınan Karadağ reisleri ruhban sıfamaktaydılar. Bunlar Petersburg Sen-Sinod meclisin-a n ruhaniyetlerine dâir ferman alırlar idi. Bu sıralarda ma-kam-ı riyasetde bulunan Danilo, prensliğini ilân ederek Pe-rsburg'a gitdi. İmparator Nikola kendisini Karadağ Prensi larak kabul edip çocuklarınında bu şerefe vâris olabilmeleri hususunda yardım edeceğini vaad etdi. Para ve nişanlar hediye etdi. Her bakımdan kendsini destekleyip, teşviklerde bulundu.
Danilo, Çetine'ye döner dönmez isyan bayrağını açtı. Tabiki Osmanlı hükümeti derhal bu isyan bayrağını açtı. Tabi-iki Osmanlı hükümeti derhal bu isyandan haberdar oldu. Macarlı Ömer Paşa kumandasında olarak 35 bin kişilik bir ordu Karadağ topraklarına yürüdü. Meydan gelen savaş çok şiddetli oldu. Yunanistan ve Cezayir'e yakınlığı hasebiyle ilkönce İngilterenin dikkatini üzerine çekti. Avusturyada bir haylice üzüldü. Çünkü Rusya'nın, Osmanlı devleti idaresinde bulunan Slavları, kendi emri altında bulundurmasıda Avusturya devletinin siyasi menfaatlerine tamamen aykırı idi. Serdar~ı ekrem Ömer Paşa devam eden muzafferiyatlarıyla Karadağı ezip geçiyordu. Avusturya ise görünüşte görünüşte Islavları (Slavlar) korumaya dönük niyetle babıâlî nezdinde kafi teşebbüslerde bulundu.Fakat; Avusturya'nın bu teşebbüsleri, Rusya'nın arzu ve emellerinede bir nevi muhalefet olmuştu.
Rus Çarı Nikola, bu muhalefeti his etmekle birlikte Avusturya'nın uzun zaman kendinden ayrı bulunmayacağı düşüncesini gütmekteydi. Bu sıralarda yine Avusturya'dan daha çetin, daha azimkar bir siyasi hasım karşısında kaldı. Fransa ile beraber bütün avrupanın bir asırdır unuttuğu bir mesele ortaya çıkıyordu. İşte bu meselenin çıkışı müthiş bir savaşın çıkmasına sebeb oldu. Fransız tarihçilerinin, ülkelerinin târihki taplarında belirttiğine göre,1153/1740 senesinde elde edilen, 246/860 târihinde Kudüs-ü Şerif Patriği İstanbul'da bizzat Hz. Ömer (r.a)'m mezhebine müsaade ettiğini bildiren bir hatt-i mübarekeni ibraz etmiş. Mezhebine müsaade te'yid olunduğu gibi ihsanlarada, gark edilmiştir. Yine 923/1517 târihinde Yavuz Sultan Selim devrinde Rumlar, gerekse Ermeniler, mübarek makamlardaki hukuklarının korunmasını istida edip, neticede bu müracaatlarına müsbet cevap verilmiştir. Osmanlı devletinden elde edilen kapitilasyonlarla Fransa,Osmanlı topraklan içinde yerleşmiş Lâtinlerin, koruyuculuğunu üstlenmişlerdi
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN ABDÜLMECİD HAN DONEMI Salı Ocak 20, 2009 8:27 pm
Osmanlı padişahlarından gerek Kudüs-ü Şerifin içinde gerekse dışında bulunan bütün ziyaret yerlerini kesin olarak kendi emr-i ve muhafazasına almıştır. Hatta Kudüs-ü Şerif'de Hz. Meryem Validemizin kabri ile Beyt'ülham'daki Hz. İsa (A.S) Efendimizin doğduğu yer ile Kamame Klişesi hakkındaki muamelede böyle olmuştur.
Aşağıdaki satırlarda, bu mukaddes yerlerle ilgili bazı muamelat hakkında bilgi yer alacaktır: Lâtinİer bu mübarek makamlarda tecrübe sahibi meselelere yabancıda değildiler. Onlar da Ortodokslar gibi eskiydiler. Sultan 4. Murad zamanında ki, 1047/1637 senesinde yine 1067/1 656'da 4. Meh-med döneminde Latinler, Rumlar ve Ermeniler arasında çıkan ihti laflarda babıâlî tarafından, başlarında bizzat Şeyhülislâmın bulunduğu vezirler, kadıaskerlerden teşkil olunmuş bir heyet tarafından murafaları (duruşmaları) yapılmıştır. Yine: 1188/1774 senesinde Sultan 4. Mehmed devrinde Fransızlarla bu mevzuda yapılan bir antlaşma şöyle: "Françe-iu'dan Kudüs-ü Şerif ziyaretine gelip gidenlere, rahiplere asla taarruz edilmeye denildiği gibi bir yerinde de önce Fransa padişahı meablarına mektup gönderip harbîler ticaretden men olundukları takdirince Kudüs-ü Şerif ziyaretine euvel-den vara geldikleri üzere varup, gelup rencide olunmayalar" şeklinde bir maddeyi padişah tasdik etmişki bu da, Osmanlı İslâm devletinin din ve vicdan hürriyetlerine yaklaşımının dünya çapında hayranlık uyandıran bir ispatı sayılabilir. Yine Lâtin krallarının mezarları, Lâtin Papasların tasarrufunda bulunması da yukarıda yazılı antlaşmanın 3. maddesinde yer almıştır. Lâtin rahipleri dolaysıyla Fransa'ya hediye edilen hakkı vermek, 18. asırda Katolik mezhep bağlılarının Kudüs-ü Şerifi ziyarete artık itibar etmemeleri yüzünden unutulmuş hâle gelmişdi. Ancak Rum Ortodoks mezhebinde olanla rın ziyaretleri sıklaştırdığı görüldü. Bilhassa; Kaynarca antlaşmasının 7. maddesi Rusya'ya Ortodoks mezhebinin himayesini mensuplarına serbestçe ziyarette bulunmaları hakkını vermişti: "Ferman-ı âli sânım mucibince cümleden biri fran-çeye tâbi olan piskoposların ve diğer frenk mezhebinde olan rahip taifesi her ne cinsten olursa memâlik-i Pâdişâhı de, kadimden beri oldukları yerlerde kendi hallerinde olup âyinlerini icra eylediklerinde kimesne mâni olmaya ue Kudüs-ü Şerif dahilinde ue hâricinde ue Kamame adlı klişede eskiden beri ola geldikleri üzerek temekkün eyleyen frenk rahiplerinin hala sakin olup, ellerinde olan ziyaretgâhiar, yine kema-kane(elan)frenk rahiplerinin ellerinde olup kimesne dahi (karışma) etmeye. Ve tekâlif-i talebiyle rencide eylemeyeler ue dâuaları zuhur eyledikd^ mahallinde fasl olmazsa Asita-ne-i saadete hauale oluna" beyanı ile koruma altında olduklarının teminatı olarak saymamak kâbilmi? 1152/1740 senesinde Sultan l.Mahmud devrinde 1153/1741'de sadnazam el hac Mehmed Paşa ile Fransa Kralı 15. Lui zamanında eiçi Marki Dövilnof'un da vazifeli olduğu muahede müzakeratın-da bu madde aynen tasdik olunmuştur. Diğer yandan da; Fransa'da Lui Napolyon Bonapart imparatorluk tahtına varmış olmak için ruhban sınıfının kuvvet ve yardımına ihtiyaç görüyordu. Hatta; Papalık lehine olarak Roma'ya kadar sefer ettiği gibi Fransızların doğu'da eskiden beri elde etmiş bulundukları hukuku muhafaza için azimkar kararlar aldı. Adı geçen hukuka göre 1. Napolyon ve Filip zamanlarında ihmal edilmişti. İşte bu sıradaydı ki,Ortodokslar babıâlî'den Kudüs' deki bazı mukaddes yerlerin tamiri için izin almışlardı. Lâtinlere mahsus olan bazı yerlerede, tecavüz eylemişlerdi. Yukarıdan beri atıf yapılan Kaynarca antlaşmasının 7.maddesini sahifemize alıyoruz: "Deutet-i âliye-miz taahhüd ederki, hristiyan diyanetinin hakkına ve klişelerine kaviyyen siyanet ede. Rusya devletinin elçilerine ruhsat vermeye her ihtiyaçda gerek 14.maddede zikrolunup, mahruse-İ Kostantiniyyede beyan olunan klişeyi mezküre ve gerek hademesinin siy anete( koruma) ibraz-ı tefhimat ile elçi-i mumaileyhin deulet-i âliyyemin dost-u safa ve hem civarı olan devlete müteaallik adem-i mutemedi tarafından arz ve tebliğ olunmağla deulet-i aliyyemiz tarafın dan kabul eylemelerini devleti âliyyelerimiz taahhüd eder. Lui Napolyon, 2.cumhuri yetin başındayken katoliklerin himayesini meselesini göz önüne aldı. Fransa sefiri La Valette vasıtası ile eski antlaşmanın tamamen uygulanması hakkında hızlı teşeb büslere başvurdu. Bu teşebbüslerin bir mânası da, Latinlerin ıs lavlara karşı bir reka beti idi. Böylece artık İstanbul'da Rus ve İngiliz tesirleri çarpışmaları başlatılmıştı. Bu mücadete-i müsademe Lui fiapolyon'un Fransa İmparatorluğuna yükselmesiyle daha da şiddet kazandı."
"Kırım Savaşı Siyasası" adlı eserden aşağıdaki satırları nakle çalışalım: " Kudüs-ü Şerif ve buradaki tanzim hususunda meydana getirilen özel komisyon bir daha toplanmış ve anılan müzakereler sonunda, evvelâ Latinlerin yalnız kefiri ilerine inhisarını idd-İa ettikleri ziyaretgâhlann, onlara iade-7 uönüne gidilmeyip, bu hususdaki iddialarının red olunması oldu. İkinci karar da Kamame klişesi büyük kubbesinin her iki mezhebin aziz saydığı bir mahal olmasından do-lauı yalnız bir tarafa tahsisi doğru olmayıp ortak anlayışa tahsisi, küçük kubbesinin ise eskiden olduğu gibi Ortodoks-larada bu tahsisin yapılmasıdır." Biz bu arada üstad merhum Ahmed Râsim Bey'İn Kudüs-ü Şerif ile alakalı şu bilgilendir-mesiyle sahifelerimizi süslüyoruz: "Hz. İsa (A.S)'ın güya sel-blnden (idamından) sonra defn olunduğu klişe ki buradan semaya uruç mutedikat-ı nasraniyedendir. Adının Kamame yâni süprüntülük olmayıp Kıyame olduğu hakkında iddialar vardır" demek suretiyle bunların ihtilaflarına işaret etmektedir. Bu komisyon üçüncü olarak da, Merkad-i Hazreti Betül (Hz.Meryem'in lâkabı)'de bütün mezheplerin ashabının müşterekliğine rağmen Latinlerin dışarda tutulması münasip görülmediğinden bunların ellerindeki fermanlar diğerlerininki gibi istifade edilecek hâlde sayılması hususu gerçekleştirildi. Dördüncü olarak da, Beytülahm klişesi asırlardan beri Ortodoksların ellerinde olmasına rağmen, lâtİnler de eskiden beri, bu klişeyi kendilerinin inşa ettiklerini iddia ediyorlarsa da, küsenin içinde velâdetgâh (doğum yeri) mevcut bu da ortak bir ziyaret yeri meydana koymuş oluyor. Zaten küse kapılarının bir anahtarının mezheplere iki anahtarınında lâtinlere verilmesiyle birlikte bunların, klişe içinde başka bir haklan ol-madığı, beşinci olarakda, Hz. Meryem merkadi (mezar) içinde bulunan Mes cid-i ürûc da bundan böyle ortodokslarında aym icra etmeleri kararı alındı.Bu kararın muhalifi tabiiki sefiri Lavalet ret kararını bekletmeden açıkladı. u arada da, muvazaa hâlindeki sadaret görevinden Mustafa
Reşid Paşanın düşmesi vukubuldu. Öte tarafdan da Ortodokslar, Rusların tahrikiyle ayaklanmalarını başlatmış oldular.
Netice olarak; klişe meselesi daha sonraları İstanbul boğazında bir nüfuz-u siyasiye meselesine dönüştü. Fransızların ittifak teklif ettikleri gibi Ruslar da, Kaynarca ve Edirne antlaşmaları hükümlerini ileri sürerek Ortodoks klişesine bağlı olup Osmanlı topraklarında buiunan hristiyan kimselerin hâmisi olduklarını ilân eylediler. Böyle olunca Fransa hükümeti elçisi Lavaleti geriye çekti. Rusya ile Kudüs meselesi hakkında Petersburg'da doğrudan doğruya müzakerelere hazır olduğunu bildirdi. Çar Nikola'da bu vaziyetten son derece memnun ve neşe doluydu. Yapılan karşılıklı konuşmaların hâl noktasına ereceği şeklinde ümidler uyanırken 1269/1853 şubatında Ruslar tarafından Prens Mençikof adlı fevkalâde bir elçi İstanbul'a yollandı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN ABDÜLMECİD HAN DONEMI Salı Ocak 20, 2009 8:27 pm
Mençikof; Rusya'nın Finlandiya eyaleti umumi valisi, Baİ-tık denizi filoları kumandanı olduğu gibi aynı zamanda Bahriye nâzın idi. Rusya'dan gelirken Karadeniz donanmasıy la Besarabya'da bulunan Rus kuvvetlerini teftiş etdi. Alafranga mart ayının l.günü İstan bul'a geldi. Yanında bulunan Rusya devlet adamlarının meşhurlarından; Prens Gaiiçyin, Kont Di-mitri Nesolrod, Karadeniz filosu Majör generali Amiral Homi-lof.Besarabya ordusu erkân-ı harbiye reisi general Mika Puçinski vardı. Mart ayının 2. günü sokak elbisesiyle babıâlî'de mutad zîyaretde bulundu. O sırada Osmanlı hariciye nâzın olan Fuad Paşayı göremedi. Mençikof; Dr. Büyük Mehmed Fuad Paşayı Rus düşmanı olarak gösterirken, Sultan Abdül-mecid Fransız ve İngiliz elçilerinin ortadan kaybolması dolayısıyla şaşaladı. Yabancı târihçiler,eserlerine Fuad Paşayı padişahın azl edip, Rıfat Paşayı getirdiği şeklinde yazdılar.
Prens Mençikof un sergilediği davranışlar ve hâllerden siyasi j-pehafillerde endişeler meydana geldi. Kendisine memuriyetinin maksadı soruldukça: "Sultanın kızını Rusya prenslerinden birine almağa geldim" gibi kaba şakalar ile mukabe lede bulunmaktaydı. Bu vaziyetden büsbütün kuşkulanan İngiliz sefiri de, Amiral Dundas'ın komutasındaki gemileri çağırma yoluna gitdi. Yine mart ayının 20.günü bir Fransız filosu, Tu-lon limanından demir aldı. Mençikof'un; mukaddes yerlerdeki meseleler hakkında adetâ özür dileyen tavır takınmamızı temin için geldiği anlaşılınca Fransızlar, sulhun devamını ve akıbetini korumak gayesiyle Ortodoksların Kudüs'de talep, ettikleri imtiyazlardan bazılarına ses çıkarmamayı tercih ettiler. İngiltere elçisi Lord Staratford, Fransa ve Avusturya kabinelerinin fikirlerini yoklayarak Londra'dan dönmüş ve Fransa' nın yeni sefiri Mösyö Dö Lakor'da gelmişti.
İngiliz elçisi Lord Staratford Radklif tarafından müsvedde olarak hazırladığı yazıya uygun şekilde 1269/1853 senesi 1 O/nisanına rastlayan gün iki tane ferman çıkarıldı. Bu fermanlardan biri Kudüs mutasarrıflığına tebliğ olanında: "Bey-tüllahm klişesiyle büyük kubbesinin anahtarı lâünlere ueril-mişsede eskiden beri mağaraya geçiş hakkını hâiz olup, de-rununda (içinde) âyin yapamayacakları,kullanmada Rumlarla müşterek olmadıkları, mağarada mevcudken, 1847'de kaybolan yıldız'a mutabık (benzer) taraf-ı şahaneden Hz.lsa (A.S) 'mm ümmetine yâdi gâr olarak yıldız koydurttuğu gibi, Hz. Meryem Validemizin kabrine, güneşin doğuşundan itibaren her sabah Rumların, sonra Ermenilerin ue onlardan soıı-rada, Latinlerin birbuçuk saat âyin yapabilecekleri, Beytül-lahm'daki Frenk manastırına bitişik, iki tane bahçenin eskisi gibi Rum. ue Latin cemaatleri tarafından nezaret altında ola-'a/c yapmaları ve hiç kimsenin bu hakkı bozmağa hakları ol- yeter açıklıktadır.
Beri yandan Âlî Paşa'mn sadaret makamındayken 1269/1852'de Mösyö Teytov'a gizli bir ferman vermişti ki bu fermanda latinlerin, Kudüs'de nail oldukları imtiyazları kaldırıyordu. Çar, bundan memnun kalmış, fakat Fransa elçisi La-valet tabii ki memnun olamayacağından gitmişti. Bu iki yüzlü siyasetin mahcubiyeti, Afif Efendi isminde bir komiserin Kudüs'e yollandığı sırada ortaya çıktı. Çünkü latinler de, or-todokslar da bahsi kazanmış biliyorlardı. Afif Efendi her iki tarafın gösterdiği sevinç naralarından şaşırdı. Elbette burad-fan verilmiş olan bir emir üzerine latinlere mahsus olan fermandan başka bir ferman tanımadığını bildirdi. Latinler; kabardıkça kabardılar! Rum Patriği ile Rusya'nın Yafa Konsolosu işi azıttılar. Afif Efendi onlarada, belli sayıda dinleyicinin bulunduğu bir mecliste, Ortodokslara verilmiş olan, fermanı okumağa mecbur oldu. Çar; tebâsı karşısında küçük düşmüştü. Bu sebebden Nikola hâl-i hazırın devamından vaz geçerek uğradığı muameleyi tamir etmek istedi. Mukaddes yerler meselesini geriye bırakarak, Kaynarca antlaşmasının 7.maddesini ele alarak işin yönünü değiştirdi. Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Rumİarın himayelerini üstüne alacağı teklifini ortaya atmaya karar verdi. Böyle yaparakda, Edirne antlaşmasını bu işe hizmet edecek noktaya getirmeye ça lıştı. Çar; 1852 senesini bu işleri hâl etmek düşüncesiyle geçirdi. Diğer taraftan da Avusturya Karadağ savaşından endişelendiler. Rusya'nın müttefiki olmaları sebebiyle, Kont La-ningen vasıtasıyla 30/ocakta bir ültimatom verdiler. Harekât-i askeriye tatil edilmediği takdirde ilân-ı harp edileceğini bildiriyorlardı.
Karadağ meselesi Avusturya'nın müdehale etmesiyle kapandığı gibi mukaddes mahaller hususunda yukarıda görüldüğü gibi Fransızların gösterdiği uyum ile düzelme yoluna verrnişti. Böylece Mençikof'un İstanbul'dan ayrılması veya hakiki talimat neyse onu meydana sürmesi lâzım geldi ve nitekim bunu da yaptı.
3/şaban/1270-5/mayis/1853'de, babıâlî'ye bir ültimatom verdi. Bu resmi vesika büyüklük kompleksi içinde yazılmış ve Çar Nikola'nın gizli maksadının açıklığa kavuşmasıydı. Rusya Çarı; padişaha bir daimi ittifak teklifinde bulundu. Kendisini Osmanlı topraklarında yaşayan Rumların diğer bir deyimle de Ortodoksların koruyucusu olduğunu ısrarla ileri sürmekteydi ve böyle kabul edilmesini istemekteydi.
Bu ültimatom veya talebin mânası Sultan Abdülmecid'in tahtını bırakması yahutda doğrudan doğruya Rus Çarı'nın himayesine girmesi demekti. Böyle bir teklifi kabul etmek ülkedeki Rum ve Ortodoksların, bütün işlerinin Rusya devleti tarafından, görülmesine müsaade etmek demekti. Bu ültimatom beş günlük bir müddeti taşımaktaydı. Maksadıysa Rus-yanın hacil duruma düştüğü Kudüs olayındaki prestiji tamir etmekti.
Babıâli; İngiltere ve Fransa'dan aldığı cesaret üzerine 10/mayıs'da ültimatoma ret cevabını verdi. Cevabdaki ifade meâlen şöyleydi: "Rusyanın askeri taarruz hazırlıklarına başlamış olması ve tersanelerinde büyük bir faaliyet görülmesi, Paris'de Doğu Sauaş'ı gibi addedilip, bu hal Osmanlı devletini müdafaa etmek yalnız Fransa'nın uhdesindemi kalacak? Napolyon; beş devletince kefil olduğunu haber veren bir nasiha ta uymaklada sefir Do Vilafor'u yolladı. Latinleıie oı'todokslara uerilen fermanların okunmasını taleb etdi. Bu-aun berine yukarıda 1/recep/l269-1 O/nisan/l853 tarihli fermanı kaleme alıp,her iki fermandaki tezatlar kaldırıldı. nazam Paşa Ue Menci kof arasında yapılan müzakereler-e rnahall-i mukaddese ait yerlerdeki ihtilaf halledildikten
sonra zat-ı şahanenin Kaynarca antlaşmasından Rusya'ya tanınmış hak lann geçerliliği ve Ortodoksların Osmanlı ülkesinde büyük bir serbestiye mazhar olduklarını açıkça beyan etmesi yâni Rusların, Rum mezhebi işlerine ve diniyelerine koruma göstermesine muktedir olduğunun Rumlar tarafından anlaşılacak surette bildirilmesi esası kabul edilir gibi olmuştu. Mençikof birdenbire müzakereyi kesti. Sebebi şu imiş: Laffet Arastaki Bey, isimli babıâlî mensuplarından bir Rum, Rusya sefareti 1.tercümanı Argiripulo Bey Rusya'ya ihanetle devlet-i âliyeye hizmet ettiğini ve bir takım faydası olmayan imtiyazlar alınmağa sevketmekte bulunduğunu ve hatta Türkler tarafından Büyükdere'de rüşuet olarak bir bina verildiğini, sadrıazam paşayı azlettirecek ve Reşİd Paşa ile müzakerelere girişecek olursa menfaati büyük olacağını telkin ey lemislermiş. Mençikof bu sözlere kanmış ve padişah-dan paşanın azlini istemiştir. Mençikof; bu defa karşısında bulunduğu zatın evvelkinden daha zor ikna olunacak cinsten olduğunu görünce şaşırdı Hatta Reşid Paşa eski sadrı-azamın razı olduğu notaya hukuk-u hükümdarani padişahının Osmanlı ülkesi içinde bütü- nüyle ve tamamen geçerli esaslarda olduğunu apaçık bildiren bir kayıta dökülmesini istedi. Mençikof; aldanmış, aldatılmıştı. Çar Nikola;bu olay üzerine 'Sultan'ın beş parmağının izi hala yüzümde' demiş olduğu meşhurdur."
Bu hilenin İngiliz elçisi Sir Startford Radkiif çe tezgahlandığı daha sonraları açıklığa kavuşmuştur. Emil Burjuva diyor-ki: "Tarih 13/mayısı gösterdiğinde avrupada her şeyin sulh yoluyla düzelmiş bulunduğu görüntüsü vardı, ingiltere donanmasını Malta'da durdurmuş, kendisininkini Salamayne gönderen Fransa bu nümayişle iktifa edip,mukaddes mahaller meselesinde geri çekilmiş katolik engelinden kurtulmuş bulunan Türkiye, şöyle böyle memnun kalmış Rusya Çar'ına Rumlar hakkında teveccühkâr teminat ve Kaynarca a.ntlaşm.ası hakkında tatmin edici hâle gelmişken, tek bir adamın iradesiyle arzusuyla, Tuna kıyısında harp patladı. "
Şimdi Ahmed Rasim Bey'in değerli eseri ve tarafımızca Osmanlıcadan sadeleştirilen "Resimli Osmanlı Târihi" adlı çalışmadan şu satırları aynen alıyorum:
"Böyle bir vak'a, Şark Meselesi târihinde yeni değildi.1256/1840 senesinde İngilterenin Fransa ve Mehmed Ali Paşa aleyhine kazandığı büyük siyasi mesele İstanbul sefiri Pönsönbi'nin kendi teşebbüs ve gayretleri ile kazanılmıştı. Haziran ayında zat-ı şahane düşmanlarıyla antlaşma yap maya hazırlanmaktayken Pönsönbi, Suriye'yi ayağa kaldır mış ve Londra'dan hiç bir talimat almadığı halde Türkleri harbe sevketmişti. Bunun yerine gelen Sir Startford. do Radk-lif ülkesine yeni yeni menfaatler temin edecek bu üçlü teşebbüs önünden geri çekilecek adanı değildi. Mesleğinin bütün mesaisi geçirdiği Şark'da 1809 senesindenberi büyük işlere karışmıştı. Geçmiş tecrübeleri, istanbul'daki İngiltere elçiliğine uerdiği hakimiyet ve tesir. 1841 antlaşmalarıyla Rusya' nın vesayetinden kurtulmuş olan yeni Türkiye'nin tanzimi, Tanzimat-ı Hayriyyenin, gerçek müellifi, Rusların büyük hasmı olan, Reşld Paşa İle ortak çalışmada gösterdikleri samimiyet, metin bir siyasi ve korkusuz bir adam imiş, hizmet etmekten çok efendi kılmıştı* Ona İngiliz Sultan diyorlardı. Fırsatını buldumu daha çok kazanmak için ilk kazandığı zemini muhafaza etmeği bilirdi.
Mukaddes yerler meselesindeki ihtilaf önceleri onu müte-bessim kılmıştı. Sonra Rusya ve 3.fiapolyon'un ihtilafıyla, bulanık sularda avlanmak için, bir çâre görür gibi oldu. '852 senesi mayısından itibaren her iki taraf arasında olan çekişmeyi tahrike gayret gösterdi. Fransa elçisi Laualet'in yokluğu sırasında Fransa orta elçisi Sabatiye'ye Rusların ihanetlerinden ue Fransa ile İngiltere'nin anlaşarak onları mahrumu maksad etmek gerektiğinden bahsederdi. Mençikof Mustafa Reşid Paşa ile yaptığı müzakerelerden sonra yumuşamış ve devlet-i âliyyenin Rusya'ya adi bir nota vererek tâleblerini yerine getirmeyi taahhüt etmişti, Osmanlı devleti, 5/nisanda İstanbul'a gelen diplomatlara Rusların ısrarla ileri sürdüklen talebi naklettiklerinde de bunlannsa tavsiye ettiği 'mukavemet ediniz' olmuştu. Rusyanın, doğuda bulunan Rumların üzerine almak istediği himaye usûlünün hasta imparatorluğun damarlarına Rus zehirinin zerk edilmesinin kötülüklerini İngiliz kabinesine bildirdi. Mayıs ayının başlangıcında Âlî Paşa ile Mençikof arasında yapılan müzakerelerden sonra meydana gelen ue iki tarafın hazım ve ihtiyatlı davranışlardan meydana gelen sükuneti İngiliz elçi tabiiki devleti adına hiç de hoş karşılamadı. 8/mayıs'da Mençikofa bir nota verdi ki adetâ meydan okur gibiydi. Ertesi gün ise padişah'a, Rusya'yı bu teklifleri hasebiyle, ret etmesi üzerine, Malta'da bulunan İngiltere donanmasını derhal çağıracağını bildirdi. Elçi; bütün hedefi görüşmelerin kesilmesini temine matuf olduğunu, davranışlarıyla pek net bir tarzda sergiliyordu. 13/mayıs müzakereleri anlaşma ile bitecek gibi görünürken netice alınamadı. Startford Radktif'i bir siyasi manevra çevirir görüyoruz ve Abdülmecid han, Mençikof un talebi üzerine sulhun teminini isteyen vekilleri azletme yoluna gitdi, Mustafa Reşid Paşa sauaşın mesuliyetini üzerine aldığı görüldü. Mençikof; müthiş bir kızgınlıkla Petersburg'un yolunu tutarken, İngiliz b.elçi Radklif'in daveti üzerine Amiral Dundas, Fransız donanmasına mülâki olmak üzere Malta'dan demir almış oldu. İngilizler Osmanlı devletini savaş açmaya meylettirmiş olmakla beraber artık üzerine düş bu arzuyu şiddetlendirmeyi sürdürmesiydi."
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Mençikof Ve Paltosu Salı Ocak 20, 2009 8:28 pm
Mençikof Ve Paltosu
Meydana gelen vaziyet Osmanlı hâriciye nezaretinden verilen notada, kendini gösterir. Nota; istiklâl-i tâmme ve hâkimiyeti padişâhiden bahsetmiş olduğundan işin geri dönüşü olmadığını ortaya koyuyordu. Nitekim; Rus generali ve murahhası Mençikof da: "Palto ile gelmiştim. Fakat kısa zamanda gömlek ile geleceğim" şeklinde boş ve buruk bir kelâmdan sonra, elçiliklerinin armalarını indirtip, Rusya'ya döndü. Tarih-i Lütfi'de: "Mençikofun gitmesinden sonra meydana gelen durumdan sonra iki devlet arasında, hasımlık kapılar, nın açılmaması hususuna dâir, teminat-ı akredite görülmemiş olduğundan devlet-İ âliye mecburiyetten bazı tedarik-i harbiye zımnında Tuna taraf lahna ve Karadeniz boğazına İcab eden takviyeleri yapmaya başlayacağını ilân et- di. Rus devleti hakkında bilinen hürmet ve riayeti lâzimeye bağlı olarak Osmanlı ülkesinde ikamet eden Rusya tebâsı tüccarlar konsolosları hakkında kötü bir muamele asla olmayıp, yine eskisi gibi usül-ü serbestliklerinde işlerine bakmaları bildirildi. İşte harp meselesinin başlangıcı budur. Mençikof gittiği gibi sağlam zannedilen münasebetler kof çıktı." denmektedir.
Zâten bu mevzu ile alakalı tolarak yayımlanan resmî beyannamede de, şöyle bir ifadeye yer verildiği görülmüştür. "Rusya devletiyle yapılan didişmenin ve çekişrnenim sebebi hakikisi, Rum klişelerinin ue ruhbanlarının vede mezheple-rinin imtiyazlarını, adı geçen devlet, bir nevi taahhüde bağırmak istemeyip, Osmanlı devletinin dahi bütünüyle razı olmaması davasıdır." Bu ifadedeki mezhebin imtiyazı meselesi
taa cennet mekân Sultan Fâtih döneminden beri bizzat bu padişahın imtiyazı devam ettirmesi ve bunu yazı ile ilân buyurduğu hatırlanmalıdır. Padişah tarafından; ecdadının yüksek takdi rine bağlı olarak, tasdik ve kuvvetlendirmeyi sağladığı ortadadır. Makam-ı padişahinin, kendiliğinden koymuş bulunduğu usûl-ü imtiyazatı bozmak Fâtih'den sonraki hiç bir padişahın aklından bile geçmediğinden böyle devam eden tatbikatın bozulmasına lüzu mu olmadığı izahtan varestedir. Bu hususda Osmanlı devleti bütün âleme bir teminatını ilâna hazır olduğunu belirteceği gibi Rusya'nın, bahse konu şüphelerden temizlemeye, yeterli usûlü temin etmeye de, is-tinkâf buyurmamış olduğu ve bir devletin tebâsmdan olup, bunca milyon nüfusu toplamış olan bir milletin mezhebinin imtiyazı üstüne başka bir devletle anlaşmasında veyahut kuvvetinde bir suret-i tanzimiye yapmak ve taahhüd eden devletin istiklâline ve hükümetinin hukukuna ait meşruluğa dokunacağı cihetiyle, böyle bir şeyin yapılamayacağı defalarca dostane ve de ihlas dolu olarak beyan olunduğu halde bu hususda bu kadar ısrarlı olmak icâb etmezken, Ruslar, yine iddialarından feragat etmiyerek hâttâ bu defa Eflak ve Buğdan memleketlerini zapt ve istila etmek üzere Rus ordusunun Prut nehrini geçmiş olup, saltanat-ı seniyye'yi hayretlere düşürmesine sebeb teşkil etmiştir.
Antlaşmalara da aykırı olarak meydana gelen böyle bir olay, Osmanlı devleti tarafından kabul olunamayacağından bütün devletlere resmi bir şekilde ve açıkça anlatılarak bildirilmiştir. Çünkü devletler arasında birbirinin istiklâl-i tâmmesi hususunda yapılan antlaşmalar gereğince bir çeşit karşılıklı kefalet ve bir zincir hâlin de bu hususda mutabık kalınmıştır. Bunu ihlâl edecek bir vak'a çıktığında hepsinin ben zer oylan muvafakat-ı usûl-ü câri'den olarak, Rusya devleti tarafından, esas hedef, Os manii devleti ile savaş değil, arzusunun verine geleceği ana kadar, Eflâk ve Buğdan topraklarını rehi-e almak yoluyla sıkıştırmaktır. İngiltere ve Fransa'nın malum olan denizci birer devlet olmaları Osmanlı devleti için, dayanacakları, istinat edecekleri ve de itimat olunacak dostlar olduklarını bu hayırhahlıklarını daha öncede fiili davranışla göster miş olmalarına binaen, devlet-i âliye diğer ülkelerle usûl gereği haberleşmişti.
Nasıl oluşa olsun, devlet-i âliye, istiklâliyetini ve hükümranlık haklarını ihlâle dönük bir teklifi kabul edemeyeceğinden, işlerin alacağı renge vakıf olununcaya kadar, kendini savunmak ve muhafaza için Tuna sahilleri ve Anadolu hu-dudlannda silahlı güçler bulundurmaya hep birlikte karar almışlardı. Esas anlaşmazlığı toplamış bulunan bu beyannamenin sonu devletin bu hususda seçtiği siyaset tarzımda içine almaktadır.
Bundan dolayı dikkatle okunmalıdır: "Rusya devletinin dâvası her ne kadar Rum milleti reislerinin gerekse ferdlerin katiyyen hisseleri ve malumatları olmadan, hatta Rumların tebâsı oldukları Osmanlı devletinden memnuniyetleri ue şükranları devam etmekteyken böyle bir meselinin ihdas olunmasından dolayı, Rumların çok müteessir oldukları da, padişah indinde tahkik olunmuş ve bu mesele münasebetiyle onlara asla kötü bir nazar ve düşmanca bakılmadığı gibi, Ermeni, Katolik, Protestan ve yahudi tâi- [eleri nasıl birer sadık tebâ iseler, Rumlar da ay&en onlar gibi olduğundan herkesin yekdiğeriyle güzel geçinmekte olduğu, velhasıl hiç-kimse vazifesinden hariç sözlere karışmayıp, rızaya aykırı davranışlarda bulunmayıp, kendi işine gücüne bakması lâzım gelecektir. İşbu açıklama ve beyanat-ı tedbir ile karar, , şeyhülislâm, südûr ve ulemâ ile serasker ve. bütün cihet-i askeriyeye memur vezirlerle, sadrıazamla devlet ricalinin hazır bulundukları halde ve sadnazamm başkanlığında toplanan meclis-i umûminin sonunda vardığı düşüncenin emr-l fermanı padişahı de bu merkezde şeref sudur buyrul-muş olduğundan her kim, bu karan beğenmeyecek ue kararlaştırılmış tenbihlerin hilâfına hareket edecek olursajtaat-sızlık mânasına geleceğinden, şediden cezaya müstahak olacaktır."
Altmış kişiden meydana gelmiş bulunan, meclis-i umûminin tasdik ettiği, siyaset usûlü dahiliyesinin özeti bundan ibarettir. Bundan sonra batı'Iı devletler ile yapılan ittifaklar ve Anadolu ile Rumelide, ordular kurulmasına ve donanmayı hümayunun yâni, padişahın donanmasının müttefik devletler donanmalarıyla Karadeniz'e çıkmalarına gayret ve Mısır'dan tertip olunan 2 kapak, 4 firkateyn, 2 vapurla beraber 9500 kara askeri getirtildi. Anadolu Ordusuna Kirımîzâde Reşid, Rumeli Ordusuna da, Halep Nâkibizâde Abdullah Efendikadı ve her iki orduya da müsteşarlar tâyin edildi.
Ruslar ise; efkâr-ı umûmiyeyi heyecenlandırmak gayesi ile osmanlı devletinin Kudüs-ü Şerifi musevilere satmış olduğu dedikodusunu yaymaya çalıştığı duyulmaktaydı. Harp, savaş lâflarının kuvvetü olarak telaffuz olunduğu bir sırada çıkarılan bir hatt-ı hümayun da son tarafında:
"Bu harbin sebeb-i aslisi devlet-i âliyemizin hukuk-u mu-kaddesesini ve istiklâlini muhafazai kaziye-i hayriyyesi olduğundan, Cenâb-ı Hallâk-ı Cihân'ın, teofıkat-ı samedaniyesinden ve rurıaniyet-i celilei hazret-i risalet penahiden müs-temend olduğu halde, böyle bir farizanın icrasında, bizzat bulunmak maksadıyla bi-mennihi teâla ilkbaharın gelişiyle azimete azm ve niyet eylediğime binaen meuakibi hümayunümüzün ihtidadaki merkezi Edirne şehri olacağından maiyetimizde bulunacak askere muktezi olacak şeylerin orada hazır bulundurulması icab-ı hâlden olmağla.."
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Savaş Salı Ocak 20, 2009 8:29 pm
Savaş
Muteber kaynaklarda harbin ilk günleri şöyle anlatılmaktadır: Rus orduları kuzey cihetinden, Fransız ve İngiliz ortak donanması güney yönünden yürüdükleri,Tuna'da ise, Serda-nekrem Ömer Paşa komutasında bir müdafaa hattı meydana getirilerek hareket plânlanmıştı. Bir yandan da avrupa devletleri hükümetlerine mensup vekiller, savaşın olmaması için diplomatik faaliyetleri hummalı bir şekilde sürdürmekteydiler.
Rusya başvekili Nesilrod, İngiliz elçisi Sir Hamilton Sey-mur'a, İstanbul'daki İngiliz elçisinin her çeşit teşebbüsatı anlaşmayı önlemek ve men etmekte başarılı olduğunu Mençi-kof ise, resmî bir antlaşma imzalamakla işe giriştiği halde, yavaş yavaş konuşma tarzını değiştirerek, önce bir taahhüde sonra adi bir nota istediğini bildirmişti. İngiliz kabinesi suihu isterce görüntü çizerek haziran ayı boyunca donanmasını boğaz dışında Beşike Limanında bekletmiş, Ruslar,3/temmuz'da askerlerini Prut Nehrinden geçirip, hazırlanırken, öte yandan yavaş bir surette müzakerelere eğilim göstermişti.
Fransa'da 3.Napolyon ve bnun hârici ye nâzın Droin dö Lovnis, Rusya ile savaşmak için, İngiltere ile ittifak imzaladıklarına dâir söylentilerin asılsız olduğunu ilân etmişti. Londra'daki elçisine bu mevzuuda kesin talimat verildiği halde, Viyana sefiri tarafından dahi, Avusturya başvekili, Kont Bool'a Fransa'nın niyet ve arzusunun sulh olduğunu bildirmiş, Napolyon'un hükümeti 1841 tarihli antlaşmalarla Osmanlı devletinin istiklâl-i tâmmesini savunmadan başka bir emel taşımadığını bildirmişti. Avusturya'ya adı geçen antlaşmanın metni üzerine Çar nezdinde teşebbüse geçilecek olursa harbin önlenmesinin kabil olduğu anlatılmıştı. İngilterede de, efkâr-i umûmiye, tehdit altında bulunan Osmanlı devleti lehine ve boğazların ise savunulması noktasında heyecanlı gösteriler yapıyordu.
Palmerston ve partisi Rusya ale yine tahrikler yapmaktaydı. İstanbul'da ise, resmî beyannamenin son fıkrasında görüldüğü üzere hükümet kararına uymaktan başka çâre kalmamış ve ahali daima harp istikametinde yönlendirilmiştir.
Bu sırada ise meşhur edib Victor Hugo, Quint gibi cumhuriyet taraftan kişiler kalemleri ile Rusya aleyhinde ifadelerde bulundular. Hele katolik cereyanı mukaddes yerlerle ilgili Fransız politikasını hızla lehimize yönlendirmekteydi. Yalnız Avusturya başvekili bulunan Boul, Rusya ve avrupa âlemine dostâne yaklaşım taraftarıydı. 1/temmuz'da Viyana'da bulunan bütün b.elçileri davet ederek, avrupa âlemini tatmin ve Çar Nikola'yı te-min için, Mençikof ile Osmanlı devleti temsilcileri arasında kararlaştırılıp, Stratford'un, karşı çıkması ile bozulan nota'nin aslını, büyük devletlere tebliğinin, gerektiğini ileriye sürdü.
Çar, buna razı oluyor ve böylece de savaş geriye kalıyordu. Fakat Startford Radklif İstanbul'da sefirlerin kabulünden sonra Mustafa Reşid Paşa ile gizlice görüşerek Viyana'da tanzim edilen nota'nın Rus hükümetinin arzularından doğmuş olduğunu Rusya 'nın Viyana sefirinin, Vikont Boul'un kaimbiraderi olan, Mayendorf'un teşvikiyle, Osmanlıları; sulha feda etmek üzere, kaleme alındığını anlatıp, Paşa'yi ikna etdi. Mustafa Reşid Paşa, on senedenberi İngilterenin nasi-hatlarıyla, Ruslardan bir intikam almak üzere Osmanlı ordu-ve mâliyesini tanzim etmiş olduğu gibi iki aydan beri Ae hazırlıklara başlamıştı. Maksadına devama karar verdi.
Meslirod, Kaynarca ve Edirne antlaşlannın iptali suretiyle Viyana notasının değiştirilmesini, padişahın hristiyan mezhepleri babıâlî'nin himayesinde olmak üzere Kaynarca ve Edirne antlaşmaları hükümlerine, sâdık kalacağı tarzında, İslahını istedi. Rusları 3.defa olmak üzere iddialarında boşa çıkarıyorlardı. Hâl böyle olunca savaş artık kaçınılmaz ol maya başladı. Palmerston'un teşvikiyle, İngiliz halkının heyecanı, Rusların Buğdan'a tecavüzleri savaş ilânını kesinleştirdi. Viyana notasının değiştirilmesi ve.savaş hakkında bizde, şöyle bir kayıt vardır:
"Deviet-i âliye ile Rusya devleti arasında ortaya çıkan münazara ve anlaşmazlıktan dolayı ıslah-i devletin şu sıradaki vaziyetini Mösyö Debidor, Tarih-i Siyasa'sında şöyle tarif ediyor: "Rusya, Au ustur ya ue Prusya'nın iıayırhatıane dau-ranışna itimat ettiğinden iki devlet arasında olan halin düzelmesi niyetiyle taraf-ı saltanat-ı seniyyeye arz olunan suret-i tanzimiyenin bazı mahalleri devlet-i âliye nin matlubu yâni beğendiği tarzda düzeltilmedikçe diğer devletler tarafından istenilen teminat verilmedikçe muvaffak olunamayacağı ka-rarlaşmıştı. Evvelce gelmiş olan müsveddeye Osmanlı devleti tarafından yapılan değişiklik ve tashihatın, Rusya'nın kabulüne, Osmanlı devletinin yanında yer alan dört büyük devlet tarafından büyük gayret gösterilmişse de, Ruslara tesir etmeye muvaffak olunamamıştır. Velhasıl; sulh içinde, şu anlaşmazlığın bertaraf edilmesi kabil olamayacağı anlaşıldığından
Rus askeri gücünün tecavüzü ise bu antlaşmayı nakz eüi-91 bütün devletlerin malumu olduğundan bunun böyle gitmeyeceği 22/ziihicce/1269-27'/eylül/]853 günü ya puan umumî meclis toplantısında azaların oybirliğiyle Rusya'ya harb ilânına uerilen karan yine o meüzuuda alınan fetva-i şerife tarafından te'yid edilince meclis mazbatası padişah-t şahaneye arz olunup, hatt-ı hümayun elde edilmiştir. Uzun uzun anlatıldığına göre iki deuletin sauaşması gerçekleşmiş olup, Eflâk ve Buğdan topraklarının tahliyesi hakkında Rusya askerinin kumandanına usûl icâbı gönderilen mektup târihinden itibaren 15 gün içinde tahliye emri verilmediği takdirde düşmanca harekâta başlanması hususunda Serdar-ı ekrem Ömer Paşaya ve diğer vazifelilere devletimiz tarafından gereken talimat verildi." Demekte.Fransa ile İngiltere'nin harp için aralarında anlaşacaklarına bir türlü inanamıyordu. Bundan başka Balkan yarımadasında bulunan hristiyan ahalininde ayaklanacakları hakkında çok büyük ümitler taşımaktaydı. Gerek teselya gerekse Epir taraflarında büyük heyecanlar kendini göstermekteydi. Atina da bulunan çok sayıda ve tesir gücü fazla olan Rusyalı memurlar Yunanistanı bu iki bölge üzerine atılma hususunda tahrik ve teşvik ediyorlardı. Kral Othon ile haris karısı kraliçe Amelya açıktan açığa Moskova politikasını tercih ederek Na-pist yâni Rus hükümeti taraftarı partisini kışkırtıyorlardı.
Osmanlı topraklarına geçip, ihtilâl çıkartmak için, Yunan subay ve askerlerine müsaid davranıyorlardı. Aynı zamanda Çar İran'ı da Osmanlı devleti aleyhine davranışa yöneltiyor hâttâ Baltık denizinde emniyet içinde görmek için Danimarka kralını bile ortaklığa çağırmaktan usanmıyor para azlığı yüzünden Osmanlı devletinin ilk baharda sulh yapma eyili-mine koşacağını ümid ediyordu. Bu sebeble; tecavüzi hareketlerde bulunmayıp, müdafaada bulunmaya önem verip, buna sebeb olarakda, savaş ilânının kendi tarafından olmadığı, sulh severliğinin hâlis niyetini ortaya koymaktan ileri geldiğini bildirdi. Bu vaziyet üzerine de Avusturya başvekili Boul. Rusya başbakanından aldığı kabul haberi üzerine 5/ara-hk'da Viyana Konferansını açtı. Dört devlet arasında müzakereler başladı. Babıâli'ye gönderilen protokolün özeti şu idi: "a- Osmanlı devletinin mülkiyet-i tâmmesi-
b-Padişahın, hristiyan tebânın rahat yaşamasını sağlaması şartıyla İstiklâli tâmmesi" Bu protokola iliştirilmiş notada, babıâli'nin Rusya ile müzakerelere girişmek için ileri süreceği şartların çok çabuk bildirilmesi rica ediliyordu. Fakat savaşın başlangıcı Rusya'yıda elde ettiği vaziyetden ayıracak hâle getirdi. Vidin civarında bulunan Ferik Salim Paşa yeterli kuvvet ile Kalafat Adasına geçmiş ve Rumeli Ordusu erkân ı harp reisi İsmail Paşa da Rahova tarafından gelerek, Kakjfat Ada iskelesi ve hududa yakın, Şevketil Kalesinin muhasarasına girişilerek kısa zamanda bütün silahlarını teslim etmek suretiyle isteklerimiz olan maksada muvaffak olundu.
Öte yandan da Rumeli ordusu Kumandanı Macarlı Ömer Paşa da Tutrakan önündeki Ada'ya gönderdiği kuvvetlerin himayesinde istihkâmlar inşaasına başlatmış, taş binalar karantinaya alınmış ve içine bir kaç tabur askerle, cephane ko-nulmuştu. Ruslar; 20 tabur piyade, 3 alay süvari, 1 alay Kazak süvarisi ve 32 adet piyade ve süvari toplarıyla birlikte hücum ettiler. Dört saat devam eden bu kanlı sava şın bilançosunda Ruslar ikibin yaralı ve bin ölü ile bfrakrak çekildiğinde bu savaş târihi mize, *Çetine Muzafferİyeti" adıyla şan ve şerefle yazılıyordu. Bu savaş neticesinden olarak, Rus-Sırp ittihadı ümidi bir başka zamana kadar tehire uğramış oluyordu. Ayrıca İngiltere ve Fransa'ya aid gemiler Beşike Limanında bulunuyordu ki bunların oniki tanesi padişah fermanı ile Çanakkale Boğazından geçip Büyükdere önlerinde demir attı.
Rus deniz filolarının, Osmanlı devletine aid Karadeniz'deki sahillerine tecavüzü menetmek maksadıyla Bahriye Paşası Kayserili Ahmed Paşa komutasında Osmanlı savaş gemileri gönderildi. Bu donanmada 12 parça gemi bulunup,top sayısı ise bir hayli faz la olup, 1118 tane idi. Bu arada Fransa ve İngiliz donanmalarının Beşike limanına gelmesi Çar Niko-la'nın son derece gazablanmasına sebeb oldu. Babıâli'den aldığı cevap üzerine Rusya ahalisine bir beyanname neşretmek mecburiyetinde kaldı. Bu beyanname adetâ bir haçlı seferi teşvikiydi.
Başvekil Neselrod, Çar'm yalnız Osmanlı tarafınca değil Fransa ve İngiltere cihetlerinden de tahrike uğradığını, haysiyet, şeref ve hakkı olan menfaatini gözetmek için için ileri harekâta mecbur olduğunu avrupaya bildirmeye çalıştı. Rus Çar'ı ve başvekili Neseirod bu mevzuuda kısır bir davranış cindeydi. Çünkü, Rusların Osmanlı sahillerine tecavüzü, Fransız ve İngilizlerin Beşike'ye gelmesinden önce idi. Beşike limanına gelmiş bulunan avrupa devletlerinin gemileri hiçbir antlaşmayı ihlâl etmiş olmuyorlardı. Ayrıca da Rusya Osmanlı topraklarına tecavüzde bulunduğundan harekât-ı tecavüz davranışınında sahibi olmuştu. Neselrod'un ifadesine göre de Çar Nikola, Osmanlı devletiyle harp etmekten ziyade, kendini emniyet altında hissetmek istiyordu. Bu istikametteki arzusu kabul edildiğinde ele geçirdiği topraklan iadeye razı gelecekti. Ancak,bu tarz hareket pek sert ve haysiyet kırıcı idi. Özelliklede geleceği kim te'min edebilir?
Bu işlerin sonunda Avusturya ve Macaristan müşkül bir duruma düşmüştü. 1849 ve 18 50'deki Avusturya da vuku-bulan ihtilâlde Ruslar, Fransuva Jozef'e yardım ederek adetâ Avusturya'nın, yeniden dirilmesine sebeb olmuşlardı. Bundan başka; Ruslar gerek Bohemya'da, gerekse Sava Nehri taraflarındaki, Sava Slavların: ayaklandırabilirdi. Bu bakımdan Avusturya devleti ve onun hükümeti Rusya aleyhine davranışa geçemezdi. Fakat Osmanlı devletinin yıkılmasına da seyirci kalamazdı.
Çünkü böyle bir hâl gerçekleştiğinde Avusturya ne olacaktı? Diğer taraftanda Fransa ile İngiltere'ye yardımcı olmazsa bunlarda başına bir ihtilâl çorabı örmezlermİ? İtalya'ya Macaristan'a,Polonya'ya kalkın demezlermi? Verlhasıl Avusturya hükümeti şöyle veya böyle Osmanlı devletinin tarafını tercihe memur oldu. Bunun için her iki hükümet arasında müphem, meşkûk, zavallıca bir ro! oynamağa iki tara-fıda, bir noktaya getirme vazifesini yapmak için her tarafa sallanmaya mecbur oldu. Viyana'da kaleme alınıp, Osmanlı devleti tarafından değişiklik gerektiği lüzumu gösterilen nota, işte böyle bir mecburiyet üzerine yapılmış kaçak işlerdendi. Fransa ve İngiltere Donanmasının Çanakkale'den geçişleri de, Rusların her türlü antlaşmayı yasak hâle getiren tarz şeklinde anlaması üzerine vukubuldu. Târih-i Lütfi diyorki:
"Berveçhl muharrer (yukarıda yazıldığı gibi) deulet-i âliye-i mecburiyeti meşruası cihetiyle muharebeye şur'u ey/e-miş ve asar-ı fev-u zafer zuhura başlamış oldu ğundan nâm-ı şev ket-i itsâmı Padişahi, Gâzi'lik unvanı celiliyle, cevami-l şerife min berinde ilân olundu. Yemen eski valisi Sarı Paşa ile id Paşa, Mühürdar Behçet Efendi, Livalıkdan mütekaid ve Çerkeş kumandanlardan, Sefer Paşa ve bazıları Ba tum Ordusuna gönderildiler. Çerkeş Paşanın Çerkezlstan'la münasebetlerde istifadeleri umulan kimselerin göndentmele-û pek bir şeye yaramadı. Belki, sülhden sonra Çerkeş kabile-Lerinden vatana uğramaları sağlanmış olabilir Bilhassa Fransa sulha alakadar bulunuyordu.
Hatta İstanbul'a Barakey Di'iye isimli, sert ve de Stratford Radklif ile boy ölçüşebilecek vasıfta bir diplomat gönderdi. Fakat, İngiliz Stratford maksadını temine berdevamdı. 21 /ey-lül'de başvekil Palmerston, İngiltere Harbiye müsteşarına, Rusya'nın Lehistan ile Kafkasya, Gürcistan gibi zayıf damarları vardır. Demişti. Staratford bunu bir plan hâline koyarak Rusya'yı tehdit maksadı ile akın etmekliğimizi tavsiye etdi." Demektedir.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Sinop Vak'ası Salı Ocak 20, 2009 8:30 pm
Sinop Vak'ası
Doğu Anadolu'da Osmanlı ordusu, Rus arazisine tecavüz etmiş hatta Aya Nikola denilen kaleyi de ele geçirmişti.. Çar; büyük bir kızgınlık içinde savunmada kalacağı hakkındaki evvelki beyanatını unutarak, donanmasının Anadolu sahilinde harekât-ı harbiyede bulunması hakkında emirler verdi. Târih-i Lütfi'ye göre:
"Sinop Limanında Taif vapurundan başka, 7 kıt'a firkateyn ite 3 korvet vede l'de vapur bulunmaktaydı. Rus do nanması amirali Mahimof havadaki sisten istifade ederek limanın ağzını tuttu. Donanmamıza teslim olmalarını işaretle bildirdiysede, topla mukabeleye kasım ayının 21. Günü,3 kapak, 4 firkateyn ve 1 Briyk'den ibaret olan Rus donanması Sinop'a Osmanlıların demir atma mevkıilerini hâl ve hareketlerini keşif için ayın. 30. gününe kadar fırtınalı havada liman haricinde abluka vaziyeti almıştı. 1170/1853'de Patrona Mustafa Paşa komutasındaki filo, Batum'a harp mühimmatı sevk etmeye ve Patrona (tüm amiral) Osman Paşa kumandasındaki filo da Sinop Limanına demir atmıştır Sinop Limanında vazifelendirilen gemiler şunlardı:
T p Sayısı Gemilerin İsmi gemilerin Cinsi
Adet Avnullah Firkateyn Patrona Osman Paşa
Nizamiye " " Piyale Hüseyin Paşa " Kaid-i Zafer Nesim-i Zafer
50 64 22 48
48 « " Faziullah
42 " " Naviki-Bahri
42 " " Dimyat
22 " " Necm-i Efşan Korvet
22 " " Feyyaz-i Mâbud
22 " " Gül Sefid
10 " " Ereğli Vapuru
06 " " Pervazi Bahri Vapuru "
Rus amirali Nakimof, Sinop'da keşif yaparken Sivasto-pol'dan imdad taleb etmiş, 4 gün liman haricinde durup, inn-dad gelmesini beklemişti. Ayın 30. günü beklenen imdat gelerek kuvvetlenmiş olup, 3 anbarfı, 3 kapak, 2 firkateyn ile müsaid olan rüzgârı kullanarak limana inmiş ve mevcud olan 4 vapuru da Osmanlı gemilerinin kaçmasına fırsat vermemek için dışarıda karakol bırakmıştı. Sahil bataryalarının ateşinden kurtuluncaya kadar ilerleyip bir yerde mesafeye kadar sokularak demirledi. Osman Paşa işaret çekip, savaşa girişip, padişah uğrunda fedây-ı cân edinceye kadar gayret ve çalışmak dinin hamiyyetinden olduğunu ilân edip, akabinde Nizamiye Fırkateyn'inin toplarından ateşe başlandı.
Rus donanmasıda, Osmanlı donanmasıyla mukayese edil-dığinde bizim için teslim yada mahvolmak görünüyordu. İki-blJÇuk saaat fedakârane ve cesurane savaşa devam olundu.
Navik-i Bahri adlı fırkateyn'imiz karşısında yer alan Rusların kapak tipi gemisince açıbordo âteşi sonunda büyük yaralar aldı. Bu ümitsiz durumu gören Kaptan Ali Bey, mukavemete ve döğüşmeye fırsat olacağını göstermiyordu. Ali Bey,gemi-sini düşmana teslim etmemek için cephaneleğin ateşlenmesini emrettiği görüldü. Ne varki bu emir yerine getirilmeyince Ali Bey, yanmakta oîan bir meşaleyi bizzat kendisi cephaneliğe atarak tutuşturdu. Sonuçda gemi müthiş bir infilak ile parçalandı. Bu kararlı tutum ve geleneklere uygun davranış, maalesef askerimizin sebat ve metanetinde menfi bir te'sir meydana getirdi.
Fırkatey'nin her bir parçasının çeşitli yerlere dağılması, şehidlerimizin parça parça olan cesedlerinin deniz suyunu kıpkırmızı kan rengine getirmeside korku, ümitsizlik getirdi. Bu arada deniz üstünde iki gemimiz kalmıştı ve bunlarda birer firkateyn idi. Rus lar ateşe devam ediyorlardı. Gemilerimizi arayıp bulmaya çalışıyorlar zaferlerini duyurmak içinde askerlerini Hurra! diye bağırtırlarken, bizim deniz üstünde kalmayı başarmış olan iki fırkateyni'mizin ara sıra yaptığı top atışları, sanki yaralı arslanların feryadının sesini andırmaktaydı.
Rusların yapmış oldukları tahribat, o kadar büyüktü ki, şehir ve gemiler harab olduktan başka müteaddit isabet alıp, nice yaralara gark olan gemiler denizin üzerinde başıboş se lâmet arayanların üzerine ölüm yağdırmaya çalışarak, tek kişinin bile kalmamasına gayret gösterdiler. Neticede; demir alamamış bulunan iki firkateyn üzerine saldırdılar.
Ayağı yaralanmış Osman Paşa ile demir üzerinde kalmış iki firkateyn'in kumandanını esir alı yorken 125 neferi de derdest etmiş oldular. Ertesi gün savaşın deiik deşik ettiği bordaları ve anbarları ile enkaz hâlindeki gemiler Ruslar tarafından yakılarak yok edildi. Piyale Hüseyin Paşa savaş sırada başına hesap eden bir gülle ile şehidîer kervanına kaldı Savaşın akabinde naşı bulunup, Seyyid Bilâl Türbesi civarına defn edildi.
Vakanüvis; donanma reislerinin kara'da ve hamamlarda halvet hâlinde bulunduklarını kayd ediyor. Liman vakasından dolayı, Kapdan-i derya Mahmud Paşa ithamen azl olundu. İşbu melhame-i kübrada (pek kanlı savaşta) donanmayı hümayunun dörtbin askerinin yarısından fazlası şehid olmuştu. Ruslarda pek çok telefata maruz kalmıştı. Me'şum savaş başladığında demirini kesen Tâif vapuru firar etmiş ve İstanbul'a ulaştırmıştı. Ancak şunu söylemek gerekir kî, savaşın neticesini İstanbul'a ulaştırdığı meşkûktür. Neyse biz tafsilata devam edelim.
Tâif vapurunun verdiği haber ancak Sinop limanına yapılan baskını haber vermesidir. Boğaz'da bulunan İngiliz donanmasından Detreboşin ile Fransızların, Magador isimli gemileri, Sinop'a gitmiş ve buradaki manzaraya el koyarak, yaralıların tedavi edilebileceklerini tedavi etmişler ve İstanbul'a taşımışlardı. Daha sonra yaptıkları tahkikatla durum tespıtide yapmışlardı. Öte tarafdan Rus Amirali Nakimof ise ^ar'a gönderdiği malumatda, Sohum'u işgal ile Kafkasya lisini kandırmak için denize çıkarılan, 7 firkateyn, 3 korvet ve 2 vapurdan ibaret olan Osmanlı donanmasından ancak bir vapur kurtulabilmiş ve bizim taraftan ise, bir subay ile 33 asker ölmüş, 130 nefer de yaralanmıştır. Diyor.
Eski Serasker Hasan Rıza Paşa kapdan-ı derya makamına tâyin olundu. Bu arada da Ka tadeniz'deki harekâtımızın hepsi durdu. İstanbul savunması hayli güçleşti. Bu vaziyetin karşısında İngiliz ve Fransız donanmalarına müracaata kesin mecbur hâle geldik. İngiliz donanmasının başında olan Sir Aberdeen tereddüt halindeydi. Böyle olunca da İngilizlerin ahalisininde heyecanı hayli arttı. Bu sırada başvekil Palmers-ton istifa etdikİ, bunun üzerine Sir Aberdeen, Palmerston'un plânına evet demek zorunda kaldı. Fransa ise, Sinop donanmasının ve şehrinin tahrib haberi Rusların her türlü devletler hukukunu hiçe sayarak, şiddet dolu davranışlar sergilemeye başladıkları manzarası görülmektedirki bilhassa avrupa donanmasının burnunun dibinde Osmanlı donanmasının tahribi, efkâr-ı umûmiyeyi kamu vicdanını bütün bütün yaraladı.
Fransa başvekili Rerviyn do Layir'in teklifi üzerine İngiliz-ler ortak olarak Rusya'ya MemJeketeyn'i (Eflâk ve Buğdan) tahliye edinceye kadar savaş gemilerinin bundan böyle Karadeniz'de seyir ve harekât yap- maması bildirildi. Bu muamelenin mânası deniz devletine harp ilân edilmesinin kararlaştırıldığı demekti. Buna karşılık bu seferde Avusturya, batılı devletler ile Rusya arasına girdi. Babıâli'nin sulh şartlarını ileriye sürdü. Yazılı şartlar aşağıdaki maddelerden ibaret idi.
1- Osmanlı devletinin temamiyyet-i mülkiyesinin devamı ve kefilliğinin kabulü
2- Memlekteyn'in tahliyesi
3- 1841 senesinde avrupa tarafından babıâlî'ye verilen te-minat-ı taahhüdatın yenilenmesi.
4- Zât-ı Şahanenin istiklâliyetinin tanınması ve zât-ı şaha-in tam serbesti ile hristiyan tebâ'ya Yen> imtiyazlar ihsa-nına kail olması.
Vaziyetlerin gösterdiği ahvalin vahameti, Avusturya başvekiline bu şartları Çar'a bildirme hususunda kanaat uyandırdı. Nitekim; ocak/1854'de de bu programın Avusturya'ca, konferansın aldığı karara uygun olarak Çar'a takdimi kararlaştırıldı. Ancak; Çar bu teklif hakkında olumlu bir eğilim göstermedi. Bunun üzerine, gerek İngilizler, gerekse Fransız lar parlamentolarında harp karan aldıklarını Çar'a haber verdiklerinde Çar'da, Rus ahali yi mukaddes yerleri tahkir ve ihlâ! edenlere karşı savaşa çağırdı.
Buna karşılık İstanbulda da büyük bir canlılık, hamiyyet şeklinde kendini gösterdi. Gerek mâli gereksede bedenen pek çok yardım yapmak isteyenlerin yanında padişahın ih sanına nail olmuş ve daha nice ihsanlar beklemekte olan Rum ve Ermeniler gibi gayrimüslimler ve yine devletin hu-dudları içinde yaşayan diğer akvamın reisleri, babıâlî'ye tebrikler arz ediyordu. Rum cemaati patriği, metropolidleri maiyetinde olduğu halde ilk baharda harekata geçileceğinin haber verildiği yıldızın maiyetinde bulunmağa kararlılıklarını bildirdiler. Bu aradada, Osmanlı, Fransa ve İngiltere hükümetleri aralarında tanzim ettikleri ittifak antlaşmasının tasdiknameleri teati edildi ve resmen ilân edildi. Yine işaret edilmesi gereken hamiyyetlerden biri de savaş masraflarına yardımcı olabilmek için bir çeşit imtiyazlı senetler tertip edildiği gibi vükelâ, ricali devlet yâni devlet adamları, ulema ve üst düzeyde devlet memurları tarafından nakdî bağışlar birbirini takip etdi.
Aşağıdaki listede bir kısım bağışçının adlarını ve mikdarla-nnı bulacaksınız ancak bu ra kamlar tamamiyle alındımı?
Sorusuna muhatap olduğumuzda vereceğimiz cevap ise orasını defter-i mâliye erkânı bilir. (Târihi Lütfi)'nin listesi alt satırda verilmiştir.
Müteberrinin Adı Meblağı
Sadrıazam Mustafa Naili Paşa 300.000
Şeyhülislam Arif Efendi 25.000
Eski Sadnazam Rauf Paşa 50.000
B.Mustafa Reşid Paşa 300.000
Serasker Hasan Rıza Paşa . , 200.000
Fethi Paşa ,,...; ., i< 150.000
Sekip Paşa 50.000
Kıbrıslı Mehmed Paşa 100.000
Maliye Nâzın Safveti Paşa 100.000
Hasip Paşa 75.000
Mısırlı Kâmil Paşa 150.000
Sadaret müst.Mahmud Nedim - 25.000
İntisap Nâzın Hüseyin Bey , , 50.000
Damad Halil Paşa 75.000
Ali Galip Paşa 100.000
1.750.000 krş.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN ABDÜLMECİD HAN DONEMI Salı Ocak 20, 2009 8:30 pm
Savaşın gündeme gelmesi hasebiyle içtima yapan genel meclisin vermiş bulunduğu fazilet sahiplerini anlamak için, bahane edilerek talebe-i ulûm tarafından Seraskerlik kapısında (şimdiki Bayezid'deki İstanbul üniversitesi merkez binası önü) bir nümayiş yapıldıysa da bunların çoğu hemen yakalanıp, Girid'e sürüldüler. Bunları eski serasker Mehmed Ali Paşa tahrik etmişmiş! Bunun neticesinde Mehmed Ali Paşanın Kastamonu'ya sürüldüğü görüldü. Mehmed Ali Paşa ile Mustafa Reşid Paşanın arasındaki burudet bir çekişme riva-eti taşımaktadır ki, bu bakımdan rivayetlerin istinat ettiği hususlar pek de boş değildir.
Belli kişilere fırınların çalıştırılması müsaadesi tahsis olunmuştu- Bu usûl nasıl olduysa serbestliğe kavuşturuldu. Tanzimat fermanının ilânından önce fırınların idaresini hükümet eliyle yürütmek vardı. Fiatlann ayarlanması, ekmeğin tadı ve sekli idarece kararlaştırılıyordu. Bu fırın meselesi hakkında çalışmamızın, Bilgi bankası bölümünde kâfi miktarda müba-yaat başlığıyla malumat vermişizdir.
Bu arada bazı yerlerin durumlarına getirilen iyileştirme çabaları içinde Sırbistan'a mahsus olan imtiyaz fermanı gönderildiği gibi Mısır Valisi Abbas Paşa'nın vefatı üzerine boşsian valiliğe Kavalalı Mehmed Ali Paşanın diğer oğlu Kavalalı Sa-id Paşa vezaretde verilmek suretiyle Mısır Valiliğine tâyini yapıldı. Said Paşa bunun teşekkürünü yapabilmek içinde İstanbul'a gelerek huzura çıktı. Kendisine murassa Mecidiye nişanı hediye olundu. Takvimler 1270/1854'ü gösterirken 29/mayısda sadrıazam Mustafa Naili Paşa makamı sadaret-den infisal ettirildi.
Yerine Kıbrıslı Mehmed Paşa getirildi. Yunanistan'sa bu av-rupanın gayri meşru çocuğu görevi icabı ebeveynlerinin yâni kendisini devletlerin arasına sokan hamilerinin emirlerine teşvik ve tahriklerine uygun davranışla imrarı hayat ediyordu ve bu günlerde vazifesi Osmanlı topraklarına musallat olmuş ahaliye ve vazifelilere illallah dedirtmekteydi. Atina'da os-rnanlı devletini temsil etmekte olan maslahatgüzar ve heyeti lstanbul'a çağrıldı. Peşinden de Yunan sefarethanesi mensuplarıyla beraber, Yunan tebâlı tüccarlarda pasaportlar! ve-nlIP Yunanistan'a gitmeleri istendi.
Yunanistan'ın bu kalkışmalarını bastırmak için mülki, siyasi ve askeri selâhiyetlere hâiz olarak Keçecizâde Dr. Büyük Mehmed Efendiye, Paşalık unvanı verilmek suretiyle, işleri hâl yoluna koyma vazifesi emrolundu. Fuad Paşa bu vazifede büyük bir başarı sahibi olmuştu. Yunanlılar yapmış oldukları saldırı ve baskınların sonunda mütemadiyen yenilmekten kurtulamadılar. Pire limanını devlet abluka altına aldı. Kral Othon hududlarının üzerinde Osmanlı ahalisini rahatsız etmek isteyen çeteleri geri çağırmaya mecbur kal-dı.l271/c.ahir-1854/şubat ayı içindeydi.
1855 senesinde içtima eden Viyana kongresi sırasında toplantıda Arif Efendi isimli bir zât bulunuyordu. Bu kongrede batılı devletlerin hâriciye nazırları murahhaslık yapmaktaydı. Buna bağlı olarak da Hariciye nazırımız Âlî Pa-şa'nın orada olması icâb ediyordu. Bu vesika diyorki:
"Babıâli, batılı devletlerin İsrarı üzerine Avusturya askerinin Eflak ve Buğdan'a geçmesi için bir mukavele imzalanmasına rıza göstermişsede endişeliydi. İşin bu tarafıyla Âlî Paşanın, Viy anada bulunması lâzımdı. Arif Efendi lisana aşina olmadığı gibi o zamanın konferanslarında tam selahiyetti ricalin bulunması kaideden idi. Bu vaziyet karşısında Âlî Paşa fevkalâde memuriyet ve b.elçilik payesi ile yollandı. Âlî Paşaya 5oo bin kuruş harcırah ve 7500 florin muvakkat maaş tahsis olundu.
Kongre sulhu değil, büyük bir galebeyi kararlaştırmış gibi, ikibuçuk ay sonra dağıldı. Bu sırada Âlî Paşa, Mustafa Reşid Paşanın yerine makam-ı sadarete geçti. 1270/1854 "Yine Lütfi Târihi diyorki;"
Sadrıazam Reşid Paşa ile ahkâmı adliye reisi, Mısırlı Kâmil Paşanın, istifaları üzerine özel memuriyetle Viy ana'da bulunan Âlî Paşaya sadrıazamlık verilmiş ve kaimmakamlığı tâliye nazırı Şefik Paşaya verilmiş. Meclis-i Vâla riyaseti , undesindeydi. Fuad Paşa ise rütbe-i vezaretle birlikte Tanzimat meclisi reisliğine ve hariciye nezaretine, Tophane nâzın Muhtar Bey de vezaretle Mâliye nâzın, masarifat (giderler) nezareti nâzın Tevfik Bey, Mustafa Reşid Paşanın iki kanadı makamında bulunan, Âlî ve Fuad Paşalar arasında artık rekabet başladı. Bu icraatı müteakip, Viyana'da bulunan Âlî Paşa İstanbul'a dönüp babıâliye geldi. Viyana kongresi de tatile girdiğinden o meclise tâyin edilen Reşid Paşanın gitmesinden oaz geçildi. Rusya kabinesi daha evvel Kont Orlofu, Viyana ya, baron Budberg'ide Berlin'e göndermişti. Bunların vazifesi Rusya lehine tarafsızlık temini daha sonra da doğu da siyasi bir denge meydana getirip uyuşma müzake- reler-ni temin idi Yâni Rusya, Osmanlı devletini devirmeyi temin için Viyana dolaysı ile Avusturya ile Berlin yani Prusya'nın yardımını temine çalışmaktaydı. Avusturya tarafsız kalmaya razı olamadı. Cevab olarak harekât-ı serbesti içinde olacağını bildirdi. Baron Budberg ise Berlin'de halkın düşüncesinin Rusya aleyhinde olması yüzünden başarılı olamadı. Böylece de Rusya yalnız başına kaidı. Batılı devletler bu va ziyetten istifade ederek, Avusturya'yı kendi içine almaya çalıştı. Çünkü; Avusturya aralarına katılmadıkça, Rusya'ya taarruz edebilmek, sadece denizden mümkün oluyordu. Avusturya başvekili sonradan ortaya çıkacak entrikaların kurbanı olmamak için ittifak hâlinde olan devletlerden Rus Çar'ına bir ültimatom vermelerini şart olmak üzere ileriye sürdü. Memle-keteyn'in tahliyesi, olmadığı takdlrdeyse savaşa hazır olunması bu ültimatomun açık beyanıydı. Fakat Avusturya orduları, Fransız ve İngiliz orduları harbe girmeyince kırnıda-niayacak idi. Bunlar avrupada olurken İstanbul 2.derecede [Şler ite meşguldü. Tuna boyunda Silistre'de bir savunma noktası çıkmıştı. 127O/ramazan ayı 1854'ün/mayısında, Mareşal Sen Arno komutasında bulunan elli bin Fransız ue Lord Rağlan komutasında buiunan 25 bin İngiliz askeri Gelibolu'ya gelmişti.
Rus Çâr'ı tebaasını hakiki bir haçlı seferine davet ettiği gibi klişelerden Hz. İsâ (A.S)'in tasvirini çıkartmak suretiyle taassubu alulendiriyordu. Yukarıda bir miktar bahsettiğimiz Yunanlılar gibi diğer hristiyanlar da kıyam etmiş olsalardı müttefik devletler müşkil mevkıide kalacaklardı. Ruslar Ol-taniçe'de 1270/sefer/8.günü-1853/kasım/5.günü, Çetine'de uğradıkları hezimet ite beraber, Silistre'de de daha sonra şe-hid olan Müşir Musa Paşa ve onun yerine geçen Ferik Rıfat Paşa- ların sebatkârane mertlikleri karşısında, aciz kaldıklarını gördükleri halde, Tuna' dan geçme gayretinden vazgeçmiyorlardı. Silistre savunması, Osmanlı harp târihi-nin en parlak numunelerinden birisi olmakla beraber ayrıca pek şöhretli bir levhas ıdır. Müşir Gürcü İsmail Paşa Tutrakan'da fevkalâde olan cesaretini düşmanın tas dikine sunmuş, bu cesaret düşmana parmak ısırtmıştı. Bu taraf böyleyken, düşmanın sol tarafını tehdid altına sokmak için mareşal Sen Arno ile Raglan'ın kumandasında olarak Gelibolu'daki kuvvetler Varna'ya sevk edildi. Ancak bir vakit sonra Rus ta rtn müttefik ordulara rağmen İstanbul üzerine yürüyüşe geçeceğinden korkuldu."
Beri yanda Serdar-ı ekrem Ömer Paşa, Şumnu'da tuttuğu mevkii pek de ideal bir yer değildi. Müttefik devletler birlikleri, Rusların sol tarafına geçti. Ruslar ise, burada önemli bir plân değişikliği uyguladılar ki Silistre muhasarasını kaldırmak suretiyle kuzey istika metinde çekilmeye koyuldular. Böyle yapmalarının altındaki mesaj, Memlekteyn'i tahliye etmek böylece de, Avusturya'nın isteklerine sıcak bakış yaptı pakat diğer taraftan da, mazide Mapolyon Bonapart'a t klan ki 1227/1812'de, Rusya içine çektikleri Fransızla-y Moskova önlerinde nasıl feci bir mağlubiyete duçar ettiler-bunu Birleşik kuvvetlere de uygulayıp, onlarada bu acıdan tattırmak arzusuydu.
ISe varki Prusya Kra h 4.Gilyom, bazı esbaba uygun olarak tereddütlü anlar yaşadı ve bu anlar altı hafta sürünce Avusturya'nın Rusları tehdit edici niyetini fiili harekete geçi-rememek gibi bir du rumla karşı karşıya getirdi. Prusya; Rusların Tuna nehrinin güney cihetinde bir galibiyet elde etmelerini, özellikle birleşik devletler ordusu gelmeden Silist-re'yi Rusların ele geçirmesini kolaylaştırmak istiyordu. Bunu başarmaya muvaffak olamadı Allahtan. Viyana ancak 3/ha-ziran geldiğinde tehditnâmesini gönderebildi. Rus ordusu* başkumandanı Gorçakofda Silistre'yi alamadı. Muhasarayı kaldırmak mecburiyetinde kalan Gorçakof'un birlikleri Tuna nehrini geriye geçmeye acele ederek Memleketeyn'i terke başladı.
Avusturya ordusu 24/haziran da babıâlî ile yaptığı antlaşma üzerine buraları işgale başladı. Bu antlaşmanın mânası şu idi: "Avusturya harp sonuna kadar Eflak ile Buğdan'ı yâni Memleketeyni işgal ve her bir hücuma karşı yürüyen ittifak devletleri askerleri nin harekât-ı ve muamelatına karışmı-y&cak.Fakat Avusturya bu antlaşma hükümlerini yerine getirmek hususunda Prusya müttefiki Cer manya heyetlerinden gelen itirazlarla karşılaştı. Bunun üzerine müttefik devletlere, Memleketyn'in içine girmeme leri ricasında bulundu ue anca/c bu şekilde bunu sağlayabildi. Karargâhları Var-na'da bulunan müttefik devletler, plânlarını birden bire değiştirdiler. Öte taraftan da Ruslar, Avusturya'nın tehdid beyannamesine cevap verdiler. Bu cevapları şunları tasımaktaydı: Avusturya asayiş hususunda teminat vermedikçe, Rusya'nın düşmanları ile ittifak hâlinde oldukça ue bunların Eflak ve Buğdan'da yaptıkları askeri hareka ta engel olma-dıkça kendilerininde, herhangi bir tahliyeye teşebbüs etmeyeceğini ifa de etmekteydi.".
Bunların sonucunda Avusturya; Rusya ile birleşmedi ayrıca da müttefik devletlerinede iltihak etmedi. Yalnız Eflâk ile Buğdan'ın işgalini üzerine aldı. Bu hususda babıâlî ile 14/ha-ziran mukavelesi yapıldı. Böylece Avusturya, geçici olarak hem Rusya'ya hem de müttefiklere karşı Tuna Nehrinin müdafii vaziyetini aldı. Böylecede hâkim vaziyetine geçtiğinden bu görevi yerine getirebilecek bir ciddiyet ve fiili bir emniyet kazandı. Bu durumu ile Ruslara faydası dokunuyordu.
Çünkü; Tuna'nın aşağı bölgelerinde Avusturya'nın yardımı olmaksızın müttefikler Rusya ile savaşamaz olmuştu. Avusturya politikası Edirne antlaşmasından beri Rusların memleketinde kurmuş oldukları himaye usûlünden dolayı Tuna aşağılarını kendilerine kapalı görüyorlardı. Prusyalılarda, Fransizla- nn Ren Nehri tarafından kendilerine hücum edeceklerden korkuyorlardı. Avusturya im paratoru Fransuva Josef, Fredrik Gilyom'a başvurarak 1854 senesi nisan'ının 20'sinde Berlin'de bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma gereğince Almanya'nın asayişi nokta-i nazarından tehlikeli olan aday hücum edecek olursa her ikisi de yekdiğerinin müdafa-sı için ittifak edip, karşı koyacaktı. Bundan başka Rus ordularının Eflâk ve Buğdan'da bulunması da bir tehlike olmak üzere antlaşmanın metninde bulunuyordu.
Prusya, böylece Avusturya'ya şöyle böyle yardımcı olmaya muvafakat göstermiş oluyordu. Ancak; kuzey tarafında Finlandiya'yı gözetleyen İsveç'de harekâta iştirak edecek olursa Avrupada genel bir savaş ummaktan başka yapacak şey kalmayacaktı. Bu sıralardaydı ki; Prusya' da Prens blf ? rk İralva da ise Kont Kavur siyasi hayatlarına başla-
Bismark ilk önce 20/nisan antlaşması aleyhinde vaziyet aldı Prusya'nın üstünlüğü altında olmak üzere Almanya imparatorluğunun esasını kurmaya başladı.
Kont Kavur'da çok geçmeden, Sardunya hükümetinin av-rupadaki devletlerin derecesine dahil olabilmek için sebebler ileri sürdü. Yaşanılmakta olan bu târih dilimi, avrupa da diplomatlar devri olarak anıhrsa hiç de yanlış olmaz. Bizde de, bunların arasında önemli mevkileri olan, Mustafa Reşid ve Âlî Paşalar olduğunu da hatırlamalıyız.
Müttefikler devletler, Rusları canevinden vuramayınca yan taraflarından vurmaya karar verdiler. 16/ağustos/1854'de, Fransız denizcileri Baltık denizindeki Aland adalarından, Bo-marsund'u ele geçirdi. Buna karşılık Varna'da Fransız birlikleri büyük zahmetler yaşıyorlardı. Dobruca da Kazak müfrezelerini takibe memur olan General Kan Robert tek tük ve görülür görülmez kaybolan süvari askerine rastlıyordu.
Diğer taraftanda, kolera ve tifo salgınlarının büyük telefata sebeb olduğunu yaşıyordu. Fransızlarda temmuz ve ağustos ayları içinde mevcudunun dörtte birini kayıp etmişti. Barışı imzalamak icabedi yordu. Bu sırada İngilizlerden Sivastopol askeri limanını tahrib etmek hususunda teklif getirdiler. Eğer bunda başarı olursa Ruslar haylice uzun müddet Karadeniz de bir taarru za imkân bulamayacaktı. Ayrıca Karadeniz'in sükûneti temin edilirken, İstanbul'da yakın tehlikeden b azade olacaktı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Sivastopol Muharebesi Salı Ocak 20, 2009 8:31 pm
Sivastopol Muharebesi
l4/eylül/1854'de Patrona Ahmed Paşa kumandasında olarak müttefik devletleri donanmasıyla birlikte Karadeniz'e çıkan gemilerimizin adları, tip ve top sayısı aşağıdaki liste de merhum Ahmed Râsim üstadımın tarafımızca şerhi yapılmış eserinden alıntılanmıştır: Top Sayısı Gemi Adı Top Sayısı Gemi adı.
92 Mahmudiye 3anbarlı
72 Peyk-i Meserret
42 Muhrib-i Sürür firkateyn
12 Mecidiye vapur
12 Saik-iŞâdi
22 Ferahnüma Korvet
Oniki gemimizde yekûn 450 adet top bulunmaktaydı, ingiliz Visamirali Dundas komutasındaki İngiliz donanması; 7 tane üç anbarlı, 3 kapak, 3/firkateyn,7 korvet ve 10 adet se-ret ile, Visamiral Hamlin komutasındaki Fransız donanması da 2 tane üçanbarlı, 15 kapak, 21 firkateyn ve bir kaç tane vapurdan ibaretti. Görüldüğü gibi bizim gemiler ile diğer iki devletin donanmaları arasında sayı ve tip bakımından pek büyük bir fark görülmüyordu.
127l/safer/16-10/kasım/l854'de Odesa topa tutuldu. Bu limandaki gemiler olsun harp malzemelerinin bulunduğu de-polar olsun yakılıp yıkıldı ve zapt olundu. Bu sırada 30 bin Fransız 20 bin İngiliz vede 7 bin Osmanlı askeri birleşik do-nanma adı altında Sivastopol'ün kuzey yönünde bulunan °Patorya bölgesine çıkarıldı. 20/eylül/1854'de de Alma sa-VaŞi vukubuldu. Târihi Lütfi diyorki: "İngiliz, Fransız ve Os-
72 Teşrifei kapak
64 Nusretiye Firkateyni
12 Feyz-i Bari vapur
12 Tâif Vapur
16 Şehber vapur
22 Ceyran korvet
mani) donan- malarının gemileri müştereken Karadeniz'e çıkıp, Kırım sularına gitmeğe karar verdikleri sırada, Şum-nu'da bulunan, serdar-ı ekrem Macarlı Ömer Paşa'nında Kırım tarafına geçmesi hakkında çıkarılan; hatt-ı hümayun ile padişahça yapılan tavsiye vede yüksek emirlerini tebliğe vazifeli hariciye müsteşarı Mahmud Nedim Paşa, Sâik-i Şâdi vapuruyla Varna'ya geldi. Ömer Paşa da Varna da idi. Bolca cephane ve mükemmel eğitimli askerle birlikte Kırım'a hareket ettiydi ki, Ömer Paşanın yerine, uhdesine Anadolu ordusu müşirliği verilen İsmail Paşa tâyin olundu. Ayrıca İstanbul ordu müşirliği Arabistan ordusu eski müşiri Vâsıf Paşaya tevcih olundu."
Odesanın topa tutulması sonrasında 400 parça gemiyle Kırım'a yönelen birleşik donanma Sivastopol limanında bulunan üçanbarlı, onbir adet kapak, dört adet firkateyn, altı tane Korvet ve bir takım vapurlardan müteşekkil Rus filosu, Sinop'daki yaralarını sarama dıklarından dolayı denize çıkmağa cesaret gösteremeyip, Amiral tedbir olarak limanının önünü örtmek üzere bütün gemilerini limanın ağzına toplamıştı. Elma ve Gözleve zafer lerinden sonra, Sivastopol üzerine gidilmiş ekim ayının 17.günü limana giren müttefikler muazzam kahramanalıklar göstermişlerdir. Şöyleki:
Fransız amiralinin bindiği Veyli Düpari isimli, üç anbarlı ile İngiliz amiralinde, içinde bulunduğu Britanya isimli üçanbariı istihkâmların önüne bin yarda mesafeye demirlemiş, Fransız harp gemileri kuzeye, îngilizlerinki ise, güney istikametinde iki hat şeklinde olmak üzere mevkii alıp, Mahmudiye ile Peyk-i Meserret gemilerimizde bu gemiler civarında bulunmuştur. O günün akşamına kadar devam eden karşılıklı topçu savaşı her iki tarafa da büyük zararlar vermişti.
Ru mevkıi müstahkemin kuşatılması 1 27 lzilhicce-l855/aâustos>una kadar devam etdi- Zilhiccenin 7.,ağus-s'un 5.günü aralıksız üç gün gerek denizden gerekse kara-, topa tutulmasından sonra hücum edilip Molikaf Tabyası le qeçmiş ve ertesi gün Henüb Tabyası da zapt edildi. Bu afer Avusturyalıların ilân-ı harb etmelerine ve de Rusların se sulh kapısını çalmaya mecbur olmalarını sağladı. Buskee komutasında bulunan bu asker, Ruslarla müthiş bir savaşa tutuştu. Bu hücum general Kan Rober ve Dorel komutasında bulunan fırkaların Alme yaylasına varmalarını temin etdi. Daha sonra İngilizlerde kendilerine tâyin edilen yere bin müşkülat ile gelebildiler. Bu vaziyet Rusların feci mağlubiyetini intaç etdi. Savaşın bu safhası Alme ırmağı sahilinin zaptını ve Sivastopol yolunun açılmasını kolaylaştırdı. Sivasto-pol'a giriş pek dar olduğundan ayrıca uz-un bir karaparçası-nın güney sahilindedir. Müttefik ordusu bu yeri dolaşarak gelebildi.
Karadeniz'de Kırım'ın denize doğru çıkıntı yapmış olan köşesi Kersünez Yaylasında yâni şehrin güneyinde birleştiler. Şehrin istihkâm ve savunma mevkii yetersiz olduğu halde bir hücumla kolayca zapt olunabilirdi. Fakat müttefikler cesaret edemediler. Sen Arno eylül ayının 29.gününde öldü. Onun yerine geçen Kan Rober, azimkar bir kimse değildi. Bu se-beble zaman kaybedildi.
Ruslar ise; amiral Nahimof*ve Kornilof gibi kimselerin azımkârane kumandaları ile kaimakam Totleben gibi, son rece usta bir askerin bakışı ve idaresi altında en mükem-mel savunma vaziyetini aldı. İçlerine taş doldurarak Rus do-anmasını deniz yolunun girişine hatırdılar. Telmian'ın sonda bulunan Sivastopol'da bu sebebten müttefik gemileri-n top atışlarından kurtuldu. Bundan başka şehrin güney cihetinde istihkâmlar vücu da getirdiler. Malikof ve Yeşiltepe Tabyalarıda sağlamlıkları ile kısa bir zaman zarfında şöhret oldu. Zâten ingiliz ve Fransız deniz gücüde Sivastopol'ü tamamen muhasara edemezdi. Şehrin kuzey tarafı ise dışarı ile münasebetlerine devam edecek vaziyetteydi.
Prens Mençikof, kesintisiz imdad alan bir ordunun kumandanı olarak gayet serbest hare ketlerde bulunuyor ve muhasara eden güçleri taciz ediyordu. 20/ekim'de Balakiova savaşı meydana geldi. Bu bölge Osmanlı komutanlarından Rüstem Paşa tarafından muhafaza altında tutuluyordu. Balakiova, Sivastopol'ün dokuz kilometre güneyinde ve Karadeniz üzerinde bir limandır. Bu savaşda Kont dö Kardigan'ın kumandasında bulunan İn giliz hafif süvari alayı kahramanca yaptığı bir hücum sonunda tamamen mahvoldu. Mençikof kasım ayında İnkerman'da İngilizleri ansızın bastırmak istedi. Fakat Osmanlı askeriyle general Buskee'nin komutasındaki zuhaf askerlerinin imdada gelmesiyle kurtuldular. Ancak haylice zayiatda verdikleri görüldü. Haylice saldırıya maruz kalan sahilhane bataryasının bulunduğu istihkâm büyük şöhret oldu. Eğer; birleşik devletler deniz tarafında hakim durumda olmasalardı kendileri muhasara altına düşeceklerdi. Gerek durumun gerekse şartların ağırlığı, muhasaranın uzun süreceğini gösteriyordu. Bu mevkiin ele geçirilmesi pek çok gayret ve çalışma gerektiriyordu. Artık kışın Sivastopol önlerin de geçirilmesi pek çok gayret ve çalışma gerektiriyordu. Artık, kışın Sivastopol önlerinde geçirilmesi mevsimi geçirme kanaatma varıldığından lâzım gelen levazımın temini icâb etdi. O sene kış pek şiddetli geçti. 13/kasım günü çıkan kasırga. Kırım askeri arasında büyük bir telefata sebeb oidu. Hâttâ Sivastopol önünde bulunan 4.Hanri adlı harp gemisi Opatorya önlerinde karaya oturdu. Hastaların sayısı büyük sayıda arttı.
Bunlardan bir kısmı askere öteberi satanların toplanmakla adeta bir şehir haline giren Kamyeş karargâh-ı umumi-nde alıkonuldysa da,çoğu İstanbul hastanelerine ulaştırıldı. İstanbul'da bu arada avrupalı sayısı haylice artmış oldu. Hâttâ islâm ahali, Fransızlar Sivastopol'ü işgal edecekleri ne İstanbul'u işgal ettiler diye söylenti dolaşmaya başladı. Fransızların; İstanbul'da ço-ğalması 1833'de Rusların boğazda yerleştikleri zamanı hatırlattı. Bu vaziyet, şark meselesine arız olan yeni durumun dıştan görünüşüydü. Türkler henüz kendi mallarının sahi bi değillerdi. Osmanlı devleti Rusların değil avrupanın müşterek himayeleri altında duruyordu. Bu kış mevsiminde diplomatlar dünyasında çok büyük bîr faaliyet görüldü. Sivastopol kuşatmasından çıkacak neticenin ne olacağı hususunda bir hayli mütereddit olan Fransa ile İngiltere ve Avusturya hükümeti nezdinde aralarına katılması için tekliflerini yenilediler. Bu sıralarda Memleketeyn'in sahibi olan Avusturya'da, müzakerelerin yapılması için vesileler aranmaktaydı. Elinde bulundurduğu rehineyi muhafaza etmek için ihtimalki, anlaşmış devletlere az çok ciddi bir askeri kuvvet tedarikine yahut Avusturya İçlerinden Fransız ordusunun geçmesine razı olabilirdi. Prusya başvekili Bismark'ın gösterdiği tavır ve açık vaziyet üzerine zaten tereddüdde olduğundan bu sefer duraklamaya mecbur kaldı. Prusya hakkında duyduğu temayül hislerini sergilemeye başlamıştı. Hatta Renan, Prusya'da pe*k çok askerî yığınak yapmağa başlamıştı. Almanya'daki durgunluk ve tesir plânını ele al-^ak için, üst üste gelen bahaneyi, iğtişaşaat-ı şarkiye, yâni doğu bölgesindeki karışıklıklarda aramaya hazırlanmıştı. Bu-nun için, Avusturya bitaraf bulundu.
Hiç bir şey kazanamadığı halde, Çar Nikola aleyhine yapağı küfürlerin hicabı altında kaldı. Durum bu haldeyken Piyomen hükümeti İtalya meselesi üzerine avrupanın dikkatini üzerine çekmek için İngiltere ile Fransa'ya ittifak teklifinde bulundu. Ayrıca Avusturya'nın katılmasını hızlandırır düşün-cesiylede ilk teklifde kabul etme yolunu seçtiler. 6/c.ev-vel/1271-26/ocak/1855'de yapılan bir antlaşma mucibince Piyemonte hükümetinin de Kırım'a 15 bin asker göndermesi sağlandı. Tabiiki bu yardım kesin netice hususunda elbette yetersizdi. Sivastopol muhasarasını sona erdirmek için alınmış ve lâzım gelen tedbirlerden olduğunu gösteriyordu. İngilizler olsun Fransızlar olsun bu mevki önünde kendilerini hezimete uğramış görüntüsü vermeğe rızaları yoktu. Çünkü; yalnız Şark Meselesinin hâli değil avrupadaki haysiyetleri de burada bahse konuydu. Fransızlar yeni bir borç alma antlaşması yaptılar. Cezayirden asker gönderildi.
Burada Üstad Ahmed Râsim Bey'in bir meramını değerli târih çalışmasından alıntılıyoruz: "Osmanlı devleti Kırım sa-uaşından önce hiç bir taraftan hiçbir yerle borç alma antlaşması yapmamıştı. Önceki sayfalarımızda, fâide adı altında verdiğimiz malumatta görülür ki, Sultan l.Abdülhamid'in döneminde Fas'dan, İspanya'dan ve Felemenk'den borç alınma fikirleri ileri sürülmüş ancak, antlaşma yapılmamıştı. Re-şid Paşanın sadareti esnasında 1850 yılında 55 milyon franklık bir borç alma işi Paris de Torna ve şerikleri ve Beşe bankalarıyla Londra'daki Devo ue şerikleri isimli ban kadan antlaşma yapılmısada, Reşid Paşanın sadaretden bu sırada düşmüş bulunma ue yapılan antlaşma padişah tarafından tasdik edilmemiş bulunduğundan resmiyet kazanamamış, 1854 . ve 1855 yıllarında 5'er milyonluk borçlanmalar yapıldı. Yalnız bu borç para 1855'de tamamen Kırım savaşı harcamalarına tahsis olundu. Muhasara yapan kuuvetlerin sayısı Osmanlı askeri ile beraber sayıldığında 130 bin kişi yi bulmak-lemıudi Meşhur General Niel özel selahiyetle yaklaşma işU i uapma faali yetine memur edildi Cezayir valisi General pellssier sağlam ve azimkar biriydi. General Kan Rober'in yerine kumandan tâyin edildi."
Yine Ahmed Rasim Bey'in şu mülahazası ile sahifemizi süsleyelim: "üzün sürmüş olan Kırım kuşatmasının sona er-direbilmesi için 3.Napolyon, bizzat Kırım'a gitme tasavvurunu açıkladığında avrupa siyasi mahfilleri bu hususu epeyi zaman konuşmalarına vesile yaptılar. Bu arada Paris Sefirimiz Veiiyüddin Paşa görevden alınmasından önce bu duru-rnu'.babıâlVye yazmış olacak ki Fransa hâriciye nâzın Der-üiyn Dolvis İstanbul'daki elçiliğe bir şey yazmak istemediği halde imparatorun, saray müdürü Miralay Bevil adlı zâtı oa zifelehdirerek, İstanbul'daki ikameti için alınacak tertibata bakmak üzere İstanbul'a göndermişti Miralay Bevil; İstanbul'a vardığında, sefaret tercümanı Seferle beraber bir kaç defa huzura kabul edilmiştir. Bevil'in yaptığı tebliğde,imparatorun, hanımı ile birlikte İstanbul'a geleceğini ve kendisinin harp sahasına gideceğini, imparatoriçenin İstanbul'da misafireten kalarak imparatorun dönüşünü bekleyeceğini bildirmekteydi Hâttâ Mösyö Bevil, ikametgâh olarak Baltali-manı Kasrını, tercih eyle-miştir. Sultan Abdülmecid tedarik ve hazırlıklara bizzat nezaret etmekteydi İmparatoriçe Öje-ni'nin yatağına konulacak cibinlik, tamamen zor bulunur kıymette inciler le donanmıştı. İmparator ve İmparatoriçe dairelerine taa 1 .Murad'dan kalma, saray mensupalrtna bile meçhul kalmış kıymetli ve nadide eşyalar konulmuştu"
Rasim bey merhumun mülahazasindan sonra biz Fransa
imparatoru 3.Napolyon'un 16/nisan/1855' de Londra'ya yaptığı seyanatten soz aça]ım ve görürüzki Londra; İmpara-
, Kırım'a gitme tasavvuratından vaz geçirdi. Bu sıralarda Prusya başvekili Prens Bismark, avrupa siyasi mahfillerinin tebessümlerine aldırmadan şu beyanı yapmaktan içtınab etmiyordu: "Herhalde 3.Napotyon İstanbul'a gidip orayı zapt edip, bir Lâtin Devleti uücuda ge tirecek! Ancak; teşebbüs biraz biçimsiz olduğundan ve bu yüzden pek doğru görünmüyor" demek suretiyle İngilizleri kuşkuya salmak için ortaya inciler yuvarlamış oluyordu. Nitekim yukarıda yazdığımız gibi, Londra bu kuşkuya işaret eden mizaha aldırmamış ve Napolyon'un, Şark âleminde isbat-ı vücud etmesiyle Fransa lehine hayli faydaların meydana geleceğini, Sivastopol önlerindeki ingiliz askerlerinin ehemmiyetini azaltı cağım göz önüne alarak Kırım'a gitmesini önlemeye çalışmışlardı. Beri yandan da, 3.Napolyon'un müşavirleri de, Fransa'dan uzaklaşma tehlikesini henüz mağlup edilmiş ayrılıkçı muhalefetin bu seyahetten dolayı elde edecekleri fırsat meselâ yalanda olsa Kırım'dan bir mağlubiyet haberi estirilse veyahut İmparatorun vefatına dâir bir haberin yapacağı tesir ve ortaya koyacağı neticenin ne olacağı meçhuldür, şeklinde dikkatini çekmek teydiler. 3.Napolyon'un gerek ingilizlerce gereksede kendi müşavirlerinin.-tavsiyelerini aklı kesmiş olacakki seyahatten vazgeçti.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Çar'ın Ölümü-Sivastopal'un Zaptı Salı Ocak 20, 2009 8:32 pm
Çar'ın Ölümü-Sivastopal'un Zaptı
Sivastopol'ün zaptı ecnebi târihlerden birinde şöyle yer alıyor:
"22/mart/1855 tarihin de, Rus Çan Nikola öldü. Çok kötü icraatları oiduğu halde eide olunan netice asga-ri miktarda kalmış, meydan bulan tatstzlıkiarıda hiç eksik olmamış ve e eli açık bir devr-l hükümetden yorulmuş, gidişatın Rusya'nın hezimetiyle bitecek şekilde göster- hâlihazırdaki savaş ise, Rusya'nın güç ve kuvvetini bitirmişti, fiikoia; sulh nmanın zamanının geldiğini biliyor, fakat buna rıza gös~ -neue kendini bir türlü ikna edememekteydi. Demir Çar -lemezdi ona göre amma ne oldu? Kırıldı. Vücudu yüksek leşten hummalar teulid ediyor, o ise dışarıda eksi 23 dere-edeki hauada Kırım'a sevk olunacak bir alayın resmi geçidine katılmak için dışarı çıkmaktan geri durmadı. Şüphe uokki bu yaptığını önlemek için adamları atının önüne atılıp- 'Haşmetlim bu ölüm değil, intihar' dedilerse de, Çar fiikoia; 'Siz! Vazifenizi yaptınız. Bırakınız. Ben de benim yapmam gerekeni yapayım' şeklinde cevap verdi. Havanın so-öukluğu rahatsızlığı şiddetlendirdi ve bir kaç gün sonra hayatını kaybetti.
Son anlarında tebaasına imparator ölüyor şeklinde bir telgraf yazdı. Yerine geçecek olan 2.Aleksandr ise sulhperver bir mizaç taşımaktaydı. Harp arzusu taşımamaktaydı. Müttefikler ise Sivastopol'ü almak mecburiyetindeydi. Bunun içinde General Pelises haftalarca ameliyat-ı takarrübiye yâni yaklaşım gayreti içindeydi Ne varki bombardımana 6/haz.İ-ran'da başlayabilmişti. Ertesi gün ise hücum emrini verdi ue Yeşiltepe alındı. Maiikof Tabyası üzerine yapılan hücumlar Rusların mukavemetiyle tard otundu.
Haziran ayında müthiş bir savaşı müteakip Maiikof'da ele geçirildiysede, mukabil hücuma geçen Ruslar büyük telefat verdirerek bahse konu tabyayı yeniden ete geçirdiler. Bu başarısızlık haberi Paris'de büyük bir teessür ve heyecana se-beb olurken, İmparatorda General Pelises'i azil edip,etmerne-y[ düşünmeyi başlamıştı. Fakat muhasara edilenler ise dayanma güçlerinin hududuna gelmişler, Kornilof ve Nahİmof savaşda ölmüşler Totleben ise pek ağır yaralar almıştı. Şeh-Çok büyük bölümü harabeye dönüşmüş,müdafaa gayreti en Kuşlarda zaaflar görülmeğe başlamıştı. Ricat çârelerini düşünürlerken, yeni Çar, imdad ordusu kumandanı Men-çikof'un yerine gelen Gorçakof'a müttefikler üzerine hücum etmesi emrini verdi.
Gorçakof Çarnapa Çayı üzerindeki Tarakteslr köprüsünde mağlup oldu. Piyemonte diğer adı Sar dünya askerleri bu sa-vaşda pek çok kahramanlık sergilediler. Gözleme'de ise Osmanlı askerinin de görenlere parmak ısırtan mukavemeti seyir edildi. Sivastopol'ü, 17/ağustos'tan 21/ağustos'a kadar süren bombardıman altını üstüne getirdi adetâ! Rusların her Allah'ın günü bin askeri ölüyor ve bir o kadarıda yaralanmaktaydı. Muhasara kuvvetlen adım adım şehre yaklaşıyorlardı. Eylül ayının 5.günü ise yeni bir bombardıman salvosu daha düzenlendi ve aynı ayın 8.gününden itibaren atışların dozajı bir misli daha ziyadeleştlrildl. Şehir yer yer yanmaya başlamıştı. Liman'da ise içi barut dolu iki firkateyn aldığı İsabet hasebiyle berhava olurken, gökyüzünü kaplayan alevler, surların içinde büyük velvelelerle atılan lağımlar arasında general Pelises, hücum emrini verdi. Harp, bir kaç saat çok şiddetli boğuşmalara inkılab oldu. Neticenin ne şekilde olacağı uzun zaman mechuliyet arz etdi. Akşamüstü, Rus istihkâmlarına girmek ve zapt etmek kabil oldu. Rus generali Gorçakof'un daha fazla müdafaada direnmenin beyhude olduğu kanaatine varması savunmayı canla, başla yapanları Sivastopol'ü terk etme hususunda izinli saydığı görüldü. Os-ten Sak ken valilik sıfatını taşıdığındanşehlrden en son çıkan oldu.
Ruslar ise, teslim, olmadı. 322 gün devam bu savaşın aka-binde üç seri savaş daha olduki, kan dereler gibi aktı. Üç hücum sonrasında eylül ayının 19.günü general Pelises Fransız bayrağını Si vastopol'un boş ve harabe hâlini almış yerlerinin üzerine dikebildi. General Pelises mareşalliğe yükpürken, Dük dö Malikof unvanının sahibi de oldu. Lord Raqla-n ise daha önce 28/haziranda hayat ile ilşkisini kaybetmişti. "
pek pahalıya mâl olan bu başarı üzerine Odesa'nın karşısında bulunan Kılburun'da düşmüş idi. Ancak Rusların da kazançlı olduğu yerler vardı. Kafkasya'nın güneyinde Bayın-dır, Ahlacik ve Başgedikler'de üstün gelmişlerdi. 1855/27/eylülünde Osmanlı askerinin gösterdiği celadetti savunma bütün gayretlere rağmen Kars'a girmelerini önleyemedi bu Rusların. Anadolu da yaptığımız faaliyet-i askeriye yüz güldürücü bir neticeye vâsıl olamıyordu. Ruslar ise ordu-muzdaki bu üzücü hallerden dolayı karşımızda başarılı olmaktaydı. Devletin ileri gelenleri de bu durumu yavaş yavaş sezinlemeğe başlamış gibi idi. Hâtta;1271/1854'de Ahıska ve Gümrü'de vukubulan savaşlarda meydana gelen uygunsuzluğa sebeb oldukları sabit görülen Müşir Ahmed Paşa ve Ferik Rıza Paşanın rütbeleri sökülerek kendileride beşer sene Kıbrıs'da bulunan Magosa'ya sürgün edildiler.
Merhum üstad Ahmed Râsim Bey bu hususda şunları söyler: "Bir yabancının şahidliğİ: 1856 senesinde İngiltere Parlamentosunda takdim edilen resmi vesika mecmu-ast 1853/54 uel855 senelerinde Osmanlı devletinin Asya kıtasındaki topraklarında bir araya gelen orduların hâl ve davranışlarına aid general Vilyams, Lord Klaren- don, Stratford Radklif ile bazı konsolosların aralarında yazılmış 390 tane telgrafın muhteviyatı yer almaktadır. Bunlardan bazılarını aşağıya alıyoruz: General Vilyams diyorki: 'Bu mütehammil ve kanaatkar Asya ırkının her memlekette dâima isyanlara sebeb olacağı şüphesiz bulunan elem ve ızdırabata büyük bir sabırla karşı koyacağını hayretle görüyorum. Askerin tâyinatı pek fenadır. En basit kaide bile meçhuldür. Hummaların, İİ-
füsun şiddetle hüküm sürmesinin sebebi budur. Çeşitli kıtalara göre 18-20,22 aylık olanlar bile içiçedir. Yeni gün, rızk-ı cedide, yani yeni rızka uygun olarak yaşanıyor. Subaylar, hizmet, inzibat yâni disiplin ve tâlim hususunda fena sebeb-lerden utanılacak derecede müsamaha gösteriyorlar. Bunların tamamına yakım komutanlığa lâyık değildir. Eskidenberi alıştıkları İçin sarhoşturlar Askerin parasını çalmaktan başka bir şey düşünmüyorlar. Müşir, irtikâp ue İhülasda diğerlerine numune teşkil diyor. Paşalar ue miralayla.!' muhasebe memurlarıyla ortak olduklarından topladıkları mahsulü ihtilasları bunlarla paylaştıktan sonra İstanbul'a gönderdikleri eurak ue cedueller yâni listeler büyük sahtekârlıklarla maluldür. Hükümet 33 bin kişi hesabıyla tayın veriyor, halbuki silah altında ancak 18 bin asker vardır. Başı bozukların maaş ue tayınını böyle askerin intizamsızlığından dolayı müşir ile bu çete reisleri için gayet geniş bir ihtilas manbaıdır. Kâğıd üzerinde 3500 kişi görüldüğü halde adı geçen adamların elinin altında ancak 800 başıbozuk var. Müşir; en kü çük istifadelere bile alaycı nazarlarla bakmıyor, kış mevsiminde has-tanede uefat eden 12 bin askerin eşyasını sattırdı. Oraya tahsis olunan mblağ kısmen nakit bir kısmı da kaime olarak gönderildiğinden, Müşir, nakit olan kısmı kendine ayırıyor, kaime ile ödemeleri yapıyordu. Bu sebebden tahmini olarak %20 nisbetinde zarar meydana geliyordu. Paşalar ile miralaylar irtikap ue ihtilas için daha bir çok vasıtalar buluyorlar, muhasebe memurları ile uyuşarak pirinç ue et tayınları karşılığında para alıyorlardı. Yahud bunları aynen almağa mecbur olurlarsa kendi hesablarına sattırıyorlar civardaki mahsulat olan zirai ürünleri biçmek köylerdeki evleri ykıp buralarda pek pahalı olan odun ve tahta tedarik etmek için angarya suretiyle askeri çalıştırıyorlar Herkes bu yağmadan istifade etmek için çeşit çeşit çâreler, vasıtalar buluyor "
Osmanlı idaresinin bütün kötülüklerini ortaya seren Badori Ahelçiyaa başgedikli, hezimetlerinin ve nihayet Anaistilasının hakiki sebeblerini, bu istihşadatı kısa keserek ticeve geçiyorum. Ahlâk ve eski usûl olarak muhafaza dilen adetten, müşirler, ferikler, livalar, İstanbul veya ecnebi jlkelerdeki harbiye mekteplerinden mezun olmuş subayları inat dolu bir düşmanlık içinde maiyetlerinde bulundurmaktan uzak tutuyorlardî.
Esasen İngilizler savaşın devamından yanaydılar. Lord Palmerston, iktidar mevkiine yeni gelmiş, İngiliz ahalisinin fikr-i umûmisi şevk içinde mühimme-i tedarikata başlamıştı. İngilizler, Baltık denizinde yeni bir harp çıkmasını Kurunştadt mevkii müstahkeminin de Sivastopol gibi tahrip olmasını Petersburg'un bombardıman edilmesini elhasıl Rusya'nın bir hayli zaman kalkışmayacak hâle gelmesini istiyorlardı. Bu maksada bağlı olarak 1854 senesi kasım ayında Finlandiya kendisine iade edilmek vaadiyle İsveç ile bir antlaşma imzaladılar. İtalyan liberal partisini aleyhine teşvik etmek tehdidinde bulunarak Avusturya'nında harp ilân etmesini tâleb ediyorlar, Kafkasya'da Ruslar ile çarpışan Şeyh Şâmil'e yardımda bulunuyorlardı. Bu mevzuuda üstad Ahmed Rasim Bey merhumun şu mülahazasına yer vermeden edemiyoruz: "Şeyh Şâmil müslümanlann meşhur bir gazisi olup, 1212/1797'de Dağıstan'da doğmuş evvela bu ülkede Kadı Molta'nın maiyetinde on sene kadar Ruslarla savaştıktan sonra Çer keşlerin başına geçip yirmi sene mütemadiyen Rus askerlerine mukavemet etmiş, bir avuç dağlı'larıyla en meşrgenerallerin kumandası altında bulunan Rusya'nın nice o'dulannı perişan etmeye muvaffak olmuştur Askerlik mes-
gtndeki yüksek iktidarı, metanet ue sertliği âlemi hayrelde bırakmıştı. nihayetinde 1277/1861'de Rus birliklerinin birkaçı tarafından kuşatılarak teslim olmaya mecbur edilmişti. Petersburg'a sevk olunarak, on yıl kadar esir tutulmuş, daha sonra Hac'ca gitme arzusuna mümanaat edilmemiş ve oğlu-nunun refakatinde ve oğlunun geri gelmesi şartıyla Çar istenen bu izini vermiştir. 1288/1871 'de Medine'de vefatı vuku-bulmuştur Oğlu Mehmed Paşa adlı zât Osmanlı feriklerin-dendir. Demektedir bunu da Şemseddin Sami (Fraşerl)'nln Kamus'ül âlamından istinbat etmiştir."
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Kafkas - Rüs Savaşlarının Târihi Bir Analizi Salı Ocak 20, 2009 8:32 pm
Kafkas - Rüs Savaşlarının Târihi Bir Analizi
Biz bu çalışmamızı yapmaktayken, Alsancağımiz altında bir millet olmak ve bunun bir islâm milleti şuurunda olama-nin bahtiyarlığı içinde, dünyanın neresinde olursa olsun bir müslümanın ayağına batan dikenden müzdarib olmamız gereken insanlar olarak yaşamaktayken,asırlarca Kafkasya'da insanlık suçu işleyen, bir soykırım, ve jenosid uyguluyan insanlık ve islâm düşmanı moskof'un umumiyetle karşısında bulduğu mukavemet teşkilâtını mü'minler teşkil etmiştir. Yukarıdaki satırlarda, Arnavut asıllı Şemseddin Sami Fraşe-ri'nin değerli eseri Kamûs-ül âlâmdan istinbat edilen Şeyh Şâmil (r.a) Hz.Ieriyle alakalı temasın altına, Kafkas Vakfı tarafından çıkarılmakta olan Bülten'in 2002 sene ve 12.sayısında 21,sahifesinde intişar eden Dr.Sedat Özden Beyefendinin ara başlıktaki ifadeyi aynen koruyarak, yazıyı istinsah ederek, sayfalarımızın değerini yükseltelim dedik. Pek hassas bir İncelemeyi ve mühim bilgiyi kaydederken, Kafkasya mücahidlerinin başda Hazreti İmâm-ı Şâmil olduğu halde merhumlara rahmet, yaşayanlara istiklâliyet niyazım Mevlâ-yı Mütealdendir.
«Cerkesler ve diğer Kafkas halkları bugün dünyanın bir k ülkesinde dağınık bir şekilde, milli ve târihi değerleri, dilleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bir yaşam sürdürmektedirler. Kafkasya gibi dünya medeniyetlerinin çarpıştı-" çatış tığı ve karıştığı bir noktada târih sahnesine çıkan Cerkesler, bir anlamda kendi iradelerinin ve isteklerinin dışında bu güç savaşının içine çekilmişlerdir. Özellikle 15.asırdan sonra, bölgenin en büyük güçleri olan Osmanlı İmparatorluğu, Kırım, Rusya ve İran arasındaki mücadele Kafkas Târihimde büyük ölçüde etkilemiştir. Daha sonra bu güç dengelerinin içine, Polonya, İngiltere ve Fransa girmiştir.
İngiltere'nin ve Fransa'nın Asya, Amerika ve Özellikle Af-rika'daki emperyalist politikaları genellikle İngilizlerin ifade ettiği üç C üzerinde kurulmuştur: Com merce, Chiristanity and Civilisation(l) (Ticaret, Hristiyanhk ve Medeniyet). Emperyalist ülkeler, geri kalmış halkların bütün doğal kaynaklarına el koyarak, ticari yönden tamamen dışa bağımlı bir hâle getirirken Hristiyanhk misyonerleri de onların yolunu izlemiş, hatta daha önden gitmiştir ve Kongo, Hristiyanlığın Özellikle emperyalist amaçlar için kullanıldığının en göze çarpan bir Örneğini teşkil etmiştir.
Emperyalistler gittikleri her ülkede kültürel üstünlüklerini de kabul ettirmişler ve oralara kendi medeniyetlerini götürmüşlerdir.^) Bu yüzden Rusya'nın Kafkasya'yı işgal etme politikası, Avrupa'nın bu sosyopolitik ve ekonomik yapısı 'Cinde değerlendirilmelidir. Kafkas Târihinin, gerçek bir analizinin yapılması ve Çerkeslerin neredeyse toplumsal bir intihar derecesine ulaşan bu direnişlerinin sebebinin bilimsel olarak araştırılıp, anlaşılması gerekmektedir. Tarihsel gelişi-m" itibarıyla Kafkasya-Rus ilişkilerini, Kabardey-Kırım ilişki-
ri bağlamında ele almak daha isabetli olacaktır.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Kabardey-Rüs-Kırım İlişkilerinde İlk Safha Salı Ocak 20, 2009 8:33 pm
Kabardey-Rüs-Kırım İlişkilerinde İlk Safha
Tatarların isteklerinden ve baskılarından bunalan Besle-neyler 1552 yılında Prens Mashuk-Prens Esbuzluk ve Prens Tanashuku'u Tatarlara karşı Ruslardan Yardım talep etmeleri için Moskova'ya gönderdiler. Bu kişilerle birlikte Rus elçisi Schhepetev 1553'de Besleney'e geldi. Yaptığı incelemeler sonunda Besleneylerin samimi olduğuna kanaa.t getirdi. Besleneyler, Prens Sibok ve bazı Jane Prenslerini yeniden elçi olarak Rusya'ya yolladılar. Rus Çarı, Osmanlılara karşı yardım isteğini red etti, fakat Tatarlara karşı yardım etmeyi kabullendi.(3)
1557 yılında Kabardeyler, Prens Kanklıç Kanıko'nun başkanlığında bir elçilik heyetini Rusya'ya gönderdiler ve Prens Temriko adına yardım istediler. Bu ilişkiler hızla gelişti ve Çar Korkunç İvan, Temriko'nun kızı Goşana (Maryana) ile 1561'de evlendi. Temriko'nun isteği üzerine Sunja kıyılarında bir kale inşa ederek içine asker ve top yerleştirdi. Bu hareket Osmanlılar ile Kırım'ın tepkisini çekti. Kalenin yıkılmasını istediler. Ardından Kırım Hân'ı devlet Giray oğullarıy la birlikte 1567 yılında Kabardey'e saldırdı. Yenilen Kabardeyler büyük kayıp verdiler. Ruslar bu kez kaleyi yıkarak çekildiler. (4)
Astrahan Seferinin başarısız olmasından sonra Tatarlar, Han'ın oğlu Adil Giray komutasında 1570 yılında tekrar Çerkesya'ya saldırdı. Temriko oğulları ile birlikte yardma geldi ama Afıps kıyılarındaki savaşta (Temmuz ayında) Temriko yaralandı çok geçmeden Öldü. Aynı yılın Ağustos ayında Han'ın oğulları, Muham med Giray ile Adil Giray Kabardey'e saldırdı. Tatarlar çok miktarda ganimet ve esir topladı.(5) 1571 yılında ise Devlet Giray Moskova'yı kuşatarak şehri ateşe verdi.
1589 yılında Kambulat'ın ölmesinden sonra Rus Çan Tomriko'nun büyük oğlu Mamsırko'yu Kabardey'e büyük prens (Pşı Yeliy) tâyin etti ve bunun için bir berat verdi. Fakat bu hareket temayüllere aykırı idi. 1600 yılında son derece başarılı bir politikacı olarak ortaya çıkan(6) Mamsırıko ve kardeşi Dumamko, Pşı Kaziy tarafından Öldürüldüler. Ruslar bu tâyini yaptığı zaman iki kardeşin elinde sadece 250'şer nüfuslu 11 köy kalmışken, Kaziy'in 50 köyü ile 1000 Work atlısı, Talosten'in 40 köyü ile 700 Work atlısı vardı. Güç dengelerinin bu kadar değişmesine rağmen Rusların bu tavırları, sadece Kabardey Prensleri arasındaki ihtilafı arttırmaya yönelik olabilirdi.
Bu sıralar Küçük Kabardey'in en güçlü Prensi olan ve Daryal geçidini elinde tutan Şoloh, Kırım han'ı ve Tarku Şamhali ile dosttu. 1560-80 yıllarında Kabardey'in en güçlü isimlerinden biriside Ketiko Pşi Abşoka idî. Topraklan Şe-cem ırmağı ile Kuban arasına kadar uzanıyor ve Beştav bölgesini de İçeriyordu.Bu bölgeler ve Küçük Kabardey (Taios-teney ve Cılahsteney) Temriko'dan ba- ğimsızdı. Pşı'nin kızı Küçük Noğay ülusu'nun Hanı ürak Kazi ile evliydi. Bu ulus'u Kuban'ın sağ kıyısına yerleştiren de Apşokay'dı. Temrîko, Rus Çar'ından asker alarak Apşoka ile savaştı.(7)
1569 yılında Kaziy Kırımlılara karşı savaşmadı. Kaziy, Türk ve Kırım taraftarıydı. Küçük Kabardey'in Prensi Şoloh ise İran'ı tutuyordu. îdarlar Rus yanlısıydı.1615 yılında Şoloh' un ayaklandırdığı Noğaylar Kabardey'e baskın yaptı ve Kazi öldürüldü. 1616 yılında Kırım Han'ı Canibek Giray, Büyük Kabardey Pşı'larıyla birlikte Küçük Kabardey'e baskın yaptı. 1670 yılına kadar Kaziy'in oğulları Alıcıko ile Hatıkşo-ka Büyük Kabardey'de hüküm sürdüler.(8)
1703 yılında Kaplan Giray, Beştav Kaberdaylarına saldırdı ve 3000 genç esir tâleb etti. Bu baskılara dayanamıyan Kabardeyler, Hatıkşoka'nın oğlu Kurğoko'nun liderliğinde bir gece baskınıyla Tatar ordusunu imha etti. 1707 yılında Tatarlar tekrar ülkeye girdi, ünlü Kanjal savaşında Tatar ordusu yine bir gece baskını ile imha edildi. Han kaçarak canını kurtardi.(9)
1720 yılında Saadet Giray, Kabardeye geldiğinde Hâtık-şokalar ve Misostlar, Mısost İslam ile birlikte Tatarlara katıldılar. Kaşkatav gurubu Aslanbec liderliğinde, Tatarların ültimatomunu ret etti. Böylece Kabardey Pşı'ları Baksan (Hhatıkşoka ve Mısost) KaşkatayKetıko ile Beçmirza) gurupları olmak üzere ikiye ayrıldılar. 1722 yılında Pşı Ketıko Aslanbeç, Kurğoko Muhammed (Bemtt)'e karşı l.Pet-ro'dan yardım istedi. İslâm'ın kızı, Saadet Giray'ın oğlu Salih Giray ile evlendi. Salih ordusuyla Kabardey'e geldi ve Baksan grubuyla birlikte 1723 yılında Kaştakav grubuna saldırdı.(lO)
1729 yılında Kabardey'e saldıran Han oğulları olarak Bahtı Giray ile Şahbaz Giray, Baksan Giray tarafından öldürüldü. Saldırıyı Aslanbeç örgütledi(l 1)
1731 yılında Arslan Giray ile yine Kabardey'e geldi. Asıl amacı akrabası olan Aslanbeç'in
Büyük Pşı olmasını sağlamaktı. Ketıko Kanamet bu olaylar yüzünden çıkan tartışmada öldürüldü. 1737 yılında Ha-tikşoka Kasey bu olaydan dolayı suçlanarak ülke dışına çıkarıldı. Nihai anlaşma ancak 1757 yılında yapıldı.(12)
1736 yılında imzalanan Belgrad anlaşmasıyla Kabar-dey'in bağımsız bir ülke olduğu Rusya tarafından te'yit
olundu. Bu zamana kadar Rusya ve Osmanlı Devleti Kabar-Hey üzerinde hak ettiklerinden antlaşmaya bu konu da dâhil edildi- Antlaşmanın 5.maddesine göre ".Her iki tarafda Büyük ve Küçük Kabardey'in bağımsızlığını kabul etti.(13)
Küçük Kabardey Pşılarından Kanşoko Kurğoko 1751 yılında Moskova'ya gitti ve 1759 yılında Hristiyan oldu. Ruslar kendisine 500 ruble yıllık maaş bağladılar, albay rütbesi verdiler ve 800 kadar adamıyla birlikte Mezdog bölgesine yerleştirdiler. 1763 yılının, 12 Aralık günü Baksan ve Kaşkatav Pşılarının büyük bir toplantısı oldu. Prenslerin yanı sıra wor klerle birlikte 300 kişinin katıldığı bu toplantıda bu olayı ret ettiler. Bemet (Muhammed) Mısost bu toprakların Kabardey'e ait olduğunun l.Petro tarafından teyit edildiğini soyledi.(15)
1767'de Kabardeyler Ruslara karşı Kırımlılarla ittifak yapmaya karar verdiler. Bu sırada han olan Arslan Giray, Ketıko Asianbeç'in damadıydı. Ruslardan, Mezdog kalesini yıkmalarını ve Astrahana çekilmelerini taleb ettiler.(16)
1769 yılında Kuma nehri kıyılarındaki ormana çekilen 200 kişilik Kabardey liderleri General De Medem tarafından dağıtıldı. (17)
1770 yılında Çariçe 2.Katerina'nın yanına giden Kabardeyler, Mezdog Kalesinin yıkılma sini tekrar istediler. Ruslar bunu reddetti. (Bemet Mısost, Aslanbeç Hamirza, Hatıkşo-ka Ka sey..)(18)
Çıkan Osmanh-Rus savaşında Kabardeyler, Osmanlı tarafını tuttular. Mezdog'u kurtarma girişimleri sonuçsuz kaldı. 1774 Küçük Kaynarca antlaşmasının 21.maddesi ile Kabardey'ler kendilerine sorulmadan, Ruslara bağlandılar. Buna karşılık üç maddeyle Rusya, Kuban ırmağını sınır olarak kabul etmiş ve Kuban ile Karadeniz arasında yaşayan Tatarlar üzerinde hiç bir hak iddia etmemiştir. Adı geçen bu yerler Çerkesya'dır ve Çerkesya bağımsız bir ülkedir.(19)
1777 yılında Ruslar, Azak-Mezdog Hattını kurmaya başladılar. Kaberdey'lerde buna karşı harekete geçerek kalelere baskınlarda bulunmaya başladılar.(20)
Mezibl Zawe - Gawır Zavej 1779 yılında 15.000 kişilik bir Kabardey süvari ordusu (piyadeler hariç), Mezdog Hattını yarmak için harekete geçti. Silahlar tüfek, tabanca, zırh gömlek, tolga, ok-yay, mızrak, kılıç, kama ve kalkan idi. Kabardeyler'in arasında Kemirgueyler, Besleneyler, Bjeduğ-lar ve başkaları da vardı. Liderleri Kurğoko Bemet oğlu Mı-sostıpş idi. Cİç orduya Bernet Mısost, Ketiko Aslan beç oğlu Hamırza ve Mısost İslam Kanmırza komuta ediyordu. Hamirza ve oğlu İsmel öldürüldü.Bunların üzerine General Yakobi gönderildi. Kabardeyler çok büyük bir yenilgiye uğ-radılar(29 Eylül 1779-Ketiko T'oaş'e)
Savaşa katılmayanların başlarına korkaklık işareti olarak ıslak kara keçe geçirilecekti. Savaş tazminatı olarak 20.000 ruble, 2150 at, 4759 büyük baş hayvan, 4539 küçük baş hayvan ödenecekti. Balk ve Terek ırmakları Rusya ile Büyük ve Küçük Kabardey'in sınırları olarak kabul edildi. 1782 yılında, Rusların kurdukları Prohladne (1775) Georgi-yevsk (1777), Pavlovsk (1778), Soldatsk (1779) Marinski /1 780) Alexandrovska (1780) ve diğer kalelerin yıkılmala-talep ettiler. 1804 yılında Hatıkşoka Adil Giray ve Abuk Haii liderliğinde 11.000 kişi ayaklandı. 80 Adıge köyü yakı-rak hareket bastırıldı. Gerilim devam etti.(21) 14/Ni-san/l81° târihinde Bulgakov saldırıya 200 köy yaktı, halkı öldürdü, soydu ve bir kısmı da esir olarak götürdü. ".6150 büyük baş hayvan, 515 at, 44015 koyun, 126 camız, 5895 bal kovanı, 445 kılıç, 180 tüfek, 52 zırh, 2900 gümüş para 5800 ruble değerinde mal, 1420 araba yükü darı..1' yağmaya bir örnektir.(22)
1816 yılında General Yermolov, daha Önce kurulan kaleler zincirini geçerek, Kabardey'in içine girmeye ve iç bölgede ikinci bir kaleler zinciri kurmaya karar verdi. Böylece Kabardey'ler ovalık kısımları bırakarak dağlara sığınmaya zorlanacaklardı. Ekim ayında Rus birlikleri harekete geçti. Köyleri yakmaya, hayvanları götürmeye ve ovalık kısımlardaki bütün Kaberdeyler ovalık kısımları bırakarak dağlara sığınmaya zorlanacaklardı.
Ekim ayında Rus bir likleri harekete geçti Köyleri yakmaya, hayvanları götürmeye ve ovalık kısımlardaki bütün Ka-bardeyleri toplamaya başladılar. Ele geçen kadın ve çocukları Rus savaş esirleri ile değiştirdiler ve kalanlarını da Kazaklara dağıttılar. Kışı dağ başlarında geçirmeye mahkûm edilen Kabardeyler için artık yapılacak hiç bir şey kalmamıştı.(24)
1822 yılının Mart ayında,dağlardan inen gruplar Baksan nehri kıyılarında 945 evden oluşan 14 Köy hâlinde yerleştiler ve örme saz evlerde yaşamaya başladılar. Bu köylerden bazıları tekrar saldırıya uğrayarak imha edildi. Dağlarda Kabardeyler, artık geri dönmeyerek, Kumuklara, Çeçenler ve l\uban Çerkeslerîne sığındılar. Böylece Yermolov Büyük Kabardey'i, Kabardeyler'den arındırdı. Daha önceden büyük bir veba salgını olduğundan ülke neredeyse tamamen boşaldı. Mayıs 1822 de Rus odaları Baksan vadisinde toplandı.
Ağustos'da kalele rin kurulmasına başlandı. Ülkenin en iç bölgelerinde, Baksan, Şecem, Nalçik, ürvan, Şerec, Ar-gudan kaleleri kuruldu. 1779 yılındaki durum ile kıyaslandığında artık Kabardey yok olmuş sayılırdı, ülkede kurulan bu kaleler tekrar, 1822 ve 1825 yıllarında yeni ayaklanmalara sebeb oldu. 1834 târihinde ülkedeki Kabardey sayısı 35.000 kişiye inmişti. 1822 yılından sonra Kabardey'deki Pşı Yeliy payesi de târihe karıştı.(25) Kuşuk'un oğlu Jarn-bolet, Ruslara karşı savaşan Kabardeylerin safında yer almıştı. Nalçik'de general Velyaminov, bizzaî Kuşuk'tan kendi oğlunu getirmesini talep etti. 25/Ekim/1825 târihinde Jambolet Ruslar tarafından öldü rüldü.(26)
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Ruslar'ın Batı Çerkesya'yı İşgal Hareketlerinin Başlaması Salı Ocak 20, 2009 8:34 pm
Ruslar'ın Batı Çerkesya'yı İşgal Hareketlerinin Başlaması
1829 yılında imzalanan Edirne Antlaşması ile Rusya, Kuzeybatı Kafkasya üzerindeki hâkimiyetini sağlamlaştırma çabalan sırasında Türkiye'nin müdehaleierinden kurtulmuş oluyordu. Edirne Antlaşması Rusya'ya Avrupa'dan St.Nic-holas Kalesine kadar olan Kara deniz kıyısını,veya bu günkü Novorossisk'den hemen hemen Batum'a kadar uzanan toprakları vermişti. Rusya Antlaşma şartlarını, kendisine iç kısımlarda kalan kabileler üzerinde de egemen lik hakkını verdiği şeklinde yorumladı. Bu târihden elli yıl kadar önce Ku-ban Nehrinde duran Rusların batı Kafkasya'daki ilerlemesi yeniden başladı.(28)
Rusya, Çerkesya'da hâkimiyetini kurarken dış ülkelerden gelecek herhangi bir tehlikeyi beklemiyor gibiydi.(29) Gerktende Rusya ilk başlarda, Anapa'nın ele geçirilerek Os-nlılarla Çerkesler arasındaki bağın kesilmesinden sonra rkesler arasındaki dini ve politik karışıklıkların sona ereceğini düşünmüştü. Dağlıların yavaş yavaş Rusya ile ticaret yapmaya alışacaklarına inanılıyordu.(30)
Bu yüzden Kafkasya'daki Rus kuvvetleri, 1829 ile 1833 villan arasında, o sırada çok daha şiddetli şekilde devam eden Doğu Kafkasya'daki Dağlı ki yımına karşı kullanıldı. Batı'da Anapa yeniden inşa edildi ve içine iki tabur asker aarnizon olarak yerleştirildi. Batum yakınlarındaki Poti'de işgal edildi. 1830 yılında Anapa'nın biraz kuzeyindeki Gelincik Koyu'nda yeni bir kale kuruldu. İki tabur asker de buraya yerleştirildi. Kıyı boyunca ikiyüz mil kadar aşağıda Gagra Kalesi yapıldı. Aynı yıllar sırasında Kuban Nehri boyunca uzanan hatlar daha da kuvvetlendirildi. Çok geçmeden Ruslar, sadece Anapa 'ya sahip olmanın bekledikleri sonuçlan vermediğini fark ettiler. Dağlılar hâla gizlice Osmanlılarla köle ticaretini sürdürüyorlardı.(31) Nihayet 1831 yılında Abhazya ve Çerkesya kıyılarına girişler Ruslar tarafından kısıtlandı. Bu hareketin ana amacı Osmanlı gemilerini durdurmaktı.
1833 yılında, Kuban hattı'nda bulunan General Zass, Ku-ban'ı geçerek Laba Irmağı boyunca Çerkeslere karşıbir çok cezalandırma seferleri yapmıştı. Genellikle kış'n ortasında ve gece vakti hızla baskın veren Zass, bazen Çerkeş köyleri Şaşırtarak kuşatmayı başarıyor ve sonra da köyü ateşe ve-r'yordu. Bu tür taktiklerle sadece bir kaç köyün teröre bozmasına karşın, Çerkeslerin Ruslara olan düşmanlığı ve onların Rus hatlarına yaptıkları akınlar hızla arttı.
ndilerini Adıge olarak tanımlıyan Çerkesler içinde Rus yayılmacılığına karşı direnen en önemli kabileler, Natuhaçlar, Şapsığlar, 1832'Ii yılardan itibaren bir araya gelerek ortak savunma stratejileri belirlemeye başlamışlardı. Çerkes-lerin ulusal birliğini sağlamaya yönelik toplantıların başlamasına ilişkin târihler değişirken, Baron Rozen'in 1833 yılında gönderdiği raporlardan açık bir şekilde görüldüğü gibi, verilen o târihden çok önceleride Çerkesler bir araya gelerek karşılıklı fikir mütalaaları yürütüyorlardı. "Aktİ,...Ro-zen'den Çernişev'e, 16/ Ekim/1833..." General Emmanu-el'in hattın bazı yerlerini ticarete açmasına rağmen Natu-haçlar, Şapsığlar ve Abzehler bizimle ticaret yapmamaya yemin etmiş bulunuyorlar. Büyük bir ihtimalle, yeminlerini tutmalarının sebebi, tuzu Türklerden almalarıdır. Onlarla dostane ilişkiler kurmak imkânsız bir şeydir.. Bu ırkı yok etmek zorundayız."
İşte muhterem okurlarımız Kafkasya insanımızın yaklaşık iki asır önce yazılan bir raporun münde racatmdaki son cümleden, bölge insanları vede bilhassa müslümanlara tatbik edilecek tedbiri açıkla ması yeterlidir sanırız.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Tanzimat Üzerinde Tetebbu Salı Ocak 20, 2009 8:34 pm
Tanzimat Üzerinde Tetebbu
Tanzimata giden yolda en önemii olay, yeniçeriliğin ilga edilmesidir. Türkiye Tarihi ile ün yapmış olan sayın Yılmaz öztuna"Devletler ve Hanedanlar'Msimli pek müfid çalışmasının 2. cildinde 980. sahifesinden984. sahifesine kadar sıraladığı yeniçeri ağalığı sıralaması ve izahını kısaca şöyle hülasa edebi!iriz:Yeniçeriliği 1. Murad Sultan abdülmecid hânların yerine yeniçeriye Sekbanbaşılar nezaret etmiştir.
sonra Fâtih'in torunu Yavuz Sultan Selim 1515'de yeniri ağal'ğ1 makamını ihya etmiş böylece yeniçeriağası ola-
. acj, ilk bilinen kişi, 1515 ile 1516 arasında görev alan F had /\ğa'dir. 283. yeniçeri ağası ise Mehmed Celâleddin Aâa olup 9/nisan/1825'de geldiği görevden i 5/haziran/1826da Vakai Hayriyye adı verilen yeniçeriocağı-nın kaldırılmış olması hasebiyle ayrılmış oldu. Bundan sonra Yeniçeriağalığı yerine Serasker'lik unvan ve makamı te'sis olundu. Bakanlar kurulunun, sadrazam ve şeyhülislamdan sonraki 3. adamı olarak vazife deruhde etmiş oldu. İlk Serasker ise, 15/haziran/1826?da vazifeye başhyan Rusçuklu Hüseyin Paşadır. Osmanlı devleti; kuruluşundan itibaren dayanmış olduğu ahkâmı islâmiye gereğince, her aianda "iki gününü eşit geçiren ziyandadır" yüce beyanının anlayışına bağlı olarak hüküm sürmeye gayret göstermiştir.
Bu bakımdan dâima bir atılım, bir keşif, mükemmeli yakalama arayışını ihmâi etmemiştir. Osman Gâzi'ye şer'i hükümleri hatırlatan Dursun Fakı hiç bir zaman yaptığı hatırlatmanın, padişah tarafından "şimdi zamanımı?" gibi ters cevaplarına muhatap olmamıştır. Çünkü inanç sistemi içinde yer alan çözümlerden biri de, yine Hz. Rasûiullah (s.a.v.)in
Ümmetimin âlimleri benim vârislerimdir" yüce beyanının gereği olarak Dursun Fakı'nın hatırlatmalarını bu anlayış dahilinde kabullenmesinden kaynaklanmıştır. Orhan Gazi Hz. irinin, yeniçeri askerlik usûlünü ihdas etmesini hatırlatan tavsiyeyi yerine getirmesinde, yukarıda yaptığımız hatırlatmaya dönük inancı aramak gerekir. Zaten bir aşiretten bir civan devleti çıkarma esprisi, çeşitli hususlarda ileriye dönük atvelerle yürüyen ve dünyaya parmak ısırtan civanmertliği- etmeyi beceren, Rumeli'ne geçişi Vesilet'ün Mecât
1
müellifi "Velayet gösterüb halka suya seccade salmışsın. Bekasın Rumeli'nin desti takva ile almışsın." takdir dolu beytini inşa ederken muntazam gayretlerin nice muvaffakiyetler getireceğini ifade etmiş oluyor. Söğüt yaylasından, Ko-sova sahrasına Hüdavendigârın inişi, zaferi elde edişi, şeha-detin kapısından girişi, doksan yıla sığmasında herşeyi bir nizam ve intizamla yapma ihtimamında yatar.
Doğuş sancısından olgun bir devlete geçiş zaman olarak uzun sürmezken, yıldırım orduları bozan gerçek Yıldırım Ba-yazıd Sultanın;dİş geçmez zannettiği kibrinde yakalandığı tuzak, kurtlar sürüsü akuru Timurlenk oldu. Ankara'nın Çubuk ovasında ışınlan yiğid, kan kusarak ölürken, Devleti Âlî Osman; yeni bir tanzimci arayışını onüç yıl sürdürdü. Çelebi Sultan fetret'i bitirip çaktı düzeni, kurmaya başladı yeniden, güzel devleti. Herşey tanzim olundu bir daha hemen gün geldi devroldu nizâmı sânii Murad'ın takva eline, bir Kosova daha bir Varna, sıyrıldı Bizans feth olunmaktan bu arada! Çünkü müjdei Nebevi;Muhammed Fâtih'e râci bu işte ise Ak-şeyh baş tâcî. Alınınca İstanbul, gerçekleşti devleti cihan, böylece lâzım geldi bir sürü nizâm. Parladı Osmanlı'nın yıldızı, aslında yükselen islâmin sesiydi. Tek gür sadâ mehterin nağmelerinden yayılan Gülbank idi. Bundaki nizam ve intizam parmak ısırtıcı idi. Bayezidi sâniden, geldik Yavuz Se-lim'e hep bir tanzim içinde yürüdük acemin üzerine, hakkını verdik onun, sıra düştü Mısır'a çölü geçmeyi bilen yiğit, koca bir Yavuz idi. Hilafet, Mısırdaysa da, Hazreti Resûlullah(s. a-v)rica!iyle gönderdi müjdeyi İstanbul'a. Dolaysıyla artık Osmanlıdaydı hilafet, tanzim olundu yeniden millet. Arkasından Kanuni kırkaltıyıl hüküm sürdü hem halife hem de padişah sifatiyle kanunlarda yaptığı tanzimlerle lakabı oldu Süleyman'ın, Kanuni. Denizlerde yürüdü Osmanlının satveti vede nusreti, failiydi bunların Barbaros Hayreddini. Denizciliğinde nizâmı atıldı o yenilmez armada da. Kanuni girdi toprağa ah yaktın benÜSüleyman dedirterek Ebu's Suud'a.
Yüklendi bârı Selimi sâni, işi yürütmedeydi sadrazamı ta-vili Bir sistemdi görünen ortada, tepeden tırnağa nizam. Selimi sâni hamam derken, yürüdü Hakk'a. Teslim etti oğlu Muradı sâlise koca devleti. O ve Koca vezir Sokollu zirveye koydu milleti. Bunun da vardı hikmeti adı nizamlı gitmekti. SokoIIuyu hacamata kaptıran devlet, farkında değildi amma, başında koptu kıyamet. Koca vezir gitti, kıymet bilen padişah çekildi. Bir düğünde yeniçeri nizâmı bozuldu, hakk'ı söyleyen ağayeniçeri koğuldu, fermanı kabul eden makamlara boğuldu. Böylece olan yeniçeri'ye ve devletü dine oldu. Bunun da bir nizamı vardı, neticesi kötü olsa da!
Yukarıdan beri ortaya koymaya çalıştığımız, Osmanlı devletini bir intizam içinde, bir nizâm dahilinde yükselme döneminin sonuna kadar anahatlarıyla anlatmaya çalışmak ve görülürki, bozmak değil yapmak üzere bulunan çareler, başarıya yol açmaktaymış. Bu dönemden sonra Osmanlı devleti kurtarıcı hükümdarların çıkmasını bekledi. Zaman zaman da beklediklerine kavuştular. Ancak şaşaalı günlerin başarısı yerine hedmi, yâni yıkılışı yavaşlatan, izmihlali geciktiren fenomen olarak kaldı. Merkezi savunmada hududu genişleten zaferler, yerini sıkıntı veren mağlubiyetlere, kale, palanga ve serhad kaybetmeye yolaçmış sulh antlaşmalarına uğruya uğruya parlayıp sönen İslahat teşebbüsleri görüldü. Fakat bunların içinde en ciddi fakat en feci netice verenin 2. Osman unvanı diğeriyle, Genç Osman dönemi oldu. Avrupanın doğusu, İstanbul'un batısı olan Lehistan topraklarındaki Ho-tm i ordusunun başında korumaya giden 18 yaşındaki genç idealist, ordusunun askeriyle ters düştü. Çünkü bir sahtekârlık vardı ortada.
Şöyleki; defterdeki yeniçeri ulufe sayısı ile ordudaki yeniçeri askeri sayısı arasındaki azim fark, sayım yapıldığında epeyi eksik çıktı. Bu miktarın 30 bini bulduğu rivayetler arasındadır. Tedbirleri alınma yoluna gidildi. Devletin tavizkâr tecrübelileri teenni tavsiye ettiiersede, fıkır fıkır kaynayan yeni ve genç padişah ağzını tutamamış, kafasındaki düşüncelerini bir, bir ulu orta saçmıştı meydana.
Sağsalim İstanbul'a gelen Genç Osman Hotin seferinde her yönüyle beğendiği Mısır askerini örnek alıp, onlar gibi yepyeni, muntazam kıyafetli ve itaatkâr bir ordu meydana getirmek için Hac'ca gitmek arzusunu kılıf yaptı. Taa Ebu's Suud tarafından verildiği ileri sürülen fetvaya göre, Osmanlı padişahları hac'ca gitmek hususunda görevlerini bırakıp gitmektense, gitmemeleri daha efdaldir anlayışı bütün seleflerinin uyguladığı davranış olduğundan buna uyması söylendi. Ancak bir müddet inattan sonra vaz geçti. Arkasından kopan isyan Genç Osman'ı taht'tan etmekle kalmadı amucası 1. Mustafa istemediği tahta çıkarılırken, 500 tane siyasete karışmış yeniçeri, Yedikuie zindanında aynı zamanda halifesi olan padişahı boğuyordu. Buna karşılık eli silah tutar ve beli kılıçlı yüzbinler, üzgün bir nazarla asi beş yüz kişinin halt etmesini maalesef seyrettiler.
Bu davranış belkide, meşhur Fransız felsefeci Alfred Fuy-ye'ye "..Şarkta insanlar faziletinyoksunudurlar" sözünü söyletmiş olabilir. Halbuki Fuyye, bu sözü söylerken şark insanına en büyük hakareti yapmış oluyor. Çünkü Şark genellikle müslüman toplumların hayat sürdüğü arazidir. İslâmda ise; "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır." Hadisi Nebevisi bütün ferdlerin haksızlık yapan karşısında hakkı hay-kırarak zulme âlet olmamasını emretmiştir. Ancak bazende şarkın insanları, bu emri, tavsiye imiş gibi telâkki etmiş olalarmdan olacak ses çıkarmazlar, zulümde böylece icra
H'lir Genç Osman'ın katli; İstanbul ahalisinin nice paşa ve hpvlerinin gözleri önünde gerçekleşirken suskunlar şeytana askerdi demek!
Genç Osman değişim istemede ülkenin en önemli gücü olan orduyu tanzime hatta değiştirmeye kalkarken, ahalinin sımsıkı bağlı olduğu şeriat'ın izin verdiği taaddüdü zevcat meselesinde tek evliliği benimseyip, şeyhülislâm Es'ad efendinin kızıyla izdivaç ettiği gibi bunu yaygınlaştırma tarafına da el atmıştı. Büyük teşebbüsün yanında yapılmaması gereken, küçük ve yanlış bir teşebbüstü.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Osmanlıda Islahat Devri Salı Ocak 20, 2009 8:35 pm
Osmanlıda Islahat Devri
1. Abdülhâmid Cennetmekânın ardından Osmanlı tahtına oturan 3. Mustafa'nın büyükoğlu 3. Selim, şehzadeliğinde pekgüzel öğretim görmüş, bilgili, güzel sanatlara eğilimli, musiki âleminde makam icad edecek kadar maharet sahibi bir zattı. Nitekim; Sûzidilâra makamının mucidi olduğu yaygın rivayettendir. İslahat devri diye okul kitaplarında müşahede olunan resmi öğreti bu zâtın dönemine verilen isimdir. Yoksa 3. Selim'den önce bir çok padişah ve devlet adamı yazmış bulundukları lâyihalar ile terakki hatvelerinin mutlaka atılmasını tavsiye etmiş hâttâ teşebbüse dahi geçenler olmuştur. Ne var ki;kısır kalmaktan öteye gidemeyen bu istekler, en ciddi teşebbüsü 3. Selim döneminde yapılan deneme-'erle görmüştür.Bir ülkenin en önemli meselesi adalet meselesidir. Adaleti temin ise ekonomik hayat ile sıkı sıkıya irtibatlıdır. Bütün unların üstünde de, ülkenin dış düşman ve iç bozguncuların tasaflutundan korunmak ve asayişi berkemâl kılmak ordu ile
güvenlik güçlerinin üzerine düşmektedir. Ekonomide o devrin önemli gelirini teşkil eden zirai işler, hayvancılık ve de ticaretin dostu ise istikrarlı yaşayışla beraber adil bir vergi sistemiydi. Bütün bunları bilen 3. Selim; yapılacak ilk teşebbüs olarak ordunun canlandırılması prensibini tatbika koydu. Biz 3. Selim'in bu tercihine geçmeden önce, bu tercihi yapmadaki sâike dâir" Ahmed Rasim bey'in tarafımızdan Osmanlı-cadan sadeleştirdiğimiz, ve meşhur târihine ilâve ettiğimiz, <İstibdad'dan Milli Hâkimiyete> adlı çalışmasının 2526. sa-hifedeki<1200/1786'da Askeriye'nin Durumunun özeti>nden bir alıntı yapalım:
1200/1786 senesine doğru askeri durumumuza bir göz atacak olursak, muntazam ordunun, eski tâbirle kapıkulu ocaklarının birincisini teşkil eden yeniçerilerden, çeşitli meslek ve esnaflığa soyunmuş olarak vakit geçiren, hammallik ve manavlık yapmakta olanlarda vardı. Bunlara zamimeten zorbalık yaparak geçinme yolunda olanlarda bulunuyordu. Kimisi evleniyor, bekâr olanları ise, hanlarda oda kiralıyarak yaşayanlarla, kışla ve kolluklarda yatmakta olan beceriksizlere kalmıştı. Gerek tâlim gerekse itaati askeriye ve terbiye denilen hususatdan ne bir nâm ne bir nişan kalmıştı. Zaten onların han odalarında geçen hayatlarının pisliği ve rezilliği alışılmış hallerdendi.
Sokaklarda kaldırım kabadayılığında ve meyhane kavgalarında önde gelen bu haşerat, savaş alanlarında düşmana bir tek kurşun atmadan firarı tercih ederler. Hâttâ daha da ileri gidip, bazende ordugâhın yağmalanmasında öncülüğe kalkışırlardı. Ulufe adı verilen maaşlarına devlet takat getiremiyordu, ulufe alan askerleri üç bölüme ayırabiliriz. Birinci sınıf paşaların, ağalan olan gurup. Bu kimseler küfcük-de kayıtlıysalar da maiyetlerinde bulundukları efendilerinin dâiresi hizmetinde bulunduklarından ne kışlaya nede savaş
i nlarına ayak atmadıkları gibi yine de ulufe alırlardı. Bütün skerler,bu ulufeye adı vermişti.
İkinci kısım ise, müftehiran idi ki, övünülen demek olup, 1 150/1737 tarihinden sonra ulufe beratları satışına izin veriliş olduğundan, hâli vakti yerinde olanların bilhassa bedesten tacirlerinin, gelir getirir yeniçeri beratlarını sahiplerinden satın alarak, mevacib adı da verilen maaşlar çıktıkça, hisselerini alırlar hâttâ içlerinde bir kaç ulufeyi üzerinde toplayanlarda bulunurdu. Bu sebebden müftehiran ulufesi hizmet karşılığı askeri tahsisattan olmayıp adetâ esham taksitini andırıyordu.
Konu: Bir Başka Kaynaktan Salı Ocak 20, 2009 8:35 pm
Bir Başka Kaynaktan
3. Selim Islahatı Ötüken yayınlarından bir kaç yıl evvel neşir hayatına kazandırılmış ve Ziya Nur Aksun'un titiz bir çalışmasına ve Dr. Mehmed Niyazi Özdemir beyefendinin ihtimamı eklenince pek güzel ve altı ciltlik bir eser kaynağımız. Ancak belkide ülkede Osmanlı tarihi olarak kaleme alınmış eserlerin arasında, Tanzimata ve dönemine en fazla yer veren çalışma. Üstelik islamcı bir anlayışın zaman zaman kendini gösteren zaviyesi ayrı bir husus. Tanzimat meselesinde farklı yaklaşımı dikkat çekici. Biz bunu aldık uyuştuğumuz ve buluşamadığımiz hususları beyana ictisar edelim. "..ll/recep/1203-7/nisan/1789 salı günü 3. Selim'in tahta çıkışıdır. Yirmisekiz yaşında, 28. padişahdır 3. Selim. Babasının padişahlığında kendini ileri dönük yetiştirmiş ve babasının vefatı kendisi onüç yaşındayken vukubulmuş. Babasının yerine tahta geçen 1. Abdülhamid son derece iyi kalbli ve müşfik olup, şefkatini yeğeninden esirgemeyen bir"t Eğitimine de ayrıca himmeti olmuş 3. Selim'in. Şâir ve "zisyen bir kimse olup kendinide tahta hazırladığı, bu huşta çalıştığı görülmüştür. Hatta şairliğinin dâhi bunu şu beyitte şöylece dile getirdiğini görüyoruz: "Lâyık olursa cihanda bana tahtı şevket Eylemek mahzı safadır bana nâs'a hizmet" Amcası 1. Abdülhamid'in yerine tahta çıktığında önce kılıç kuşanıp sonra selâmlığa çıkması adettenken "Fe-râizi ifâ, an'anâta riayetten evlâdır" diyerek farz namaz) tercih etmesi mü'min olarak isabetlidir. Kucağında bulduğu Rus savaşını devama ve serdarı ekrem KocaYusuf Paşaya "A'dadan ahzi intikam alınmadıkça seyfi gazanın elden bırakılmayacağı" hususunu bildirip, makamı sadarette ipka olunduğunu haberdar etti. Devam eden muharebeler bazen yüz güldürücü, bazende kan ağlatıcı haberler aksettiriyordu dersaadet'e. Fokşan ricatı, Büze bozgunu, Belgrad'ın sükûtu inletirken milleti, 3. Selim'e düşen gidişe nihayet verecek çareleri üretmesiydi. Buna acaba mı? Dedirten İsmaiyl'deki galibiyet. Bir arabanın vites değiştirdikçe yaptığı hamleler gibi, şikâyetçi olunan asker sınıfının bir bölümü her menfiyatla kahrederken devleti, yine bir başka bölümü yüzünü güldürmek için milletin üzerine düşenden fazlasını gösterme gayretinde. Lâzım gelen hasta uzvun kesilip atılmasımı? Yoksa, bir çuvalın içinde bulunan pirincin taşını ayıklamak mı gerekirdi"? Eski müesseseyi muhafaza ederek yeni temel atış, bu kararın iyi verilemediğini gösteren bir davranış biçimimidir? «oksa yeniçeriyi yeni nizâma yâni nizâmı cedide celbedebil-rne kolaylığını temine dönük düşüncemi? Bütün bunlar yeni-Ççri müessesesini temadiye karar veren otoritenin hemen bunlardan ayrı olarak kurdukları sekbanı cedid diğer adıyla nızâmı cedid arasında tatlı ve ülkeye hizmete dönük bir reka-ete yol açmak yüksek anlayışımı düşünüldü! Meçhul bizce düşünülenler ancak ferd ferd davranışlardan bir hüküm çıkarmak kabildir ki, bunda da isabet kolay değildir. Ancak padişahın yakınlarına ve devlet ricaline gözyaşları içinde beyan ettiği şu hâli, Ziya Nur Aksun beyefendinin kıymetli tarihinden ahzedelim: "Gece gündüz ağlayıp diyorumki, yâ RâbîBeni öyle cihana rusva edip kâfire mağlub ve perişan etmeden ve zamanımda ümmeti Muhammedin perişanlığını görmeden ilâhi, Sen, beni iki gün evvel helak eyle diye Cenabı Hakk'a niyaz ediyorum." demekteydi. Böylece 3. Selim batılı davranışların meclübu değil İnançlı müslümanın. tavrını sergiler bu duasında ve bunu etrafındakilere açıklamakla.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Sadarette Değişiklikler Salı Ocak 20, 2009 8:36 pm
Sadarette Değişiklikler
. Padişah, sadrazam Koca Yusuf Paşa'da çakılı kalmamış görevden azledip başka sadrazamlarda göreve getirilip hizmet fırsatına nail edilmiştir. Meselâ bunlardan biri olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa (Kasımpaşa Meydanında heykeli olan) büyük bir ümiddi. Ve paşa çok şeyler yaptı. Denizciliğimizi güçlendirirken kara hududlarımizda tebdili kıyafet teftişlerle bir çok yanlışları yakaladı. Sorumlularını adaletle cezalandırdı. Yaptığı teftişler hem bir korku saldı, hem de milletin işinin düzgün yapılmasını temin etmeye yarar neticeler verdi. Yine bir teftişe ^tebdili kıyafetle çıkmış bir hayli üşütmüş, hastalık hummaya dönüşmüş ve ahiret yolculuğuna çıkmıştır. Şum-nu'da yaptırmış olduğu Bektaşi tekkesine defn olunmuştur.
Yerine getirilen Şerif Paşanın rivayet olunurki, bir kaç kâğıda bazı sadrazam adayı ismi yazan 3. Selim, hırkâi saadet dâiresine gitmiş ve bunlardan birinin çekilişini yapmış ve sadaret Şerif paşaya çıkmıştır. Osmanlı tarihinde kura ile sadrazam seçilirdi sözü, bu rivayete dayanmıştır.