Konu: OSMANLI TARIHI SULTAN 3. SELİM HAN DONEMI Paz Ocak 25, 2009 6:44 pm
SULTAN 3. SELİM HAN
Babası: Sultan III. Mustafa Han
Annesi: Mihrişâh Sultan
Doğum Tarihi: 1761
Vefat Tarihi: 1808
Saltanat Müd.: 1789-1807
Türbesi: İstanbul Laleli Camii Yanı.
Osmanlı İslâm devletinin, 28. padişahı ve 20. halifesidir 3. Selim hân. Tahta çıktığında 28 yaşında idi. Babası; 3. Mustafa'dır. Babasının kardeşi; Abdülhâmid-i evvel pek merhametli iyi kalbli kimseler arasında cidden ayrı bir yeri, olan zevattandı. Yeğenine sıkıntı verecek davranışı hiç bir zaman ne sergiledi ne de müsaade etti. Eğitimine de pek önem verdi. Amcasından gördüğü bu anlayışı'takdir etmekten geri kalmayan veliahd şehzade Selim, devlet işlerine kesb-i vukuf için sokulmak ve takip etme imkânıda bulabildi. Gençliği ve gayreti ahalinin ümidini kendisine bağlama hususunda ciddi bir faktör oldu. 1. Abdülhamid'in vefatı üzerine, tahta çıktığında Ruslarla yapılan savaşı kazanmak ve ikinci bir Kaynarca antlaşması tehlikesini yaşamak istememekteydi ve bunu temin için, orduyu takviye için, İstanbul'da derleyip topladığı askerleri serdar-ı ekremin emrine ulaştırdı. Devleti âliye; Ragıp Paşa sadrazamken, 3. Mustafa'nın israfı önleyici yaklaşımı sayesinde hazine-i şahaneyi hakikaten doluluğu bakımından harika bir seviyeye getirmişti.
Hâttâ padişah 3. Mustafa ara sıra aynı zamanda eniştesi olan Ragıb Paşaya siteme benzer sözler eder, Moskofluya savaş açalım, para sıkıntısını bahane etmeyin, Petersburga kadar adım başına altın dizerim diye teşvikde bulunurmuş. Sonradan açılan savaşlarda öyle para sarfiyatı husule geldi ki, 28. padişah, 3. Selim'in belini bükmekte olan parasızlığın ta kendisiydi. Bu ihtiyacı def edebilmek için, Rusya ile zahirde hasını görünen Felemenk ile İspanya'dan, istikraz da yâni borç para alma teşebbüsüne geçti.
INe varki o sıralarda batı avrupa bir ihtilâle gebe olarak ateşler içinde yanmaktaydı. Bu hâl para talebinde bulunulan devletlere red cevabı verme hususunda çok hizmetetmiştir desek yanlış bir hüküm vermiş olmayız! Devlet adamı ve vakanüvis Abdurrahman Şeref bey, parasızlıkla ilgili olarak şunları: ".. Parasızlığa bir çâre bulmak erneiiyie Sultan Selim-i sâlis Saray-ı hümayunda, rical ve ayan konaklarında bulunan, sim (gümüş) ve zer (altun) evâniyenin (kap-kacak) ahnıb, sikkeye tahvilini irade eylemiş ve mucibince hareket olunarak epeyice mikdarda; mağşuş (bozuk) akça, darb olunmuş idiysede bu tedbir-i muvakkatten de, bir fâide hasıl olamamış idi."
"Demekte. Bu arada Prusya devleti ile yapmış olduğumuz antlaşma da, fayda cihetinden hiçbir işe yaramamıştı. Osmanlı devleti Prusya devleti nezdinde, yaptığı hatırlatmalara karşılık, bir oyalamanın tatbik edildiğini görüyordu fakat bunu, yüzlememek şıkkı tercihi olmaktaydı. Hudud boyunda harb devam etmekte zafer bazen bize gülümsüyor bazen de Rus tarafında kalıyordu. Sadrazam serdar-ı ekrem Koca Yusuf Paşa serhad boylarında zayıf yerlere lâzım gelen yardım ve takviye yapma gayretinde iken, garazkârları olan bazı rical Vidin seraskeri görevinde olan bir lakabı Kethüda diğeri Cenaze Hasan Paşa olan zâtı sadarete tâyin ettirdiler. Dere geçilmekteyken at değiştirilmez düstûru kendini burada belli etti. Çünkü geldiği görev kapasitesini aşan bir vazife idi. Yapabildiği, diğer ricalin söylediklerine münasibdir demekten başkaca yapacağı bir şey yoktu.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Buze Suyu Bozgunu Paz Ocak 25, 2009 6:44 pm
Buze Suyu Bozgunu
1204/1789'da Büze Suyu yakınlarında iyi bir kumandanın idaresinde olmayan ordumuz, Rus ve Avusturya orduları karşısında fecii bir mağlubiyete mâruz kaldı. Bunun sonucunda elimizden Bender, Akkirman ve Kili kaleleri Rusların sahipliğine geçti. Belgrad kalesi de Avusturyalıların eline geçti. Al-lah'dan İsmaiyl seraskeri meşhur Gazi Hasan Paşa bölgesinde dolaşmaya başhyan büyük bir moskof ordusunu öyle tarumar ederek mağlup ettiki, adetâ Osmanlının intikamını almayı becermiş sayıldı. Zâten bu başarısı Gâzî Hasan Pa-şa'nın makam-i sadaret ve mührü hümâyuna mâlik olmasını sağlamıştır. Ancak çok çalışkan ve cesur bir kimse olan Gazi Hasan Paşayı öne çıkaran hususlar arasında teftişçiliği gelirdi. Ancak onun teftişleri âla'yı vâlâ ile değil, tebdili kıyafet ve pek ani olurdu. Böyle yaptığı her tarafta duyulmuş olduğundan vazifeye dikkat, er'inden en üst kumandanına kadar herkesin riayet ettiği husus olmuştu. İşte bu teftişlerin birisinde hava şartlarına uygun kıyafet giymemiş olması adamakıllı üşütmesine sebebiyet verdi. Yattığında bu üşütme onun ölüm hastalığı olmuştu. Nâşını; kendi yaptırmış olduğu Şumnu'daki Bektaşi dergâhına defnettiler. Karışık ve üzücü bir devirde sadarete tâlibli çıkmıyor, teklife ise adetâ herkes kapalı kalmaktaydı. 3. Selim; devrin şeyhülislâmı ile yaptığı istişareden sonra bir kaç adayın ismini kâğıdlara yazdılar. Oradan Hirka-i Saadet dâiresine giden padişahı, aldığı fetvaya uygun olarak olacak kura usulüyle sadrazamı belirleme ameliyesinde görüyoruz. Kur'a sonunda Şerif Hasan paşanın çıktığını görüyor ve sadarete tâyin ediyor. Çalışmamızda mehaz olarak müracaat ettiğimiz "Devlet-i Osmaniye Târihi" yazarı Ali Şeydi bey, padişahın bu tarz seçimini içine sindire-miyerek <Fesübhânallah!> nidasıyla karşılıyor. Halbuki başka ne çare bulunabilirki? Talibi olmayan, teklif edildiğinde is-tinkâf edilen bir vazifeyi başka türlü nasıl birinin üzerine tahmil edebilirsiniz? Maneviyata bağlı insanların, dinin muhafazasını üstüne almış şeyhülislâmın verdiği fetva dâhilinde, yukarıda bahsettiğimiz kur'aya baş vurmanın şaşılacak bir tarafı olmadığını kendisinden yâni Ali Şeydi beyden doksanbir sene sonra söylemekde bir beis görmüyorum.
Târih; 1205/1790 yılını gösterirken Şerif Hasan paşanın ademi muvaffakiyeti İsmaiyl kalesininde Rusların eline geçmesine şâhid kıldı milletimizi. Mezkûr yer Rusların eline geç-diğinde buranın müslümanları öyle bir jenosite ve vahşete maruz kılındıki, yukarıda bahsettiğimiz Ali Şeydi bey merhum; şunları söylüyor: "..Rusların İsmaiylin zabtını müteakip ahaliye-i mahallii islâmiyye hakkında, reva gördükleri enva-ı mezâlimi ve i'tisafı <mekâtib-i idâdiye-yâni üseye> mahsus olan şu eserde tadâd ve tafsil etmek istemeyiz." Görüldüğü gibi yapılan muamele sadece bir canilik, kan içicilik değil, lise talebesi seviyesinin çirkinliklerden korunmasını gerektiren bir ahlâksızlığı anlatmaya edeblerinin mâni olduğuna dikkat etmek gerekir.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Koca Yusuf Paşa Yine Sadrazam Paz Ocak 25, 2009 6:45 pm
Koca Yusuf Paşa Yine Sadrazam
Arda arda mağlubiyetlere duçar edilmiş bir ordu, artık başına kim gelirse gelsin, kendine olan güveni kaybetmişse akıbet iyi olamaz. »
Nitekim Koca Yusuf paşa geldiği bu sadaretinde yaptığı savaşlardan yüz güldüren bir netice istihsal edemedi. Ayrıcada mâli sıkıntılar yavaş yavaş kendini gösterince, orduya lâ-zımiyeti olan levazımda temin güçlüğü görülmeye başlandı. Bütün bunlar olmaktayken, Fransa'da meydana gelen ihtilâl dünya devletlerinin her birini, kendi iç vaziyetlerini gözden geçirmeye itti. Avusturya ise bundan asla müstesna olmamakla beraber daha da te'sir altına girebilecek durumda idi, çünkü imparatorları 2. Jozef bu sırada oluvermişti.
Buna bağlı olarak da Rusya ile ittifakından kopmuşlardı. Artık açıkça gözlenen eğilimleri sulh antlaşmalarını imzalamaya dönük olduklarıydı. Devletimiz Osmanlı ise; Ruslar ile kozunu paylaşabilmek için Avusturya ile sulh yapma ihtiyacı, insanın suya ekmeğe olan ihtiyacından daha az değildi. Ziştovi iki devletin sulha ihtiyacının bir imza ile noktalandığı yer oldu. İngiltere, Prusya ile Felemenk devletlerinin tavassutları bu sulhun imzalanmasında epeyce iş gördü. Mezkûr Ziştovi antlaşması Belgrad ile diğer kaleleri Osmanlıya iade etmek şartıyla Osmanlı-Avusturya sulhu yapıldı. 1205/1790
Rusya ile probleme gelince: Padişah 3. Selim, pederi 3. Mustafa gibi samimi bir moskof düşmanıydı. Onları mutlaka mağlup etmek gayesinin zirvesiydi. Avusturya ile yapılan Ziştovi antlaşması nihayetinde, Rusya ile başbaşa kaldığını düşünen padişah, orduyu kesin ve şiddetli bir emirle, Rusya ordularının üzerine atlamalarını istedi. Padişah bu tâleblerini yaparken, ordunun başkomutanı da dâhil olmak üzere bütün güngörmüş askerleri ve subayları şiddetle sulh yapmaya gerek gördüklerini, orduyu değil savaştırmak, geri çekebilmek bile müşküldür beyanlarını ve bunları destekleyen imzalar vermekten imtina etmemeleri, işin vahametini göstermeğe yeterde artardı bile. Prusya ise Osmanlıyla müttefikliğine rağmen, Fransa'da zuhur eden ihtilâlin kendi bacasını da tutuşturacak korkusundan, Ruslara harb ilânına İmkânı bulunmadığını gayet net olarak babıâli'ye bildirdi.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Yaş Antlaşması Paz Ocak 25, 2009 6:46 pm
Yaş Antlaşması
Avusturya ile Ziştovi sulhünden sonra, 3. Selim ordudan kendine ulaşan beyannamede, Ruslarla da bir barış konferansı icabatını siyaseti içine aldı. 1206/1791 baharının girmesiyle birlikte Yaş denen şehirde Osmanh-Rus murahhasları müzakereye oturdular. Yaş antlaşması mucibince Kırım Hân'lığı ile Özi arazisi tamamen Rusya'ya bırakılıyor, Dinyes-ter nehri hudud kesilmişti Anadolu tarafında eski hudud geçerli olarak her iki tarafcada kabul edilmişti. Rusya ve Avusturya ile yapılan son savaşın bilançosu, üç devlet için şu haldeydi: Osmanlı devleti, 330 bin evlâdını, 6 kapak, 4 firkateyn ve bir kaç ufak gemi. Rusyaysa 200 bin askerini kaybetmiş, 5 kapak, 14 firkateyn, 80 tane ufak teknesi elden gitti. Avusturya'nın ise; 130 bin askerini kaybettiği, Katerina adına yazılan tarih eserinde yer almaktadır, diyor "Târih-i Siyasi" yazarı eski sadrıazam Mehmed Kâmil Paşa. müddet zarfında beylerden birinin bir iftirası çıkacak olursa Ruslar ile haberleşilip, itham sabit olduktan sonra azil etmeye gidileceğine karar verildi. Fransızlarla yapılmış bulunan yeni antlaşma mucibince bu hükümetin ticaret gemileri Karadeniz'de rahatça geliş geçiş yapmaya hak kazanmışlardı.
Bu vaziyet Osmanlı devleti tarafından taahhüt olunmuştu, ingilizler, Kahire'de bulunan askerlerini Süveyş yolu ile Hindistan'a yolladilarsa da İskenderiye'yi boşaltmıyor, Sayda da bulunan Kölemen emirlerini himaye yoluna gitmekteydi. 1214/1799 Necef'de, Hezeali aşireti ile Vehhabiler arasında münazaa çıktı. Bu olay neticesinde üçyüz tane vahhabi öldürülmüştü. Vehhabilerin reisi bulunan Abdülaziz, oğlu Suûd'u askerleriyle Kerbelâ üzerine yolladı. Matem gecesi şehri basıp, rastladıklarını katledip, oratlığı yağmaya tâbi tuttular. Hâttâ, İmam Hüseyin (r.a)ın kabrinde bulundurulan altun ve gümüş kandilleri ve diğer kıymetli eşyayı gasb ettiler. Bu sıralarda ise İngilizler Mısır'ı terk ettiler. Ancak; komutanlardan Elfi Mehmed bey ile onbeş kişi kölemeni beraberlerine alarak Malta'ya çekildiler.
Vehhabiler Osmanlı devletinin ve 3. Selim güdümündeki hükümetin karışıklıklar ve bir sürü olaylar içinde, yuvarlanıp gittiği sıralarda Napolyon, meşhur Amiyen antlaşmasını İhlâl ediyordu. Çünkü; Mısır'a, Akdenize ve de, hind yoluna ulaşmayı aklından çıkaramiyordu. 1217/1802 senesi ağustosunda general Sebastiyani adlı birini ticaret vazifesiyle doğu bölgelerine gönderdi. Bu memurun önce Trablusgarb bilahire Kahire sonra da İskenderiye'ye uğradığı görüldü. Uğradığı" her yerde ahali tarafından alkışlarla nistikbal olundu. Bu alkışların sebebi olarak, İngilizlerin denizlerde göstermiş olduğu şiddete atf olunuyordu.
Akkâ'da da aynı tarz alkışlara lâyık görüldü. Fransa'ya dönüşünde; resmi yazı ile yayımladığı raporda Mısır, Akkâ ve İskenderiye gibi şark bölgelerine dair düşünceler ve hareket yapılmasına dair sunuşlar mevcut, hatta Mısır'ı almak için, altıbin Fransız askeriyeter kaydı yazılı idi. Yine bahse konu sene içinde; general Dekain adında biri Hindis'tanda, yalnız başına İngilizlerle savaşmak için oraya gönderilmesi hususunda istida vermişti.
Bonapart, bu generali Fransızların elinden çıkmış beş şehri ele geçirmek için gizli olarak vazifelendirmişti. Emrine bir kaç bin kişilik askeri kuvvetverdiği gibi, yerlilerle uyuşabilmek içinde ve ingiliz hakimiyetinin aleyhinde çalışmalar yapmak içinde kati emirler verme yoluna gitmişti. Generai, Pundeşeri'ye gelince iki devletin arasında savaş imkânı çıkmıştı. Bu bakımdan ingilizler kendisini şehre sokmadı. Gemilerini de gözetlemeye aldılar. Hattâ Dekain, Frans adasına kaçırıldı. Adayı İngiliz taarruzlarına karşı kuvvetlendirdi. Daha sonra 1803'den 1811 senesine kadar Hind denizine korsanlar göndererek İngilizlere ticaret yollarındada büyük büyük zararlar verecek saldırılar sağladı.
Napolyon Bonapart; Akdeniz hakimiyetinde önde olmak için ispanya'yı çalıştırdı. Amiyen antlaşmasına mugayir olmasına rağmen burada hâkimiyetini kurdu. 1801 senesinin, aralık ayından itibaren, Lombardiya'nın ileri gelenlerini getirterek, kendisine Cisalpİne yâni kuzey italya (lombardiya, pi-yemonte) cumhuriyeti reisi unvanını verdirdi. Adamlarından Jerom Doraco adındaki birini Ligure cumhurreisliğine tâyin etti. Piyomento şehrini de 1803'de Fransa'ya katarak, Sardunya kralına tazminat verileceğini vaad eyledi. Elbe adasını dahi Fransa'ya kazandırdı. Bu icraatın tamamı Rusya ve İngiltere devletleri tarafından protesto ediliyordu. Bonapart; aldırmayarak Taranet, Otranet ve Brindizi şehirlerini de zapt ettirdi. İngilizlerde Malta'yı terk etmediler. Bonapart buna fena halde hiddetlendi. İngilizler ayrıca İskenderiye'ye de bir miktaraskeri muhafız olarak bıraktılar. Fransızların Hind'deki beşşehirlerini de iade etmediler.
18. Lui'yi ve meşhur ihtilalcilerden Jorj Kadodal gibilerini ülkelerine kabul ettiler. Birinci konsülün yâni Mapolyon'un bir ticaret antlaşması yapmaması yüzünden infial gösterdiler, ingilizlerin elçisi Lord Whitvortda antlaşma hükümlerinin İhlâl edilmesinden dolayı, vaziyeti protesto ediyordu. Velhasıl az bir müddet sonra İngilizler bir ültimatom vererek, Felemenk ile İsviçrenin boşaltılmasını, Sardunya kralına tazminat verilmesini ve Malta'nın, terk olunmayacağını bildirdiler. Bo-napart'da gelen sefire şiddetle muamele etdi.
Lord Vayvorth Paris şehrini terk etti. Çarpışma hemen başladı. İngilizler bir kaç tane Fransız ticaret gemisini yakalayıp içindeki malları müsadere ettiler. Bonapart ise, Fransada yaşamakta olan ne kadar 18 yaşından yukarı, altmış yaşından aşağı kim varsa hepsini tevkif ettirdi.
General Mortier; Hanover'i işgal ederek Fransanın batı limanlarında, tedariklerini yapmaya başladı. Bolonya ordugâhı yeniden düzenlendi ve bütün bu haberler, Osmanlı devletini düşüncelere salıyordu. Bu iki devlet arasında dolaşan Mısır sözleri, yine şarkın meseleleriydi. Diğer taraftan da, Osmanlı devleti Fransızlar ile daha yeni bir antlaşma yaptıkları gibi Mısır meselesindede İngilizlerden biraz yardım görmüşlerdi. Bütün bunlardan başka Vehhabiler meselesi de artık çok önem taşıyan bir mesele olma yolunu aşmıştı.
Tarih-i Cevdet bu mesele hakkındaki gafletimizi şöyle özetlemekte: "Osmanlı devletinin ne kadar sıkıntılı dönemler geçirmiş olduğu buradan^ da malum olur ki, bundan seneler evvel, tebasından birinin kurmuş bulunduğu yeni bir mezhep hakkında, pek çok bahisler ilmen konuşulmuş ve bir cereyan husule gelmiştir. Hicaz ve Irak âlimleri taraflarından çeşitli ki-tablar yazılmış olduğu halde, nihayet dinin vatan-ı aslisi oian Arab yarımadasında, bu mezhebin tesirleri münasebetiyle Deria Şeyhi bir çıkış yaparak müstakiliiğe varan bir yola girmişti. Buna karşılık devletin müşkül işlerinin görüldüğü yer olan meşveret meclisinde bunlara dair bilgi bulunmayıp ve bu yeni mezhep sayesinde bir kabile şeyhinin kuvvetli bir hükümdarın hüviyetini kazandığını bilemiyorlarda, hâla Veh-habilerin isteklerinin neden ibaret olduğu sadnazamlar arasında bahse ve mücadeleye konu oluyordu.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN 3. SELİM HAN DONEMI Paz Ocak 25, 2009 6:46 pm
Osmanlı devleti ulema sınıfına fevkalade derecede itibar verdiğinden bu insanların yüksek derecede olanlarını kendi ileri gelenlerinden saymasına rağmen şöylece elli altmış yıldan beri devam ede gelen ve ülke içinde, müstakil bir hükümet kurulmasına sebep olan bahse konu mezhep meselesinin künhüne dair henüz malumat-ı sahiha sahibi olunamaması inanılacak bir durum değildir. Lâkin önceleri hakiki vaziyetten bilgi sahibi olunmasına rağmen bir hükme varamamışlardı.
Zira o sıralarda İstanbul'da ilmiye yolunun âlimleri üç kısma bölünmüş olup, birincisi müretteb ilmiye ashabı olan, ulemai resmiye, ikincisi fiilen şer'i hizmette bulunan hâkim ve kâtibler ve üçüncüsü medrese çıkışlı olan üstaze ve talebeden müteşekkildi. Birinci sınıf içinde malumat sahibi nadirdi. İkincileri teşkil edenlerin malumat-ı sermayesi, davaları fetva kitaplarında yazılı olanlan meselelere tatbik ile büyük alimlerin usulü mesleklerini uygulamaktan ibaret olanlar, il-mi bahisler iddia etmekten uzaktılar, üçüncü sınıf ise, bu iki sınıfa da cahil nazarı ile baktıkları halde şer'i hükümlerin nazari ve de tatbikatından mahrum olarak felsefi düşüncelerin, kâh mutezilenin yaralayıp iptal ettirdiğine vakit sarfetmekte, devlet memurlarından hariç, özel bir sınıf şeklinde bulunduklarından İhtimalki henüz vaziyetten haberdar değillerdi.
İdareci memurlar ise, çöldeki mezhep kavgasıyla soğuk ve taassup sahiplerinden olan vaizlerin mübalağalı sözlerini, fark ve temyiz edemezlerdi. "Biraz evvel görmüştük ki, Ab-dülaziz Vehhabi, oğlu Suûd'u yollayarak Lahsa, Katif taraflarını ve Basra hududuna kadar bululunan yerleri tamamen zapt eylemişti.
Vehhabiler 1212/1797 tarihinde Mekke Emiri Şerif Galib'i Huzme karyesinde mağlup ederek aralarda Vehhabilerin Mekkeye gelip gitmeleri onlarında Yemen ile Şam taraflarında Şerife tâbi olan, Arablara dokunmamak şart koşulmuştu, 1215/1800'de Vehhabilik Asir'den, Tihamiye yayıldı. Necid, Cebeli Şamir beldeleri dahi Vehhabi olup, Lahsa'nın zaptı üzerine Basra ile Bağdad tehlike altında kaldı. Velhasıl Arab yarımadasının her tarafında Abdülaziz Vehhabi'nin, hükmü geçerli oldu. Yalnız Mekke emiri bundan müstesna idi.
1217/1802'de Vehhabilerin Haremeyn-i Şerefeyne, hücum edecekleri hakkında Mekke emirliğinden birbirini takip eden haberler ve istimdadnâmeler geldi. Toplanma lüzumunu gören meclis, İstanbul'dan cephane ve top derlenerek Kaptan paşa ile gönderilmesine, Mısır'danda asker sevk olunmasına Bağdad valisinin ve yahut kethüdasının Necid üzerinden hücuma geçmesine karar verildi. Fakat Vehhabiler Tâif üzerine saldırmışlardı. Hâttâ Abdülaziz, Mekke Şerifi Galib'in yakın adamlarındanken Vehhabilik mezhebine geçen Osman Mü-zayife'ye de Taif taraflarının emirliğini verdi. Osman Müzayif, Yemen'e musallat olan Sultan bin Şakban ile Taif'i kuşattılar. Şerif Galib ile yapılan savaşta pek büyük zayiata uğradılar-sada, Şerifin Mekke'ye kaçması üzerine takip edip şehre dahil olup, müthiş bir katliam gerçekleştirdiler. Taşınır taşınmaz mallan yağma edipsahih islâmi eserleri ve Kur'ân-i Kerîm'le-ride sokaklara attılar. Gömülü servet ve mal var bahanesi ile her yeri kazarak da şehrinde altını üstüne getirdiler. Hac zamanı dahi Mekke üzerine yürümekten çekinmeyip, hareke-tettilersede hacıların kalabalığından saldırıyı yapamadılar.
Fakat devlet tarafından gönderilmiş Adem efendi adlı na-sihatçı, ve üç gün içinde Mekke'yi terk edeceklere aman ver-dilerse de, Mekke'yide tehdit altında bulundurmaktan utanmadılar. Suud'un Mekke'ye girmesinden sonra Mekke Şerifi Galib ile Osmanlı devletinin göndermiş olduğu Şerif paşa Mekke'yi terkederek, Cidde'ye çekildiler. Suud ise muharrem ayının 8. günü Mekkeye girerek derhal beyt-i şerifi tavaf etti. Yarın kuşluk vaktine kadar herkes mescid-i şerife gelsin diye bağıran dellallar dolaştırdı. İlân edilen vakitte hutbe-i pey-gamberîyi okuduktan sonra: "Cenab-ı Hak'ka teşekkür eylerim. Sizi İslama hidayet ve şirkden halâs eyledi. Sizi yalnız Allah'a ibadet edipde bulunduğunuz hâl-i şirkten ve dalaletten feragata davet ederim. Şer'iat-i islâmiye üzerine, Allahı sevenlere dost ve Allah'ın düşmanlarına düşman olmak üzere sizden biat isterim" diyerek elini uzattı ve biat aldı. İkindi namazından sonra şarab ve zinanın haramlığından bahsederek yarınki gün çıkıp kubbeleri hedm (yıkınız)ediniz. Beytleri atınız, Allah'dan başka, mabud olmasın demesinin ertesi günü Vehhabiler peygamber (s.a.v) doğduğu evle Ebu Bekir, Ömer ve Ali (r.a)'lann ve de Hz. Fatıma, Hz. Hatice'nin evi ile ashabı güzin ve evliyaullahin kabirlerini yıktılar. Suud, Mekke'de çeşitli cemaati yasaklayıp, herkesin bir imam arkasında namaz kılınmasını emreyledi. Ne kadar çubuk, nargile, saz varsa hepsini toplatıp yaktı. Ezan okuyan müezzinlerin salat ve selam getirmelerini, ashab-ı kirama tazim edilmesini, büyük şirkdir diye yasakladı.
Devlet tarafından giden; Adem efendi ile Kerbelâ vakası ile diğer vakalar üzerine görüşerek, sudan cevablar verdikten sonra eline yüz riyal, altına bir hecin devesi vererek yolladı. Vehhabiler mezheblerine girmeyenleri keserler ve onlardan da nekâl (işkence) adıyla bir miktar para alırlardı. Bu sebeb-le Mekke'de ve civardaki kabilelerde ve aşiretlerden pek çok mal aldılar. Suud, 14 gün Mekke'de oturduktan sonra ikiyüz kadar muhafız bırakarak, Cidde üzerine yürüdü. Ciddeliler-den ikiyüzbin riyal, altmışbin altun, altıbin riyaliik kumaşı ceza parası, olarak istedi. Buna karşılık, top ve tüfenk ile mukabele gördü. Sekiz gün süren çarpışmalarda, Suud'un askerleri büyükçe telefat verdiler. Neticede çekilip Necid tarafına gittiler. Bunun üzerine Şerif Galib; Vadi'i Mer, üzerine hücum ederek Suud'unda muhafızlarını kaçırdı. Sonra beraberinde. Şerif Paşa ile askerleri ve aşiretler olduğu halde Mekke'ye döndüler.
Vehhabilerin Mekke ve Medine'ye karşı, vukua gelen ta-aruzlar 3. Selim'i büyük kederlere gark etmişti. Bu kedere zi-yadelik veren rüşvet kabul etmez, iltimasları dinlemez, şeyhülislâm Ömer Hulusi efendinin infisalidir. Tarih; şeyhülislâmın bu azlini şöyle bir satırla bildiriyor: "böylesi karışık bir donemde birtarik sahibinin pasif, çekingen durmaları uygun hâl ve işlerini cabindan görülmediğinden azlolundu!" Kava-lalı Mehmed Ali'nin Çıkışı Serdar-ı ekrem Yusuf Ziya Paşa Mısır'dan dönüşü sırasında yanında bulunan anadolu yeniçerileri ile çoğunluğu arnavut olan rumeli başıbozuk askerinden meydana gelmiş bir kuvveti, oraya bırakmıştı. Rumeli başıbozukları mirmiran Arnavut Tahir paşa, serçeşmeleri de Kavalali Mehmed Ali Ağa idi. Tahir Paşa; cesur ve cenğaver olmakla beraber basit biri, Mehmed Ali Ağa ise pek akıllı, zeki ve tedbir sahibi kimselerdendi. Başkumandan bu kuvvetleri Mısır emirlerinin tasallutlarını def edebilmek, maksadıyla bırakmıştı. Az bir müddet geçtikten sonra bu kimseierede devlet tarafından tahsis olunan maaş ile, Asuvan'da nizam yerli yerine konulmuştu. Bu vaziyet karşısında, askerinde bu kadarına lüzum kalmamıştı. Defterdar Recai efendi askerleri bu kadar fazla sayıda istihdam etmenin doğru olmadığını beyan etmesi vali Hüsrev Paşanın kendisi için Fransız askerini takliden bir miktar nizam-ı cedid askeri düzenlemesi yaptığından bunların kalmasını, Arnavut askerlerin terhis edilmesine karar vermişse de birikmiş maaşlarını verecek para yoktu. Paşa; tüccarandan bir miktar borç alarak bunlara vermek sonra Mısır'dan göndermek arzusu taşıyarak belli şeyleri kesti. Arnavutlar ulufelerini tamamen almayınca, yerlerinden kımıldamayacak olduklarını söylemek için Defterdara gittiler.
Defterdar bunlara: "ulufeleriniz Mehmed Ali'dedir. Onun yanına gidiniz. Dedi. Mehmed Ali'nin konağına gittiler, ulufelerini istediler. Mehmed Ali ise; ben hazineden bir akça bile almadım diyerek baştan savmak istedi. Bunun üzerine; arna-vutlar ile diğerleri arasında kavga dövüş çıktı. Kahire'de dükkânlar kapandı. Herkes dehşet içinde kaldı. Bir hafta sonra, ulufelerin tamamlanıp verileceği vaadiyle arbede bastırılabil-di.
Arnavutlar, bir hafta sonra defterdarın konağına gittiler. Defterdar, 60 bin kuruşu olduğunu söyleyerek biraz daha sabretmelerini ihtar ettiyse de, alacaklı Arnavutlar bu gün içinde ödenmelidir, şeklinde dayattılar. Defterdar, vaziyeti Hüsrev Paşaya bildirdi. Valinin yan'ndaki hazineden bir miktar para istedi. Fakat, Paşa ben bir akça vermem, verilmesine de iznim yoktur. Ya buradan çıkıp giderler, yahut hepsini katlederim diye haber gönderdi.
Bu haberi alanların hemen defterdarın konağına hücum ettikleri görüldü. Hüsrev Paşa da, defterdarın konağını topa tuttu. Yine dükkânlar kapandı. Tellâllar: "herkes silahlanıp şeyhleri (reisler) ile birlikte paşanın yanına gelsinler" diye bağırtıldılar. Ahali bir yağmaya uğrama korkusundan siperler kazdılar. Yeniçeri ağasıyla diğer ocakların ihtiyarlan, Hüsrev Paşanın yanına gidip kalenin muhafaza altına alınmasını hatırlattılar. Paşa onlara cevaben: "kalede hazinedar var. Ben ona lâzım gelen tenbihleri yapmıştım." Gelenlerin, her kapının dışına birer yeniçeri koyalım ihtarına da, "siz benim askerimi ayırmak isteme yolundasınız, haydi gidin ahaliyi silahlandırıp buraya getiriniz" şeklinde mukabelede bulundu. Paşa gafildi. Çünkü kalede hazinedarın yanında bulunan asker Arnavut ve diğer başıbozuklardan müteşekkildi. O gün akşama kadar defterdarın konağına top attırdı. Konağında ahşap olan her yeri tutuşup yanmaya başladı.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN 3. SELİM HAN DONEMI Paz Ocak 25, 2009 6:47 pm
Defterdar, geceyi mahzende geçirdi. Arnavut askerin bir kısmı defterdarın, bir kısmıda Muhammed Ali'nin konağında, bazıları da Özbek camiiyle diğer yerleri siper tuttular. Ertesi günü Hüsrev Paşanın askerlerini taburlar halinde başıbozukların üzerine sevk ettiği görüldü. Arnavutlar defterdarla beraber evrak defterini de alarak, Tahir Paşa'nın konağına götürdüler. Orada dikiş tutturamayinca, Özbek camii bölgesinde savunma gayretine düştüler. Bu sırada Hüsrev paşanın askeri defterdar ait konağa geldiklerinde nizam ve intizamı unutarak yağmaya koyuldular. Arnavutlar, bu askerin uygunsuz hâlini görünce, üzerlerine saldırıya geçip tarumar ettiier. Tahir Paşa tam bu sırada ortaya çıktı. Arnavut askerlerinin yanında yer aldı. Öte taraftan Arnavutlar kaleye çıkarak orada bulunan hemşerileri ile birleştiler. Hazinedarla beraber kaleden anahtarları, top, humbara ve cephane alıp, Özbekiye götürdüler. Hüsrev paşa olanlar karşısında şaşırdı. Tahir Paşa, Mehmed Ali Ağanın düzenlemesiyle ahaliye aman verdi. Halka asla zarar verilmeyeceğini tellâllarla duyurdu.
Türbeleri, şeyhleri ziyarete gidip yardımlarını istedi. Hakikatten asker, ahaliye asla taarruz etmedi. Çarşıdan aldıkları her şeyin parasını hemen ödediler. Buna ahalide şaştı. Çünkü; böyle aşırı eşkiyadan böyle mükemmel bir insaniyet örneği beklenmezdi. Mehmed Ali ise, müracaat sahiplerinin kalbİerinin kazanılması yolunu buluyor, zorluklan halle çalışarak kendini sevdirmiş oluyordu. İki gurub askerin cumartesi ile pazar günü gecesi kavgaya tutuşarak Arnavutlar, Ka-hire'nin bir çok yerini, Bulak kasabasını, Anbabe'deki yiyecekleri, Kasr-i aynİ'deki Hüsrev Paşa kölelerini zapt, Özbekiye tarafındaki paşanın yanında yer alanların hanelerini yağma ettiler. Hüsrev Paşayı muhasara altına aldılar. Yağlı paçavralarla konağını tutuşturdular. Paşada, ilk önce ailesini kaçırmayı başardı. Sonra kendisi ve yanında kalan kapı halkı ile birlikte firara muvaffak oldu.
Arnavutlar alevler içine dalarak Paşanın konağını yağmaya tâbi tuttular. Paşayı takip etmekte olanlarda, Hüsrev Paşanın adamlarıyla kapıştıklarında bozguna uğradılar. Hüsrev Paşa ve yanındakiler taşınır mallarıyla ve aile efradı ile birlikte bir gemiye binerek, Betha bölgesi istikametine yola çıktılar Neticede; yeni vali gelene kadar, Tahir Paşa'nın kaimma-kamlığı üzerine alması kararlaştırıldı. Mısır kadısı, bir kürk netirerek Tahir Paşaya giydirdi. Vaziyet bir rapor ile İstanbul'a bildirildi. Kölemenler, bu vaziyetten haberdar olduklarında Said'den Mısır'a doğru yola çıktılar. Hüsrev Paşa ise, Mansure'ye girince, ahaliden doksanbin riyal civardakilerden de epeyi miktarda akçayı vergi diye aldı. Tahir Paşa kardeşi Hasan Bey'i, o tarafa yolladıysa da paşa Dimyat'ı sağlamlaştırdı. Daha önceleri, Hicaz'a sevk olunmak üzere cephane ile birlikte bir miktar yeniçeri gelmiş ve Camii Zahir'de iskân edilmiş, Hüsrev Paşada bunları Hicaz'a yollamak üzere iken bahse konu olaylar meydana gelmişti. Tahir Paşa tarafı, ga-lib gelince bunlara hakaret dolu nazarlarla baktîlar. Yeniçeriler bu davranıştan huylandılar. Paşa; kendi askerine öteden beriden, müsadere yoluyla aldığı para verir, yeniçeriler ise ulufe (maaşlarını) istedikçe: "Ben kendi valiliğim zamanından sonrasını bilirim. Alacağınız var ise Hüsrev Paşadan isteyiniz." derdi.
Yeniçerilerin bu muameleden de rencide oldukları şüphe götürmez. Bunlar; Hicaz'a gitmek üzere Mısır'a gelen, Medine muhafızı Ahmed Paşa ile söz birliği ederek bir gün 250 kişi oldukları halde, Tahir Paşanın konağına gidip, ulufe istemekte ısrar ettiler. Paşa bunlara söğüp saydı. Fakat içlerinden biri koşup Tahir Paşanın kellesini kesip pencereden dışarıya attı. Diğer arkadaşlarımda Tahir Paşanın adamlarına hücuma geçtiler. Pek çoğunuda kestiler. Bu seferde asker ikiye ayrılmış oldu. Yeniçeriler ile diğerleri Ahmed Paşanın yanında, Arnavutlarda Özbekiye tarafında toplaştilar. Ahmed Paşa, Hüsrev Paşaya hemen gelmesi ve Mehmed Ali'ye itaat etmesi için haberci yolladı. Fakat Mehmed Ali; "Ahmed Paşa burada vali değil, misafirdir. Tahir Paşa Mısır'da kaimma-kamdı. Bizde ona itaat ederdik. O yeniçeriyi alsın, dışarı çıksın, onları teçhiz edip mahalli memuriyetine gitsin" diye cevap verdi. Mehmed Ali, kalenin kendi elinde olmasından gayri Mısırlı komutanlar ile de haberleşmekteydi. Ciyze yakasına geçip gelenler ile görüştü. Kölemenlerin pek çoğu, Araban ile Kahire'ye girmişlerdi. Yeniçerilerin gurubu Remile tarafına giderlerken üzerlerine top atılışı yapılınca döndüler. Bu sırada İse, İbrahim bey Ahmed Paşaya bir mektup yazarak, Tahir Paşanın katillerini, teslim etmesini, kendisinin de saat onbire kadar belde dışına çıkmasını isteyen hususu bildirdi. Ahmed paşa: "Katillerin teslimi kabil değildir. İbrahim bey deve göndersin çıkayım" demeden başka söz bulamadı. Hakikatten; ikindi üstü, hafif eşyalarını uşaklarına yükleterek perişan bir halde çıktı. Arnavut, Arab ve Kölemenlerden bir çok kimsenin kendisini gözetlemekte olduklarını hissedince Kale-i Zahire kapandı. O gün Arnavutlar, Paşa kethüdasıyla, defterdarı kestiler. Gece ise, zabıta müdürünün önündeki tellâl: Vilayetin hakimi İbrahim bey ile efendimiz Mehmed Ali'nin tenbihi üzerine cümleye âmân ve âmân diye nida etti. Kale-i zahire kapananlar bir iki gün süren savaştan sonrada teslim yolunu seçtiler.
Arnavutlar Ahmed Paşa'yı Kasr-ı ayni'e yeniçeri ağalarını Ceyze'ye gönderdiler. Tahir paşanın katillerini Nasıriye'de kesip kellelerini Tahir paşanın haremine gösterdikten sonra kardeşine götürdüler. Yeniçerilerin silahlarını, eşyalarını aldılar. Biçareler beşyüz kadar idiler. Bunları da yolda Arablar soydu. Ortalık biraz düzelince Arnavud isyancılar, kaleyi Mısır komutanlarına teslim ettiler. Böylece Mısır yine kölemenlerin eline geçmiş oldu. Mehmed Ali ise Mısır'daki Rumeli askerinin hakiki isyancıbaşısı idi. İbrahim bey yine şeyhülbeled oldu.
Eski dönemde rakibi Murad bey iken, şimdi Berdisi Osman diye birisi ortaya çıkmıştı. Görüyorsunuzki; Bonapart'm istifasından beri Mısır'da ne kadar adice entrikalar, manevralar döndürülüyor. Hükümet muntazam olsa ve düzgün işlese bu yollu entrikalar zuhur etmezdi. Hüsrev Paşa kudretsiz, Ahmed Paşa Hicaz'a gitmeye mecbur kaldıktan, Kölemenler Mısır'ın idaresini ele geçirdikten sonra İstanbulda vali aranıyordu. Çok geçmeden de bulundu, mirmirandan Trabluslu Ali Paşa adında biri: "şöyle keserim, böyle biçerim. Devlete gelir temin ederim" diyerek göz boyadı. Hazinenin büyük sıkıntısı var olduğu için, şu kadar gelir bulurum sözüne daya-nılamadı. özerine rütbe-i vezaret ile beraber Mısır eyaleti verildi. Bu Paşanın mazisi ise bozuk idi. Vakti zamanında Trab-lusgarp beylerbeyi iken yapmadığı zalimlik, işlemediği fısku-fücur kalmamıştı. Tunus beylerbeyi Hemduh paşanın kardeşiyle evvelce yaptığı savaşta galib gelmişse de ikinci seferinde ahali bile kıyam etmiş ve tam kaçmağa başlayacağı sırada vucuhzâdelerden iki delikanlıyı güya rehin alarak, pek tanınmış Murad beye iltica etmişti. Paşa bu iki delikanlı ile bir aralık Hicaz'a gitmişti.
Trablus hacıları; kendisini yanındakilerle, beraber gördüklerinde Hac emirine vaziyeti bildirdiler. Delikanlıları elinden aldılar. Yüzüne tükürerek, sakalını yolmuşlardı. İşte bu Ali Paşa idi ki, varidatı çoğaltacak ümidiyle, Mısır eyaletin evâli olmak üzere nasb olunmuştu. Halbuki bu sıralar da Vehhabi-lerin Mekke ile Medine'ye, tecavüz ettikleri haberide İstanbul tarafından pek büyük bir üzüntü ile karşılanmıştı. Vekiller heyetinde bir sürü tatlı tatsız münazaralardan sonra Şam ve Bağdad valilerine seraskerlik unvanı verilerek, Vehhabiler üzerine göndermeye, bu Ali Paşanın da Mısır'ı himmetiyle ıslah etmesi kararı verildi. Mısıra gelince burada hadise üstüne hadise cereyan etmekteydi.
Hüsrev Paşa, kendisinin üzerine yürümekte olan, Tahir Paşanın kardeşi Hasan Paşayı bozmaya muvaffak olmuştu. Fakat, Berdesi Osman bey, Kölemen, Arab ve Arnavud kölele-riyle, yürüyüşe geçip, Hüsrev Paşayı mağlup edip Azabe kalesine iltica etme mecburiyetine düşürdüler. Burada aman dileme ile kendini kurtaran Hüsrev paşa yakalanıp Mısır'a getirildi. Burada nezaret altına alındı. Ali Paşanın Mısır'a gelmesi kötü tesir yapmaktan bir işe yaramadı.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN 3. SELİM HAN DONEMI Paz Ocak 25, 2009 6:47 pm
Berdesi Osman bey, Reşid'i istila ederek valinin kardeşi Şeydi Ali kaptanı Buruc-u Mağizel isimli yerde, hiyie yaparak ele geçirip Kahire'ye yolladı. Vali Ali paşa ise, Berde-si'nin İskenderiye'ye hücum edeceğini düşünerek meşhur Ebukır şeddini tahrip ettirdi. Bu tahrip üzerine İskenderiye'ye Nil nehrinin suyu gelemedi. Ahalisinin çoğunlukla İzmir, Rodos ve Kıbrıs taraflarına hücum ettiler. Fakir fukara ise, Ali Paşanın yanında ve elinde ezilip duruyordu. Artık Mehmed Ali Ağa ve Berdesî, birlikte hareket ediyorlardı.
En nihayet; Mısırlı komutanlar, Arnavut askerlerin maaş ve taayinatını, kendileri tarafından verilmek ve iki üçyüz adamıyla, Kahire'ye gelerek, eski Mısır valileri gibi resmen makamına oturarak, gelirlerden kendine düşen hisse iie geçimini sağlamak üzere Ali Paşayı Kahire'ye davet ettiler. Paşa ise, Arnavut isyancılarla Arab şeyhleriyle giziice haberie-şirlerken, isyancı Arnavutlarda vaziyeti Mehmed Ali ağaya duyurmaktalardı. Mehmed Ali Ağa, bunu Kölemenlere açtı. İttifak ettiler. Paşayı kandırıp İskenderiye'den çıkmasını sağladılar. Paşa varlığını ve yüklerini 60 gemiye yükletmiş nehir yolu ile Kahire'ye iniyordu. Saikana vardığında gemileri ablukaya alındı. Top ve tüfenk atışına tuttular askerinin çoğunu telef ettiler. Gemilerini zapt edip Ceyze'ye götürdüler.
Velhasıl esir alıp, askerini de Bilbese gönderdiler. Paşayıda, İbrahim beyin çadırında misafir ettiler. Ancak uslu durmayıp, Kölemenlerin aleyhinde olan, Kına'daki Osman bey'e gizlice mektup yolladı. Yolda ele geçirilen mektup, Mısırlı komutanların eline geçti. Bu vaziyet karşısında da Ali Paşayı Bilbes yönüne doğru gönderdiler. Yolda kölemenlerin saldırısına maruz kaldılar. Kendi yâni Ali Paşa, kızkardeşinin oğlu ve kethüdası ile yanında bulunanların pek çoğu öldürüldü. Mehmed Ali ağa, İbrahim bey ve Berdesi Osman bey'in gü-veninielde etmişti. Almış olduğu tedbirlerle Hüsrev paşayı Mısır'dan firara mecbur, Ali paşayıda katiettirmeye muvaffak olmuştu. Hatta Elfi bey gibi bir kaç komutanı da çeşitli yollar sayesinde baştan atabildi. Yeniçerileri Kölemenlere, Kölemenleri, Arnavutlara musallat ederek pek çoğunu kırdı. Fn sonunda Berdesî'ninçok vergi koyması yüzünden çıkan hoşnutsuzluk ve kargaşadan da istifade ederek hem Berdesi Osman'ı hem de, İbrahim bey'in hânlarını kuşatma altına alarak onları da firara mecbur kıldı. Bunların bir nevi bağlısı olan kölemenleri ise Arnavut askerlere kırdırdı.
Mısır'da bağımsız bir vali olmak esas arzusuyken Ahmet Paşa ve diğer vakaları göz önüne alarak bunu açıklamaktan çekiniyordu. Beylerin firarı üzerine sekiz aydan beri hapiste olan Hüsrev Paşayı yanına alarak kale'ye çekildi. Sonra Öz-bekiye'deki konağına geldi. Ahalide. Hüsrev Paşanın tekrar vilayete gelmiş olduğu zehabına kapılarak tebrik etmeye koşar oldular. Hatta Hüsrev Paşa bile bu zanda idiyse de, esas hâl öyle değildi. O arada^İskenderiye muhafızı olan Hurşid Paşayı Mehmed Ali davet etmiş bulunuyordu. Hurşit Paşa; Kahire'ye gelir gelmez, valiliği İlân edildi. Mehmed Ali'nin Istanbula yazdırdığı dilekçede "Ali Paşayı öldürenlerin Arnavut askerleri olmayıp, Kölemenler idi. Bu gaddarca muamele devlete bağlılıkları hasebiyle Arnavut askerinin namusuna dokundu. Bunun üzerine onlarda kölemenleri perişan ederek Mısırdan kovalayıp sürdüler." gibi ifadelerle vakaları anlattığı gibi, Hüsrev Paşanın dahi 50 kese harcırah vermesiyle Rodos taraflarına gönderildiğini ve kendisine bir mansıb ihsan buyrulmasınm faydasınıda hatırlattı. Fakat Mehmed Afi ağa tazminatı pek güzel gizliyordu. Ancak, Ali Paşanın idam olunduğu başkent tarafından duyulmuş, Mısır eyaleti de, Cezzar Ahmed Paşaya tevcih olunmuştu. Cezzar ise; ölüm hastalığına tutulmuştu. Mehmed Ali'nin bu arzı İstanbul tarafından hayretlerle karşılanmakla birlikte hemen kabul edildi. Çok geçmeden Cezzar Ahmed Paşanın vefatı vukubuldu. Hurşit Paşa Mısır'da yerleşti. Ne varki Kölemenler rahat durmama yolunu seçtiler. Kendilerine celbetmiş oldukları Arab-larla birlikte, Mısır'ı tazyik altına almaya başladılar. Mehmed Ali, kölemenler üstüne yaptığı saldırı ile bir güzel bozguna uğrattı. Bunların kötülüklerini mahvettikleri gibi, köylülere de ağır vergi yükünü tahmil ettiler. Yolları tuttular. Buna bağlı olarak, Kahire vasıta ile gidilebilecek yer olmaktan çıkarılmıştı. Bilinmez şekilde yiyecek fiyatları pek yükseldi. Hemen peşinden tabii olarakda mal sandığında sıkışıklık arttı ki, Hurşid Paşa mali bir tedbir olmak üzere komutanların haremlerinden birer mikdar cerime ala koyma garipliğinde bulunarak, konaklarına karakollar koydu. Hurşid Paşanın valiliğini müteakip büyük Elfi bey ile Hasan bey kölelerinden Osman bey itaat göstererek Elfi Bey Carca'ya, Osman bey ise Kına sancaklarına tâyin olunmuşlardı. Elfi bey bu tâyin haberini alınca arz başka davaya benzemez, diye Mısır'a gelmeğe kalkışarak, bir taraftanda İbrahim bey ile Berdesî Osman'ın öte taraftan büyük ve küçük Elfi'lerin askerleri, Kahi-re'yi sıkıştırmaya ve ahaliden vergi almaya başladılar. Mehmed Ali ağa tabiatıyla, bunların üzerine yürüdü. Ancak başa-rıh olamadı. Beyler Mehmed Ali ağayı Mısır'dan çıkarmak için gizlice Hurşid Paşa ile haberleşmeye geçtiler. Esasta maksadın hakikisi kölemenleri Kahire ve Mısırdan çıkarmakti. Hurşid Paşada ise bu kudret asla yok idi. Mehmed Ali ağa bu iş İçinde bir hiyle düşünme yolunu seçti. Komutanlar ile barış yapma haberleşmelerine girişirken, kendini de zayıf gösterme taktiğini seçti. Karşısındaki bey'lerin bütün ihtiyatlarını terk ettikleri görüldü. Dört bin askerle Mehmed Ali tarafından sarıldıklarını gördüler.
Şebrede meydana gelen şiddetli savaştan sonra bir baskın daha verildi ve Kölemenlerin perişan olup, kaçacak yer aradıkları müşehade olundu. Bütün bu başarı sadece Kahire'nin kurtarılmasına yetme neticesi vermişti. Kahire'nin anbarı Sa-id ise, yine Kölemenlerin elinde kalmıştı. Kıtlık ve açlık da yine başlamıştı. Hurşid Paşa ise hem Kölemenleri hem, Men med Ali'yi defetme hülyasıyla bir takım gizli teşebbüsler de bulunmaktaydı. Mehmed Ali'nin kölemenleri zorlamak için, Said taraflarına gitmesinden mütevellid, bu vaziyetten istifade ümidine düştü. Fakat meselenin diğer bir garib tarafı da; İstanbul'un Mısırdaki vaziyetten, bütün çıplaklığı ile haberdar olamaması münasebetiyle Hurşid Paşanın Kölemenleri atarak, Arnavutlarla bağımsız olarak, valilik yapmakta olduğunun zannını taşımalarıydı. İşte böyle kör döğüşü esnasında, Hurşid Paşa, Mehmed Ali ağanın gücünü zayıflatmak maksadıyla, Şam'dan biraz delil askeri getirtti. Bu askerin getirtil-mesinde; ki maksadr sezen Mehmed Ali hemencik geri döndü. Tarihler bu sırada h. 1219/m. 1804 senesini göstermekteydi.
Hurşid paşa ise, delil askerini Mehmed Alinin üstüne göndermiş bulunduğundan, yoldan geri dönmüş bulunan ağanın askerleri, üzerlerine gelen askerle Tarah adlı yerde faca façaya geldiler. Delil askeri denenler hemen saldırıya geçemedi.
Mehmed Ali hemen onlara seslendi: "Biz ulufemizi istemeye geldik. Kimse ile alış verişimiz yoktur" dedi. Onların cevabı da "öyleyse bunlara ilişmeyelim" demek oldu ve kenâra çekildiler. Mehmed Ali ve askerleri böylece Kahire'ye girmeye muvaffak oldu. Mehmed Ali doğruca Özbekiye'deki konağına gelip oturdu. Hurşid paşa, şeyhleri, ocaklıyı onunla bir araya gelmekten men etti. Bu esnada Elfi Mehmed Bey'inde askerleri Ceyze'ye geldi. Öte taraftan Mısır ahalisi Camiül Ezher'de toplanarak valiler tarafından yapılmakta olan zülumlardan, feryadlar içinde şikayetçi olduklarını ortaya koydular. Halbuki; Mehmed Ali'nin Cidde valiliği gelmişse de bunu Hurşid paşanın sumen altı ettiği görüldü. Hurşid paşa şehre inince Mehmed Ali, yanma giderek hilat giydi. Atına binip giderken askerler hücum ederek ulufe istediler. Mehmed Ali: "İşte paşa buradadır. Diye atını sürdü. Ahaliye altun ve gümüş serperek gitti. Asker Hurşid paşayı sardı. Paşa büyük zorluklar karşısında kalarak kaleye çıkabildiysede ertesi gün halk sokaklara dökülerek "Bu zâlim valinin elinden fer-yad! diye bağırıştılar.
Az sonra da, bir çok kişi mahkemeye toplandı. Mehmed Ali'ye müracaat ederek, Hurşid paşayı istemediklerini ifade ettiler. Mehmed Ali de, kimi istersiniz? Diye sorunca: "Seni dediler. Çünkü sende hayır ve adalet görüyoruz Mehmed Ali evvelâ pek istermiş görünmeyecek davranış sergiledi. Daha sonra rıza gösterdi. Daha sonra kürk ve kaftan getirilip, me-şayih tarafından giydirildi.
Mehmed Ali güzel bir manevra çevirmeyi bilmişti. Hurşid Paşa: Hâla beni padişah nasbetmiştir. Ben, fellahların emri ile mazu! olamam. Padişahın emri ulaşmadıkça vâliliktende ayrılmam diyordu. Ertesi gün kaleyi kuşatarak bir ay sonra vezir tepesine toplan çevirip tepeden de yine toplarla sıkıştırmağa başladı. Halbuki devlet tarafından haremeynin muhafazası en önemli mesele sırasına geçmişti.
Mısır'da; yaşanmakta olan bu olaylar artık endişelere düşülmeye yolaçtı. En sonundada İstanbul'dan Mehmed Al-
i'nin; Paşa ve Misir'a vâii olarak nasb olduğunu âmir fermanın gelmesi ve bu, fermanın Özbekiye'de okunması gerçekleşti. Artık Hurşid paşaya kaleden çıkmak Bulak'dan bir vapura binerek Kahire'den ayrılıp gitmek gerekti, o da zaten öyle yaptı. H. 1220/M. 1805'te bu işler olup bitmişti.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Karışıklıkların BirıbiriniTakibi Paz Ocak 25, 2009 6:48 pm
Karışıklıkların BirıbiriniTakibi
Mısır meselesinin geldiği bu vaziyet esnasında, rumeli ve de anadolu'da da bazı pek önem arzeden vakalar, husule gelmekteydi. Tepedelenli Ali Paşanın Rumeli valiliğine tâyin olunmasını eşkiya büyük bir ürkeklikle karşıladı. Bu tâyin karşısında bir kenara çekilip sakin duracaklarına dair söz vermelerini de intaç etmişti. Tepedelenli Ali Paşanın bu tayini Rumeli ayanı arasında bulunan Tokatçıklı isimli biri tarafından itirazla karşılandı. Mutedil ve münsif, yâni pek insaflı birini tâyin etmelerini ve yanına verilecek, bir başbuğ ile haydutların yok edilmesini deruhde edeceğini ileri sürmüştü. Bu itirazıda ne hikmetse makul bulunup Rumeli eyalet valiliğini de Vezir Vâni Mehmed Paşaya İhale ettiler. Tirsiniklioğlu bu vakada yararlıklar gösterek eşkiyadan Molla İbrahim ile avenesini ve ileri gelenlerini öldürdü. Fire ve Malkara taraflarındaki eşkiyanın takip edilmesi için, bir deneme olmak üzere bu sefer nizamı cedid askerinden biraz süvari birazda piyade yolladı.
Nizamı cedid'in yapacaklerını herkes merak etmekte olduğu gibi bizatihi kendilerini de pek çok kişi görmek istiyordu. Hatta bazı elçilikler özel vazifeyle adam gönderme yoluna dahi gittiler. Hakikattende; bunların itaat açısından olsun davranışlarından olsun, pekçok kimse memnun kaldı. Hele Ballı köyündeki, çarpışma esnasında muzika çalatak, manevralar yaparak eşkiyanında perişan edilmesini sağladılar. Ne varki Mısır'daki gibi, Rumelide de bir Mehmed Ali daha ortaya çıkmak üzereydi. Tepedelenli, Toska taraftarı hanedanların teker teker mahvını temin ederek Yanya civarında bağımsızcasına bir şekli idare kurmuş gibiydi. Onbeş seneden beri kendisine karşı koymakta olan Solyut ve Çamlık beylerinide yıldırmıştı. Artık arada sırada babıâli'den gelen emirlere de, kulak asmamaya başladı. Anadoluda da böyle önemi hâiz vakalar çıkmağa başladı. Rumelinin belalısı iken, anadoluya çekilen Gürcü Osman Paşanın delibaşı'sı Ömer Paşa Kayseriye, Gürcü Paşanın kendisi de Erzurum vâliliğiy-le gittiğinde Murad paşa tarafından tutularak hemen orada, Karahisarı Sahip sancağı mutasarrıfı Halil paşa'da kendi sarayı içinde İdam edildiler. Cezzar Ahmed paşanın ölümü ise Suriyede de bazı meselelerin çıkmasına fırsat verdi. Şeyh Ta-ha adlı biri Cezzar'ın zindana attığı İsmail paşa adındaki birini ordan çıkararak dairesini ona teslim ve de, güya Cezzar makamını ona vasiyet etmiş gibi İlânatta bulundu. İsmail paşa Cezzar'ın elbiselerini giydi. Hazineyi idaresi altına alıp, askerin maaşlarını dağıtarak, onları da kendini destekler duruma getirdi. Öte yandan Halep valisi İbrahim Paşa Cezzar'ın vefatını duyunca da hemen Şama geldi. Burada Cezzar'ın ölmeden önce makamı kendisine vasiyet ettiğini ilân etti. Hakikaten de, İstanbul'dan gelen fermanda Hicaz seraskerliği, Şam, Trablus ve Sayda eyaletlerini İbrahim paşa yönetimine verildiği yazılıydı. İsmail paşa ise, zaten kaçak biriydi. Devlete, mesele çıkarmama, Cezzar'ın mallarını teslim eder, Ak-kâ'dan çıkıp gittiği takdirde, kendisine Anadolu topraklarındaki istediği eyalet vezirlik rütbesi ile verilip, yapmış olduğu suçlarda affa tâbi tutulacaktır diye, İbrahim paşa tarafından bildirim yapıldı.
Ne varki İsmail paşa kulak asmadı. Bunun üzerine kale kuşatıldı. İsmail paşa eğer Sayda eyaleti üzerinde bırakılırsa Cezzar'ın bırakmış olduklarını vermeğe amade olduğunu beyan etmişse de, bir cevap verilmemişti. Cezzar'dan arta kalan 75 bin yaldız altunu, bin keselik akça, bir çok eşya ve haberleşme yazıları, kaptan paşa ile İstanbul'a yolladıysa da, kaptan Abdülkadir paşa'nın bu husustaki tavassutu hoş görülüp Bursa'ya, İsmail paşa'nın yerine de Cezzar'ın kethüdası, Süleyman paşa tayin olundu. Süleyman paşa Akkâ üzerine gittiğinde İsmail paşanın askerini bozup, kendisini firara mecbur kıldı. İsmail paşa daha sonradan zindan arkadaşlarından biri tarafından teşhis olunarak, Süleyman paşaya teslim edildi. Süleyman paşa, İsmail paşayı bir gemi ile İstanbul'a gönderdi. Ne var ki paşa gemide katlolundu. Beri yandan Vehhabilerin meydana getirdiği mesele, gittikçe büyüme istidadı göstermekteydi. RumrJideki eşkiya takiblerinin netice vermeye başladığı görülmüş, Kömelince ayanı Süleyman'ın yakalanıp idam edildiği görüldü. Karadağlılar ise bir kıyam daha başlattılar. Podgoriçe üzerine yürüyüşe geçtiler. Sırplılara Rusların yardım ettiği pek açık bir hale gelmişti. Karayorgi çetesinin günden güne genişlediği rahatça anlaşılır hâle de geldi. Aynı zamanda Bosna valisi Bekir paşa, Böğür-delen kalesi yakınlarında Sırp Kenzleri de denen bir takım Sırp İdarecilerini yanına getirtip, kıyama geçme hususundaki sebebi sual etti. Bu sual karşısında Kenzlerin cevabı: Belg-rad'da dört tane dayı'nın zülmundan şikayetçi olmalarıydı. Paşa gayet kurnaz bir tutum takınarak, Beîgrad kalesinde bulunan Arnavut sekbanbaşılardan Koşancalı Halil ağa'yı ele aldı. Halil ağa, Bekir paşaca gönderilen dört aayının teslimi hakkındaki, emirnameyi aldığı sırada aşağı ve yukarı kaleleri zapt etti.
Dayılar, Adakalesine kaçtılarsa da, yakalanıp ioam olundular. Halbuki Sırpların ihtilâli Rusların körüklemesi ile alevlenmekteydi. Kara Yorgİ beri taraftar Pasbanoğlu ile barıştı. Drina nehri boyunca yürüyüşegeçti. Karadağlılar da isyan işinde pek gecikmeyip, hemencik harekete geçip, Rus bayrağını omuzları üstünde yükselttiler. 1219/1804 tarihi bunların şahidi oluyordu. 1219/1804 senesinde avrupadaki siyasi ahvalde meydana gelen büyük bir değişiklikte son derece dikkat çekicidir.
Napolyonun birinci konsül olarak görev yaptığı, sistemin diğer iki konsülü adetâ mel'un gibi görevde tutulmaktaydı. İşte bu sırada Fransız anayasası dördüncü defa olarak, değiştirilmeye tâbi tutulmuştu. Teşrii kuvvete, Şura-i devlet, he-yet-i kanuniye, Tiribüne ve senato adlarıyla dört meclise daha işlerlik kazandırıldı. Fakat Bonapart 1. konsüllüğünü gelecekteki emellerine göre idare ederek, büyük inkılabı muvaffakiyetle sonuçlandırmak için, üzerinde bulunan kuvvetli hükmetmek şansını ailesinin de miras olarak alabilip kullanabilmesi için kendisine yeni bir unvanı bulup vermelerini istedi. Kral denmesi yıkılan idareyi hatıra getirdiği için hoşlanmıyordu. İmparatorluk unvanı ise, hâli hazır duruma uygunsa da, ayrıca Fransızların gururunu okşayabilirdi. 1804 senesi nisan ayının 23. günü, Tribüne meclisi azasından mösyö Küre adlı biri:
"Hâlihazırda 1. konsül olan Bonapart'm, Fransızların imparatoru ilân edilmesini ve imparatorluk şerefinin, hanedanına miras olarak kalması" teklifini yaptı. 30/nisan/1804'de bu teklif gündeme alınıp, münakaşa mevzuu yapıldı. Mösyö Kure'nin bu teklifi kabul edildi. Teklifin Senato'ya gönderildiği görüldü. Senato ise, şura:i devlet tarafınca ayan kararı ile bunun genel oylamaya tâbi tutulmasını tensib eyledi. O gün Napolyon Bonapart fransızların imparatoru unvanını alarak, genel oylarda, 2569 muhalif oya karşı 3. 572. 329 reyle tasdik edilmiştir.
Aradan vakit geçtikçe; kanun meclisine ait maddelerin adi iradelerle veyahut kendi iradelerinden farkı olmayan âyanların kararı ile çıkar oldu. Her iki meclisi nizamın tamamlanması için bıraktı. Daha sonrada meclisi kanun yapmak için senelerce toplamadı. Tribuna (meclisi) 1807 senesinde ortadan kaldırılma yoluna gidildi. Artık Napolyon'un iradesi kanun yerine geçer oldu. Napolyon'un Fransızların imparatoru olarak ilân edilmesi, İtalya üzerinde gasbiyeti bulunması, bilhassa Burbon hanedanındaki Dük Daniken'in hiyle ile Straz-burg yakınlarında bulunan Etenhaym şatosundan zorla kaldırılarak fesad başı olarak ithamı ile gizlice bir divan-ı harpde savunmasız olarak yargılanıp da ertesi gün kurşuna dizilmesi şeklinde gelişen olayların gizliliği Avusturya ve Rusya'yı birbirlerine yaklaştırdı. 1804'de yapılan bu iki devlet arsındaki, gizli antlaşmaya bir yıl sonra İngilizlerde iştirak eyledi. Bu üçüncü olarak anlaşmış bir heyet olmuştu. Ruslar, Napol-yon'dan Hollanda ve İsviçre'nin istiklâlini tastık etmesini, Ha-nover'in boşaltılmasını, Piyemonte kralının makamına iadesini talep etti. Napolyon ise, tam aksine imparatorluk unvanını, İtalya kralı unvanını eklediği gibi bukrallığı Hidiv unvanıyla oğlu Ojen Boşerane'ye verdi. Bir kaç gün sonra Ceno-va ile Likori'yi Fransız imparatorluğuna ilhak, Luk'u ve Pi-ombino'yu prensiliğe yükselterek eniştesi Bakşiyoşi'ye hediye etti. Bu arada savaş kokulan da, yayılmaya başladı ve İngiltere hükümetinin başında ise, yine mösyö Pit bulunmaktaydı. İngiltere, Rusya, Avusturya, Napoli, İsveç'den meydana gelmiş bulunan birleşmiş bir güç harekete başladı. Fakat, Prusya kralı Fredrik Gilyom tarafsız kalmayı yeğledi. Az önce görmüşidik ki Fransa ile Osmanlı devleti arasındaki sulh antlaşması kati olarak imzalanmıştı. Ancak bu antlaşmanın hükümleri Osmanlı devletinin, Fransa ile Avrupa devletleri arasında çıkacak savaşlarda Fransızların, taraftarı olacağı anlamına gelmiyordu. Bu bakımdan İstanbul sefiri Brun'un babıâlide yaptığı teşebbüslerin ittifakla ilgili olanları netice vermedi. 1805 senesi ocak ayının 30. günü Napolyon, 3. Se-lim'e şöyle demekteydi: "sen bir gün rumlann yardımını kendilerine celb ettikleri halde bir rus donanmasının ve ordusunun gelerek İstanbul'u istila edeceğini görmiyecek kadar körmüsün? Selim uyan, dostlarını vekiller heyetine getir, hâinleri uzaklaştır, Fransa Prusya gibi dostlarına itimat et." Mösyö Brun; bu birleşmeyi husule getiremedikten başka, Napolyon'un imparatorluk unvanını dahi babıâliye tasdik ettiremediğinden Mösyö Rofen'i maslahatgüzar sıfatıyla bırakarak ülkesine döndü. Fakat, İstanbul'da bulunan Rusya elçisi İtalinski ile İngiltere sefiri Staratton birleşmiş devletler adına babıâli'yi yönlendirmeye çalışmaktaydı. Napolyon'un bu sırada müttefik devletler ordusuna Osterlİçte İndirdiği darbe, İstanbul'da bir saika gibi patladı Bu zaferi Presburg muahedesi takip ettiki, önemli maddelerinden biride, Fransızların İtalya krallığı adına olarak Venedik eyaletinin kendi hesaplarına olarak, İstirya ve Dalmaçya'nında sahibi olduklarını kabullenmiş olmasıydı. Fransızlar yine Osmanlılarla hu-dud komşusu oldular. Fransız tarihlerinin anlattığına göre 3. Selim iki hristiyan hükümetine darbe olması bakımından memnun fakat Österliç savaşının doğuyu alakadar eden tarafı yüzünden, endişelenmeğe düşmüştü. 1221/1806 senesinin haziran ayında, fevkalade bir elçilik heyetini Fransaya gönderdi. 3. Selim, Fransa'y1 Osmanlı devletinin en eski, en sadık, en ihtiyaç duyduğu müttefiki olarak kabul ettiğini bildirmekten duyduğu memnuniyeti ifade ederken, Napolyon ise bu ifade karşısında "Osmanlılara gelen, hayır'da şer'de aynen Fransızlarındır." Dedi. Giden bu heyet Muhib efendinin başkanlığında idi. Çok az sonra Mevkufatçı Mehmed Emin Vâhid efendi görevine ilaveten verilen nişancılık rütbesi ile birlikte murahhas elçilik verilmek suretiyle gönderilmiştir ki, Rusya'ya karşı ilân edilen harp tarihine rastlamıştı.
Tarih-i Cevdet diyorki: Bizim tarihlerde ise, şöyle bir izahla karşı karşıyayız: Mülakat günü, Muhib efendinin Napolyon'un huzurunda beyan edeceği nutkun resmi sureti önceden tetkik olunmak üzere istenildiğinden padişahın mektubunda yer alan lakablara göre, uygun olarak kaleme almış olduğu nutkun bir sureti gönderildiğinde, bu nutuğun içinde Napolyon'un, yalnızca imparatorluğu yer almış olup, İtalya krallığı yazılı bir yer görünmüyordu. Bunun da yazılmasının gerekeceği Taleyran tarafından İşaret edilmişti. Esasında İtalya krallığının tasdiki, Osmanlı devletinin, Rusya ve İngiltere devletleriyle olan ittifakına, aykırı olmak düşüncesine ve kendi talimatında buna dair bir şey yazılmamış olmasına bi-naende Muhib efendi bunu söylemeye cesaret edememiş şimdiye kadar bu iki devlet arasında geçen bahislerde imparatorluk unvanına dair ve de, İtalya krallığına ait bir bahis geçmediğinden padişahın mektubunda yer alan lakablardan, fazla bir ilavede bulunamayacağını da ifade ederek, özür beyan etmiştir. Öte taraf ise ısrar edip, hattâ önceden Napolyon tarafından İstanbul'a elçi tayin olunmuş Sebastiyanj, bir kaç kere bu husus için Muhib efendiye gelip gitmiş ve de sonunda, İtalya krallığı unvanını eklemeyi yapmaz ise, imparator ile görüşemeyeceğini belki hemencik savaş edip Dal-maçya'daki Fransa ordusunun İstanbul'a yürüyeceğini söyleyerek Muhib efendiyi tehdid altına almıştı. Muhib efendi mazeretinde sabit kadem olunca bu istektende vazgeçerek, "Garbın yıldızı ve bütün maliklerin hâmisi" şeklindeki, unvanların ilavesi teklif olunmuşsa da, Muhib efendi padişahın mektubunda yer alan lakablardan başka bir lakabı asla ilaveye niyeti olmadığını söyleyince bu isteklerden de vazgeçilmişti.
Fakat, alay halinde Napolyon'un yanına gidilirken, Fransız teşrifatçı, arabanın sağ tarafında ve Muhib efendi onun solunda oturmuştu. Napolyon'un huzuruna çıkıldığında da, odanın üç tarafında temenna etmek için şimdiye kadar Osmanlı sefirlerine yapılmamış muamelelerin teklifi edilmişti. Muhib efendi ise; şimdiye kadar riayet olunmuş usûl dışında herhangi bir şey yapmayacağını söyleyerek: Bu alay eğer teşrifatçı içinse bizim alayda bulunmamıza lüzumu yok, hemen nâme-i hümayunu ve tercümanı alır giderim şeklinde cevab vererek teşrifatçının sol tarafa oturmasına karar verilmiştir.
Bu sıralarda Napolyon, Ruslarla bir antlaşma yapmış bulunduğundan Osmanlı devleti tarafından yanına elçi göndermekten maksat bir gösteriş sergilemek böylece Rusyaya korku vererek ingilizlerden ayırabilmek, düşüncesinde başarılı olmak şeklindeki bir antlaşmaya mecbur kılmaktan ibaretti. Bu hâl sonradanda sabit olmuştur.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Gaile'ler Paz Ocak 25, 2009 6:48 pm
Gaile'ler
1220/1805 senesi başlarında husule gelen olayların yanında, Sırbistan ihtilâlinin çok dikkat celbedici yanlan vardır. Reis Kara Yorgi kendisine Sırp Gospodariığı unvanını vererek istiklâlini ilâna kalkıştı. Kara Yorgi, Sırpların bağımsızlığını Osmanlı devleti tanıma yoluna gitmedikçe, silahlarını bırakmayacağını beyan etti. Bosna civarını çiğnemesine rağmen üzerine asker yollanamıyor, Karadağ ve Akdeniz sahili adalarında yaşamakta bulunan Rumlar dahi müttefikimiz Rusya-nın parmağında oynamaktaydı. İhtilâle dair hareketlerin içinde yer alıyorlardı. Rusların hareketli parmağı Gürcistan taraflarını da karıştırmaya muvaffak oluyordu.
Tiflis hânı Erekli 1214/1799'da öldüğünde topraklan Rus ülkesine ilhak edilmişti. Osmanlı devleti, Rusya ile Fransa aleyhinde olmak üzere ittifak halindeydi. Bu sebebten yapılana ses çıkaramadı. Artık sıra Mengli hân idaresindeki Gürcistan'ın diğer parçasına gelmişti. Biz iki taraftanda sıkışmaya maruz kalırken, iç işlerimizde yeniçerilerin, nizam-ı cedide olan düşmanlıkları kendini gösteriyordu. Vehhabilerin ortaya koyduğu feci hallerden dolayı, Mekke-i Mükerremeye hacılar gelemediği gibi Mekke ahalisi de, Arafata çıkamıyor-lardı. Kürdistan taraflarında, Baban mutasarrıfı Abdurrahman Paşa isimli biri de Kev Sancağı mutasarrıfı Mehmed Paşayı idam ederek Bağdad Valisi Ali Paşanın adı geçeni cezalandırmak üzere askerini mağlup etmesi üzerine, İran Şahına iltica ederek, Bağdat ile Tahran arasının münasebetleri şeker renk oldu.
Mısır eyaleti ise, Kavalalı Mehmed Ali Paşanın hükmüne giriyordu. Mehmed Ali; Mısır eyaletini yakalamakla birlikte, Mısırlı komutanların herhangi bir taarruzundan emin değildi. Bunlar üzerlerine gidildikçe çekilir, avdet olundukça harekete geçer takımından olduklarından Mehmed Ali Paşa bunları akıllı müslümana yakışır tarzda bir hileyle avlamayı başardı. Güvendiği Arnavut askerlerin bazılarına da aldığı tertibatı anlatarak, bunları Mısırlı komutanlarla belli etmeden savaşa gönderdi. Kölemen Beyleri bu hileyi sahih olarak belleyip, kandırıldıklarını anlayamadılar. Mehmed Ali'nin yaptığı hileli düzenleme şöyleydi: Mehmed Ali Paşa Halic'in ağzına çıktığı esnada Kölemenler aniden Mısır'a dalacaklar, filan gurup falan yerde, falan gurup filan yerde bulunacak. Bu tuzağa Ka-hire'den Mehmed Ali Paşaya aleyhdar olanlar dahi inanmıştı.
Cemaziyelevvelin 20. günü Mil sakin olduğundan herkes gezmeğe çıkmıştı. Mehmed Ali Paşada Hisar nahiyesinde çadır kurdu. O gün; Kölemenlerin bir bölümü dağın ardından hareket etti. Yolcular Süveyşe çıkamadı. Her ne ise; Mısırlı komutanlar Nevah-i Hüseyniye geldiler. Buradan da, Baba Fettah'a ulaştılar. Bekçiler yoktu. Bazıları bunları tanıyıp kapıları açtılar. Bir çok Kölemen kumandan ve asker içeri girdiler ve o ortalıkta, Mehmed Ali'nin askerlerinden bir kişi bile, görünmüyordu. Bunlarda korkusuzca yükleri ile eşyaları beraberlerinde olduğu halde yürüdüler. Atıfet ül Haratine denilen yerde ikiye ayrıldılar. Hasen memleketinden olan Osman bey gurubunun Camiül Ezhere, diğer fırka ise, Derib-i ahmer tarafına yöneldi.
Buraya geldiklerinde aniden bir ateş salvosu başladı. Ne tarafa kaçsalar, ne tarafa koşsalar kurşun yağmaktaydı. En sonunda Berkuk Camiinde toplandılarsa da çok geçmeden esir düştüler. Osman bey gurubu ise kaçmağa yüz tuttu. Fakat yolda Arnavutlar hepsini soyup soğana çevirdiler. Elli kişi kadar insanın kafalarını kestiler. Geri kalanlarıysa yalın ayak, başıkabak olarak döğe söğe Ozbekiye'ye getirdiler. Bunlar arasında meşhur komutanlardan beş-altı kişi ve hayli de kâşif var idi. Çoğu idam olundu. O dönemin adetlerinden olarak, başlan soyularak derilerinin içine saman doldurulup İstanbul'a gönderildi. Mehmed Ali bu sırada Hurşid Paşa devrinde Şam'dan gelen delil askerini de sürüp, Mısır hududia-rından çıkardı. Şark cephesinde bütün bunlar olurken Balkanlarda Osmanlı devleti Sırplara bazı imtiyazlar tanıma politikasına eğilim göstermişse de, Kara Yorgİ bağımsızlıktan başka hiç bir imtiyaz kabulüm olmaz demekteydi. Öte taraftan şehzade Sultan Mustafa'ya mensup olanlar nizam askeri aleyhine hareketleri körüklemekteydiler. Bunlardan biride Trabzon valisi Tayyar Paşa idi. Paşa adeta isyan etmişti. Eski sadrazam Yusuf Ziya Paşa hizaya getirmek üzere vazifelendirildi. Tayyar mukavemet edemeyeceğini anladığında Rusya'ya kaçmak yolunu seçti. Bizim dış siyasetimize gelince; bir tarafımıza Rusya, İngiltere diğer tarafımızda da Napolyon askıntı olmuşlar bizi çekiştire çekiştire bir yerlere götürmeğe gayret sarfediyorlardı. Sonunda Ruslar daha becerikli çıkıp,dokuz sene için bilinen muahedeyi yenilediler. Ayrıca on gizli maddeyi daha kapsayan başka ve de gizli bir antlaşma İmzalandı.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Avrupa Ahvâli Paz Ocak 25, 2009 6:49 pm
Avrupa Ahvâli
Avrupa ise; gerek kara gerekse deniz savaşlarıyla vakit geçiriyordu. Amiral Nelson, Fransız amiral Vilnov'un donanmasını Trafalgar açıklarında yenip, kendisini de esir aldı. Ayrıca Nelsonda yaralanmıştı, daha sonra bu yaradan öldü. Napolyon'da Ülm'da parlak bir zafer kazanarak otuzüçbin kişi, altmış top, kırk sancak ile Avusturya generali Max'ı esir aldı. Çar 1. Aieksandr'm ordusunu püskürterek Viyana'ya girdi. Brün'de de genel karargahını kurdu. 1805 senesi aralığında da Österlichte müttefiklerin ordusunu perişan ederek 20 bin esir, 45 bayrak, 146 top ele geçirdi. Ruslar Polonya'ya çekildiler. Avusturya imparatoru 2. Jozef, antlaşma istedi. İngiltere başvekili Wilyam Pit bu savaşların tevlit ettiği üzüntüler neticesinde öldü. Mütarekeyi takip eden Presborg antlaşması Avusturya'yı İtalya ve Almanya'dan çıkarıyor, "Mukaddes Cermen Roma imparatorluğu" denilen eski heyete nihayet veriyordu. İtalya krallığı Venedik eyaletini, Fransa ise, Triyestenin içinde olmadığı İstirya ile Dalmaçya'yi alıyorlardı. Österliçh zaferinin haberi; Rusya ile yapılan 2. ant-laşma tasdiknamelerinin babıâlide mübadele edilmesinden, bir gün sonra gelmiştir. Österliçh savaşının neticesinden Osmanlı devleti siyaseti haylice müteessir oldu. Napolyon, kazanmış olduğu bu savaşın galibiyet haberini, özel bir vazifeli göndererek bildirdi. Tarihlerimizin bildirdiğine göre aynı zamanda Ruslar sulha eğilim göstermezlerse, Lehistan'a saldıracağını haber vermiş, devlet de, bu ana kadar, Fransa imparatorluğunu tasdik etmediği halde, bu sefer cevab olarak yazılan padişah mektubunda imparator unvanı gayet tumturaklı sözler kullanılarak konmuştur. İstanbul'a gelen özel memurla yapılan, gizli bir toplantı da Osmanlı devletinin ülkesinin bütünlüğü, Rusya'yla Eflak ve Buğdan için yapılmış kötü şartların kaldırılması, İstanbul'a elçi gönderilmesi gibi hususlar konuşulmuş, reisülküttab (hariciye bakanı) Vasıf efendinin boşboğazlığı yüzünden vaziyet Rus elçisine ulaşiverdi. Bu vaziyet karşısında; Rus elçisi İtalinski macerayı anlamak ve İngiliz elçisinin Osmanlı devletini eski antlaşmayı yenilemek için tazyik etmekteydiler.
Napolyon, ne Rusları nede Avusturyalıları İstanbul'da görmek istiyordu. Prosburg antlaşmasıyla, Venedik ve Dalmaç-ya'yı aldığı gibi Rusları da durdurmak için, general Sebasti-yani'yi İstanbula gönderdi. İki devlet-i muazzama hakkında gösterdiği şu önlemler, kendi imparatorluğu namının kıymeti için gelecekte, Osmanlı devletinden bir şeyler kapabilmek için, olduğu pek umulmaktaydı. Muhib efendinin; Paris'e elçi olarak gönderilmesi, Fransa sefiri Rofen'in tavsiyesiyle vuku-bulmuştur. Efendi; hem Napolyon'un imparatorluğunun tasdiki hem de dostluğu pekiştirmek maksadıyla gidiyordu. Özel talimatına gelince: Parisdeki müzakereler sırasında, Osmanlı devletine zarar verici şartlarının ortadan kaldırılması zaman ve kefalet adıyla Rusların, Buğdan ve Eflâk üzerindeki müdehale hakkının kaldırılması, Korfu, Karadağ ve Akdeniz sahilleri ile Cezayir'i ve ahalisini sahiblenmekten vazgeçmesi vede Gürcistan bölgesini ifsad etmekten el çekmesi gibi maddelerin, Napolyon'un himmetiyle meydana getirilmesi hakkında teşebbüsde bulunmakla alakalıydı. Islavlar başlığı altında yazdığımız fâide bölümümüzde de gösterdiğimiz gibi Ruslar, Sırbistan kıyamına doğrudan yardım ediyorlar, Avusturyalılarda yiyecek ve giyecek veriyorlardı. Diğer taraftan Ruslarla İranlılar arasında, muharebe zuhura geldi. Fettah Ali Şahın veliahdi Abbas Mirza mağlup olmuş böylecede Azerbaycan topraklarına tecavüz etmişlerdi. Napolyon önüne çıkan bu fırsattan istifadeyle ruslann aleyhine olmak üzre, gerek Osmanlı devletini gerekse de, İran'ı sevk etmek arzusuna uygun olarak, üçlü bir ittifak kurma teklifini babıâliye bildirdi.
Devlet; Refii efendiyi İran'a yolladı. Bu ehliyetsiz adam ittifak gerçekleştireceğine, Fransızların aleyhinde ağzına geleni sıraladığından vazifesi başarı ile bitmedi. Meseleye birde ayrı bir gariblik getiren husus, Baban mutasarrıfı Abdurrahman Paşanın İran'a sığınması hasebiyle, İran şahının, Paşayı yine Kürdistanda tutmayı sağlamak için, tehdidkârane teşebbüslere girişmesi ve bundan sonra, Bağdad valisi Ali Paşanın kızgınlıkla oniki bin kişiyle ve babıâliden izin almadan İran'ın üzerine yürümesidir. Yukarıdaki duruma benzer bir olayda Ragüza taraflarında vukubuldu. Bilindiği gibi Prosborğ antlaşmasıyla; Fransa, Dalmaçya, Kataro ağızlarına sahip hale gelmişti. Kataro'da bulunan, Avusturya kumandanı Fransızların gelmesinden evvel, Korfu'da bulunan Rus amirali ile anlaşarak limanı ona teslim etti. Bunun üzerine Napolyon, Dalmaçya'da bulunan askerlerinin kumandanı Laristona, Dubrovnik cumhuriyeti içlerinde ilerliyerek Ragüza'yı istila etmesi emrini verdi. Adı geçen komutanda aldığı bu emri tatbik ederek Ragüza'yı istila etti. Bu haber Bosna Valisi Hüsrev Paşa tarafından babıâliye duyurulunca da büyük heyecana sebeb oldu. En önce Rusların, Sırp ve Karadağlı'lan, tahrik etmeleri, ittifak hükümlerine aykırı davranıştı. İkinci olarak da; dostluk hisleri gösteren Mapolyon'un, uzun zamandan beri Osmanlı devletinin himayesi altında bulunan adı geçen Ragüza cumhuriyeti ile Dalmaçya arasında bulunan, Hersek sancağını çiğneyerek geçmesi bu heyecanı da haklı kılmaktaydı. Ancak Fransa maslahatgüzarı Rofen, yeterlice teminat verdi. Ruslar, Ragüza'nın zaptı üzerine Kataro'ya harp gemisi değiladi gemilerle boğazlarımızdan geçerek, ittifaka aykırı olarak Korfu'ya taşıdıkları askeri dökerek binikiyüz kadar Karadağlı ile beraber bahse konu şehire hücumda bulundularsa da, Dalmaçya'da bulunan general Moli-tor, dörtbin kadar askerle yetişmiş ve bilhassa Karadağlıları bir güzel ezmİşse de fakat zavallı Ragüza cumhuriyeti bir daha belini doğrultamayıp, mahv olarak Venediğin yanına gitti. Takvim bu arada 1220/1805 yılını gösteriyordu. Rusyanın Paris'de bulunan siyasi işlerin memuru Baron Obril ile Fransa harbiye Nâzın Klark'la arasında bir antlaşma imza ecTildiki bunun adı İbrail antlaşması olmuştur. Bu antlaşmanın gereği Ruslar Cezayir adaları müstakilliğini tanımış olmakla beraber Kataro'yu Fransızlara terke mecbur kalıyor ayrıca Ragü-za'nın Osmanlı devleti kefaleti altında olarak yeniden İstiklâ-liyetini tanıyor, Rusya ile Fransa, Osmanlı devletinin istikiâli-yet ve ülkesinin bütünlüğünü de teminat altına almış oluyorlardı. Pekâla anlaşıhyorki, bu antlaşma mucibince Ruslar Ak-denizi terk edip, Karadeniz'e çekilecekler ve Osmanlı vilaya-tında tahrik ve idlal etmekten geriye kalmayacaklardı. İngiliz başvekili Mösyö Pit'in ölümü üzerine yerine sulh sever bir siyasetçi olan mösyö Foks geçti. Napolyon'a düşende bu anlayışla dolu adamın, İngilteresi ile sulh müzakerelerine girmesi hususuydu. Ancak Rusların memuru Dük Dobril'in, Fransızların ünlü hariciye nâzın Taleyran'ın kandırması yüzünden imza ettiği antlaşmayı Çar 1. Aleksandr kabul etmedi. Fransa'nın İstanbul elçisi Sebastiyani bunu babıâli'ye bildirdiği sırada: "Ruslar bu antlaşmayı, devlet-i âliye lehine oldu diye kabul etmediler. Ruslar, ne Osmanlı devletinin ne de, Ragüza'nın istiklâlini istiyorlar. Ruslar asla Osmanlı devletinin kudret ve kuvvet kazanmasını istememektedir. Onlar Osmanlı topraklarında karışıklıklar çıkarmak, meydana getirilecek nifak ve şikakla devleti zayıf düşürecek, şeklin taraftarı olduklarını isbat ettiler." Demek istemişti. Kullanılan bu anlatım, Napolyon'un Osmanlı devletini Ruslardan ayrı düşürme politikasına pek uygun geiivermesiydi. Öte tarafdanda, sulhsever İngiliz başvekili mösyö Foks'da, bu arada fâni hayattan çekilmiş, ölüler mezarlığındaki yerine konmuştu. Müzakereler sırasında Napolyon'un, Hanoveri işgal etmek arzusunda bulunduğunu İngiliz murahhasına kaçırılan söz, Prusya kralı 3. Fredrik Gilyom'un hiddetlenmesine, asker takımının galeyana gelmesine sebebiyet verdi. Böylece de siyasetin ufkunu yine kara bulutlar sardı.
Prusya devleti, meydana getirilen, 3. birleşik devletler heyetine girmemiş olmanın verdiği pişmanlıkla, bu defa kurulmaya başlanmış, 4. heyete girmeğe adetâ koştular. Avrupa yine karma karışık oluyordu. Osmanlı devleti ise artık bütün meylini Fransaya doğru yapmıştı. Elçi Sebastiyani, İngilizler ile ittifak edilmemesi için elden geleni esirgemiyordu. Hattâ Ruslarla yapılmış, ahidnamede Osmanlı devletinin İstiklâli-yeti apaçık belirtildiğine göre, Rusya'nın Eflâk ve Buğdan prenslikleri hakkında koymuş olduğu maddelerin, hükmünün katmadığına babıâli'yi ikna etmiş ki, Buğdan ve Eflâk beylerini azlettirdi. Prens Morozi ile İpsilanti Rus taraftan olmakla biliniyorlardı. Bunların yerine; Kalimaki bey ile Aleksandro Suço tayin edildiler. Babıâli'nin bu cesareti Sebastiyani'nin gözünde Osmanlı devletinin, Rusya'nın vesayetinden kurtuluşuna alamet olmak üzere telakki olunuyordu.
Fakat; Ruslar İstanbuldaki b. elçisi İtalinski vasıtasıyla, bu durumu şiddetle protesto ederek Petersburg'a fevkalade bir posta çıkardığı gibi, çok yakında ilân-ı harp edilecektir sözüyle de, tehdidlere başladı. İngiliz elçisi Arbutont ise, Osmanlı devletini tamamen Fransız tesiri altına girmekle itham etti. Azl edilen prenslerin görevlerine iadesi yapılmadıkça, kendisinin gitmeye hazır olduğunu söyleyerek tehdidlerini savurmaya devam ettiği görüldü. İngiliz elçisine tavassut için başvurulduysa da, bir fayda temini mümkün olamadı. Sonunda prenslerin vazifelerine dönmesine müsaade olundu. Cevdet tarihinde yazılmış olduğu gibi; "devletin sânına naki-se verecek bir rezalet idi" Yine o dönemlerde; Napolyon'da Prusya ordularını feci bir hezimete uğratarak, Berlin'e girmekteydi. Yâni; Fransızlar, aleyhilerine ittifak etmiş heyetin kol ve kanadını, bir kere daha kırıyordu. Prenslerin meselesini duyar duymazda Sebastiyani'ye yollamış olduğu talimatta: "İpsilanti ile Moruzo tekrar azlile Osmanlı devletinin birer sadık bendeleri, nasb olunmadıkça imparator silahı bırakmamağa karar vermiştir." kayıtlı yazı aldığını babıâliye bildirdi. Bu vaziyet karşısında Napolyon'a bir mektup gönderilerek bu yazıda hâli hazır vaziyetten ve askeri vaziyetin perişanlığından bahisle özür beyan olundu. Napolyon, bu ma-zeretnâme karşısında 3. Selim'e teselli edici bir cevapname vermekle birlikte, Dalmaçya ordusu ve bir fırka Fransız donanması ile imdada gelebileceğini de, vaad eylemiştir. Rus-larsa boğazlardan, harp gemilerinin geçebilmesi talebinde bulunuyorlardı. Prusya bozgun'u babıâli'nin işine yaradı. Meseleleri te'hir ettirdi. Ayrıca da, Sebastiyani'nin padişahın huzurunda yaptığı konuşma esnasında, devlet-i âliye reayasından bazılarının da Rusya'ya gittiklerinde pasaportlarına kendilerini Rus tebasından diye kayıd yaptırdıkları sonra da bu kayıtla Rus patenti almalarının önüne geçildi. Diğer taraftan, Hicaz topraklarıyla bütün Arab yarımadasında doğrudan doğruya Vehhabilerin elinde kaldığı, bunların, hacı kafilesini silahlar, davullar ve zurnalar ile gelmelerini men ettikleri gibi sürre alayını götüren ve adına mahmil denilen vasıtayı getiren çavuş'a, bir daha mahmil getirilecek olursa kınlıcağını, Cidde'de Muhammed bin Abdülvahabın risalesi okutulması gibi isteklerini söyleme cüretlerini gösteriyorlardı.
Şerif Muhammed Gaîib bile Vehhabilere müdara ederek Harem-i Şerif'de, cemaatin tekrarını men, herkesin bir imâm arkasında namaz kılınmasını, ezan ile yetinilerek arkasından selatüselam getirilmemesini emreylediğinden Ehl-i sünnet, Vehhabilere uyarak şiîler gibi takiyye yapıyorlardı.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Edirne Vakası Paz Ocak 25, 2009 6:50 pm
Edirne Vakası
3. Selim'in en büyük arzusu olarak nizam-ı cedid'in bütün ülkede yerleşmesi isteği, muhalif-olanların kin ve gazabının çoğalmasına sebeb olmaktaydı. Cahilliğin en büyük belirtisi, her şekilde faydalı yeniliklerin karşıtı olduklarından, nizamı cedid askerininde çoğalması aynı neticeyi meydana getirmek yoluna girmişti. Yeniçeriler eski ocaklarının itibardan düşerek, mevacib adı altında almış bulundukları binlerce kese parayla vesair menfaatlerini, kaybedecekleri düşüncesi ile çabalamaktan ve bunlarla beraber olan Vidin'deki Pasbanoğ-lu, Rusçukdaki Tirsinklioğlu, Edirne'deki Dağdevirenoğlu gibi çeşitli derebeylerin zorbalıktan mahrum kalacaklarını göz önüne alarak, adı geçen nizamı cedidin Rumeliye yayılma-masını gözetlemekteydiler.
Halbuki; Sırp ayaklanması her an şiddetini arttırıyor Rumeli Valisi İbrahim Paşa bir ordu ile Belgrad üzerine, Bosna Valisi Hüsrev Paşada kendi askeriyle hem Sırbiye, hem Fransızların Ragüza'ya el atmış olduklarından o tarafa vazifelenmişler ve de Rusya ile devleti âliye münasebetleri her geçen gün gerginlik çıkmazına daldığından İstanbul'daki devlet adamları da hayrette kalmışlardı, üzün müzakerelerden sonra nizamı cedidin kurulmasına bir hayli emek sarfetmiş olan Karaman Valisi ve padişah askerinin başbuğu vezir Kadı Ab-durrahman Paşanın, askeriyle beraber Rumeli'ye geçerek, alenen Sırplar aleyhinde olmak ve de Rusyanın tecavüz etmesi halinde, ilk savunma kuvvetlerini teşkil etmek üzere Sofya veya Edirne'de kırk-ellibin kişilik bir ordu kurmaya teşebbüs edildi. Yukarıya aldığımız Sırplılar aleyhine kayıdı Rusya ve Fransa tarafından vuku mümkün suallere, bir miktar cevab yerine geçecekti. Maksadın gizli tarafı, taarruzlar karşısında boş bulunmayıp, mukabil kuvvet bulundurmakla beraber, nizam-ı cedidi Rumeli kıtasında da yaymak idi. Öte taraftan, İstanbul ile Edirne arasında eşkiya bolluğundan dolayı asayiş son derecede bozulmuştu. Çünkü Edirne'de bulunan Bostancılar ocağıda bozulmuşlar arasına ilhak olmuştu. İşin bu tarafı gizli maksada pek çok yaramıştı. Bostancibaşı mazullanndan Gümüşhane Emini Ahmed ağa, talimli askerden müteşekkil bir orta kurmak üzere Edirne bostancıbaşısı tayin edilmişti. Fakat çıbanın başı, Tekfurdağında (Tekirdağ) koptu.
3. Selim nizam-ı cedidin ilk önce Rumelide Tekfurdağında kurulmasını arzu etmesi ile birde ferman gönderdi. Hâkim, fermanı okuyunca ve gereğince amel edilmesini bildirince, yeniçerilerin üzerine üşüşerek kendisini parçaladıkları görüldü. Kadı Abdurrahman Paşa Üsküdar tarafına gelmiş gerek süvari gerekse piyadeden 24 bin talimli askerle Edirne üzerine geçip gitmişti ve o devrin terbiyesine dikkat edinki, sadrı-azam İsmail Paşada bu hususta aleyte olanlar arasında bulunuyordu. Bu cihetle nizamı cedid taraftarlarından ve tesir sahibi kimselerden, olan kethüdası ibrahim Nesimi efendi ile Kadı Paşa'yı çekemiyor ve bunların padişah yanındaki itibarlarını, kendi istiklâline aykırı görüyor, hele İbrahim efendiyi düşürmek için her çeşit fenalığı göze aldırıyordu. Bu vaziyette olmasına rağmen Tirsinklioğluna bir adam göndererek: "İstanbul'daki tesiri çokça olan kimseleri mahvetmek ve kendisi ile birlikte devleti düzeltmek!" hususunda bir antlaşma teklif etti. Bu teklifi Tirsinklioğlu şayanı kabul bir teklif olarak gördü. Rumeli ayanlarını da birer birer fesada verdi. Kadı Abdurrahman Paşanın Rumeliye büyük bir askeri güçle geçmesi fesatçılarında büsbütün galeyana gelmesine sebeb oldu. Bu hâle esasda nizamı cedid harekâtına aleyhdar olan, Sultan Mustafa'nın ve adamlarının tahrikleri de eklendi. Şehzade Mustafa'nın ağzından yeniçeriler ile Rumeli ayanlarına vaadler, nizam-ı cedidin kaldırılacağına dair senetler yolladığı gibi sadnazam dahi Rumeliye giden hasekiler ile hepinizi kılıçdan geçirecekler tarzında tehdidler gönderiyordu. Bu teşvikler Rumeli'de bulunan eşkiya ve haşaratı ayağa kaldırmaya kâfi idi. İlkönce, bostancıbaşı Ahmed ağa ile Babaeski'deki mübayacıyı ve Kadı Paşanın Tatarağasını öldürdüler..
Silivri, Çorlu ahalisi Paşanın askerine mukavemet ettiler. Tekirdağ zaten karışıvermişti. İstanbul'daki yeniçeriler de ayaklanıyorlardı. Kadı Abdurrahman Paşa emrindeki askerler bu işlerin üstesinden rahatça gelebilecek güçte idi. Ancak padişah 3. Selim maksadını metanetle sağlama erbabından olmadığı için çoluk, çocuk ayak altında kalır merhametiyle ordunun Silivri'ye ricat etmesini emretti.
Bu cesaretsizlik ve bikararhlık eşkiyanın iyice şımarmasını sağladı. Bu sıradada tesadüf bu ya! Tirsinklioğluda çiftliğinin bahçesinde çengi oynatırken, karısına göz diktiği birisi tarafından öldürüldü. Onun yerine adamlarından Alemdar Mustafa (paşa) Ağayı Rusçuk ayanı yaptılar. Tirsinklioğlu'nun bir fedai tarafından katledilmedi, Edirnedeki cemiyeti sarsıntıya uğratmışsa da, İstanbul'dan biribiri ardınca yapılan tahrikler, fesat kazanının bir daha taşmasını sağladı. Hâttâ adı geçen cemiyeti meyd.ana getirenler, devlet ricalinden on kişinin idam edilmesini istedikleri gibi, bir iki hafta dahi hutbelerden adını kaldırttılar. Bu haberlerde İstanbul yağmacılarının gözlerini dört açmıştı.
• Ancak; Ağnboziu İbrahim Paşazade Bekir Paşa ile Sirozlu İsmail Bey fesadı yatıştırdılar. Bu vakaların verdiği neticeye gelince tarihlerimizin beyanına göre: "bir takım rezil kimseie-rin edebsizliği üzerine 24 bin talimli asker ile geri çekilme, hükümetin büyüklüğüne ve haysiyetine nâkisiyet getirdi.
Bu olay; 3. Selim'İn tahttından manen indirilmiş olmasının başlangıcıdır. Bu da devletin, kendi kötü idaresinin neticesidir. Hattâ, Selimiye câmiinin bitmesi sonrasında ilk cuma namazının kılınması esnasında yeniçeriler yerine, nizam-ı çedid askerinin selamlama merasiminde safta yer alacak mı? Sorusunun zihinlerde yer alması, yeniçerilerin silahlanarak, ba-bıâliyi basıp, devlet adamlarını telef, nizam-ı cedid'e hücuma geçecekleri anlaşılır anlaşılmaz, selamlık merasiminin sadece yeniçerilere tahsis olunduğu ve nizam-ı cedid askerinin kışlalarından dışarıya çıkmayacakları hezele gurubuna teminat verilerek anlatılmasından anlaşılan odur ki, 3. Selim yeni tertib askerinden henüz emin olamamıştır! O kadar emin ol-mamışki, zamanın gerektirdiği siyasetten olarak, sadrıazam İsmail Paşayı <çevirdiği dolaplar, su yüzüne çıktığı halde idam etmesi gerekirken> yalnız azl etmekle ve Bursa'ya sürgüne göndermekle, iktifa etmesi bunu doğrulamaktadır. Şeyhülislâm Salihzâde Esad efendi bile: "beni de azil edin. Çünkü eşkiyaların arasında, düşman üzerine giden gazilere, eşki-yadan mani olanlar için idama mahkum edilmeleri lâzım gelir; diye fetva verildiği, şuyû bulmuş buna dayanarak ma-kam-ı meşihatta kalırsam, devletin yine eski niyette ısrarlı olduğuna hükm olunur" demek suretiyle kendisinin menkub kılınmasını istedi.
Olayların başlangıç sırasında Kadı Abdurrahman Paşanın Rumeliye geçmesi için teklifde bulunan sadaret kethüdası İbrahim Nesimi efendi de aynen, görevden alınmasını istedi. Bu vaziyette anlaşılıyorki, 3. Selim sırf nazari olarak bir yenileşme hareketine teşebbüs etmişti. Kurmaya çalışmış olduğu binanın sağlamlık ve gücünden emin bulunmadığından gösterilen bunca gayret ve emekler boşa çıkmış oldu. Bu gibi in-kılablan, vücuda getirmek ancak demir pençeli, metin ve azimkar kimselere vergidir.
1221/1806 yılı vakai mühimmelerinden biride Kavalalı Mehmed Ali paşanın Mısır valiliğinde devam etmesine müsaade edilmesi olayıdır. Yukarıda anlatılmış bulunduğu gibi Berdesî Osman bey ve İbrahim bey kendilerine mensub olan, Kölemenlerle Said'e çekilmişler ve Mehmed Ali ile savaşmak zorunda kalmışlardı. Öte taraftan meşhur Elfi bey'de, Bahire tarafında duruyor ve İngilizlerden yardım talebinde bulunduğu gibi, payitahta da, Mısırlı komutanlar aftdil-dikleri takdirde gerek Haremeyni şerifeyn'in mürettebatını ve gerekse devlet hazinesinin varidatını tamamiyle hazırlayıp ifaya müteahhid olduklarını bildiriyordu.
Babıâli hem Kölemenlerin cezalandırılmalarını, hemde Arnavut askerinin Mısır'dan çıkarılmasını isteyen iki yönlü siyasetin tutkunu olmuştu. İngilterenin İstanbul elçisi, Mısırlı komutanların sahibliğine soyunmuştu. Babıâliyi bu hususta sıkıştırmak fırsatını benimsemişti. Bu vaziyetler karşısında ba-bıâlide Mehmed Ali Paşanın Misırd'a sağladığı kuvvetli idare ve haysiyetten bihaber olmasından Mısırlı komutanların taahhüt ettikleri devlete itaat ve uygun davranma hususlarında sebat edeceklerini belirten istidalarını mahalli ulema, ocaklı ve muteber zevatın kefaletleri altında olmak şartıyla kabule bağladı. Fakat, Mehmed Ali Paşa her nasılsa, Mısır'da bulunduğu müddet içinde bu kararın yerine gelemiyeceği de anlaşıldığından güya paşayı müzakere hattından çıkarmak niyetiyle Mısır eyaletini, Selanik Mutasarrıfı Musa Paşaya, Selanik mansıbını Mehmed Ali Paşa'ya tevcih, Paşa ile birlikde Mirmiran Hasan Paşanın maiyetleri efradı ile Rumeliye geçerek mansıbını zapt eylemesi hakkında dafermanlar çıkarıldı.
Kaptanı derya Hacı Mehmed Paşa'yı dahi donanma ile İskenderiye'ye gönderdi. Elfi bey, kethüdası vasıtası ile önceden yasak edilmiş olan köle ticaretinin serbest bırakılmasını istida ederek hazineye binbeş yüz kese akça verebileceğini vaad eylemişti. Kaptanpaşa İskenderiye'ye çıkar çıkmaz, Elfi bey Bahire'den bir çok koyun ve hediyeler göndererek bahse konu binbeş yüz keseden beşyüzünün kendi, beşyüzünün İbrahim, geri kalan beşyüzün de Berdesî Osman beyler tarafından verilmesi hakkında, Said'e haberler gönderdi.
Fakat Berdesî, Elfi bey'in bu haberini alınca: "Mademki, kendisi devletle haberleşecek dereceye gelmiş ve Kaptanpa-şayi buraya kadar getirtmiştir binbeşyüz keseyi kendisi versin. Bizlerde, büyüğümüz ve pederimiz makamında bulunan İbrahim ve Osman beyler onun köle uşağı olalınV'diye red ve sual etti ki, bu söz komutanlar arasındaki ihtilafı büyüttü. Zaten Mehmed Ali'de Sayda'da bulunan komutanlara gönderdiği hediyelerle aralarını açıp, Elfi bey ile ittifak etmelerine engel oluyordu, bir taraftan da işe vâkıf olduğundan, Kahire kalesine mühimmat ve yiyeceklerin depolanmasını temin ederek, top arabalarını tamir ettiriyordu.
Sayesinde; servet-ü saman, aile ve arazi sahibi olmuş, bekalarını bekasına bağlı bilmiş olan, askeriye reisleri ile müşavereyle Mısır'dan çıkmamağa karar veriyordu. Bu bakımdan da Musa Paşanın Mısır valiliğine tayinini belirten, ferman gelince, Nakibul eşraf ve diğerlerinin huzurunda mevzuyu açtı, divan efendisince kaleme alınıp meâlen: "Bizler devletin emirlerine mûtiyiz. Fakat daha yakın zamanlarda ki vakalar ile malum olan ümeraya da kefil olmaktan aciziz. Mehmed Ali Paşa ise, erbab-ı fesadın cezalandırılmasında, devletten gelen emirlerin infazında son derecede başarılı gayretler göstermiştir. Bunu duyurmak için bu dilekçe imzalandı, "şeklinde kaleme alınıp Kaptanpaşa'ya gönderildi. Kaptanpaşa ise: Mehmed Ali ve Hasan Paşa'lann askerleri ile Dimyat üzerinden gitmeleri, irade-i seniyye gereğince hareketlerini tanzim etmelerini bildirdiysede, bunlarda Mısır ahalisi zayıftır, asker isyan çıkaracak olursa çeşit çeşit zararlarada uğrarız. Hanelerimiz harab olur, büyük fenalıklar zuhura gelir şeklinde merhamet istidası verdiler.
Kaptanpaşa; Mısırlı komutanlar arasındaki ihtilafı anladığı gibi Mehmed Ali Paşa ile de haberleşip, netice de Mısırlıların vereceği meblağın bir kaç mislini vererek, devletin emirlerine İtaat edeceğine dair ve kendisinin Mısır valiliğinde devam etmesi hususundaki istirham dilekçesi de hazırlanıp, gönderilmesini bildirdi.
Düzenlenen dilekçeyi bütün meşayih ve ocaklarla diğer zevat mühürleyerek, Mehmed Ali'nin oğlu İbrahim beyi çeşitli hediyelerle birlikte yolladı. Kaptanpaşa; hacıların kafilesini çıkarmak ve levazımı haremeyn-i düzenleyip ifa eylemekle beraber Reşid, Dimyat, İskenderiye gelirleri gümrük rüsumuna bağlı olarak tersane-i âmireye aid olduğundan bunlara dokunmamak, komutanlar af olunduğundan onlarla savaşmamak iaşeleri için onlara yer göstermek şartlarıyla Mehmed Ali Paşanın valiliğinde ibkasını bildiren bir emir gönderdi.
Bunun üzerine Kahire kajesinden ve Ozbekiye'den toplar atılarak şenlikler yapıldı. Kaptanpaşada bir kaç gün sonra Mehmed Ali paşazade İbrahim bey yanında rehine olduğu halde Musa Paşa ile beraber İskenderiye'den yola çıktı. Mısır komutanlarının ağzı açık kaldı hatta valilikte ibka fermanı ile birlikte kılıç ve kaftan da geldi. Mısır meselesi görünüşü bakımından nihayetlendi! 1221/1806 tarihi bu perdeyi gösteriyordu.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Rusya Savaşı-İngiliz Donanması Paz Ocak 25, 2009 6:51 pm
Rusya Savaşı-İngiliz Donanması
Rehavetle tereddüt politikası 3. Selim devrinin özel halidir 1221/şaban/1806/ekim ayı başlarında İngiltere sefiri Arbut-not babıâliye Prusya, İsveç, Rusya, İngiltere'den meydana gelmiş, heyeti müttefikiyenin adına, Napolyon'un uğramış olduğu, hezimet dolaysıyla herhalde deviet-i âliyeye yardım edemeyeceğini bildirdi. Bu bildirimden üç gün sonra, babıâli Fransa elçisinin sıkıştırması yüzünden Buğdan ile Eftak'da, ibka etmiş bulunduğu beyleri yeniden azledip, bu gurubun istediği kimseleri göreve getirdi. Buna bağiı olarakda, elçi Sebastiyanİ; "bu hükümetin tarihi geçmişinde bundan daha fazla utanılacak bir olayın kayıtlı olamayacağı açıktır." demiştir. Pek bilinen İpsilanti ile Moruzi, çok zengin kimseler olduklarından, devletin ileri geien kimselerini ve bilhassa reisül küttab efendiyi altunla ikna etmişlerdi.
Devlet, Sebastiyani'nin tarifiyle altunla veya tehdidle baş eğmekteydi bu iki hususun esiri oluyordu. Dış siyasette ise vakanın keyfiyetine göre yaşamağa alışmıştık. Bu dönemi yazan ecnebi tarihlerin özetlemesine göre Napolyonun çıkışından beri geçen şu bir kaç sene zarfında devlet:
1- Marango savaşından sonra Paris'e bir elçilik heyetini Şeydi Ali efendi riyasetinde yolladı.
2- Fransız devleti aleyhine teşkil olunan 3. heyetin hayata geçmesinden sonra, Napolyon'un imparatorluk unvanın tanımadı.
4- 4. heyetin kurulması esnasında Ruslara yanaşmayı tercih etti
5- Ayene savaşında birleşik devletlerin orduları yenik düşünce Napolyon tarafına dönmekten çekinmedi. Hattâ reis efendide, general Sebastiyani'yi bizzat davet ederek, İttifak yapmaya hazır bulunduğunu beyan etmekle beraber, ancak savaşın neticesine kadar beklemekte daha fazla fayda gördüğünü hatırlatır tarzdaki rehavetini hissetirdi.
İşte bu işleri sürüncemede tutma politikası, hükümet işlerini de sürüncemeye soktuğundandirki, bir Rus ordusu hududumuzu tecavüz etti. Dinyester nehrini geçen bu ordunun, altıbin kişilik bir gurubu Prens Dolgorik'in komutasında olarak Hotin'e, onbin kişilik bir gurubu da, başkumandan Mikel-son'un emri altında kurşun atmadan Yaş'a girerek Bükreş üz-erine vede hâli isyanda bulunan Sırbistan taraflarına, diğer bir fırka da yirmibeşbin kişiyle, general Tomanski komutasında Bender üzerine yürüyüp, İsmaiyle sarkacaktı.
Hudud boyumuzda savaş tedariki için herhangi bir hazırlığımız olmadığından Bender, daha Rusların ilk tehdidi karşısında teslim olma yolunu seçti. Çok geçmeden Hotin'in, Bender'de yapılan teslim olma harekatına iştirak ettiği haberi alındı. Kışın, bütün şiddetiyle hükmünü sürdürdüğü bu sırada hududda bulunan ahali Tuna kıyılarına dökülmeye başlamıştı. Tirsinklioğlu'nun yerine Rusçuk ayanı olan Alemdar Mustafa Ağa (paşa) bu üzücü haberi işitir işitmez, Tuna sahillerinin muhafazasına seçilmiş bulunan hudud askeri heyetine durumu haber verdi.
Rusya ise, Kili ve Akkirmanı aynı tarz ve usulle zapta muvaffak oldu ve artık İsmaiyl üzerine yürümeğe başladı. Ancak İsmaiy! ve İbraiyl ile Akkirman kalelerinde müdafaa se-beblerinin hazırlığı başlatıldı.
Başkumandan Mikelson, yirmialtıbin kişilik bir kolorduyu İsmaiyl üzerine yolladı. Alemdar Mustafa Ağa ise, güç ve cesareti her yere nam salmış bulunan Pehlivan ibrahim Ağa isimli zatı, bir miktar asker ile bahse konu yere sevk etmişti. Ağa, bir Rus memurunun -Rusların Bender ve Hotin'de yaptıkları gibi- ahaliyi tehdid ile ikna etmeye çalıştığını görünce, memuru oradan kovdu. Beş-altı yüz süvari ile Rusların bir kaç binden ibaret öncülerini perişan etti. Fakat Rusların bütün kuvvetleriyle gelmekte olduklarını gördüğünden İsmaiyl muhafızı Mirmiran Kasım Paşa ile beraber ahaliyi cesaretlendirerek kaleden çıktı. Sayıca az bir askerle birlik olmasına rağmen, yedi saat süren çarpışmada Rusların fena şekilde mağlup olmasını sağlamıştır. Bu muhterem zat daha sonraları ordu içinde, şanlı tarihimizde Babapaşa adıyla yâd edilen bir şöhretin sahibi olmuştur.
Osmanlı'nın bu zaferi üzerine, mareşal Mikelson, evvelce Bender ahalisine vermiş olduğu doksan günlük mühleti geriye alarak, insanlık ve milletler arası hukuka mugayir ve gayette çirkin bir tarzı harekette bulundu. Burayı muhafızlanyla birlikte, çoluk çocuğun tamamının, esarete düşmesini ve Rusya'ya gönderilmelerini temin etmiş oldu ki, bu ayıp onun mareşalliğine ne kadar yakışır? İstanbul'da bulunan Rus elçisi; hâla cahilane davranarak, yukarıdaki vaka'dan haberdar olmadığını bildirmekteydi. Mamafih, babıâli bir taraftan Rusya ve ingiltere elçilerinin öte taraftanda Fransa sefirinin arasında kalmıştı, ingilizlerin elçisi Arbutnot: hükümetinin Ruslar ile ittifak etmiş bulunduğundan bahsederek Fransızlardan yüz çevrilmesini Fransızlar hücum edecek olursa kara tarafından yüzbin kişilik bir Rus ordusu ve denizden de, İngiliz bahriyesi tarafından kovulacağım, aksi taktirde, Rus askerlerin karadan, İngilterenin ise denizden hücuma geçecekleri, Rus sefirini yollayacak olurlarsa kendisinin de gitmeye hazır olduğunu ve otuz güne kadar İstanbul'da kıtlık olacağını, Mısır'ın da elden gideceğini bildirdi. Bunun yanında da Rus harp gemilerinin boğazlardan geçişi meselesi de bahis mevzu idi. Fakat, Sebastiyani'nin teşviki Rusların aniden tecavüzü üzerine sadnazamın, peygamberin sancağı altında ilân~ı harb edilmesine karar verildi.
Rusların tecavüzüne sebeb, o zamanki postaların yavaşlığıydı 122i/recep/1806eylül/29.cu günü Ruslar babıâliye Eflâk ve Buğdan beyleri hakkında bir oltimatom vermişlerdi. Çar 1. Aleksandra 29/ekim/1806'ya kadar bekledi. Babıâli'nin, Rus taleblerini kabul ederek bahse konu beylerin, yerlerinde bırakılması haberini ancak kasım ayı başlarında aldı. Fakat bundan önce de mareşal Mikelson'a "Buğdan ve Eflâk'da Kaynarca ve muahedeyi takip eden hükümlere uymak, babıâli'yi emri altında bulunduran Fransız siyaset-i hâ-kimanesini durdurmak, Sebastiyani'nin çalışmasını geriletmek ve mecbur kalındığında Dalmaçya'da bulunmakta olan Fransız askerlerine karşılık vermek üzere, Buğdan'a girmesini emretmişti. Ruslar, hiç bir sebeb yokken hücum etmiş oldukları gibi Rumeli içlerine de; Osmanlı devleti, ülke içine Fransız askeri sokacak ve nizam-ı cedidi zorla icra ettirecektir, tarzında fesat çıkarıcı yayımlarda bulunuyorlardı. Savaş İlanı sonrasında Rusya sefirinin Yedikule'de hapsedilmesi kadim (eski) adetlerden ise de, devletler arası hukuk gereğinden ve ilk tatbiki münasebetiyle elçi İtalinskiyİ de bab-ı âliye çağırarak uygun bir lisanla: "Osmanlı devletinin istila olunmuş yerlerini Ruslar tahliye ettiklerinde yine İstanbul'a avdet edebilirsiniz" sözleriyle gerek kendisine gerek Rusyanın tüccarlarına on gün müsaade*tanındı. İtalinski, çok geçmeden Bozcadaya kadar gelen üç Rus gemisine gitmek üzere İstan-buldan bir İngiliz gemisine bindi. Osmanlı devleti tedarik ve durumunu sağlam bir hale koymağa çabalıyordu. Hattâ Anadoludan pek çok asker getirtilmesi hususunda emirlerde verildi. Ne varki emirlerin yerine getirilmesi pek fena bir şekilde aksayacaktı. Buna bağlı olarak da, askerin İstanbul'a gelmesi tam üç ayı aldı. Bu halden anlaşılan, devlet ne büyük sahtelik ve asayişsizlik içinde, hayat sürmekte olduğunu anlamıştı. Gelecek içinde hiç tutunacak bir dalı olmadığı görülmüştü.
Akdeniz adaları; Ruslara yardımcı Rumlarla dolu olduğundan Çanakkale'nin dahi savunmasının pek kolay olmayacağı anlaşılıyordu. Az asker, az para, zayıf savunma velhasıl her-şeyde bir yetersizlik hüküm ferma idi.
İşte; bu sırada Vahid efendi fevkalade elçilikle Napol-yon'un yanına yoiianmıştıkİ fakat bu göndermekten umulan netice elde edilemedi. Ancak; Ruslarda, İngüizlerde sanki iyiliğimize çalışmaktaymış gibi davranıyorlardı. Ruslar, Fransızların istila yapacaklarını ileri sürüyor, Fransızlar da Rusların Buğdan ve Eflak'ı zapt etmek Sırbistan ve Karadağ ile Rum ahaliyi ayağa kaldırma azmini de taşıdığını haber veriyorlardı.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN 3. SELİM HAN DONEMI Paz Ocak 25, 2009 6:51 pm
Özellikle Napolyon, 3. Selim hâna yazdığı nâmelerde, fevkalâde teşvik ve koruma hisleri yer almaktaydı. Hattâ Almanya'da bulunan Pojen'den yazmış bulunduğu mektubun bir yerinde: "Ruslar ile müttefik olan Prusya mahv oldu. Ordularım; Vistül nehri üzerinde, Varşova ise hükmüm altına girmiştir. Prusya ve Rus politikası tekrar istiklâl kazanmayı temin iqin ordularını hazırlıyorlar. Sen de hazırlanıp, istiklâlini kazan. Zaman bu zamandır. Eğer bu ana kadar tedbirli davranmışsak, Rusyanın hatırını bu kadar saygıya değer bulmanız senin içinbir zaaf hükmüne girer. Devletini kayıb edersin!" Diyordu.
Beri taraftan da Sebastiyaniye, Buğdan, Eflâk ve Sırbiye eyaletlerinin mülk-ü hakimiyetlerine bir zarar gelmemek şartıyla, dev!et-i âliye ile saldırı ve savunma paktı imzalamasına izin veriyordu. Napolyon, İran taraflarından da Rusları meşgul ediyordu. Seksenbin İranlı, Fettah Ali şah'ın emriyle yürüyüşe geçmişti. Lâkin Rusların Buğdan üzerine inmeleri İn-niltere içinde hoşlanılacak şey değildi. Hattâ donanmasını da Çanakkale taraflarına getirdi. Bu sıralardaysa Pasbanoğlu ölmüştü.
Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Ağa'nın vezirlik rütbesi iie taltifi beraberinde, Silistre eyaletine tayini çıkdı. Paşa, Eflâk tarafına geçmişti. Bükreş yakınlarında karşılaştığı bîr gurup Rus birliklerini fena hâlde bozdu.
Öte taraftan da Pehlivan Ağa da, dörtbinden çok Rusya askerini tsmaiyl'e yakın Sahib adlı bir köy civarında, pusuya düşürerek perişan etti. Eline geçirebildiği kadar Rus asker elbisesini, kendi askerlerine giydirip, yukarıda adı geçen köyün önünde, Rus askerlerinin tarzında saf bağladı. Gelmekte olanlar Rus birliği idi. Karşılarında saf tutmuş kuvvetin kendi askeri olduğunu sandıkları için buraya gelişleri, gayri muntazam birtarzda vukubuldu.
Ancak; kıyafet değiştirmiş askerimiz ani bir saldırıyla bir çoğunu katledip bir kısmını da esir almayı başarabildi. Buna tam sevinmek üzereykendi; İngiliz donanmasının Çanakkale boğazını geçmiş olduğu haberi büyük endişeye sebeb oldu. İngilizlerin elçisi Arbutnot, devletinden almış olduğu kati talimat üzerine: "1213/1798 ingiltere-Osmanlı ittifakının yenilenmesi, Sebastiyani'nin kovulması, Osmanlı gemileri ile boğaz istihkâmlarının İngiliz donanmasına teslimi, genel sulha kadar Buğdan'ın Rusya'ya teslimi," talebinde bulunmakla, kabul edilmediği taktirde de, İngiliz donanmasının İstanbul'a geleceğini hatırlatmıştı. Sebastiyani; işe karışarak bu isteklerin tamamını red ettirdi. Bu vaziyet karşısında İngiliz elçisi daha önce İstanbul'a gelmiş olan iki harb gemisinden, amiral Sir Tomas Levis 'in binmiş olduğu Endimon isimli gemiye binerek İstanbul'dan gitti. Geminin Çanakkaleden çıkışı esnasinda, kale memurları içinde elçi bulunduğundan habersiz oldukları için durdurmadılar.
İngilizler, Osmanlı devletinin tatbik etmekte olduğu yeni siyasi sistemi Sebastiyani'nin teşviklerine bağlıyorlardı. Bunda da oldukça haklıydılar. Hele bu son bir kaç hafta içinde 3. Selim'in en has müşaviri kesilmişti. Arbutnot binmiş olduğu gemide ziyafet verilmesi bahanesi ile davetli olarak gelmiş bulunmakta olan İngiliz tüccarlarının protestolarını dinlemeyerek, sıvıştığını haklı göstermek için hareket vakasını kemâli emniyetle müzakereye girişecek bir yer aramış olmasıyla tevil ediyor ise de, babıâlİ vazifesini terk ederek giden bir elçi ile de müzakerelere girişemeyeceğini vereceği izahatı doğrudan doğruya Londra'ya göndereceklerini beyan etti.
Bütün yabancı elçiliğe bu hususta tebliğ eylediği bir no-ta'da ne elçi, ne de İngilizler hakkında hiçbir kötü muamelede bulunulmadığı halde ani gidişinden dolayı şikâyetini belirtti. Hakikaten; Arbutnot'un, ortadan çekildiği dönemdeki, İngiliz menfaatlerini, sefaretin mal ve eşyalarını emanet ettiği, vekil kıldığı Danimarka elçisi Baron dö Hubeş, İngiliz sefaretinin mallarını ve eşyalarını teslim aldığı gibi İngiliz tebası hakkında koruyucu işlemleri de yapmaya başladı.
Velhasıl, elçininde firarı büyük çirkinlik olarak görülmüştü, ingiliz donanması başamirali Dukvarth'da müzakerelere başladı. İngiliz elçisinin talimatında, dev!et-i âliye'yi tehdit etmek var idiysede, ilân-ı harp selahiyeti asla mevcut değildi.
Sebastiyani, yaveri Lakor'u önce Erzuruma yollamişsa da, boğazın savunmasını tamamlamak için Çanakkafeye gönderiyor, Rumlara ise, 3. Selim'e tam olarak itaat etmelerini tavsiye ediyordu bir taraftan da babıâlinin müdafaya kudreti olmadığını bildiği için telâşa düşüyor, Fransızların Varşova taraflarında mağlubiyeti hakkında çıkan haberlerden dolayı, Osmanlı devletinin bu tarz davranışı terk edeceğini zan ediyordu. Fakat, İngiltereye aid gemilerde Bozcaada önünde toplanmaya devam ediyorlardı. Bu sırada İngiliz sefareti tercümanı Pizani aracılığıyla konuşmalara başlandı. Kaptanpa-şanın; Bozcaadaya gelmesini ve geldiği takdirde ingiliz donanmasının harekete hazır olduğunu yazdı 8/şubat'da "amiraller hareket edecekler. Çanakkale istihkâmlarından top atışı yapılmasın. İstanbul'da katliam olacaktır. Bizim maksadımız sulhdür. Eğer top atılmaz ise, Kaptanpaşayı selamlayacağız.
Sir Sidney Esmit, bombardımana memur edilmiştir, donanmamızda üç amiral bulunduğunu düşünmek yeterlidir! Artık, Türkler bizim ciddiyetimizden emin olsunlar." dediği gibi, 9/Şubat'ta: "İngiltere hükümeti Rusya'ya karşı düşmanlığı terk etme hakkında emir verirse kâfi sayacaktır. Fakat bu emir yarın akşam'dan evvel verilmelidir. Me olursa olsun İngiliz donanması, İstanbul'a gidecektir. Bu gidişin dostça ve düşmanca olmasını Türkler tayin edecektir ve bu fırsat onların elindedir." Diyordu. Hakikaten 13/şubat'ta Kaptanpaşa ile elçi arasında bir mükâleme husule geldi. Ancak işler keşmekeşe düşmüştü. İngilizlerde Osmanlılarla münasebetleri, birden bire kesmeyi göze alamıyorlardı. Ayrıca rüzgârın muhalif esmesi de gemilerini boğaz üstüne salmalarına müsaade etmemekteydi.
19/Şubat sabahı saat sekizinde lodos esmeğe başladı. Donanmamız Karadeniz boğamı dışında idi. 2 tane; üçanbarlı, yedi kalyon, altı firkateyn, altı korvet, iki şalopeden ibaretti başlamış olduğundan amiral Dokvorth Çanakkale boğazı girişine iki gemi bırakarak, boğaza iki tane üçanbarlı altı tane harp gemisi, üç firkateyn, iki briykle girdi. İki tarafada gülle ve salkım saçarak, hızla kaleler arasından geçti. Bu donanma; Naraburnu'nun üst tarafındaki donanmamıza hücum etti. Askerin çoğu bayram münasebetiyle, karada olduğundan demir almaya, yelken açmaya vakit müsaid değildi. İçlerinden birinin, bir firkateyn, şiddetli bir savunmada bulunmuş ise de, yinede İngilizler hepsini karaya oturttular. Dördünü yaktılar. İkisini zapt ettiler. Bu gemilerin içinden; Tonbik kap-tanzâde'nin idare ettiği briyk kurtularak pupa yelken İstan-bula, doğru firara başladı. İngiliz askerleri, karaya çıkarak Nara istihkâmındaki topları çivilediler. Topçular kaçmış ve Fransız subayları iş göremez hâle gelmişlerdi. Tonbikzâde; bayramın 3. günü İstanbul'a gelip vaziyeti haber verdi. Bu haberin meydana getirdiği heyecanının büyüklüğünü anlatmak kabil değildir.
Hemen sahilin muhafaza altına alınması, tabyaların inşası için lâzım gelenlere vazifeler verildiysede, İstanbul her şekilde savunmadan mahrum idi. Tarih-i Cevdet; bu sırada İstanbul'un manzarasını şöyle tasvir ediyor: "İstanbul'da acıyı tatmamış, sert rüzgarı tecrübe etmemiş çelebiler, habbeyi kubbe ve katreyİ derya ederek işi büyütme ve mübalağacı, birbirlerine aykırı ve zıd, çeşit çeşit fikirlere inanmış lafazanlar pek çok olduğundan boyleleri köşe başlarında toplanıp, ağızağiza verip bir takım karışık rivayetlere benzer evham ve hayaller ile birbirlerini kuşkulara düşürerek, öylesi acaip ve dehşet hale düştülerki İstanbul'un hâli kıyamet günü için bir numune olmuştu. Bu sırada bazıları da, cifir hesapları yapmaya başladı.
Neyse askerler tayfası cûşu hûruşa geldi. Topçular toplarının başına geçti. Yeniçeriler; yatağanlarını takıp, tüfenklerini aldılar. Talebe-i ulum dahi sokaklara fırlayıp ahaliye gayret vermeğe çalıştılar. İngiliz donanmasının boğazdan geçmesi padişahı korkuttu. Hele Baruthane açıklarında görüntüsü en çok tehlikeye açık olan saray halkını titretti. Kadınlar ve harem ağalan bütün geceyi feryadı figanla geçirdiler.
Donanma Kızıl adalar önüne demir attıktan azsonra babı-âliye İngiliz elçisinin bir yazısı geldi. Bu yazı da padişahın donanmasının emaneten teslimi, Rusya ile sulh imzalanması, İngiltere ile ittifakın yenilenmesi, hakkında bir senet verilmesi bunun cevabının, bir gün içinde ulaşması istenmişti. Babıâli ile ingiliz elçiliği arasında bir kaç defa haberleşme olunca, İngilizler verdikleri müddeti üç saate indirdiler. Sebastiya-ni'nin kovulmasının müddeti için vakit uzatması yaptılar. Devletin ileri gelenleriyle yapılan müşavere sonunda İngii'z tekliflerinin kabul edilmesinde ittifak ettiler. Hattâ Sebastiyâ-ni'nin İstanbul'dan çekilip gitmesi için sarayın memurlarından İshak beyi yolladılar. Vaziyet elçiye nezaketle anlatıldı.
Sebastiyani ise; zaten böyle bir teklifle karşılaşacağını tahmin etmiş bulunduğundan kendini hazırlamış. Hiç bir hayret ve kızgınlığa giriftar olmadan nezdine gelen İshak bey'e "bağlısı olduğum devletimin bana vermiş olduğu bu yüksek vazifeyi bana hiç bir şey terkettiremez. Bir Fransız sefiri, çok büyük ve muazzam devlete mensup olduğundan, avamın patırdılarını andıran hareketlerden korkacak olursa, hakkında tatbik edilebilecek ceza olacağından emindir. Zât-ı şahaneye söyleyin. Bu hâl yalnız devlet-i Osmaniye'nin şeref ve sânını zail etmez, İr^gilterenin cebren kabul ettirmek istediği şartlara muvafakat ederler ise bütün Avrupa Osma-ni'sini terk etmek tehlikesi de vardır. Otuz milyonluk nüfusu olan bir devleti muazzamayı İngilizlere terketmektense bu payitahtı terk edipde, meselâ Edirne'ye çekilmek daha evlâdır. Bundan başka babıâli şayed mösyö Arbutnot'un teklif ettiği antlaşmaya muvafakat edecek olursa, yalnız haşmet-meab-ı imparatoriyenin dostluğunu gaib etmeyip, belkide bütün bütün hiddet ve kızgınlığına maruz kalacağımda bilmez değillerdir. Sebastiyani; babıali nezdinde, kendisinin, muteber bir sefir olduğunu söyleyerek, apaçık tarzda kendisine bir tebligat yapılmadığı takdirde asla İstanbuldan çıkmayacağını açıklamıştı. Kalkıp; reisülküttap efendiye giderek: "böyle beş-on gemiye bir payitahtı teslim etmek ne demektir? Bundan sonra artık devleti âliye istiklâliyyet ve ta-mamiyyet-i, mülk sözünü hangi yüzle, dile getirebilir? Bu İngiliz donanmasında asker yok ki, karaya döküp de, İstanbul'u zaptetsin. Yalnız; Sarayburnuna yeterli sayıda top koysanız, onları harab edebilirsiniz. Onlar, size nazaran çok daha büyük tehlike karşısında. Hem sizin ateşinizden çekinirler, hemde su ve rüzgârdan dolayı karaya düşmekten sakınırlar. Bütün bunlar kendilerine müsaid olupda, sizin ateşinize galebe çalsalar dahi ne yapabilirler? Sonun da; İstanbul'un ancak bir kaç mahallesini yakıp giderler. İstanbul bu kadar yangına maruz kalıyor. Farz ediniz ki; bu defa da büyük bir harik oldu. Yanan yerler yine yapılabilir. Lâkin devletin namusu esasından yıkılırsa daha sonra yapılamaz." şeklinde sözleri söyleyerekten reisefendiyi susturup, düşüncelere sevk etti. Ve "Zâtı şahaneleri kendilerine her bir vasıta ile yardım edeceğimden emin olabilirler. Rus kuvvetleri kaçmağa devam etmektedir. Osmanlı devletini kuvvetlendirmek için takviye etme zamanı gelmiştir. Fakat padişah hazretlerinin müşterek düşmanımıza bir an bile rahat vermemek için ahalinin sadakati icab ettiği her türlü tesir edici tedbiri almaları elzemdir." Sebastiyani'nin telkinleriyle ahalinin ve askerin müdafaada gösterdiği koruyuculuk, vekiller heyetine ilk verilen kararın kaldırılmasını temin ettirdi. Hattâ savunma idaresinde Sebastiyani görevli kılındı.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Napolyon'ca Paz Ocak 25, 2009 6:52 pm
Napolyon'ca
"Ey sultan Selim, Hz. Muhammed aleyhissetamın hilafetine şayan olduğunu ispat et. İşte seni esir eden, ahidna-melerden kurtaracak vakit şimdi gelmiştir. Sana yaklaştım. Eski dostun olan Lehistan devletinin yeniden hayat bulmasıyla meşgulüm. Ordularımdan birisi, Tuna yalısına gitmek üzere hazırdır. Sen, moskoflan cephelerinden vurduğun zaman benim ordum da arkalarını çevireceklerdir. Donanmaların bir gurubu Tulun'dan çıkıp ve gidip, payitahtı ve Kara-denizİ muhafaza edecektir. Artık cesaretlen. Zira; bir daha devletini kuvvetlendirecek ve namını şÖhretlendidîrecek böyle bir fırsat vaktini bulamazsın" Napolyon'un bu sözleri Sultan Selim'e çok te'sir etti." (Tarih-i Cevdet) Sebastiyani bu münasebetle bir muhtıra yazdı. Derhal Türkçe'ye tercüme edilerek, devlet adamlarına klavuz olmak üzere dağıtıldı. Bu muhtıralar: ingiliz gemilerini yaklaşmaktan men etmek böylece şehrin bombardımana tutulmasını önlemek, gemilerin veya hiç olmazsa, bunların baştan veya kıçtan demir atmalarının başarısızlığa itilmesi, Osmanlı donanmasını ve deniz müesseselerini mahv etmek için İngiliz donanmasının girmesini önlemek maksadıyla limanın ağzını müdafaaya hazırlamak, İstanbul bataryalarını, Üsküdar bataryalarıyla ahenkli bir şekilde ateş etme ve bunu güzelce idare etmek, Osmanlı donanmasını-İngiliz donanması ile savaşa giriştiğin de mevkii toplarının ateşi altında ricat etmeyi temin, emin bir yerde bulundurmak bunlar içinde, toplarla donanmış ve mümkün olduğu kadar, çabuk ve çeşitli bataryalar inşa edilerek İngiliz amiralinin hücumuna mukabelede bulunmak yahut onu hücum etmekten alıkoymak gibi maddeleri yazılıydı.
Herşey baştan başlayacaktı. Avrupa ve asya sahilleri üzerinde bataryalar yerden çıkar gibi zuhur etti. Sebastiyani herkesin gayretini arttınyordu. Her tarafı tanzim ediyor, padişah-da, vükelada, ricalde gayret ve himmet gösteriyorlardı. Osmanlı milleti Fatih Sultan Mehmed ve Süleyman zamanlarındaki gibi savaşa olan istidadlarını isbat ediyorlardı. Sebasti-yani daha neleri gerçekleştiriyordu? Beraberinde sefaret kâ-tibleri olduğu halde yüzbaşı Lakor, mülazım Dökar ile Jerar bulunduğu gibi savunma ameliyesine bakıyorlardı. Daimaç-ya ordusundan ingiliz donanmasının geldiği gün İstanbul'a varmış olan yüzbaşı Butin, Loklark, Kotaîyo'yu bataryaların silahlanmasına memur ediyor, bu arada da İstanbul'a gelmiş olan Fransa ayan azasından Pontekolant da çalışanlara karışıyor, İspanya sefiri Marki Dalmanera da kâtibleri ve maiyet askeride, subayıda iştirak ediyor ve bir İstanbul topçu bölüğü teşkil eyliyor. Rumlara hediye ve taltiflerde bulunarak faaliyete geçiriyor, İngilizlerin burun büyüklüğünü kırmak arzusuyla uğraşıyordu. Sarayburnundan, Yedikule'ye kadar açılan cephe boyunca duvarlar yıkılıyor yerine mazgallar peyda oluyor. Sarayların bahçelerinde toprak istihkâmlar beliriyor, evlerin bazıları yıkılıp yerine istihkâmlar yapılıyordu. Her yerden binlerce amele koşuşup geliyor, bütün sahilde cenk ve cidal avazları yükseliyor, İngilizlere karşı hakaret ve sövmeler işitiliyordu. Her delikten bir top namlusu uzanıp, gülleler yığılıyor, top mavnalanyla, ateş gemileri iki hat üzere diziliyor, Kızkulesi ayrı çapda toplarla silahlandırılmış emre hazır bulunuyordu, Sultan Selim bütün gün askerlerin arasında, genellikle yalnız, yaya ve bazen Fransız elçisiyle beraber geziniyor. Ahaliye, askere, cömertçe davranarak saltanat mimarı gibi, elinde bir fildişi arşın (ölçü aleti) gülümseyerek mühendislere öteyi beriyi soruyor, bataryaların hacimlerini bizzat ölçüyor, Fransız elçiye son derece iltifat ediyor, göstermiş olduğu gayret, himmete daima müteşekkir olduğunu açıkça söylemekte idi. Hakikaten; kısa bir zaman zarfında tophane depolarından yüz adet top çıkarılarak sahil boyuna tayin olunmuş yüzbaşı Boten'in verdiği rapora bakılarak beş günde, Yedikule'den Sarayburnu'na kadar 102 adet top, 69 adet havan, sağ sahile 24 Otop, 12 havan boğazın karşısına 84 top, 15 havan, Üsküdar tarafına 94 top, 14 havan konulmuş idiki, tamamı 520 top, 110 adette havan idi.
Osmanlı devleti de bu mühleti, İngiliz donanmasına gönderilen divan~ı hümayun tercümanının, Rus ile sulha ve İngil-tereyle ittifakı yenilemeye karar verdiğinden ve bunlara dair bir senet vermek, İngiltere, Rusya'nın istila ettiği kalelerin geriye verilmesini senede lüzum görmiyerek taahhüd etmek, bu senetleri kaide üzerine müzakerede tanzim edilene kadar, İngiliz donanması Çanakkalede durmak, İngiliz elçisi İstan-bula geldikten sonra Sebastiyani'nin, kovulmasına çare düşünülmek üzere, kaleme alınmış müsveddenin düzeltilip, değişikliğe tâbi tutulması ve irade-i seniyye taalluku için almıştı. Ayrıca muhalif rüzgârların meydana getirdiği şartlar, bombardıman gemilerinin baştan ve kıçtan demirlemeleri kabili imkân olamıyordu.
ingilizler Çanakkale boğazında da istihkâmlara emir verildiğinden dönüş yolunun pek zor olacağını kestirmişlerdi. Ancak, kaçtılar denilmesin diye de, avdet yolunu tercih etmiyorlardı. Bütün bu meyanda garib bir olay husule geldi: "Fe-nerbahçeye vazifeli verilmiş bir kaç asker, Kınahada'ya geçmişler. Bir kaç tane İngiliz, sandalla su almak üzere, oraya gelir. Hemen savaşa başlarlar. İngilizlerin yedi-sekiz tanesini Öldüren askerler, birkaçını da esir alırlar. Bu esirler arasında amiralin genç oğlu da vardır. Askerler amiralin oğlunu saraya gönderirler. Sultan Selim askerlere kırkar altun ile birer çelenk verir. Amiralin oğlu da Kaptanpaşa tarafından ingiliz donanmasına aşırılır. Bu havadis balıkçıları galeyana getirdiğinden İngilizlerin gemileri etrafında dolaşıp bir gemiden diğer gemiye giden sandalları tevkife başlarlar. Hakikaten İstanbul beş gün zarfında toplarla donandığı gibi ahalide kayıklara binip, adeta donanma üzerine yürüyecek cesarete mâlik olmuştu. Yeni kaptan Şeydi Ali paşa komutasında bulunan 20 kıta harp gemisi Beşiktaş Önlerindeydi. İngiliz elçisi hem hasta hemde yapmış olduğu hesapsız hareketin neticede üzerine düşecek mesuliyetini bir başkası üzerine yıkmağa gayretli idiyse de amiral Dukvorth'dan uygun birini bulamamış ve müzakereleri ona havale etmişti. Amiral 21/şubat'ta ültimatom vermişti. Babıâli 21/şubat'ta kimlerle müzakere edileceğini, nerede yapılacağını, İngilizlerin iyi niyetinden endişe edildiğini, müslümanların heyecana geldiğini, bir bir ve ağır ağır sordu. Amiral kesin olarak iyi niyet taşımakta olduklarını bir daha temin etti. Babıâli hayatının emniyetini temin ettiği takdirde konferans için neresi tercih edilirse edilsin, oraya geleceğini bildirdi.
Bu sırada ise, sarayın duvarlarında sekiz mazgalın daha açıldığını görerek konferans işine İki güne kadar bir netice verilmesini bildirdi. Aynı günde yapılmakta olan savunma hazırlıklarından şikayetçi olarak, üç saat içinde cevabın verilmesini taleb etti. Eğer cevaba erişemezlerse, Marmara denizinde bulunan Osmanlı gemilerinin, batırılma veya ele geçirileceğini beyan eden tehdidler savurdu. Babıâlide geceleyin boğazın Anadolu kıyısında yedi mil ötede (Beykoz olacak) bulunan bir yeri müzakere mahalli olarak tayin ettiğine dair haber yolladı. Amiral bu teklifi kabul ettiysede, kendi yerine amiral Lewis'i gönderecekti.
Bu arada bir mülazım (teğmen) ile dört gemici esir alınarak götürülmüşse de, bunların da çarçabuk, tahliyesini taleb eyledi. Fakat ertesi gün bir Osmanlı gemisi gelerek müzakereye katılacakları alacak idi. O beş ingiliz salıverilmedi. Dok-vorth, yeni şartlar söyleyerek Sebastiyani'nİn, uzaklaştırılmasını ve üçlü ittifakın yenilenmesini istedi. Babıâli; verilen son cevabında, Osmanlı ülkesinde bir tehlikeye maruz kalmadan, bir karış yere bir ingilizin çıkmak mümkün olmadığı, hattâ saraya bile bir İngiliz gelse onu müdafaa etme çok güç olacağı, velhasıl İngiliz donanması bulunduğu yeri terketme-ye ve Çanakkale boğazını, dışarı doğru geçmedikçe müzakereye devam edilmeyeceğini bildirdi.
Dokvurth ilk önce hiddetleşiddet göstererek, Arbutnot'un Bozcaada'dan gönderdiği geçmiş tekliflerini tekrara kalkışacak olduysa da, az sonra bu tehdidlerinin İngiliz donanması, aleyhine olacağını kestirdiğinden, yelkenleri suya indirmeyi tercih etti. 1221 senesi zilhiccesinin 12. günü, 1807 senesi şubat ayının, 20. cuma gününe müsadifdir. İşte o gün yelkenleri açık olarak, İstanbul üzerine doğru yürüdü. İstanbul'da bulunan, Fransız elçiliğinde büyük bir heyecan husule geldi. Fakat donanma bir dönüş yaparak yine adalar önüne geldi. Direklerinin ucundan başka yeri görünmüyordu. Yine yakınlaşıp, uzaklaştı. Bütün günü voltayla geçirdi. Akşamleyin güney cihetine doğru gitti. O gece de şehirde büyük bir endişe hüküm ferma oldu.
Ertesi gün de bütün halk, hattâ içlerinde padişah bulunduğu halde surlara çıkıp, İngilizlerin gittiğini görüp, inandılar. Ahali padişahı büyük bir şiddetle alkışladı. Beşiktaş önlerinde bulunan donanmayı Osman-i askerleri İngilizleri takip için izin istediler. Adetâ söz dinlemez dereceye geldiler. Müessifa-ne; bir hadise zuhur ederdiye korkuluyor, elde edilmiş neticenin heba olmasından çekiniliyordu. Daha sonra padişahın iradesi çıktı. Ahalinin tezahüratı arasında donanma Marma-raya doğru süzülüp, Kumkapı önlerinde demir attı. İngilizlerin ricatı ile alakalı resmi haber, Fransanın Gelibolu konsolosu tarafından gönderilen bir haberci ile kesinleşti. Mart ayının 2. günü Gelibolu minaresinden onüç yelken görülmüş. Bunlar, Lapseki ile Naraburnu arasında Ekinlik deniien yerde durmuşlar. Su alan gemilerini tamir etmişler. Boğazdan geçişlerinde Osmanlı bataryalarının şiddetli atışlarına maruz kalarak, Vindsor Kastil isimli geminin, büyük direğinin dörtte üçü 800 librelik ve iki kadem kutrunda bir taş gülle ile kırıldığı gibi Aktiv fırkateyni'de 560 librelik bir gülle yemiş. Ro-yal Corc isimli amiral gemisi de başka ve büyük bir gülle isabeti ile hasara uğramış. Bu donanma tamam bir saat bir çeyrek ateşaltmda kalmış. 130 Ölü ve 412 yaralısı olmuş. Eğer Anadolu kıyısı müstahkem ve silahlı olsaymış ve topları da sabit olamasa imiş, tamamen mahvolacak imiş.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN 3. SELİM HAN DONEMI Paz Ocak 25, 2009 6:52 pm
Tabiatıyla bu hadisenin neticesinden olarak İstanbulda Fransızlar lehine; büyük bir emniyet ve itimat, son derece yükseldi. Hatta ahali sokakta rastladığı Fransızları çeviriyor, kendilerine yapılmış yardımların minnetini ifade ediyorlardı. Rusya'ya taraftar olan Rumlar bile, patriklerinin kumandası altında olarak şehrin tahkimatının yapılmasında gayret göstermişlerdi Mora'fılarda, padişaha bir dilekçe ulaştırarak Rusyalılar ile savaşmağa hazır olduklarını bildirdiler. Fakat; bütün bu nümayişler arasında yine, İstanbul sokaklarında, fesat ve fitneye dair dedikodular dönüp duruyordu.
Devlet adamları birbirine düşerek, herkes yekdiğerinin aleyhine iftiralara girişiyor, İngilizlerin İstanbul'a gelmelerini yeni kaide olan "yeniçerileri kaldıracaklar, nizam-ı cedidi onların yerine koyacaklar imiş"e vardırarak devlet ricali tarafından özel bir davet olduğu ileri sürülüyordu. Trafalgar ve Kopenhag galibiyetleri üzerine İngilizlerin İstanbul sularında uğramış oldukları hezimet, İngiliz ahalisi düşüncesinde bir hayli kötü tesirler vücuda getirdi. Akdeniz'de dolaşmakta olan Rus amirali Seniyavin, çok geçmeden de Bozcaada önlerinde amiral Dokvortha, birleşerek yeniden İstanbul'a girmeyi teklif ettiyse de, İngilizler yeniden uğrayacakları müşkülatı tecrübe etmiş oldukları için kabul etmediler.
Bundan başka yalnız İngiltereye yaramayacak böyle bir teşebbüs için, Ruslara yardım etmek, menfaatlerine aykırı idi. Fakat, bu tarz hareket iki devlet arasında burudet yâni soğukluğa da vesile oldu. Hattâ; bir dereceye kadar da, Ma-polyon ile Aleksandr arasında bir ittifak doğmasının sebebi olan Tilsit mülakatının öngörüşmesini teşkil etti.
Amiral Seniyavin Bozcaada'dan Selanik önlerine geldiyse de, taarruza geçmeğe cesaret edemedi. Tekrar dümeni Boz-caadaya kırmakla, burayı üç gün aralıksız top ateşine tâbi tuttuktan sonra kara çıkardığı ikibin askerle, işgali tamamladı. Böylece Çanakkale girişi yine kapanmış oldu. Bu vakada İstanbul ahalisinin ızdıraba düşmesine yol açtı. Kaptanıderya Şeydi Ali paşa, sekiz gemi ve beşbin kara askeriyle, Bozcaada üzerine, yelkenbastı. İngilizler ise, Rusların İstanbul'a pek faz'a yaklaşmış olduğunun verdiği endişeyle yanlarından ayrılıp, Mısır üstüne yelkenlerini doldurdu. İngilizlerin bozgundan sonraki kaçışlarının memnuniyeti pek sürmedi. Yen -ni endişelere bıraktı.
Vehhabilerin reisi olan Suud bin Abdülaziz, Medine-i Mü-nevvere'yi istila ederek, mübarek merkadlerin kubbelerini yıkmış, yalnız vukubulan ricalar üzerine Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Ravza-i mutaharralannın, kubbesini bırakarak ne kadar kıymetli eşya ve cevahir varsa hepsini alıp Deriye'ye gönderdiği gibi, onlara göre bi'dat olması hasebiyle hutbelerden padişahın adını kaldırmış, Vehhabi olmayanlara müşrik nazarı ile bakarak, bunları Mekke'yi tavafdan men'e cüret etmiştir. Kendi tarafından Mekke ile Medine'ye birer tane Kadı tayin ederek, diğer kadılarla beraber, Harem-i Nebevi hademesini, Medine muhafızını İstanbul'a yollamış, Sultan 3. Se-lim'e bir mektup göndererek "burda türbeler üzerine kubbe200 bina ve kurban boğazlanmamasını" beyan ederek, Padişah 3. Selim'inde mezhepleri olan Vehhabiliğe girmesini istemiştir.
Hattâ Şam kafilesi Medine-i Münevvereye giremiyerek geriye dönmüştü. Bu hadisat ehli isiâma vükelâ ve padişahın aleyhine hareket etmesi neticesini veriyordu. Diğer taraftan İngilizlerde, İstanbul'da uğradıkları hezimetin acısını çıkarmak arzusuyla Mısır üzerine dönmüşlerdi. Böylece Mekke ve Medine ile gerek kara, gerekse deniz yoluyla münakale ortadan kalkmış oluyordu. Fransa'da yayımlanan bir eser, 'ingilizlerin, Mısır'ı istilası meselesini, aşağıda aldığımız satırlarda şöylece belirtiyor:
"1222/muharrem/6. sah-1807/martınm/17. günü, 17 tane, İngilizlere aid yelkenli limanın önünde görüldüler. Bu gemilerin kumandanı amiral Lewis'di. Mısır'ı gerek Fransız gerekse Mehmed Ali Paşanın zülmundan kurtarmaya geldiğini ilân ediyordu. Gemilerde general Frazer kumandasında, Mesina'ya gelen, 5100 kişilik küçük bir ordu vardı. İskenderiye ahalisi öteden beri, Kavalah Mehmed Ali Paşaya aleyhtar olduklarından Fransa konsolosu Droveti, ahaiininde, askerlerinde düşmanlığını hisettiğinden, pasaportlarını istediyse de verilmedi. Bunun üzerine maiyetine onbeş tane Fransız askeri aldı. Eli tabancada olduğu halde, azimetine yâni gidişine mümanaat edilmemesini taleb ederek, muha-fızsız olarak Reşid'e oradan da Kahire'ye gitti. Mehmed Ali Paşa, Said taraflarında da bulunan kölemenleri cezalamak için Cünye'ye gittiğinden konsolos İngilizlerin İskenderiye'yi işgal ettiklerini, acele gerigelmesini ve çok yakında büyük bir Fransız ordusunun geleceğinden mukavemet hazırlıklarına girişmesini bildiriyordu. Hakikaten İngilizler karaya asker çıkarırken hiç bir müşkülatla karşılaşmadılar. Mutasarrıf Emin ağa, zaten İngilizlerin konsolosu Misket'in tutkulusu idi. İngilizler, İskenderiye'yi işgal ettikten sonra yollarını emniyete aimak için Nİ1 yakınlarında bulunan, Reşid'i ele geçirmek için general Voşep'in komutasında olarak, 1200 kişilik İngiliz askeri birliğini yolladılar. Şehirde beşyüz Türk ve Arnavut askeri vardı. Bu gurub; iki gün yolda hiç bir düşmana rastlamadığı halde Reşid'e vardı. Askerlerde pek şiddetli sıcaklardan dolayı çok yorulmuştu. Bu yorgunluk yüzünden şehre karmakarışık olarak girdiler. Hiç bir direnme ile karşılaşmadıklarından müsterih olarak, silahlarını çıkarıp gölgeliklere, uzandılar. İşte o an askerlerimizin üzerlerine çullandılar. Kumandan Ali bey, kaçmalarına fırsat vermemek için ne kadar kayık varsa Nü nehrinin karşı sahiline geçirmişti. Osmanlı askeri İngilizleri saatlerce vurdular. Öldürdüler. General Voşep, iki yerinden yaralı olarak ortada kalmıştı. Pek çok İngiliz subayı Öldü. Bu kavgada beşyüz İngiliz askeri telef oldu. Yüzyirmi de esir ele geçti. Ölülerden; seksen tanesinin kelleleri kesilip, Kahire'ye gönderildi. Kelleler, Özbekiye caddesinde, iki sıra halinde kazıklara geçirilip teşhir olundu." Bu arada da, Mehmed Ali Paşa güneyden gelerek kölemenlerden Selyut'u aldı. Mısırlı komutanlardan meşhur ibrahim bey ile antlaşma yapılarak, Mil nehrinin sağ ve sol taraflarını takiben, kuzeye doğru yürüdü. İngiliz kuvvetlerini bilmediği için, Kahire'ye vardığında, şehri tahkim etmeye iptidar eyledi. Bununla beraber Reşid'e de dörtbin piyade ve binbeşyüz süvari yolladı General Frazer, yeni bir sefer heyet-i seferiye teşkil ederek general İstevar'ı 3 bin piyade, 6 top, 2 havan ile Reşid'e gönderip, şehri muhasara ettirdi. Mehmed Ali Paşanın, Kethüda bey ve Hasan paşanın komutalarında olarak yolladığı askerle 22/nisanda meydana gelen kanlı savaşta, İngilizlerin feci bir mağlubiyete uğradıkları görüldü.
Binbaşı Moor esir, miralay Maklod öldüğü gibi pek çok telefat da verdiler. Büyük topları çivilediler. Yiyecekleri ve mühimmatı, eşyaları yaktılar. Asker ve bu askere katılan fertler, aşiretleri ile kurtulanların takiplerine koyuldular ve yolda da fena halde hırpaladılar. Geri kalanlanda, Ebukır'da bekleyen donanma alarak, İskenderiye'ye getirdi. Kahire'ye soluk soluğa getirilen beşyüz İngiliz esiri, Özbekiye'de sırık üstünde duran arkadaşlarının, kafaları önünden geçirildi. Yürüyemeyenleri eşeklere bindirdiler. Düşüp ölenlerin kellelerini kesip sırıklara ilave ettiler. "Bu bozgunluk, İstanbul'daki hezimetten daha tesir edici idi. İngilizler; Akdenize hakim oldukları için hezimet haberini avrupaya duyurma işlemini biraz geciktirdi-lerse de, doğu da pekçok kayıp etmişlerdi. İstanbul'dan Cezayir, Trablusgarp, Tunus, İzmir'e haber gönderilerek İngilizlerin uzaklaştırıldıklarını ve mallarının müsadere edilmeleri emrolundu. İskenderiye'de bir iki ay kaldılar. Fakat bir iş göremediler Mehmed Ali, bu esnada bir ordu düzenleyip başlarında kendi olduğu halde İskenderiye üzerine gitti. Amiral Lewis hummadan ölmüştü. Yerine amiral Hallovel gelmişti. Bu sırada ise Fransa ve Rusya arasında da, Tilsit antlaşması imzalandı.
İngiltere hükümeti ingiliz donanmasının cephaneliği olan Sicilya'ya Fransızların hücumuna ihtimal veriyordu. Buna dayanarak bütün gücünü, Cezayir'e topladı. İngilterenin efkârı umumiyesi de "2. bir Napolyon romanı" olan Mısır seferinden hoşlanmamıştı. Bu bakımdan da Mehmed Ali Paşa ile ingiliz amirali arasında, cereyan eden müzakereler pek çabuk sona ererek, donanma yelken açıp 14/eylülde denize açıldı. Paşa, kaleden atılan topların sesleri arasında tam bir debdebe ile İskenderiye'ye girdi.
Şayan-ı dikkattir ki, şu sıralarda İstanbul'da büyük bir fitne ayaklanıyor, İngiltere ile Fransa arasındaki savaş da İspanya meselesinden dolayı, başka bir renk alıyordu. Mehmed Ali Paşa ise, Mısır'da bir nevi istiklâliyet kazanmış gibiydi. Bu ana kadar Mısır sahilleri gümrükleri tersane-i amireye bağlıyken, İskenderiye'nin zaptından sonra, iskelelerin tamamını kendi tasarrufuna geçirdi. Elfi bey'in; komutanlarından Şahin bey'İ de getirtip, Ceyze'ye memur etti. İstanbul'dan rehine bulunan oğlunun uhdesine, Mısır defterdarlığı tevcih edilerek, Mısır'a yollandı. Payitahttaki devlet adamları da Ka-valali Mehmed Ali Paşayı, Vehhabilerin üzerine sevk etme hususunda kafa patlatıyorlardı. Hattâ kendisine bu iş için, bir de kapıcıbaşı gönderilmiş ise de, Paşa: "bu iş acele ile olmaz. Süveyş'de, gemi yapmalı, tedarikâtta bulunmalı" ce-vabıyla başından savdı.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Sultan 3. Selimin Hâli Paz Ocak 25, 2009 6:53 pm
Sultan 3. Selimin Hâli
Ruslar ile Tuna nehri boylarında savaş devam etmekteydi. 1222/1807. Ruslar, 17 defa İsmaiyl kalesine hücum ettikleri halde, muhafız Kasım Paşa ve Pehlivan Ağanın, kahramanca müdafaaları karşısında firara mecbur kaldılar. Bu arada Alemdar Mustafa Paşa da Yerköy'ü kuşatmış bulunan Rus birlikleri, üzerine hücum ederek, büyük zayiatlar verdirmeyi başardı. Ancak savaşın en büyüğü ve en müthişi payitaht'ta vuku buluyordu. Padişah ve hükümeti pek zaaflı bir hâie gelmişti. Hem de öyle bir halki; nice gayretler ile meydana getirilmiş, nizam-ı cedid askerjni bile Tuna boylarına sevk edemedi. Ancak, küçük bir miktarını Karadeniz boğazında muhafız olarak bulundurabiliyordu. Anadoluda pekçok talimli asker varken, onların yerine bir takım derebeyleri kullanılıyordu.
Rumeli ve Anadolu'dan gelmiş bulunan, nefir-i âm askerinin, derme çatma, çapulcu olup ve Rus ordularına karşı tesiri yok idi. Eğer, nizam-ı cedid ve talimli asker sevk edilebilşeydi, Ruslar, Memleketyn (Romanya)de, pek büyük zararia-ra uğrayacaktı. Büyük bir galibiyet kazanmak işten bile değildi. Tutucu düşünce sahipleri ortalığı doldurmuş ve taşırmış olduğundan, nizam-ı cedid düşüncesi de yeniçerileri kızdırmıştı.
3. Selim hân'ın nizamı cedide verdiği fevkalade önem, kendisinin yavaşlığı ve tereddüdlü davranışları sebebiyle varlıklarını gösteremiyorlardı. Başlangıçda pek endişe vardı. Ancak hakimane idi. Hatta bu asker için kurmuş olduğu 20 bin keselik irad-ı cedid hazinesi de o ehemmiyet-i fevkaladenin en büyük nümunesidir. Bu varidat, 1212/1797 senesinde 60 bin keseye kadar yükselmişti. Bu gelir artışı sebebiyledir ki, Levend çiftliğinden maada Üsküdar'da ve Anadolunun bazı mevkilerinde de, eyalet askeri nizam-i cedide katılıyordu. Fakat o zaman için ne denebilirki, hakikat erbabı, 3. Se-lim'in kabul ettiklerini kabul ettiği halde, bir müfrit ekseriyet. nizam-ı cedidi, gavur icadı diye isimlendirerek taraftar toplayarak, bu yeniliği beğenenleri kâfir ilan etmekten çekinmediler.
Bir takım devlet düşkünleri de, bu düzen içinde yükselen kimseleri türlü türlü iftiralarla lekelemekten geri kalmadılar. Neticede, İstanbul'da efkârı umumiye ikiye bölünmüştü. O devrin ruhi hâli ve düşüncesini tetkik süzgecinden geçirecek olursak şunları özet olarak tesbit edebiliriz: "Mizam~ı cedidin kurulmasına teşebbüs edildiği sırada devlet adamları ve ileri gelen kimseler padişahın iradesi ile yazıp vermiş oldukları layihaların içinde yer alan fikirler, çoluk çocuğun ve de bazı yakınların ağzına düşerek: "herkesin istidadı verdiği lâyihasından belli ve kişinin rütbe-i idraki zâdei tabiinden belli oluyormuş." şeklinde alay edilecek hale düşmeleride, bu gibi zatların küsmeleri, birer tarafa çekilmeleri, bu kurena arasından sivrilen Enderun-u hümayun başkâtibi Ahmed efendi gibi fazilet erbabının, vekiller ile birlikte toplanarak gündüzleri, ikindiden sonra Enderuna giderek babıâliye ait işleri evlerinde görmeleri, geceleri <mukattaat mültezimleri^ Buğdan ve Eflâk kethüdaları gibi, raşiler, dalkavuklarla evlerinde mehtap safalarında, sazendeler, bazendelerle iyşü işret etmeleri, 3. Selim'in kurenasına pek çok emniyet ettiğinden, devlet sırrını Ötede beride ifşa etmeleri Saray hademesinin, içoğlan-larının kahvehanelerde, oyun yerlerinde adet dışı tavırlarda bulunmaları, padişah 3. Selim'in eğlenceye olan eyilimi, İstanbul sürûrgâh kesilerek, Kâğıthane, Boğaziçi, Çamlıca alemlerinin devam edip gitmesi. Devlet adamlarının nizam-ı cedid meselesini mal toplama vesilesi sayıp, israf ve gösterişe koyulmaları, paranın ayarının bozulması, çeşit çeşit vergi ihdas olunmasından dolayı, erzakların ve eşyaların fiatların-da meydana gelen artışın, getirdiği sıkıntılar hasebiyle vükela ve devlet adamlarına bildirilenlere karşı bazılarının, "Tamam, halkı işgale bundan daha güzel sebeb, vesile olamaz. İaşeleri derdine düşsünler de devlet işlerine karışmasınlar." diye cevap verdikleri, bazılarınında, "Burası zengin yatağıdır. Buraya fukara yakışmaz. Devletlilerin arasına müflis güruhu sığamaz" şeklinde, cevaplar vermelerinin halk tarafından duyulması. Taşralarda vergilerin konmasındaki takatin genişlik ölçüsünü aşması, padişah kurenasının (yakınlar), vükelâ ve ricalin daha çok nüfuza sahip olmaları, hattâ sadrazamların bile azil korkusu ile kupkuru bir unvana kanaat etmeieride, fakat içinden, diğer halkla beraber olmaları, Yine padişahın yakınında yer alanların, kendisine ahalinin kanaati hakkında değişik beyanlarda bulunmaları padişahın annesi valide sultanında oğlunun çok hassas kimselerin belki de başında geldiğine dair inancı, en ufak bir husus için, büyük üzüntülere düştüğünü bildiğinden herşeyin bütün teferruatıyla anlatılmasının gereksizliğine ait tenbihi. padişahında bir çok şeyi Öğrenmemesine yol açmış olması, velhasıl halkın heyecanını ve kıyamını, kolaylaştıracak kötü idare tarzı, işin bütünü ile ortaya çıkmasını ve saltanat ile ahali arasında pek büyük bir çukurun kazılmasını sağlamış oldu. Araya yakınlar ve akrabalar girinceki, zamanımızda da tek tük bu tip kalıntıya rastlamak mümkün. Fakat bu yakışıksız, iğrenç, gülünç, göya alafrangalık taslamaları ve taassup ve cahillik ile hiddetle, şiddet beraberliği şeklinde tefsir olunabilir mertebeye getirdi.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Ilhad Ve Zenadıka Paz Ocak 25, 2009 6:53 pm
Ilhad Ve Zenadıka
Cevdet Paşa tarihinde yer alan aşağıdaki bölüm, zamanın düşük mertebesini gösterir: "işte bu sırada İstanbul'da bir de ilhad ve zenadıka düşüncesi ortaya çıktı. Şöyle ki, Sultan Selim hazretlerini cihangirlik sevdasında bulunmakla (!) yakınları dahi onu şişirmek için kimi manzumesinden ve kimi de" Cifr-i Kebir-i Şeyhi Ekber'den ve kimi bazı ehli keşif ve kerametden manâlar nakil ve ityan ile "müceddid-i devlet" olduğunu da vechi tahkik üzere huzuru hümayunlarında dermiyan ederlerdi. Bu mülabese ile mutasavvıf güruhundan geçinen ve: -Erenler şöyle yaptı. Böyle yapacak. Şeklinde yalan yanlış sözlerle halkın cebinden para koparan bir takım mülhidier de, Enderûnu hümayuna gidip gelerek o devrin ricali, genellikle cahil ve alelade gurubundan olan bazı enderunlu takımı cehaletleriyle beraber dışarıda genel düşüncelerden gafil olduklarında, ehl-i şer'i gözünde, küfrüyat sarfı sayılır bir takım sofilere ait kelimeler kullanmağa başladılar. Eğerki yeniçeri pirdaşları olan Bektaşi derbederlerinin, her gün yaptıkları hezeyanı onların tefevvühatından daha kötü idiyse de onların böyle tefevvühatı yâni sözleri "bütün dinleri inkâr eden Fransızları taklit ve onlara uymak esnasında ortaya çıkarak," bütün nazarları üzerlerine çekerek, halk onların böyle şeriatın zahirine uymayan durum ve hallerden ürkdü. Hemen kitab-ı şeriatde ki apaçık belirtilmiş meselelerden başkasını incelemeyen ulema güruhuda enderûn adamları ve dışarıdaki kimseler hakkında, büyük şüphelere düştü. "Yine tarihlerin genel rivayetindendir ki, Sultan 3. Se-lim'in düşünce yapısında tereddüd önemli bir yer kapsamakla beraber, davranışlarda yavaş mizaç hüküm sürmekteydi. Bilhassa yeniçeri askerinin nizamı cedidi tahkir ve kâfir olarak nitelendirmeleri hususunda karşı ses çikarmamsı, bu güruhun azmasına vesile oldu. Eğer özetleyecek olursak, gördüğümüz şu vakaların yardımıyla biz de yeni fikir büyük bir ifrat yâni aşırılıkla başlıyor ve bir kaç kişinin tekelinde olarak devam ederken taklid edenler aleyhinde bulunanlardan, çok fazla yerleşmesini geciktirme veya iptaline sebeb oluyorlar.
Kadı Abdurrahman Paşa'nm Edirne vak'asından sonra geri dönmesi, devletin bir müddetten beri edinmekte olduğu ilerlemeye dönük intizamdan, vazgeçmeğe eğilim göstermesiydi. Cevdet Paşa; "bu ricatı, padişah 3. Selimin mülayim ve yumuşak kaibli bir kimse olmasından dolayı, o sırada devletin hâli, asla hiç birini kullanamayacak durumda bulunan güzel silahlarla odasını süsleyen nâzik çelebilerin haline" benzemekteydi der. Paşa, bu benzetmesiyle büyük isabet göstermiştir. Bu kadar birbirini takip eden hadiseler arasında, Fransa elçisi general Sebastiyani'de devleti Fransadan yardım İstemeğe mecbur etmek bahanesi ile adamlarına talimat vererek, yeniçeri büyüklerine: nizam-ı cedid'in kurulmasından maksadın ocağın kapatılması, maaşlarının vükelaca cebine indirme hareketidir, demelerini istiyordu. İmparator bu talimatın verildiğini duyunca, sizin hâlinize teessüf ediyor. Eski usûlün bozulmaması taraftarıdır. Fakat askerimizde hu-dud boyundadır. Lâzım olursa İstanbul'a getirtilecektir. Şeklinde telkinatta bulunuyordu. Velhasıl, İstanbul bir karışık düşünce dalgalan arasında bocalamaktaydı Bir de, orduyu hümayun'un Ruslara karşı harekatında padişah yakınları vede devletin ileri gelenlerinin pek büyük kısmının payitaht'ta kalmalarını bu savaşta, yeniçerilerin öldürtülmesi için bir muva-zadan ibaret olduğu düşüncesi pek kuvvetli tarzda şuyû buldu.
Bunlara da ilaveten başka bir durum daha vardıki, o da Köse Musa paşanın, sadaret kaimmakami, Topal Ataullah efendinin şeyhülislâm olmaları hususuydu. Çünkü bunlar nizamı cedid aleytan kimselerdi. Bir daha söylemekte zaruret vardır ki, bizde meydana gelen ihtilâl ve isyanların tamamında, erbab-ı din şıkkını, o güzelim ve temiz Şeriat-ı Muham-mediyi alet olarak seçmişlerdir. Yâni; bilerek, bilmeyerek dinimize taarruzla da memleketimize pek büyük fenalıkları, cinayetleri reva görmüşlerdir. Hakikaten de bu ana kadar gördüğümüz ihtilallerin tamamı, hükümet istibdadına aleyhte olarak vukubulmuştur. Ancak, bir müstebidin taht'tan indirilmesi veya öldürülmesini müteakip, yerine bir başka müste-bid getirilme yolu tutularak işi başka bir menfaatin kanalına değiştirmeye götürmek olmuştur. Vatan, ülke ve ahali aynı dönemler de büyük felâketlere uğramışlardır. Bu bakımdan yapılanlarda insani bir fikir veya dindarane bir anlayış mev-cud olmamıştır. İşte bir numunesi:
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Kabakçı Vakası Paz Ocak 25, 2009 6:55 pm
Kabakçı Vakası
Epeyi bir zaman evvel Trabzon'dan iki bin kişi kadar Lâz getirtilmiş ve Karadeniz yâni İstanbul boğazındaki kalelerde muhafız yamaklara ilâve olarak verilmişler isede, bunların maaşları nizamı cedid sandığından verile gelmekteydi. Böyle yapmakta güdülen maksat, boğazın İki tarafında yaşamakta olan nizamı cedid askeriyle ülfet kesbedip, biribirlerine ısınmaları idi. Hâttâ arada sırada Bostancıbaşı Şâkir ağa buralara gider, boğazın nâzın ingiliz Mahmud efendi ile konuşur, yamaklardan bazılarını yanlarına getirtip: <Sizde nizamı cedide girin. Hem gelirinizin hemde nâmınızın arttığını görürsünüz. Hem tayınınız artar, eski kârınızda yanınıza kalır>
tenbihinde bulunurdu. Buna karşılık, Köse Musa paşa, yeniçeri ocağını fesata vermeye gayret göstermekte, adamlarından bazılarını yamakların yanına göndererek: sizlerde yeniçeri sayılırsınız, nasıl olurda, frenk kıyafetinde askerler ile konuşursunuz? Siz, nizam-ı cedid elbisesi giymez, harbeli tü-fenk kullanmaz iseniz, boğazdan kovulacaksınız" sözlerini duyurarak teşvikatta, pek de fazla ileri gitmekteydi. Musa Paşanın bu ifsat edici gayretleri öyle noktaya vardı ki, yamakların bir cemiyet-i belâsı kuruldu.
"Biz kuloğlu kuluz. Eba emced yeniçeriyiz. Nizam-ı cedid elbisesi giymeyiz" şeklinde seslerini duyurmaya karar verdiler. Bu yakın günlerde husule gelen iki olay, azgınlar güruhunun asabiyelerini tahrik etmeye kâfi geldi. Olayların ilki; "3. Selim, Bayezid camii şerifindeki selamlık merasimi sonun da, Sekbanbaşı olan ArifAğa'ya <Ağa, ordu gitti. İstanbul boş. Kolluklarda yeniçeri azkaldı. Acaba nizam-ı cedid askerinden her kolluğa üçer beşer adam koysam münasib olur-mu?> Dediğinde, Arif Ağada: <Emr-ü ferman efendimizindir. Lâkin yeniçeri ağası, orduyla beraber gitmiştir. Ben, burada vekalet eden bir kulunuzum. İrade buyurulursa yeniçeri ağasına yazayım.> Demiş. Bu cevab üzerine padişah-ı cihan: <Yok. Yazma, dursun istemem.> buyurmuş." Bu konuşma yeniçeri tarafından duyuluncada gizlice yapılan istişareler sonunda Karadeniz yamaklarına karakullukçular gönderildi. Böylece nizam-ı cedid askeri ile yamaklar arasına düşmanlık tamamen girmiş oldu artık bu adavetde kendisini şurada burada biribirleriyle doğüşür hale getirdi. Musa Paşa, zaten dışa rda fitne uyandırmak ve böylece İstanbul'u karıştırmak arzu ve amacı taşıdığından, fesadın çıkış kaynağı olmak üzere boğaz nâzın Mahmud efendiye, yamaklarında nizam-ı cedid elbisesi giymelerini emretti ki, buna ateşe körükle gitmek denir.
Olayların ikincisini teşkil eden de; Mansıbı olan yere gitme kararı vermiş ve buna bağlı olarak, Üsküdar'a geçmiş bulunan, Karaman valisi Ragıp Paşa, padişah yakınlarına yakın davranmayı yeğlemiş, bu vesile ile de nizamı cedidin kullandığı nişanlarla süslü kaputlar yaptırarak, kavaslarından bir kaçına giydirmek istedi. Kavaslar Laz yamaklardan oldukları için, bunları almayıp boğaza gidip, kendilerine yapılanı ora-dakilere anlatmaya koyuldular. Bu durumu müteakiben, padişahımız, Ragıp paşaya bütün dünyayı nizamı cedid yapmak için tuğ vermiş, o da, şimdiden nişan vermeye başlamış, sözleriyle ayağa kalkıştılar. Kendilerine asla böyle bir şeyin bulunmadığı yolunda, vaz-u nasihatta bulunan Macar tabiyesi subayı Halil Haseki'yi sonra Büyükdere ocağına İltica etmek için, kaçan boğaz muhafızı Mahmud efendi ile hizmetçisini ölümlerin habercisi olmak üzere de katletmiş olmalarıydı. Vaziyet İstanbulda işitilince, kaimmakam Musa Paşanın bir kazadır olmuş, yamaklar da itaat etmek üzere bulunuyor diye işi bastırdı. Ertesi gün yine bunlara nasihatla teskin için giden yeniçeri ocaklarının sözü geçen ihtiyarları, ahçı ustaları ve yazıcılardan meydana geien bir heyet bu işe sebeb olan Şam'lı Ragıp Paşadır, dolambaçlı hükmünü verdi. Bunun üzerine paşanın, vezirliği iptal olunup, Kütahya'ya sürgüne gönderildi.
Aynı gün Musa Paşa ile İbrahim kethüda ve boğaz muhafızı İnce Mehmed Paşa ve bazı devlet adamları, Çartak kolluğunda Sekbanbaşı ve bazı yeniçeri ağalarını topladılar. Sek-banbaşK-Yamaklar, İstanbul'a gelip bir fesat çıkaracaklar diye duyuyoruz. Demesi üzerine: İbrahim Kethüda: -Bunlar karga derneğidir. Ehemmiyet verilecek şeyler değildir. İtaat etmezlerse cebren itaat ettirilir. Şeklinde ve büyük bir kızgınlıkla ifadelerde bulundu. Bu sözle Musa Paşa işe yarayan bir destek bulmuştu. Çünkü fesat bastırılacak korkusu taşıyordu. Korku duymasının sebebi yamaklara ei altından kalkışmalarını bildiren ta kendisiydi. Ancak esas cemiyeti ertesi gün Büyükdere çayırında yapılan, meşveret ortaya çıkardı. dört-beş yüz yamak, islam olsun hristiyan olsun, hiç kimsenin mal, ırz ve canına dokunmamak ve dokundurtmamak, dokunan olursa idam ettirmek, meşihat kapısından tasdiki yapılmayan, hiç bir istekte bulunmamak kararı ile At meydanında toplanarak babıâliden taleb edecekleri kendilerine verilmedikçe dağılmayacaklarını, adetleri üzere olan kılıç atlamak gibi yemin yerine geçenleri yerine getirdiler. Aralarından Kabakçı Mustafa çavuş'u reis, Arnavut Ali ile Bayburtlu Süleyman ve Memiş çavuşları komutanlığa seçtiler. Kıyı boyunca gidiyorlardı. Karşılaştıklarını kendilerine katılmaya ikna ediyorlardı. Buna karşılık nizamı cedid askeri Musa Paşanın emriyle yerlerinden kımıldatılmıyorlardı.
Musa Paşa, padişahı kendinde var olan münafıkça davranışlar sayesinde kandırmaya, muvaffak oluyordu. Kandırmakla ne yapmıştı. Musa Paşa harekete geçmiş olan Kabakçı ve güruhuna bir nasihatçı yollamak lâzım geldiğini ifade etmişti. Çok merhametli bir zât olan padişah, işlerin kansız halli tek arzusu olmasına binaen bu teklife rıza göstermişti. Ancak, dessas Musa Paşa^burada seçtiği nasihatçı ile padişahı aldatmış oluyordu. Çünkü; bu nasihatçı, yeniçeri 25. bölüğünün mütevellisi olan, Kazgancı Lâz Hacı Mustafa ağa gibi bakır kazancılığında büyük servetin sahibi olmuş ve İstanbul'da bu işi yapmanın imtiyazını'elinde tutan tek kişiydi. Buz gibi bir nizamı cedid aleyhtarı olup, bu vazifesinde işi görünüşte, yamakları teskine gayret etmesiysede, esasta onları tahrik edip hareketlerinde ısrarlı olmalarını temindi.
Bu Mustafa ağa gelmekte olan yamaklar cemiyeti ile Yeni-köyde karşılaştı. Yamaklar, nizamı cedidden korkulan yüzünden, Halil Haseki ile Mahmud Efendi'yi idam etmiş olduklarına pişman olduklarını ve nizamı cedid boğaz civarında bulundukça kendilerine emniyet gelmiyeceğinden bahsettiler. Eğer nizam-i cedid askeri çekilir çekilmez derhal yerlerine döneceklerini anlattılar. Mustafa ağa, durumu Musa Paşaya anlattı. Musa Paşa da, nizamı cedidin çekilmesinin iradesini padişahdan aldı. Bu iradeye inkiyad eden askerse, Levend çiftliğine çekilmek üzere boğazdan kalktılar. Bir kısmı da, üsküdarda bulunan kışlalarına çekildiler. Devlet adamları da bu gelişmeleri hareket bastırıldı zannederek, babıâli'den dağılarak hanelerine çekildiler. Aslında fitne bastırılmış değil, bilakis uzaklardan, İstanbul içine çekilme plânı uygulanmıştı. Hatta, şehzade Mustafa'nın sadık adamlarından Abdurrah-man ağa ile bazı ulemanın gönderdiği Hammaloğlu Mustafa dahi kıyafetini değiştirerek yamaklara ders'e gİtmişlerdiki yardımlar sayesinde Kabakçının kurmuş göründüğü cemiyet hızla büyümekteydi. Bilhassa nizam-ı cedid askerinin çekilmesinin sağlanmasından sonra, fesadın artık önüne geçebilecek bir güç kalmamıştı.
Dellâllar: - Ya İbadullah (Allahm kullan) meramımız nizamı cedid belasını kaldırmaktır. Başka niyetimiz yoktur. Müslüman olanlar, kendilerini ocaklı bilenler bizimle beraber olsunlar, şeklinde bağararak gece saat dört sıralarında Tophane'ye ancak indiler. Topçular, eşkıyaya karşı hazırlıklarını sürdürürlerken, Musa paşa ve Sekbanbaşi taraflarından: "kimse karşı gelmesin, bu iş herkesin ittifakıyla olmaktadır" haberini aldılar. Bunlar, hemen kazganlarını Tophane meydanına çıkararak, Kabakçı'nm topluluğuna tâbi oldular. Padişah 3. Selim, bu işin başka eller tarafından tertiplenmiş olduğunu anlamış bulunmasına rağmen, teskin işini yine de,
Musa paşaya vermekle büyük bir zaafa ve azim bir hataya düştü. Bunun hata olduğu asla şüphe getirmez. Bu hususta; Cevdet tarihindeki beyana göre: "Levend çiftliği ile Üsküdar kışlasında, onüçbin nizamı cedid askeri bulunmaktaydı. Eğer, Köse Musa'nın boynunu vurup, şeyhülislâm Ataullahin boynuna sarığını dolayip bu askeri kullanmış olsaydı, asileri durdurup, cezalandırmak kolay olabileceği gibi devletide tanzimde başarı sağlardı. Maalesef böyle bir istidad, böyle bir metanet, bu çeşit azim 3. Selim'de yaşayan bir kabiliyet değildi. Bu hasletler yerine müthiş bir nezaket, bir işe yaramayan sonsuz bir hüsn-ü zan taşımaktaydı. Hâl böyle olunca isyancıların teskin edilme işlemini babıâli'nin eline bıraktı.
Musa paşa güya iş görecekrnişçesine, devlet ricalini gece yansı babıâli'ye topladı. Bunlar olurken, İstanbul alıp, vermekteydi. Eşkiya kayıklara binerek; gurup, gurup Çartak ve Kapandaki iskelelerine geçerek, yeniçeri kışlalarına dağıldılar. Galata'dan, Üsküdar'dan ne kadar kayıkçı, hamal, serseri takımı varsa, İstanbul cihetine geçtiler. Bunların arasına bir kaç yüz kalyoncu da iltihak etti. Dikkat ediliyormu? Biz de ihtilâl erbabının kimler olduğunun farkına varılıyormu? Taas-sub ve cehaletin hüküm sürmüş olduğu yerlerde kuvvet daima ayak takımında bulunur. Kabakçı ve isyana katılanlar at meydanında toplanmışlardı. Öte taraftan yeniçeri ihtiyarla-nyla ileri gelenlerini Süleymaniye camiinde içtima ettiler. Şeyhülislâm, eski kadi'ların ağa kapısına gelmelerine karar verip haber gönderdiler. Şeyhülislam Ataullah ve Rumeli ka~ dıaskeri Ahmed Muhtar, Anadolu kadıaskeri Mehmed Hafid, İstanbul kadısı Mehmed Murad efendiler başlan şal ile örtülü olarak geldiler. Bir miktar konuşulduktan sonra ağalar kışlalarına gitmek üzere kalktılar. Sekbanbaşı Arif ağa, bunlara teşvikatta bulunmaktaydı. Ağalarla, Kabakçılar, Et meydanında seğirdim arıcılarının toplanma yeri olan Tekke adı verilen yerde, buluşup ittifak ettiler. Yeniçeri kazgan(kazan)ları meydana çıkarıldı. Cebe ocağına ait kazgan ve askeri de geldi. (Tıpkı 31 mart vakasında olduğu gibi) müfsidlerin öğütlemesi sonucu bir bölük asker çıkarıldı. Bunlar: "dükkânlar açılsın. Kimse işinden kalmasın. Kimseye zararımız yoktur. Bizim bu gayretimiz ancak Allahın kullarının, ve devletin nizamı içindir." şeklinde bağırtıldılar, hakikatten kimseye dokunulmuyor, herkes serbestçe geziyordu. Esnaf ise alış verişindeydi. Vaziyetin aldığı renk, padişaha duyurulunca, kapılan kapatma yolu tutuldu. Yine bir büyük hata olarak, nizam-ı cedidin kaldırıldığı açıklayan bir hattı hümayunu babıâliye gönderdiler.
Padişah, bu işle âlimlerden yardım ister görünmüştü. Ne garibdirki, isyana çıkan güruh, elan nizam-ı cedid'den korkmaktayken, padişah bunları adeta sevindirircesine o, kuruluşu iptal ettiğini bildirmişti. Hakikaten buna pek fazla sevindiler. Köse Musa ise bu sırada Kabakçı Mustafa'nın eline bir liste tutuşturdu ki, bu liste de onbir kişinin adı vardı. Bunlar; İbrahim kethüda, Bahriye nâzın Hacı ibrahim, Rikâbı hümayun kethüdası Hacı Memiş, reisülküttab vekili Sofi Ahmed, irad-ı cedidin defterdarı Ahmed, darphane emini Ebu bekir, valide kethüdası Yusuf, enderundan serkâtib Ahmed, ma-beynci (başka) Ahmed, bostancibaşı Şâkir beyefendilerle müderrislerden, Kapan naibi Lütfullah efendilerdi. Kabakçı Mustafa bu listeyi ortaya koyarak: "Memleketi harab eden bu onbir kişidir. Bunları ölü veya diri olarak padişahdan isteriz. Dediler. Her yerde, nizam-ı cedidin kaldırılmış bulunduğu ilân ediliyordu. Tellallar bas bas bağırıyorlardi. Eşkiya Et meydanından kalkarak, At meydanına gitme teşebbüsünde bulunduysa da, kendileri içinden bir gurup engel oldu. Fakat bizim ihtilallerde eskiden beri kaide olan, ihtilalcilerin hiç birinin malumu olmayan: -Bizim şeri'at ile görülecek işimiz
var. Şeyhülislâm kadıaskerle buraya gelsinler diyerek, listeyi ağakapısına gönderdiler. Bu liste hakkında şeyhülislam tarafından padişaha bir dilekçe yazıldı. Bu onbir kişinin adlarını yazının baş tarafına koyarak, bunların cezalan verildiği takdirde, herkesin yerli yerine döneceğini bildirdi. İşte, padişahın zafiyeti de bir daha burada kendisini gösterdi. Eşkiyadan kimsenin kılına dokunmazken, canı gibi sevdiği kimseler hakkında, istenmekte olan cezalandırılmaya razıoldu. Bakın; burayı Cevdet Paşa kıymetli eserinde pek güzel ifade etmiş:
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Geri: OSMANLI TARIHI SULTAN 3. SELİM HAN DONEMI Paz Ocak 25, 2009 6:55 pm
"Şeyhülislâm efendi ve Rumeli ve Anadolu kadiaskerleri ile İstanbul kadısı beraberce At meydanına gelip, meydanın tekkesinde oturdulduklan esnada yamaklardan bir delikanlı da hepsine hitaben: dediğinde, müfsid Ataullah: diye cevap verecek, eş-kiyanın karşısında kendisini temize çıkarma gayreti güder. Bu sıralarda ise, Köse Musa paşa listede, isimleri yazılı olanların kellesini alma gayretini gütmekteydi. Padişah bu isteklere karşı serkâtib Ahmed efendi ile mabeynci Ahmed beye sizi de istiyorlar, elimden alırlar, varın başınızın çaresine bakın, şeklinde hitabdan sonra, izin verdi. Musa paşa'yada: şeklinde emir verdi. İçlerinden yalnız, Memiş, Sefer ile Bekir efendilerin babıâlide Bostancibaşı Şâkir beyi sarayda boğarak katledip, başlarını eşkiyaya gönderdiler. İbrahim kethüdayı firar etmiş olmasına rağmen Yenikapı Langa da bulunan bir evin mahzeninde yakaladılar. Büyük hakaretlerle Et meydanına getirdiler. Başmühendis olan pek de kıymetli adamlarından biri olan Ali beyle birlikte kılıç ve hançer darbeleri ile paraladılar. Bu iki garibi, Et meydanına getirirlerken, meydana gelen izdiham esnasında, ortalığa hâkim olan nizam-ı cedid askeri geliyor sedasının korkusuda eşkiyanın birbirlerini ezercesine kaçışına sahne oldu ki, nizam-ı cedidle aralarındaki fark bu hadisede de pek ayan oluyor. Artık, fesat ateşi adamakıllı her yeri sarmıştı. Sönmek bilmemekteydi. Sultan Selim, sadaret kaymakamına gönderdiği bir hatla meramları nedir? Sorusunu ulaştırdı. Nizam-ı cedidin hazinesinin kaldırılmasını talep ettiler. Bu talebi de padişah:,<İrad-ı cedidi de kaldırıp lanet ettim> şeklinde haber gönderdi. Del-lallar bu meseleyi de sokak sokak bağırarak dolaşıp ahaliye duyurdularsa da, eşkiya yerinden kımıldamıyordu. Birden bire Abdülhamidi evvel'in şehzadelerinden Sultan Mustafa ve Sultan Mahmud'u kimseye inanmadıkları için, kendilerine ait kimselerden, yanlarına adam koyacaklarını ve muhafaza edeceklerini isteyen teklif gündeme geldi.
Sultan Selim, bu teklife de olumlu cevap sayılan evet'i bastı. Ulemadan biri ve ocaklıdan da birisi gelip muhafaza etsinler dedi. Seçe seçe birinci imam ve aygır İmam lakablı, Hafız Derviş Mehmed ile eski sekbanbaşı Osman ağa saraya gönderildi. Sultan Selim bu münasebetle babıâliye yazdığı hattı hümayunda diyorki; Bu hattı hümayun babıâli'de bütün ulemayı ağlatmış ise de ne faide! Çünkü kendi ekmeğini yemiş olan Aygır İmam bile saraya giderek, kendi yüzüne karşı: şeklinde kabaca hitablarda bulundu. Sekbanbaşı Osman Ağa utanarak dışarı çıktı. Padişah ise yine de nezaketini elden bırakmadı: emrini verdi. Bu şekilde huzurundan defey-ledi. Eşkiya o günde dağılmadı. Hemen ertesi günkü Cuma günü şeyhülislâm huzurunda, eski vede hali hazır sekbancı-lar, başturnacılar ve ocak ihtiyarları ile söz sahiblerinden, meydana gelmişlerle yapılan toplantıda, toplanmış bulunan isyancıların dağılması ve herkesin yerli yerine gidip, boğaz isyancılarına hilatlar giydirilip, rütbeler ve bahşişler verilmesi kararlaştırıldığı halde şeyhülislâm Ataullah efendi de: <.varın bir kere başbuğlara ve adamlarına sual edin. Başka bir talepleri varmıdır?> Dedi. Bu sorunun gereği için üç-dört ihtiyar toplanmış bulunanların cemiyetine gittiler. Orada bulunan cemiyet ileri gelenlerinden çıkan cevap, askerler ile bir görüşelim oldu. Et meydanında bulunan Namazgahın hemen yanında istişare etmeye başladılar. Bu sırada İstanbul Kadısı, Muradzâde Murad eşkiyanın ortasına dalarak: "Fakat bu olanlardan sonra bu padişaha emniyet etmek mümkün-mü?" sorusunu ortaya atarak, kıyamın durumundaki büyük bir renk değişikliğine sebeboldu. İsyancıların başında bulunanlar adetâ koşarak şeyhülislâmın yanına doluştular ve: "Sultan Selim'in saltanatında bağımsızlığı yok. Hükümeti bir takım zalimlerin eline verdi. Kendisi zevk ve safasıyla meşgul. İşbaşına getirmiş olduğu kimseler fakir ahaliye çeşitli zülumlar ediyorlar. Böyle bir padişahın hilafeti sahihmi-dir? deyince, Ataullah efendi zaten tasavvuru bu soruyu sordurmak olduğundan, 3. Selim'in hâl'ine fetva verdi. Babıâli-de bekleşmekte olan zamanın uleması, At meydanına toplanmak üzere çıktılar. Bu ulemanın bir bölümü hâl işinin doğru olamayacağını, isyancılara nasihatin yeterli olucağını söylerken, Kabakçfnın baş elemanlarından Bayburdlu Süleyman:
<Şimdiden sonra ne o bize padişahlık eder. Ne de biz ona kulluk ederiz. Bu işi hemen bitirelim> diyordu.
Bu sırada ise, Et meydanında Sultan Mustafa'nın tahta çıkışının duası yapılıp, fatihası okunuyordu. Okunan fatihadan sonra askerinde hep bir ağızdan amin diyen sedası her yana yayıldı. Buna ne yapalım? dediğinde sergerdeler de":
-Siz ulema ile gider, Sultan Mustafa'yı tahta iclas edersiniz. -Ben yalnız gidemem. Asker isterim. -Beşyüz asker yetermi? -Daha çok olsun.
-îkibin asker siz saraya varıncaya kadar yirmibin olur. Biner kişiden, iki bayrak askerle sekbanbaşi eskileri ve diğer ocaklı, şeyhülislamla ulemayı At meydanından alıp, alay halinde yürüdüler. Sarayın önünde bayraklarını babı hümayunun ikitarafına dikilip durdular. BabıâÜde Musa paşa neşeli, devletin ileri gelenleri resmi elbise tedarik etmekle meşguldüler. Sultan Selİm'e; hal olundunuz haberini vermek işini Anadolu kadiaskeri Hafid efendi üstüne aldı. Sekbanbaşı Arif ağa ilede saraya gittiler. Ancak kapılar kapalı İdi. Hemen Darüssade ağasına, Sultan Mustafa tahta çıkmadıkça ve biat merasimi yapılmadıkça askerin dağilmayacağı mealinde bir tezkere yazılıp vezir karakulağıyla Soğukçeşme kapısından, Enderuna gönderildi. Tezkereyi alan ağa, sünnet odasında oturmakta bulunan padişaha getirip açmadan teslim etti. Padişah tezkereyi okudu ve dudaklarından ayeti kerimesi döküldü. Harem-i hümayuna çekildi. Bu hareketi saltanatı terk etmekti. Fakat dahilde kimse haberdar değildi. Dışarısına gelince izdihamdan geçilebileo yer kalmamıştı.
Musa paşa, saray kapıları açılmaz ise açmaya lâğımcıl arıyor, isyancılar ise, öğretildiği gibi: -Sultan Selim'i istemyiz, Sultan Mustafa efendimizi isteriz, şeklinde bağırışmaktlardı. Musa paşa bunların bir bölümünü babaıâliye gitrnele hususunda teşvik etti. Hakikaten o kimseler babıâli'ye geç*rek ortalığı velveleye verdiler. Vaziyet bu şekle gelince şeyhülislam ve diğer devlet adamları, padişahın sarayına gitmeğe mecbur kaldılar. Bu velvele esnasında mabeynci Ahme Muhtar bey isyancıların eline düştü ve parça parça edile Saraya gidilip, Babüssadenin Önüne gelindiğinde yalnızc şeyhülislâm, kaimakam Musa paşa Sofa denilen yere kadar gittiler. Topal Ataullah, padişaha vaziyete son derece nâzine ve riyakârene tarzda izah etti. 3. Selim'de çekilirken, dü;
manini hâla dost biliyordu. Bunlar olurken tarih 1222/180 yılını göstermekteydi. 19 sene 7 ay 10 gün saltanat ett
Devri hep olaylar ile geçti. Onun zamanında, iç işlerde e çok nazarı dikkati calibiyet bölümü, isyancıların dahi kendisini sevip, saygılı davranışlarda bulunmalarıdır. Ancak ülke) bir çok ellere emanet edilmiş görerek iddialarında durmalarıdır. Cevdet Tarihinde nakledildiğine göre;
"Cezzar Ahmed paşa bile padişahın adı anıldıkça hemeı ayağa kalkar, fermanı geldikçe, binek taşına kadar iner benim boynum Sultan Selim'e kıldan incedir. Katlim mu rad-ı şahaneleri olduğunu bilsem bir dakika durmam, başı rnı teslim ederim, der idi"
Payas'da isyan ederek epeyi şöhret sahibi olan Küçük A oğlu Halil paşa da, müverrih Asım'a göre: "Devlet dediğiniî yalnız taraf-i saltanat mıdır? Taraf-ı saltanat ise, emrine bo yun eğeriz. Maazallahu Teâla isyanda bulunanların, nama; ve nikâhları sahih olmaz. İkinci ve üçüncüye gelince biı memlekette bir kaç tane padişah olmaz. Bizim serkeşliğimizin, Yusufağa ile İbrahim kethüda gibilerlerdir." Demişdir.
Zaten vakalardanda anlaşılıyor ki, 3. Selim fikren padişah olmakla birlikte, icraatda gayet zayıf, halim ve ürkekti. Milletin, tahta çıktığında gençliğine güvenerek ümid ettiği sağlamlık ve ulviyet bütünü ile kendini gösteremedi. Bu tecelli-yatın istenen ve ümid edilen şekilde neticelenmemesi, saltanat sahibi muhtemel kimselerin, padişahlık bilgileri ile alakalı idari malumatlardan mahrum bırakılmış olmalarından da kaynaklandığı bir vakıadır. Tarihçi Asım bey 3. Selim'in, nizamı cedidi kurması, babası Sultan 3. Mustafa'nın yıldızlar ilmine olan düşkünlüğü sebebi iledir, diye yazmıştır. 3. Mustafa'nın emri ile baş müneccim Yakup efendinin tayin ettiği za-yiçe gereğince vaz-ı hami, yâni doğum esnasında Hekimbaşı, saat elinde kapı önünde durarak, Sultan Selim tam saatinden önce doğması hasebiyle, eliyle saatin milini çevirmiş ve zayiçeyi bir olacağını müjdeleyen beklenen vakte getirmiş olması, saray da sevinç feryatlarının atılmasının da sebebi olarak görülmüştü. Nedimler ve yakınları 3. Mustafa'ya, şehzadenin İskender'e nazire yapacağını müjdelediler. Padişah ölüm hastalığında bile:
-Oğlum Selim, büyük bir padişah olacaktır. Abdülhamid'i bırakta onu tahta çıkarın diye tavsiye ettirmeye vardılardı.
İşte böyle bir söz, Selim'in kulağına erişdiğin de çok gençti ve kencfisinde bir cihangir olma emeli gönlünde yer etti. Hâttâ sarayda daha kafesteyken bile, Osmanlı devletine bu çeşit rehavet neye gerekiyor? Gittikçe saltanatı Osmaniyenin revnakı gidiyor. Ben şimdi makamı saltanatta olsam şöylece yapardım, böyle biçerdim diye söylenirmiş, Bu ham sevdasıyla, istanbul'da ve Anadoluda, topçu, humbaracı, lağımcı, piyade ve süvari olarakda elli-altmışbin sayısını aşan talimli asker meydana getirmişti. Ancak, işin sonunu getiremedi.
Zaaf ve yumuşaklığı, beceriksizliği tedbirlere engel teşkil ediyordu. Bir nevi yavaşlık ile malûldü. Yoksa yeni fikirler erbabından olduğuna, devrinde yapılan binaların zerafeti, avrupa askeri sanayiinin ülkeye getirilmesi, dokuma sanayii ve ilmi tabiat ve fenni İle bilhassa matematikte, ileri gitmemize himmeti pek büyük olmuştur. Hattâ humbarahane nâzın Ramiz efendiye hendesehane (matematik) nezaretini de verdiler. Hocaların tayini ve derslerin düzenlenmesinde, Râmiz efendiyle gizlice haberleşirdi. Mühendishanei berri hümayun ki, yüksek askeri mekteplerimizin ilkidir. 3. Selim hânın kurduğu mekteptir. Hat yazısında mahareti, musikide büyük bir üstadhğı bulunuyordu.
Şiirde tlhami adıyla yazardı. Tarih-i Cevdet; en son söylediği şiirin: "Kimdir ol kimmi şâdi leh olub şir-i yenkâm Ana himyaze-i gamı olmaya araz-i encam Mest-i sahba olanın hâli budur Gâhı peymane çeker gâh hımar âlemi" kıtası olduğunu yazdıktan sonra, sonuna ebced hesabı ile: ibaresini yazmış olduğunu söylüyor. Askeri vede Bahriyenin ıslahatından başka, tahttan indiriliş tarihide olan 1222/1807 senesinde, ilmiye yolunda olanların da ıslahına gayret etmişse de, muvaffak olamadı. Şehid edilmesi vakası pek elem dolu bir hadisedir. 1223/1808'de vukubulmuştur ve 48 yaşında idi. O vak'ayı 4. Mustafa devrinde vukubul-muş olması hasebiyle çalışmamızın akışı içinde o padişahın serencâmını anlatırken vermeye çalışacağız. 3. Selim'in aleyhinde kıyama kalkışanların, Rusya ve İngiliz elçilerinin, devlet adamlarımız ile gizli münasebetleri olduğu hattâ Mısır seferinde İngilizlerin, güya kendini gösteren yardımları hasebiyle bunlardan çoğunun, İngiliz tarafdan olduklarının bahsedilmekte olan münasebete, delil olduğu aleyhlerine ittifak edilen bir durumdur.
3. Selim'in ıslahat ve tensikattan maksadı, devletin meşrutî bir usule kavuşturulması olduğunu da zannedenlere, bu zanlannin pek gülünç bir kapılış olduğunu burada izah etmeyi zaid addederiz. 3. Selim dönemin de, Osmanlı devletinin arayış içine girdiği herkesin malumudur. Buna bağlı olarak padişah, kendisine fikir verecek her çeşit yaklaşıma fırsat veren bir tutum sergilemekteydi nitekim bir çok müracaat ve lâyiha takdim edenler olmuş ve bunlardan da istifade olunduğu bir hakikattir. Bilgi bankası bölümümüze atf-u nazar ettiğinizde hemen göreceksiniz. Şimdi lâyiha verenlerderrbazı-larının adını taşıyan bir listeyi deyine Nizâm-ı Cedid askerlik ekolünün kuruluşunun 206. yıldönümü münasebetiyle yazdığımız makaleden bir pasajı da sahifeierimize almayı lüzumlu bulduk.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Nızam-I Cedıd'in Te'sisi Paz Ocak 25, 2009 6:55 pm
Nızam-I Cedıd'in Te'sisi
24/şubat/1793 tarihi Nizâm-ı cedid adı verilen asker ekolünün kuruluşudur. Demek ki günümüze kadar geçen zaman dilimi 206 yılı bulmuş. Osmanlı devletinin kuruluşunun 700. yıldönümünde asker millet olan yapımıza, başka bir tutum ve anlayış getiren, askeri düzenlemeyi tetkikten ziyade, Ni-zâm-ı Cedid terkibinde yatan gerçek mânaya atf-u nazar etmekle, sanırım isabetli bir çalışma yapmış oluruz. Nizâm kelimesi lugat'da sıra, dizi, düzen dizilmiş olan şey. Bir kaideye binaen tertib olunma, bir işin sebat ve kıvamına medar, se-beb olan şey ve hâlete denir. Bir de cedid kelimesine bakalım ve "yeni, kullanılmamış" mânasına geldiğini görüyoruz. Hiç Nizâm-ı Cedid terkibinde askerlik mânasını istinbat kabilimi? Yâni askerlikten bahseden bir terkip, bulunuyormu? Cevabımız; hayır'dır. Ancak, disiplin ve düzen, meslek~i celi-le-i askeriyye'ye pek denk düştüğünden ve asker bir millet olmamız hasebiyle, bahsedilen terkibi, askeri birliğimize isim olarak kullanmaya başlamışız. Aslında, Nizâm-ı Cedid terkibindeki ifade şimdiki tâbirle yeni düzen anlamındadır.
Osmanlı tarihinde şehid padişahlar arasında daima hüzünle anılan bu zât, yâni 3. Selim, bahse konu terkibi, idare de yeni düzen anlamı İçinde uygulamayı düşünmüş ve devletin en önemli rüknü olan askeri mekanizmada tatbikata başlamıştır. Osmanlı devleti hizmetinde çalışmış bulunan, Fransız subaylarından Jaroks Deniş; "İstanbul İsyanları" adlı kitabında 3. Selim'in ıslahatını şöyle anlatıyor: "19. asrın başlangıcında Selim, cüretkâr bir ıslahat projesi hazırladı. Bu projede yeniçerilerin kaldırılması, ulema nüfuzunun kırılması, fetvalarıyla padişahların teşrî selâhiyetini taksim eden (paylaşan) şeyhülislâmların fetvalarına son verilmesi, Osmanlı devletini avrupanın; sanatta, ilimde, askeri meselelerde, zi-raatte, ticarette vede medeniyette yaptığı terakkilere ortak yaparak yenileştirmeyi hedef tutuyordu." Gerek bu ifâde ge rekse başka bir arşiv vesikası Nizâm-ı Cedid'in geniş ölçüde bir ıslahat olduğunu beyan ediyor. Yine; Ahmed Cevded paşa tarihinde; Yayla İmâmı risalesinde 3. Selim devrinde yapılan ıslahatın (dikkat yapılan ıslahatın) 72 madde olarak tes-bit edildiği yazılıdır. Bu beyan bizim iddiamız değil, TTKY. la-nndan "Selim 3'ün Hatt-ı Hümayunları" adlı eserinin 29. sa-hifesinde yer almakta. Kitabı yazanda pek öyle Osmanlı hayranı olmayıp. Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal'dır. Hemen ilâve edelim ki; 3. Selim asla bir halife olduğunu unutmamış ve kaidey-i diniyeye vakıf vede tatbikatı olan bir padişahdir. Fransız zâbit'in bahse konu tesbiti, avrupahların bizi iyi anlayamamalarından, kaynaklandığı gibi, kendilerinde olmayan müesseseleri keenlemyekün sayma adetine saplanmalarıdır.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Şehzade Eğitimi Paz Ocak 25, 2009 6:56 pm
Şehzade Eğitimi
3. Mehmed'in; Osmanlı tahtına geçmesinden sonra, şehzadelerin vilayetlerde vazife içinde yetiştirilmesi sistemine son verildiği bilinmektedir. Bundan dolayı bu padişahdan sonra ki padişahların kabiliyetleri, İdarecilik noktai nazarından hüdâ-i nabit bir hâle gelmiştir. Çünkü sarayda verilen eğitim, bir vilâyetin, hatta bir eyâletin işlerini gözeterek çekip çevirme imkânı bırakmadığından iş sadece istidatla meraka kalıyordu. Çok mükemmel bir terbiyeci dahi, arzu ettiği ortamı yakalayamadıkça ne kadar faydalı olabilir ki? Üstüne üstlük, sarayda geçen hayat boyunca yaşanan dâirede, her an gelmesi imkân dahilinde olan bir ölüm iradesi beklemek korkusunu da buna eklerseniz, bu sistemin artık, mükemmeller yetiştiremeyeceği hakikatına erersiniz. Ancak ne kabiliyetli kimselermiş ki; bu bütün olumsuzluklara rağmen, fevkaladeler yâni vasatın üstünde olanlar, yine de çoğunluğu teşkile muvaffak olmuşlar. Deli! Dedikleri Sultan İbrahim, Girid'i almış.
İşte 3. Selim'de, sarayın şimşirlik denen bölümünde, yetişmiş şehzadelerinden biriydi, güzel bir öğrenim görmüş. Muasırlaşmak yoluna, memleketinde katılmasını öngörmüş. Bunu temin içinde Avrupa'ya Ebubekir Ratıp Efendi adlı bir zâtı göndermiş, oradaki yenilikleri tesbit etmeyi emr etmiş. Beri yandan taht'a geçergeçmez, ülkesinin insanlarından layiha adı verilen, teklifler yapılmasını talep etmiştir. Bu talep 22 adet layiha ile cevap bulmuştur. Bu lâyihaların 20 tanesini müslümanlar, 2 tanesini de avrupalı iki hristiyan vermiştir. Bu lâyiha veren fikir ve cesaret sahibi insanların adlarıyla sa-hifelerimizi süsleyelim. 3. Selim'e Lâyiha Veren Zevat 1- sad-rıazam Koca Yusuf Paşa 2-Sudurdan Veli Efendizâde Emin 3-Salihzâde Efendi 4-Âşir Efendi 5-HayruIlah Efendi 6-Def-terdar Şerif Efendi 7-Tatarcık Abdullah Efendi 8-Çavuşbaşı Raşid Efendi 9-Abdullah Berri Efendi 10-Hakkı Bey 11-Tersane Emini Hacı Osman Efendi 12-Kethüdai sadr-ı âli Çelebi Mustafa Reşid Efendi 13-Elhac İbrahim Efendi 14-Rikâbı Hümayundan ayrılma Rasih 15-Mustafa Efendi 16-Tarihçi En-verî Efendi 17-Lâleli Mustafa Ağa 18-Ali Râik Efendi 19-Ma-beynci Mustafa İffet bey 20-Beylikçi Sun'i efendi ile Tezkire-i Ülâ, Firdevs Efendilerdir. Hristiyan olup lâyiha veren iki kişi, birincisi, Osmanlı ordusunda vazifeli Bertrano adlı bir Fransız subay, 2. si ise İsveç elçilik memurlarından M. d'Ohos-son'dur.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: 3. Selim Hân'ın Hanımları Ve Çocukları Paz Ocak 25, 2009 6:56 pm
3. Selim Hân'ın Hanımları Ve Çocukları
Sultan 3. Selim'in hanımlarının sayısı, her padişahın harem hayatıyla ilgili belirsizlikten farklı değildir. Tarık Yılmaz Öztuna, onaltı hanımefendiden söz açarken, TTK yayını Çağatay (Jluçay'ın ise onbir hanımefendiden bahsederken, Al-derson yedi isim vermektedir. Bu vaziyet karşısında Öztuna tasnifini öne alarak, bilahire diğerleriyle mutabık olan isimlerin dışındakilere bakacağız.
Nef'i Zâr, başkadın efendi 1770 doğumlu olup, 1792'de vefatı vukubulmuştur. Kaimpederi 3. Mustafa'nın adıyla anılan ve kocası 3. Selim'inde defnolunduğu Lâlelideki türbesinde medfundur.
Hüsnimâh başkadınefendi, 1772'de doğmuş ve 1814'de 42 yaşında vefat etmiş. Lâleli'deki 3. Mustafa türbesinde medfundur.
Zibifer, 2. kadınefendi olup 1773'de doğup, 1817'de 44 yaşında vefat etmiştir. Kütahya'da, Kıbrıs'da, Rakka'da ve Filibe de mallan vardı, beylerbeyi'nde yalısı vardı.
4. ise Afitab 3. kadınefendi 1773'de doğmuş ve 1807'de vefatı vukubulmuş, Selimiye Camii haziresinde medfun.
5. Hanım ise, Refet Kadınefendi olup, 4. kadınefendi olarak adıgeçmektedir. 1780'de doğmuş, kocası 3. Selim şehid edilirken yanında idi. 1867'de 87 yaşında vefat etti. Üsküdar Selimiye'de, mektep yaptırmıştır. Mihrişah Valide türbesine defnolunmuştur.
6. hanımı ise; Nur-i şems Kadınefendi, 1781 'de doğup, 1826'da vefat etmiş, Laleli'dekİ 3. Mustafa türbesinde med-fundur.
7. Hanımı ise Demhoş Kadmefendi olup, hakkında malumat olmayıp, vefatı 1807'den sonra olduğu biliniyor.
8. hanımı olan Goncanigâr Kadınefendi de aynen 7. hanım gibidir malumat açısından
9. hanımları ise Mahbube Kadınefendi olup, Beypazarı'nda çiftliği olup, vefat 1806'dan sonra olduğu biliniyor.
10. hanımı ise, Tâb-ı Safa Kadınefendi olup, 1854'de vefatı söz konusu ve Lâleli'de defnolunmuştur. Fındıklı'da konağı, Kütahya'da çiftlikleri olduğu bilinebiliyor.
11. eşi de Mihriban Hanımefendi olup, ikbal idi. Büyük bestekâr Hacı Sadullah Ağa ile evlendirmiştir.
12. cisi ise; 1809'da vefat eden Nefise Hanımefendi, Laleli cami türbesinde defnolunmuştur.
13. ise; Pakize Hanımefendi, ıkbal'dir. ..
14. olan Fatma Fer'-i Cihan Hanımefendi, vefatı 1811 olup, ıkbal'dir, Müderris Mehmed Münir Efendi ile 3. Selim evlendirmiş bulunmaktadır.
15. isim ise Aynî Safa Hanımefendi, İkbal olup bu hanım hakkında da malumat yoktur.
16. olarak Meryem Hanımefendide İkbal'dir. Vefatı 1807'den sonradır. Öztuna bey; 3. Selim'in çocuğu olmadığını kaydediyor. Çağatay Üluçay, edeb dışı bir ifade ile 3. Selim, kısırdı dedikten sonra da çocukları olmamıştır diyor, kisırdı dedikten sonra da çocuğu olmadığını söylemek ne kadar doğru bir ifade sayılabilir.
Beri yandan; Vezir-i azam, padişahın Ahmed adı verilen bir oğlu olduğunu yazmış ve günde üç kere top atılmasını emretmiştir, ifadesini kaydetmiş ve buna belki siyasi düşüncelerle diyen bir esnek mütalaa koyarak hafife almaya tevessül etmiş görülüyor. Yine Öztuna bey ile (Jluçay arasında Öztuna bey. ikballeri hanımı olarak kabul etmişki, beş ikbali hanımları seviyesinde saymış, üluçay bey; İkballerden sadece Meryem hanımefendiyi listeye almış yukarıda, ikbal diye geçenleri bahse konu etmemiştir. Üluçay bey'in listesindeki Safizar kadına, Öztuna bey listesinde yer vermemiş. Ancak Şehsu-varoğlu Sefizar diye bahse konu etmekte. Hemen bu a^ada hatırlatalımki; İkbal tâbirini iugat şöylece tanımlamakça: İkbal; padişahların hareminde yer alan cariyeleri aras*ında ha-nımsultan'lığa namzet olanlar, demek. Yâni; padişahın nikâhlı hanımı olmayıp, nikâhlısı olması muhtemel olanlar mânasını taşıyor.
3. Selim, Osmanlı tahtına oturduğunda makam-ı sadaret-de Koca Yusuf Paşa bulunmaktaydık! 61 gün sonra Yusuf Pa-şa'nın yerine 7/haziran/1789'da Kethüda Cenaze Hasan Paşayı göreve getirdi. Hasan Paşa, göreve geldiğinde esir-i firaş idi, yâni hasta yatağındaydı, bu yüzden Meyyit (ölü) Hasan Paşada denmiştir. 3/aralfk/1789'da sadaretten infisal etdi-ğinde, hizmeti, 5 ay, 26 gün sürmüş oluyordu ve yerine başka bir Hasan, Cezayirli Gaazi Palabıyık Hasan Paşa getirildi. Paşa bu makamda ancak, 3 ay, 28 gün kalabildi, yerini başka bir Hasan Paşaya bıraktı. Bu paşanın tam adı; 156. Osmanlı sadnazamı olan, Çelebizâde Şerif Hasan Paşa idi ki. bu zatında infisalinde 10 ay, 16 gün hizmet verdiği görülmüştü.
Bu infisalin peşinden sadaret, 15/şubat/l 791 'de Koca Yusuf Paşaya 2. defa tevcih olundu. 1 sene, 2 ay, 17 gün görevde kaian, Koca Yusuf Paşa görevi bıraktığında târih 4/ma-yıs/1792'yi gösteriyordu ki onun yerine, Dâmad Fındıklılı Melek Mehmed Paşa'ya teveccüh ettirildi. Bu zât, 2 sene, 5 ay, 16 gün süren sadaretden sonra 19/ekim/l 794'de, Saf-ranbolu'lu İzzet Mehmed Paşaya makama oturmak sırası geldi. Bu paşa makamı boşalttığında geçen zaman dilimi, 3 sene, 10 ay, 12 gün sürmüş ve takvimlerin bu sırada, 30/ağustos/1798'i gösterdiğini söyleyebiliriz. Sıra Yusuf 2i-yaeddİn Paşaya geldi, 6 sene, 7 ay, 25 gün süren sadaret noktalandığında takvimler, 24/nisan/l 805 târihini göstermekteydi. Sadaret bu sırada Hafız İsmail Paşaya veriliyor, 1 sene, 6 ay, 20 gün görevden sonra 3. Selim son sadnazamını atamıştı ve bu zâtın adı da: Çiçekçizâde Üsküdarlı Keçiboynuzu Ağa İbrahim Hilmi Paşa idi. Târih ise; 14/ka-sım/1806'yı gösteriyordu. 3. Selim'in hâl ediliş târihi olan 29/mayıs/1807'ye kadar, bu sadrıazamından 6 ay, 15 gün kadar hizmet alabildi. Bu sadnazamm, geri kalan dönemi ki bu da 19 gün idi 4. Mustafa'ya vermiştir. Bu suretle ]8 yıla yaklaşan saltanatında 3. Selim, sekiz sadrıazam ile çalışmıştır, çünkü Koca Yusuf Paşa sadarete iki defa geldiğinden sekiz sayılır aslında yoksa dokuz defa sadrıazam mührü vermiştir.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: 3. Selimin Şeyhülislâmları Paz Ocak 25, 2009 6:57 pm
3. Selimin Şeyhülislâmları
3. Selim Hân;taht'a geçtiğinde makarn-ı meşihatde i 18. Osmanlı şeyhülislâmı olarak Mehmed Kâmil efendiyi bulmuştu. Bu zat, 19/ağustos/İ789'a kadar görevde kalmış ve 3. Selim'e, 4 ay, 12 gün, hizmet vermiş yerini, İshakzâde Mehmed Şerif Efendiye bırakmış ve bu zat da 2. meşihatını 17/ekim/1789'a kadar sürdürmüş, 1 ay 29 gün görevde kalabilmiştir. Yerine gelen Reisül ulema Yahya Tevfik Efendi, 13 qün kaldığı meşihatde, son nefesini vererek ahirete intikal etmiştir. Yerine; Mekkî Mehmed Efendi, 27/mart/179rden, 12/temmuz/1792 arasında 1 sene, 3 ay, 16 gün, makam da-kaldi. 123. şeyhülislâm olarak, Dürrizâde Arif Efendi 2. defa meşihate gelmiş ve 6 sene, 1 ay, 19 gün kalmıştır. 30/ağus-tos/1798'de yerini Reiszâde Âşir Efendiye bırakmış 1 sene, 10 ay, 12 gün vazife yapan Âşir Efendi, "I 1 /tem-muz/!800fde, yerini Samânizâde Ömer Hulusi Efendiye bırakmış ve bu zâtda 2 sene, 10 ay, 11 gün makamda kaldıktan sonra yerini, 21/mayıs/1803'de, 126. şeyhülislam Sâlih-zâde Ahmed Es'ad Efendiye bıraktı, 3 sene, 5 ay, 24 gün hizmet vermiş bulunan Sâlihzâdede, 14/kasım/I 806'da verini İshakzâde Topal Mehmed Ataullah Efendiye bıraktı. Bu zat da, 3. Selim'in son tâyin ettiği şeyhülislâm oldu ve bu padişaha, 6 ay'15 gün hizmet verdi. Böylece 28. padişah ve 20. Osmanlı halifesi olan 3. Selim Hân, 10 şeyhülislâmla çalışmıştır.
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: 1736'dan-1789'a Kadar Deniz Harekâtımız Paz Ocak 25, 2009 6:57 pm
1736'dan-1789'a Kadar Deniz Harekâtımız
Osmanlı devleti; Amira! Predal komutasındaki Rus donanmasını Azak kalesine saldırıya geçiş haberini aldığında, yetişmesinin mümkün olmadığını idrak ettiğinden, hiç olmazsa Azak Kalesi gibi stratejik bir*yerde filo bulundurmamanın bedelini, Azak'ın elinden çıkması acısı içinde ödemekle karşı karşıya kalmıştı. Bu târih, yâni 1736'dan sonra Sinop i!e Kırım arasında filo dolaştırmayı parprensip olarak kabul etti.
İlk filo da, Canım Hoca Mehmed Paşa komutasında devriyeye çıktı. Akabinde de, Süleyman Paşa, yanında 4 çektin. 40 firkate ile bu göreve genişlik kazandırdı. Daha önceleri
Demirbaş Şarl tarafından, Sultan Mahmudu evvele hediye olunmuş olan, "Hediye tül Mülk" adı verilen bir kalyon Si-nop'dan Kırım'a asker taşımak hususunda istimali gerçekleştirildi. Bu donanma Kırım'ın haylice işine yaradı böylece Ruslar sıkıştırdıkları Kırım'ı terkettiİer. Süleyman Paşa: 1151/1738'de Rubat'a geldi ve buradaki Rus gemilerini abluka altına aldı.
Amiral Predal, gemilerinin Osmanlı kuvvetlerinin eline geçmesini önelem için gemilerden söktürdüğü toplan karaya taşıttırdı, sonra da gemilerini bîr bir batırarak mücadeleye girişmeden ölümü tercih ettiler. Süleyman Paşa bunları gerçekleştirmekteyken, Canım Hoca Mehmed Paşa da Dinyeper ağzına ulaşmıştı ve karşısında, 400'e yakın sayıda, bir nevi ikmâl işlerinde kullanılan tekneler görüvermişti. Ama o teknelerin kullanıcilanda Osmanlı filosunu görünce her biri sağa sola kaçmış kimileri teknelerini batırır, kimileri de karaya oturtmaktaydılar. Yalnız bir İşde aynını yapıyorlardı ki o da, hızla bölgeyi terk etmekti. Ruslar ile Osmanlılar arasındaki bu savaşı durdurabilmek için Fransa arabulucu olmuş, bunun ilk müzakereleri istanbul'da yürütülürken daha sonra da Villa Nuva'ya taşınılmıştı. Burada alınan netice, Azak kalesinin Rusya tarafından yıkılması, bu kale etrafındaki toprakların tarafsız arazi olarak kullanılması ve her iki tarafın buraia-ra saldırıda bulunmaması, Kırım Tatarlarının, Rusya üzerine saldırı düzenlememesi, yine Rusların, gerek Karadeniz gerekse Azak denizin de gemi bulundurmaması derpiş olunmuştu.
Kuzey Kafkasya da, Büyük ve Küçük Kabartay adlı devletlerin sınırlarını tesbit etmeleri ve buna Osmanlı ve de Rusya devletlerinin müdehale etmemeleriydi. Buğdan'da, elege-çirdiği toprakları Rusların, Osmanlıya iade etmesi, gerektiği vebu antlaşmanın üç ay içinde tasdiki îdi. 1 8/eylül/l 739'da imzalanan bu antlaşma 12/aralık 1739'da, iki devlet Osmanlı/Rusya arasında teati olundu. Sultan 1. Mahmud Fransa'nın bu arabuiuculuğuyla varılan sonuçtan memnun olmuş ve bunları kara gün dostu olarak nitelemiştir. Yoksa; Mah-mud'lann ikincisi, çok daha sonraları, avrupayı Rus emperyalizminden nasıl koruduğunu meşhur şâir La Martine anlatırken, fransızların bunu anlamadıklarını şikâyet etmiştir. Osmanlı padişahları târihi pek iyi öğrenen insanlardı. Bu bakımdan hiç kimse, 1. Mahmud'un Fransızları kara gün dostu olarak, nitelemek gibi bir unvanı dile getirmesini siyaset dışı hissi bir ifade olarak anlamasın, şüphesizki, Rusların sıcak denizlere inmesinin, Fransız menfaatlerine hayır getirmeyeceğini bilmek için fazla bir gayret sarfetmek icâb etmez. Denizle ilgili mevzularda kendimize kaynak ahzettiğimiz merhum Amiral Afif Büyüktuğrulun, değerli çalışması, Sultan Mahmud-u evvelin, yukarıda arabuluculuk yaptığını söylediğimiz antlaşma için Fransız yardımına iyi teşhis koyamadığını, bunu babalarının hayrına yaptığı kanaatine kapıldığı babında ifadeler serdeder ki merhum amiralimiz doğru bir teş-hisde bulunamamıştır. Sultan Mahmud'a göre; Rusya veya biz, sahne-i târihden çekilmedikçe, nice seferlere böyle çatışmalara gireriz bu çatışmaları hal ü fasi eyleyeceklere ihtiyaç vardır uzak görüşlülüğü neticesinde, Fransızlara bir takım imtiyazlar tanıdı ve bunu ileriye dönük tedbirler arasında mütalaa etmek lâzımdır.
Şimdi Sultan Mahmud'um; verdiği imtiyazları bir sırahyalım daha sonra da kanaatimizi belirtelim.
a- İstanbuPdaki Fransız Büyükelçisi, kıdem, makam, serbestlik ve muafiyet bakımından diğer b. elçilere nazaran daha üst bir mevki de sayılacak.
b- Osmanlı ülkesinde Fransız t>. elçilik ve konsoloslukları öbür elçiliklere göre daha üstün hakka mâlik olacaklardı.
c- Fransa b. elçilik memurları ve mensupları cizye vermeyecekti.
ç- Kudüs'teki Hz. İsa (A.S)'m kabri, Fransa krallık idaresi altında yürütülecek, burayı onarmak istediğinde Osmanlı devleti kendilerine engel olmayacaktır.
d- Fransız tebasi papazların, aynen Fransa konsolosluk, memur ve mensupları gibi haklan olacaktır. Şimdi bu yapılan bol keseden imtiyazın, Hz. İsa (A.S)'a ait olanı daha sonraları Fransızlar ve Rusların Kudüsdeki idare hususunda birbirlerine düştüklerinde biz hem hakem hem de karar "merci olmuşuzdur, böylece de hristiyan âleminin, inançlar: istikametinde, kavga edecekleri bir platform tesis etmiş oluyoruz-ki bu soğuk savaşın en geçerli politik arenayı kurma olarak vasıflandırılabilir.
Diğer tarafdan avrupa insanı dindarları papasiarın hürmet gördüğü bir ülkeye saygıyla karışık bir sevgi besler. Bu yönüyle padişahın papaslara tanıdığı bu kolaylık memurlar ile papaslar arasında gizli bir rekabetde doğrucaktır. Bir daha belirtmek icâb eder ki; 18. yüzyılın başında, diğer bir tarifle, 1701'den sonra dünya denizcilik sahasında pek mühim teknolojik gelişmeler yaşandı. İngiliz bahriye nâzirlığıda dünyanın çeşitli bölgelerindeki denizlere yolladığı gemilerle araştırma ve geliştirme çalışmalarını başlattılar. Bunların neticesinde de bir hayli olmak üzere deniz endüstrisini ve denizciliği terakki ettirdiler. Meselâ çeşitli denizlerin mıknatisiyet özelliklerini incelemişler, daha mükemmel haritalar yapmaya muvaffak olmuşlar, bu arada da mıknatıslı pusulaların tashihi için, güneş ve yıldızlara göre geminin bulunduğu mevkii tesbit için seksant aletini icâd etmişler, astronomi iimini de bu çalışmalarla hayli genişletmişlerdi. Bir ada ülkesinin yapması gerekenlerin hepsini yapma gayretini, yaşamayı bu işieri güzel yapmaya çalışması lâzım gelen bir devletin anlayışı olarak da görmek icab eder. Bizim yâni Osmanlının, bir dünya devleti olmasına rağmen deniz hususunda böyle geniş çalışmalar, hem de ülkemize büyük faideler sağlayacakken işe eğilmememiz bir hatay-ı azimden de, öte intihardır nitekim, yaptığımız tetkikler debu intiharı doğrulamaktadır. Eleman oiarak en mükemmel denizci el altında dururken, suyu bardakta görenlerin kapdan-ı deryalığa getirilmesi, intihar Le-şebbüsünün başlangıcı sayılsa, yeridir. İngilizler; bu araştırmalarını gemilerde kullanılan topların üzerinde de yapm:şlar ve on topla yapılacak işi, iki topla yapabilecekleri hâle getirmişlerdi. Bütün bunlar İngilizler tarafından yapılırken, Doğu-akdeniz'in tamamına, Kuzeyafrika kıyılarında söz sahibi Osmanlı devletimiz, bu gelişmelere ayak uyduramamıştı. Öte taraftan gemilerin gerek mürettebat, gerekse savaş erleri olarak anıian şanlı leventlerimiz, gemilerde iş bulamayınca Anadolu içlerine geçipde oralarda süvarilik yaparak hayalını kazanmaya duçar edilmişti. Gemiden inen levend, at sırtına binince, bir şakî olma yoluna koyuldular.
Devlet ahalinin şikâyetlerini göz önüne alarak; "Levend Ocakları" adlı bir teşkilât kurdu. Ancak çâre olmadı. Taaki Padişah Hamid-i evvel Hz. İeri; 1186/1772'de bu ocağı lağv etdi. Levendleri devletin diğer kuruluşlarında istihdam etdi. Ondan sonra Anadoluda çapula devam eden levendleri yakaladığında, cezaya müstahak kıldı. Bütün bunlara rağmen, Fevzi Kurdoğlu'nun kalemime:
"1736/1737 Savaşına Katılmış Bir Türk Denizcisinin Hatıraları" adlı kitapda, o dönemde tersanelerimizde hızlı bir faaliyetle hayli gemi yapıldığı bildirilirken artık eskisi gibi ge-nnilerin gemi reislerinin adıyla değil, adları özellikle verilmeye başlanmış denilmekte olup bahse hatırat da gemi adları ve yapıldıkları seneyi bildiren liste şöyledir:
Sehr-iRamazan
Süper Moderatör
Yaş :
45
Kayıt tarihi :
02/12/08
Mesaj Sayısı :
210
Nerden :
istanbul
İş/Hobiler :
Lakap :
Konu: Geminin Adı Yapıldığı Sene Paz Ocak 25, 2009 6:58 pm
Geminin Adı Yapıldığı Sene
Feth-i Bahrî 1746 Ferr-Î Bahrî 1747 Nasr-Î Bahrî 1748 Be-rid-i Zafer 1749 Ziver-Î Bahrî 1752 Nuret-Î Numa 1749 Nü-veydü Futuh 1754 Vukku Devlet 1756 Hasnî Bahrî 1758 Mesken-Î Gazi 1767 Nasrun Cenk 1768 Fetü Zafer ? Mansu-riye 1776 Ejdir-Î Bahrî 1776 Ceylân-Î Bahrî 1777 İnâyet-Î Hak 1778 Şehber-Î Zafer 1779 Pufad-Î Bahrî 1780 Mukadde-me-î Nusret 1785 Murg-Î Bahrî 1786 Muradiye 1786 Bed-Î Nusret 1786 Asar-Î Nusret 179 2Zafer-î Hümayun "1793 Bahr-Î Zafer 1793 Selimiye 1796 Görüldüğü gibi, ilk tersanelerimizden Karamürsel'den sonra da çeşitli yerlerde, tesis olunan tersaneler, gemi yapımında hizmet etmişler, gemilerin imâl târihleri, her yıl bir gemi imâlini ortaya seriyor.
Ruslar ile 1184/1770'de ağustos ayında yaptığımız Kartal Savaşı mağlubiyetimizle sonuçlanınca, Ruslar Tuna nehrinin hemen yanma kadar sokulma şansı buldular. Beri yandan da Mora yarımadasında mukim gayri müslimlere Osmanlı yönetimine karşı ayaklandırma teminini bu fikrin ısrarcısı Mareşal Münche bırakmış o da önderleri Ortodokslar olmak üzere bu isyanları hazırlayacak teşkilatlan kurmuştu.
Aslında Makedonyalı ve adı Mavro Mihal olan Rus ordusundan bir subayı Mora'ya göndermiş teşkilatları kuran bu subay idi. Peki bu Mora isyanlarını hazırlamakta Ruslar ya!-nız mı idi? Bu sorunun cevabı hayır, İngilizler en büyük teşvikçileri olup kendini saklı tutmaya çalışmasıda, denizlerdeki menfaatlerinin Osmanlı denizcileri tarafından, zora sokulma-masını temin içindi. Yoksa; Osmanlı üzerine çeşitli vesilelerle giden Rus donanmasının klavuz kaptanlığını, ilmi denizcilik kavramlarına aşina olmuş majestelerinin kaptanları deruhde etmekteydi. Mora yarımadası, bizim kara askerimiz ta raf indan daima kontrole tutulsa da, bu büyük bir istihdam gerektirdiği gibi, haylide zamanımızı almaktaydı takviye edebilmek için. Kuvvetli bir donanma bu işin pratik ve kesin çözümü ise de, donanmaya icâbı gereği ihtimam gösterilmediğinden bu geçerli silahı kullanamamışizdir. Baltık üzerinden Rus donanmasının Akdeniz'e ineceği istihbaratına ordan yoi yok diyen devlet ricalimiz, Mora ayaklanmasını temin için 7 kal: yon, 4 firkateyn bir kaç da ikmal gemisini amiral Spiridof komutasında, harekât halinde olduğunun haberini alınca ve bu gemilere 1200 kadar Mora'h vede Rum denizcilerin bindi-rildiğini de öğrenince, başka bir bilgiyi hatırlarına getirdiler ki bilgi şu idi: Garbocağt denizcileri, yâni Cezayir, Fas, Tu-nus'daki gemicilerimiz, Rus donanmasının Mayorka adasına uğradığını haber verrnişlerse de, ricâl-i devlet coğrafî bilgile-rince kabil bulmadıklarından, habere alaka göstermediler. Halbuki bunlar; ikiyüz sene önce gemileri karada yüzdürmüş bir padişahın devletinin idarecileriydiler.
Osmanlı/Rus savaşı başladığında donanmanın başında Eğriboz'lu İbrahim Paşa bulunuyordu. İbrahim Paşa on gemiyi Mora sularına göndermişti. Bu arada Rodos Mutasarrıfı Cafer Bey'de emri altındaki gemileri bu on geminin yanına gönderip, takviye yoluna gitdi. Bu sırada kapdan-ı derya-hk'da bir nöbet değişikliği olduki İbrahim Paşanın yerine Canım Hoca Mehmed Paşa'nın torunu Hüsameddin Paşa getirildi. Bu hususta, Osmanlı ordusunda görev yaparak kendini göstermiş bir kimse olan Baron Dö Tot, bu tâyinin Cezayirli Hasan Paşa üzerinde yapılmasının isabetli olacağını belirtmekten kendini alamamıştır. Mora'da zuhur eden ayaklanmaya yardımcı olmak isteyen Rus donanmasına karşı filomuzun kalyonu onüç tane olup, bunlardan üç tanesi sakatlanmış idi. Bunların adları şunlardı: Burcuzafer, Hisnibahri, Ziveribahri. Seyfibahri, Mehengibahri, Pelengibahri, İkabıbahri, Mukaddeme-i şeref, Tılsim-ibahri ve Semendibahri, Seyyarîbahri, Berid-îzafer ile Mesgenigazi kalyonları idi.
Ayrıca on adet de çektiri vardı. 6/mayıs/1770 târihinde İstanbul'dan hareket eden fîlo'nun başında Kapdan-ı derya bulunuyordu ve 24/mayis/1770'de Anapoli'ye gelirlerlerken, Rodos Mutasarrıfı Cafer Bey'de yedi gemisiyle filoya katıldı. Rus filoları dört ayrı filodan müteşekkildi. Spiridof, Elfinston, Arfa ve Çiçagof adlı amirallerin yönetimindeydi. Bütün bunların komutanı da, Rus deniz kuvvetleri komutanı olan, Amiral Aleksi Orlof idi.
Rus gemilerinin tamamı 15 tane kalyon, 16 tane küçük gemiden müteşekkildi. Bu kuvvetlerle; 1 8/mayıs/l 770'de, Menekşe deniz savaşı yapıldı ve üçbuçuk saat süren bu sa-vaşda Cafer Bey filosu, rüzgârın oyunuyla savaş alanından uzaklaşmak mecburiyetinde kaldı. Rüzgâr az sonra Rus gemilerinin işine yarar şekilde yön değiştirdi. Bu hâl Hüsamed-din Paşayı korkuttu. Gecenin karanlığında kaçmayı düşünüyordu. Bunun içinde akşamla beraber düşman önünden uzaklaşmaya başladı. Cezayirli Hasan Paşa durumu anladı, Hasan Paşa ise gece kaçmak yerine tam tersine düşman filosuna hücum tabiyesini plânlıyordu. Hüsameddin Paşanın gemisine yaklaşmayı deneyen Cezayirli Hasan Paşa, plânına ikna edemediği kapdan-ı derya'ya en sonunda şu sözleri söylediği rivayet edilir:
"Madema ki düşman filosuyla çarpışmaya isteğiniz yok, düşmanla böyle zaman zaman karşılaşmamak için ya Çanakkale ya da izmir'de bulunan müstahkem mevkiide gidip şerefsizce oturalım!" Bu sözü tastamam anladığını belli etmemekle beraber Kapdan Paşa, Hasan Paşanın dediğini yapmış Çanak kaleye hareket emri vermiştir. Temmuz/l 770'de Koyunada'fan savaşı yapılmıştır. Bu savaş da
Cezayirli Hasan Paşa ki daha o sıralarda, Bey olarak anılıyordu. Bindiği gemi ile bir Rus gemisine rampa yapmış ve o gemiye geçerek levendleriyle beraber göğüs goğüse çarpışmışlardı. Rus komutan gemisi bu sırada cephaneliği ateş aldığından infilaka mâruz kalmış ve bizim Burcuzafer adlı gemimizin yelkenlerini tutuşturmuştu. Yaralı olan Hasan Bey, hemen denize atlamış öteki gemilerimizden birine geçerek savaşı oradan sevk-i idareye devam etmiştir. Bu arada kapdan-ı derya'dan gelen bir emirde gemilerin Çeşme Limanına çekilmesi bildiriliyordu. Rus gemileriyse yangınlarını söndürmek üzere el elde baş başda kalmışlardı ve tabii İlân etmek gerekirki, Çeşme limanı küçük bir liman olduğundan, gemilerin bir kısmını liman dışında nöbette bırakmak gerekirdi. İlk sebeb de, limana giren bütün gemiler, burada tıkışa tıkışa yer buldular. Liman'ın içi de iğne atsan suya düşmeyecek hâle gelmişti. Bir gemide çıkan yangın, hepsinin yanmasına sebeb olurdu. Bunun mahzurları anlatılan Kapdanpaşa, Liman ağzına koydurduğu dört kalyon emniyeti sağlar diyordu. Cezayirliyi dinlememeyi kendine görev addeden Hüsameddin Paşa, böylece Amiral Eifinston'un bir ateş kayığıyla, Osmanlı donanmasını yakabileceği hâle getirmiş oluyordu.
Rusların klavuz kapdanı olan Eifinston'un Ruslara plânını anlatması ilk nazarda Rusları iknaya yetmedi. Ancak, tecrübeli ve fenn-i denizcilik gelişmeleri hususunda bilgili amiral, Rusları kabul eder hâle getirdi. İngiliz Komodoru Greik komutasında, dört kalyonla iki fırkateyn'den ve bir humbara gemisi (ateş kayığı) meydana gelen küçük filo akşam karanlığını kollamaya başlamıştı. Fakat düşman görülmüş, bunun için top atışlarıyla yürüyen bir savaş başlamışsa da, her ânı aleyhimize olmaktaydı, çünkü limandaki tıkış tıkış haldeki gemilerimizden bazıları yanmaya başlamış ve biribirine yangın sirayetine çâre bulamamaktaydılar. Bu yangınlar hasebiyle kıyıya yaklaşmakta olan ateş kayığınında farkına varılamamıştı. Bu kayığı da kullanan bir ingiliz gemiciydi.
Merhum amiral Büyüktuğrul, adı geçen eserinde bu kayığı Osmanlı kalyonlarından birine bağladığı esnada elleri ve saçları yanmağa başladığından hemen suya atlayıp, kendini yanmaktan kurtardığını da kaydetmeyi ihmal etmemiş. Bu yanma felaketinden kurtulan tek gemi amiral gemisi de denen baştarde'miz olmuştur.
Vasıf Târihinde Cezayirli Hasan Bey'in ağzında kılıcı olduğu halde, denize atlayıp yüzerek karaya çıktığı ve bu çıkışı görenlerin bu yiğide: "Timsah Adam" dediklerini de buraya kaydedelim. Hasan Bey İzmir'e yaralarını tedavi ettirmek için geçerken, Hüsameddin Paşa da Gelibolu'ya geçmiş ancak az sonra orada vefat etmiştir. Mutasarrıf Cafer Bey'de terfi ettirilip, kapdan-ı derya'Iığa getirilmiştir.
Bu arada Sultan 3. Mustafa döneminde Rusların bir üs olmak üzere ele geçirmeye çalıştığı Limni Adası ile alakalı, Cezayirli Gazi Hasan Paşanın vak'asını, o bölümde verdiğimizden burada sadece Baron Dö Tot'un Hasan Paşanın bu teşebbüsüne muhalif kaldığın1 belirtelim ve hatırlatalım ki, Amiral Orlof, Hasan Paşanın Ada'ya geçtiğini Öğrendiğinde, hemen karaya çıkarmış olduğu askeri gemilere taşımış ve ada üzerindeki emellerine veda etmişlerdir. Baron haksız, çıkmış Cezayirli Gazi Hasan Paşa ise hem amirai-paşa olmuş, hem de Kapdan-ı deryalık kendisine tevcih olunmuştu.
Biz burada okurlarımıza hatırlatalım ki Şişhane'den Kasımpaşa'ya inerken yüzü Haliç Denizine dönük olmak üzere ve elinin altında bir arslan ile birlikteki heykel, Cezayirli Ga-azi Hasan Paşanın heykelidir. Cezayirli Gazi Hasan Paşa iki defa kapdan-ı derya olmuş olup ilki, yukarıda yazdığımız olup, ilk gelişi 3 sene, 4 ay, 7 gün sürmüş olup, yerine Dâ-mad Melek Mehmed Paşa getirilmiştir. Bu zâtın, 4 sene, 8 ay,
19 gün süren döneminin akabinde yeniden Kapdan-ı derya olan Gaazi Cezayirli Hasan Paşa, bu seferin de, 9/tem-muz/1774'de başladığı görevden ayrıldığında takvim, 20/ni-san/1789'u gösteriyor ve 14 sene, 9 ay, 14 günlük bir zaman dilimini gösterir, ilk görevlendirilmesini de buna ilâve edersek, yekûn olarak, 18 sene, 1 ay, 19 gün eder ki, bu kapda-nıderyalar içinde en uzun zaman görevde kalmış zât oimasını gösterir.