Bu gece yıldızları saymadım senin için. Uykusuzları saydım; sevdasından, derdinden, dermanından ya da bilemediğim türlü imtihanından dolayı gözlerini kapatamayanları saydım bu gece. Etrafında pervanelerin seyrü seferini gördüğüm ne kadar şule-feşan varsa, sana yaktım. Zordu inan, tüm ışıklarını söndürmüşken bana; debdebesiyle tir tir titrediğim ateşler yakmak sana. Bu imkansızlık hüznünün dehlizlerinde kaybolarak, içimdeki bitimsiz korkuyla bağırarak dökmüyorum sahipsiz benliğimi Yaradana. Hafî bir zincirle düğümlüyorum dilimi. Çözülürse yanacağım sanki, eriyecek ve biteceksin sen de, taşıdığım can gibi.
Haliyle sakinleşmiş, kâl ehlince vazgeçmiş lakin hâl ehlince sabr-ı sukûna ermiş bir aşığın gördüğüdür gözlerim. Şimdi, ne bilecek bakıp da görmeyen ehl-i kibir, sevgilinin gamzesiyle gam/zede aşığın halini. Sevgili katında yaş tüketmek demek, demirden havanlarda sabırdan nehir kenarlarında dövülmek, yumuşamak ve dahi temizlenmek demek. Her gündoğumunda Yusuf’u kaybedip ve her gün batımında yeniden bulmak lakin ne feryad edip ağlamak ne de sevinçten çılgına dönmek demek. O belde-i mukaddeste bulunmak demek, her çark edişinde yalan dünyanın, asude bir meşk-i hayale dalıp; ruhu bedenden ayırmak, seyreylemek hikmet deryasına çağlayan nehirleri ve dahi kaybolmak sularında ama asla boğulmamak demek. Ahir zaman aşkları.Yaşadıklarını üç harften ibaret görenler, çözemezler gizini.
Bilmezler ki, Ayn’ın içi Cennet, Şîn’in içi Cehennem ve Kaf’ın içi de Âraftır.
Cennete gönüllü sürgün, metrelerce kuyrukla girenler, sıra aşkın Cehennemine geldiğinde koşarak kaçarlar. Lutuf penceresini açamadan yola koyulurlar. Ve Araf.
Ah araf! Ah kaf dağının gizi ve zümrüd-ü ankanın varisi. ne tatlı dil, ne sert bakış. Ne gerçek ne yalan. Ne var ne yok. Âraf gözlerin gibi, benim ârafım senin adın
Masallardan öteye düşsün isterim bu yol, Goncaların feryâdı murâd versin bülbüle… Yıldızlardan derdiğim bu nûrun içine dol! Sabırlara soyun yâr, ârafta tahammüle…
Sığın derim sığın sen! Bende kaybolmuş sana… İllâ ki söyle denmez ömür boyu susana! Ben dahi keder dedim bir gedikte pusana, Hâyâlden de korktun ya, sarın o kızıl tüle…
Bayâtî ârifânın peşi sıra bîçâre, İstanbul neyler aceb aşk oduna dûçâre? Güz görmüş gözlerdedir, dermân uman bu yâre! Ayn, şîn, kaf… Ardı sükut cân yabandır makûle… "
Ahir zaman aşkları… Yaşadıklarını üç harften ibaret görenler, çözemezler gizini… Bilmezler ki ayn’ın içi Cennet, şîn’in içi Cehennem ve kaf’ın içi de Âraftır. Cennete gönüllü sürgün, metrelerce kuyrukla girenler, sıra aşkın Cehennemine geldiğinde koşarak kaçarlar. Lutuf penceresini açamadan yola koyulurlar… Ve Araf… Ah araf! Ah kaf dağının gizi ve zümrüd-ü ankanın varisi… ne tatlı dil, ne sert bakış. Ne gerçek ne yalan. Ne var ne yok… İşte Araf.. Ve işte.. Ayn.. Şin.. Kaf..
!!!
islamasevdali
Prenses Mod
Yaş :
30
Kayıt tarihi :
29/11/08
Mesaj Sayısı :
602
Nerden :
Malatya
İş/Hobiler :
Öğrencilik=)Kitap okumak,ders çalışmak,müzik dinlemek,gezmek vs.