Konu: Tophane Müşiri Zeki Paşa Salı Ocak 13, 2009 9:28 pm
Tophane Müşiri Zeki Paşa
Bu paşa; Tophane Müşiridir yâni kumandanıdır. Zeki kelimesi zekâ'dan gelirki. Saf, hâlis, salih hâl sahibi demektir. Zeki Paşa daha 1875'de henüz otuz yaşlarındayken, devlet-i âliye hizmetinde bulunan bir ecnebi zabit, Zeki Paşa'dan
O zamandan beri memleket daha ziyade kötü duruma düşmüş, zulümler çoğalmış, feryatlar her tarafdan duyulur olmuştur. Zeki Paşa da, daha çok bankaları istila etmek yo-İuvla bir yenilik ve değişikliğe yol açmak istemiştir. Tophane müşirlik dâiresi Beşiktaş'a giden başlıca yol üzerindedir. Zeki paşa'nın en önemli vazifesi bu şiryan-ı kebirden yâni kan damarı gibi yoldan kimlerin geçtiğini gözetlemek ve gördüklerini padişaha ulaştır-maktır. Askerî Mektepler nazırlığı da bu zâtın üzerindedir. Dolayısıyla müstebid hükümete, sadakat üzere olan bu zat, programlar üzerinde oynanmasına lüzum görülen oyunlarda bu paşanın elinin yüksekliği ve yüceliği görülür.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Hasan Rami Paşa Salı Ocak 13, 2009 9:29 pm
Hasan Rami Paşa
Hasan Rami Paşa Osmanlı siyaset âleminde henüz yeni yeni görünen bir kişidir. Osmanlı ufkunda dolaşan fikri yapısı içinde, Rami Paşa en büyük denizcilerden biri olup, İngiliz donanmasına bile komuta edecek iktidara sahiptir. Bir hayli zamandır ülkenin en önde gelen bahriye zabitlerinden biri olmasına rağmen yakın zamana kadar komuta mevkiine getirilmemesi, paşanın kendisi için bir şeref meselesi olarak yorumlaması yeridir. Devlet-i âliyye-Yunan Savaşında (1897 Osmanlı-Yunan Savaşı nâmı diğeri Dömeke Meydan muharebesi ve zafer, dünyaya parmak ısırtacak bir Osmanlı zaferi olduğunu fakirin bu hususda basılmış bir kitabı olduğunu iftiharla hatırladım. M.H) büyük zorluklar içinde Haliç'den çika-nlan harp gemilerine kumandanlık Rami Paşaya tevcih edilmiştir. Paşa gemileri hemen Marmara denizinin açıklarına Çekmiştir. Kimsenin kimseden vede hiçbir şeyden doğru bir haber ahnamıyan memleketde, Rami Paşanın o devrin bahriye nazırına hiç bir itimadı bulunmadığından, gemilere ufak bir tâlim yaptırmak istemiş ve 2. sınıf krovözörlerden Mecidiye ise atış yaptığı topu ile fena halde olmak üzere, yine kendisini yaralamıştır
Bunun üzerine Rami Paşa donanmayı alıp Gelibolu önlerine çekmiş ve hiç kimse Hasan Rami Paşa'ya bir şey sora-mamıştır. Rami Paşa'nın oradan sökülüp çıkarılmasına da teşebbüs edilememiştir. Bu da, Osmanlı târihini bir zillet-i şaibeden kurtarmak, hizmeti olmuştur. Hasan Rami Paşadan evvel Bahriye nezareti adliye memurlarından gelen birine ve-rifmişsede, amele ve askerler bu zâtı kaçırmışlar Rami Paşa, bu göreve kerhen ve kaydı ihtiyatla getirilmiştir. (Bahse konu savaşda Hasan Hüsnü Paşa 3/aralık/1882'de geldiği Bahriye nazırlığında onbeşinci senesini aralıksız sürdürdüğü gibi, yedi yıl daha bu savaştan sonra bahriye nazırlığında muammer olmuştur. Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşanın ilk bahriye nezaretinin sonuçlandığı l/aralık/1882 târihinde Bahriye nazırlığına getirilen Mehmed Ratıb Paşa da, bu makamda en kısa müddet kalan Bahriye nâzındır ki, yukarıda yazarın bahsettiği adliyeci, bu olsa gerekdir. Ancak bu dönemin bahsettiği Yunan harbiyle arasında yine onbeş sene vardır. Anlaşılan odur ki yazar bütün olumsuzlukları bir araya getirip, devirleri uymasa da bir olumsuzluk sansasyonu meydana getirerek devrin insanını aldatmağa çalışıyor hükmünü çıkarmamız yanlış olmaz. Bizim bu tip risaleleri neşre gayretimiz bu küçük görülen neşriyatlarla, münevverlerimizin iğfal edildiği ve elan günümüzde de, buna müracaat eden zihniyete'kananlar az değildir olmasındandır.M.H) Halbuki ülkenin çok büyük çoğunluğunun gaflet uykusunda olduğu şu sırada bir iki kişinin ne yapabileceği sual edilse yeridir.
Fransızca risalenin yazılışı 17/ocak/1908-Tercüme târihi 29/kasım/1908 Böylece bu risaleyi iâtinize etmiş bulunuyoz. Şimdi bu risale üzerine mütalaaımızi takdimle okurumu-n efkârında meydana gelmiş tereddütleri varsa gidermeye gayret göstereceğim, efendim.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Babıâli'nin İç Yüzü Risalesini Tenkidimiz Salı Ocak 13, 2009 9:29 pm
Babıâli'nin İç Yüzü Risalesini Tenkidimiz
Bizden önceki kuşak rahmetli filozof Cemâl (Hatipoğlu); merhum Hilmi Oflaz, Kaymakamlıktan emekli Melih Yuluğ beyefendi merhum, 2. meşrutiyetin 2.Abdülhamid tarafından meri'yete sokulmasından sonra, devlet-i âliyye ve hanedan taraftan devlet ricali aleyhinde yazılmış satırlarla dolu kitaplara fazla önem vermeyin! Bunlar; bir bölüm yazarın kendini kaptırdığı batı düşünce ve yaşayış tarzına imrenmesinin getirdiği hezeyanlar, bir başka bölüm yazarında veya anekdot sahibinin, yeni anlayış ve İttihad ü Terakki cemiyetinin savurması muhtemel devlet imkânlarından yağlı bir kuyruk yakalamak iste yenlerin yazdıklarıdır.
Buna da, 1877/1878 Osmanh-Rus savaşı fecayiinden sonra, Sultan Hamid'in te'sis etmiş olduğu ülkeyi tek elden idare etmek, devlet adamlarını nezaret eden, yâni yapılanların neticesini kendisine bildirme tarzına dayalı idaresinde meşru veya gayri meşru, doğru veya yalan, essah veya iftira münasebetiyle başına gelen bir felâketin getirdiği, elem ve ızdırabın tevlid etdiği ve bu çektiklerini, bir maddi refah temini hususunda kendine sermaye edinmek istiyenlerin, târihi ve cemiyeti ifsad eden yazılarıdır. Derlerdi.
Her şeyden evvel bahse konu risalenin tercüme eser olduğu kapağında yazılı olmasına rağmen, fâil-i yazarın,yâni yazanın adı bulunmamaktadır. Mütercimi ise iki baş harfle belirtilmiş: T.N! Gel çık işin içinden! Adetâ imzasız ihbai mektubu! Hem de meşrutiyetin yeniden mer'iyete konmasının ardından yayımlanmış. Sansür kalktı diye de bayramı elan devam eden günden sonra yayımlanmış, fakat bu sefer de fâsik zihniyet sahipleri kendileri sansür uygulamışlar. Hâlbuki, eskimez yazı okumasını bilenler kitapların kapağında maarif vekâletinin müsaadeleriyle tab olunmuştur ifadesinin yer aldığını hatırlayacaklardır. Böylece kitabın yayımlanmasının maksadı, bazı zevatı meşrutiyet nigâhbanlığma yâni, yeni usûlü desteklemek için gözlemcilik vazifesini kendilerinden menkul bir anlayışla, görev addedenlere bazı 'eski dönem insanını, hedef göstermek gayretinden ileri geldiğini ifade edebiliriz.
Babıâli'nin İç Yüzü adlı risalede adı geçen eski sadnazam-lardan Mahmud Nedim Paşa, Said Paşa, Cevat Paşa ve Meh-med Kâmil Paşaların ve de eserde, daha ziyade hariciye nazırlığı unvanıyla ele alınmış bulunan son sadnazam Ahmed Tevfik Paşa hakkında bile tahlile girişmeği lüzumlu bulmadık. Bu zatların defaatle gelmiş oldukları bu yüksek makamı adı sanı belirsiz, niyeti hâlisanesi tesbit olunamayan ve tam buhran dönemlerinin yol şaşırtan kör kandili vazifesini ifa için, kaleme alınmış böyle varakpâreler her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Ancak meşrutiyet İlânının 2.sinden sonra dahi ülkemiz, dünya büyük devletlerinin danışıp, görüşlerini kaale aldığı bir ülkeydi.
En ekâbir siyasetçi dahi, "Boğazdaki Adam; bu husus da acaba ne düşünüyor" diye tahminlerde bulunmakta ve dikkatle Sultan Hamid'in, söz ve davranışını takibe, kendini mecbur hissederdi.
ülkeyi batı dünyasının fırtınalarından devamlı menfi şekilde sallanan bir sefine olmaktan çıkarmayı kendisine gaye edinmiş bulunan halife/hakan takip etdiği çok yönlü ve hipeaktif siyasetle meşgul bir siyaset dahisi olduğundan dünya-aörüşlerine itibar etdiği bir siyaset üstâdıydı. Osmanlı Devleti târih sahnesindeki yüksek mevkiini 1683'den, i922'ye kadar müdafaaya gayret göstermiş, bunu yapar-kende her bir karış toprağı uğruna can vermiş, baş almış, yi-a\t].:" Kaybetmiş nâm almıştır.
Dünya askerî liderleri arasındada mühim ve parlak bir sima olarak kabul edilen ünlü Napolyon Bonapart; "Türkler öl-dürülebilir fakat asla mağlup edilemezler!" dediğinde de takvim yapraklan 1800'den sonrayı göstermekteydi. İşte bahse konu risalede yukarıda bir bölümünün adının geçtiği sadnazam efendilerin babaları milletimizin bir neslini teşkil etmekteydi ve Napolyon bu ku sağın kahramanca direnişini bizzat müşahede etdiğinden, Cezzar Ahmet Paşa'nın önünde aldığı Âkkâ'daki kötekten; avrupaya, Paris'e kendini dar atmış ve oradan da, İlk sürgün yeri olan Elbe adasını boyla-mıştı. Böyle değerli bir neslin çocukları olan yukarıda adlan geçen sadnazamlar hususunda mezkûr risalede, ileri sürülen iddiaların üzerinde kalem yürütmeyi abes görüyorum. Her şeyden Önce, bu zevat-i kiram siyasi hayatlarından menkub olduktan sonra, yazdıkları hatıratlarla sübjektif suçlamalara dâir cevap vermiş bulunanlarda vardır. Biz bunların artık maziye ve oradan da rûzî mahşerlik işlerden olduğu kanaatında-yız. Ancak şunu da itiraf gerekir ki; bir cihan devleti dün-ya'ya ferman verdiği 1453'den 1622'ye kadar bütün dünyanın arzularına muhalefetsiz rıza gösterdiği bir devletti. Ancak o kadar adil ve ahali denen kuruma pek büyük saygı beslemekteydi ki bu bakımdan yüzaltmış yılı mütecaviz tek başına hükümran olma, dünya târihinin bir daha kolay kolay yaşayamayacağı zaman dilimidir!
Bakınız; 1990'Iarda inhilâl eden Sovyetler Birliği Komonist idaresi bir kutup, ABD' bir başka kutup görüntüsü verdikleri yıllarda birlikte ancak 1946 ile 1990 arasında başpehlivanlık yapabildiler. Bunun mecmu kırkdört sene yapar ki kimse işin tadını veya tuzunu anlayamadı.
Günümüzde yâni 1990 ile aradan geçen onbir yıl diğer bir deyimle 2001 seneleri arasın da ABD'de sevilmek şöyle dursun, ahalisinin kökeni olan devletlerin bile, hasımlığını üstüne çekmeğe başladı. Günümüzde ise henüz bütün ecramıyla ortaya çıkmamış asrın insanca en ağır hasan sayılan, Hiroşima ve Nagazaki'yi hatırlatacağı ileri sürülen bir kıyıma çıkmış böylece de müttefikleri dahi içlerinden bu dengesiz çıkışlı patronun karşılaşacağı zorluklan tesbite çalışmağa başlamışlar ve kendisini bu sona getirecek, arkalama yi yapmaktan da geri durmamaktadırlar.
Ezcümle söylediğimiz; günümüzün her alanda vardığı teknolojik terakki dönemimizin olayları ile mâzidekileri mukayeseye kalkışma imkânı bırakmamışsa da, son kertede dâima esas olan insan ve insaniyyet olunca, devirlerin mukayesesi fazla İddialı olmamak şartıyla denenmelidir. Münsif bir liderin, yâni insaf sahibi ve insanlık düşmanı olmayan bir diktatörün, demokrat ruhlu olduklarını söyleyip de milletlerini temsil eden yöneticilerinin kısm-ı âzaminin siyonizmin aldatıcı hümanist idaresinden çok daha iyi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Tabiiki netice itibarıyla ortada 622 sene temadi edip nihayetinde târih sahnesinde yerini Türkiye Cumhuriyetine bırakmış veya bırakmak zorunda kalmış Osmanlı devletinin izmihlalinde suçun büyüğü devletin en üst mevkiini temsil edenlere çıkarılması kadar isabetli bir başka görüş İleri sürülemez! Amma şunu âa unutmamak icâb ederki; büyük ve Küçük hatalar bir araya geldiğinde bilançonun zarar hanesinde karşılaşılan netice târihin derinliklerine doğru yol almaya başlandığını göstermiştir. Bunu görenler çeşit çeşit tedavi usulleri uygulamışlar ve geçici başarılarda bulabilmişlerdir.
Nevşehirli Damad İbrahim Paşa ile Damad Mehmed Ragıp Pasa savaşı aramayan bir Osmanlı devleti ve savaşsız geçen yıllan, değerlendirecek bir organizasyona gitmek istikametinde, yol alırlarken, Damadlann, İbrahim olanı Patrona Halil isyanının mazlum ve mağduru olarak hem de hayatını kaybetti. Ragıp olanı ise her adımına bir altın koyarım, Rusya'ya savaş açalım diyen padişahı dizginlemeyi bilmekle beraber, bu rind ve tedbirli vezir ecei-i mevuduyla dünya hayatından çekilirken, iki sulh dönemi haylice ıslahata vesile olmuşsa da, Rusya'nın Ortodoks ve hristiyan hâmisi olarak balkanlarda ve Osmanlı ülkesi dahilinde yaşamakta olanlar bahane edilerek sık sık teklif ve saldırılarla rahatsız edilmeye başlamış ve haylice sıkıntılı dönemlere düşen Osmanlı devleti, Mahmud Nedim Paşanın komşu ile iyi geçinme yâni dostu yakında arama mantığına eğilimi, hristiyan ve ırkçı slav ruhu taşıyan moskof, Mahmud Nedim Paşaya bu deneyimi yap-tırtmâmış veya sadrıazama durmadan ihanet ederek,ahalinin bu zâta "Nedimof" lakabını vermesinin se bebini teşkil etmiştir.
Risalede yer alan sadnazamlar arasında Mahmud Nedim Paşanın hakkında yapılan suçlamalar, bizim savunma mecburiyetinde olduğumuz hususdan değildir. Çünkü; Paşa bu dostluğu kurmak isterken geçmiş yılları, bu milletin can düşmanı moskof mezalimini aklına getirmediği gibi, balkanlardaki ırkdaşfarını ve Ortodoksların ancak Rusya tarafından dfije edileceğinide hesaba almamıştır. Böyle bir hesabdan haberi olduğunu söyleme durumunda da değiliz. Çünkü; Sultan Abdülaziz döneminin bu sadnazamı, efendisine bağlı bir kişi olmakla beraber, iktidar anlayışı, padişah karşısında zaaf halindeki tu tumu zâten mutlakıyetin, şeyhülislâm önünde bir parça frenlenebildiği ortamda, padişahın yetkilerinin la-yüselliği mânasına gelecek ifade, tahrirat ve de yaklaşımlarla, avrupalılaşmanın makulleşmesini sağlamaya çalışan Sultan Aziz'i hakikaten risalede yazılı olduğu gibi bir afitab-ı cihan mertebesine teşvik etmiştir. Bunun sonunda padişah hayatını kaybederken Mahmud Nedim Paşa ise sadaretden olalı bir hayli olmuştu. Bu bakımdan risalede adı geçen Mahmud Nedim Paşa, Âlî Paşayı harem kıyafeti ile karşılayamayan ve bir defasında deneyipde, durumu gören Âlî Paşanın hizmetlilere, kızım sana söylüyorum! Gelinim sen anla misali: "Efendimiz istirahat halindeyken niçin rahatsız edip, beni huzura alırsınız diye çıkışmış ve girdiği huzurdan geri geri çekilip, sarayın bahçesindeki güllüğü gezmeğe başlaması padişahın redingotlarını giyip huzura çağırmasını intaç etmiştir ki, bu bir üstlük ve astlık değil sadece ciddiyet diye anılmalıdır.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Târihi Bir Tesbit Salı Ocak 13, 2009 9:30 pm
Târihi Bir Tesbit
Yukarıda ileri sürdüğümüz mülahazaları tasdik makamına değilse de, işaret etmek babında, yine dahiliye eski nazırlarından Ahmed Reşid Bey (Rey) Canlı Tarihler adlı eserinde: "İzzet Abid Holo Paşanın müntesiblerindenken, İttihad ü Terâkki cemiyetine de hulul eden Hüseyin Hilmi Paşa, bu yeni intisabının sayesinde Kâmil Paşanın riyasetinde ki kabinede dahiliye nezâretine sokuldu.." demektedir. Hemen ilâve edelim ki; İzzet Holo Paşa mabeynde 2. kâtib olup, Sultan Abdülhamid'in devrilmesine sebeb olan kötü idarenin en ileri gelen malum şahıslarından bir tanesidir. Ancak devlet idaresinin padişahın ellerinde olduğu çok uzun dönem etrafındaki kişiler hizmetlerini hasbetenlillah ve millet ve devlet-i din için ifâ etmiyorlar, mevki ve makam, para, servet kazanma vesilesi olarak telâkki etmekteydiler. Arab İzzet'de denen, bu sivil paşa, bu vasıfda adamların başında geldiği gibi, devletin valisi, kaymakamı, mutasarrıfı padişaha arzlarını sarayın ki tabeti aracılığıyla yaptıklarından, ya birinci kâtip Tahsin Paşaya yahut da 2. kâtip İzzet Paşa ya hulûs çekmekle karşı karşıya kalıyorlardı. Hüseyin Hilmi Paşa'yı bu münasebetle Ahmed Reşid bey'İn suçladığı tarzda suçlamak, ne derece isabetli olur onuda biraz dü şünmek gerekir diye noktalamak istiyorum.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Meşrütıyetten-31 Mart Harekâtına Salı Ocak 13, 2009 9:31 pm
Meşrütıyetten-31 Mart Harekâtına
Sultan Abdülhamid Hân'ın meşrutiyeti yeniden mer'iyete sokması kendisini devirmek İsteyen gayri milli güçlerin, onların şeriki olan ittihatçıların hesaplarını allak bullak etmişti. Millet; hanedan-ı âlî Osman'a bağlılığının bir nişanesi olarak her yerde padişah lehine alkışlar ve padişahım çok yaşa avazeleriyle kendini göstermesi, meclisin teşekkül çalışmaları Sultan Hamid'in iktidardan uzaklaşmasının teminini 8 ay, 20 gün sonraya tehire sebeb olmaktaydı.
Ancak hemen ilâve edelimki; İttihatçılarda dâhil olmak üzere, hilafetin ve saltanatın devamından muazzep olan bir tek siyasetçiyi bu|mak kabil değildi. Ne varki ilk meşrutiyetin keyfini Osmanlı milleti 1293/1877 savaşı yüzünden süremezken, 2.meşrutiyetin keyfini de, 2 ay, 13 gün sonra Avusturya'nın, Bulgaristan'ın ve Girid Adası meclisinin yâni 5/Ekim/1908 târihinde Bulgaristan Prensliği Osmanlı camiasından ayrıldığını, Avustur ya, Bosna-Hersek'i ilhak ederken, Girid Adası meclisi de, 6/Ekim/1908'de Yunanistan'a iltihak edeceğini kararlaştırması bu seferki meşrutiyetinde keyfinin çıkarılmasını önleyici bir sebeb teşkil etti. Bulgaristan bizden ayrılık manifestosunu yayımlamakla beraber ve bunu fiiliyata koymasına rağmen, bize nüfus olarak 4 milyon, 338 bin kişilik bir eksilme getirdi bu ayrılık. Arazi bakımından ise yüzbin kilometre kareye yakın bir araziyi de elden çıkarmış oluyorduk.
Bosna-Hersek'le ilgili kayıplarımız, insan sayısı olarakda, 1.935.000 (lmilyondokuzyüzotuzbeşbin) arazice, 51bin kilometre kare idi. Girid'e gelince, 8379 kilometre kare arazi 344.000 nüfusu kaybediyorken önemli bir deniz üssü elimizden gitmiş oluyordu. Burayı hukuken kaybetmemizde 1913 senesine kadar sürdü.
Bilhassa milletimizin Bosna-Hersek'i ilhak etme meselesinden dolayı Avusturya için epeyi protestolar, yürüyüşler tertiplediği görüldü. Avusturya mensucat fabrikalarında yapılan ve ülkeye ithal olunan fes için bir boykotaj düzenlendi. Bu boykotaj sayesinde de, Eyüb'de bir Fes'hane açılmış oldu. Beyoğlu cihetinde bulunan Avusturya B.elçiliğinin önüne giderek protestolarını duyurmak isteyen ahalinin önüne çıkan ve meşrutiyet dol- ayısıyla Beyoğlu Komiseri tâyin edilmiş o!an Filozof Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Bey, heybetli vücuduyla buradan geçmek için benim vücudumu çiğnemeniz lâzım şeklinde ava-z-ı bülend ile seslenmiş, yumruklarını bir boksörün gardım alması şekline getirmesi şaka gibi görünmüş, daha sonra Filizof'un ciddi duruşu da ahaliyi bir hürmete doğru istikametlendirmiş, ahali dağılmayı tercih etmiştir.
Bütün bunlar olurken, 17/Aralık/1908'de Meclis-i mebu-san'in küşâdi yapıldı. Bu meclis için yapılan seçimler ilk seçimler olup, hayli acemilikler ve hilelerle yapıldı. Askeri ve mülkî idarenin kısm-ı azaminin İttihad ü Terakki zihniyetine meyletmesi, tabiatıyla bu çetenin zorbalığımda benimsemelerine yol açmış bulunduğundan, ahali üzerinde müessir oluyorlardı. Böylece iki dereceli yapılan seçimlerin tercih meselesinde bilhassa azınlıklar ve de Rumlar üzerinde Atinadakİ Yunan hükümeti, Fener Patrikhanesi Rum mebus namzetlerine yardımcı'oluyor, siyasetlerini yönlendiriyordu.
İttihatçılar karşısındada Prens Sabahaddin Bey'in başlarında olduğu Ahrar Fırkası vardı. Gazetecilerin her seçime müessir olduğu öteden beri bilinen hususattan olduğu bu seçim de de kendini gösteriverdi. İstanbul'da münteşir aznlık gazeteleri ülke içinde nüfuslarını katbekat yüksek iian etmkte, böylece fazla sayıda mebus çıkarmayı elde etmeye çalışıyorlardı.
ülke içinde İttihatçıların meşrutiyeti teminden sonra unsurların birleşmesi, yâni İttihadı Anasır politikasını medhü senaya ve tatbike başlamadan evvel zihinlerde bu anlayışı müntesibi oldukları beynelmilel mason teşkilâtlarının kucaklarında yaşatmanın verdiği diyeti taleb ederek bunları ikna-aya muvaffak olduğu bu me'şum fikriyat, Osmanlı devletinin ana yapısını teşkil eden müslümanlığın vijdan hürriyeti içinde teemmülüne, ittihad-ı anasır politikasını tartışmaya başlayan münevverler, islâm anlayışı yerine ırki anlayışını öne geçirdiklerinde memleket de*şapa oturmuş oldu. Bundan da en Çok azınlıklar ve devletleşmeyi, müstakil olmayı hedefleyen ırkların mensupları istifade etmiş oldu. ileride göreceğimiz gibi bu unsurların birleştirilmesi politikası, müslüman olup bağımsızlık peşinde olan ırkî toplulukların ayrıcıhğa başlamasını getirirken,gayrimüslimler arasında mevcud olan ihtilafların ortadan kalkmasına yol açtığından balkanlardada Sırp, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan ile Romanya ittifakının doğduğunu göreceğiz.
Meclis-i mebusan seçimden sonra 275 mebus ile teşekkül etmiş oldu. Bunların 140 tanesi Türk, 60 tanesi Arab, 25'i Arnavut, Kürtler ise 2 mebus çıkarmışlardı. Arab mebusların içinde bir tek hristiyan mebus varken, Arnavutların içinde bir kaç kişi de hristiyan idi. Hristiyanlar içinde cemaatlere göre dağılımları şöyle idi: 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Ulah olup, tamamı 48 kişiyi bulmuştu. Okurlarımızın birazcık tebessümlerini temin için, şunu da anlatalım. Arnavutlukta İpek adlı şehrin mebuslarından birisi kürsüde günlerden bir gün şöyle konuşma yapar: <Efendiler, gidiyoruz geliyoruz, Meşrutiyet Efendi'den konuşuyoruz. Fakat kendilerini bir türlü göremiyoruz. Artık lütfedip ortaya çıksin-da cemâlini görelim. CJzun boylumu, yoksa kısa, şişmanmi veya zayıfmı, esmermi, yoksa sarışınını? Şeklindeki konuşması belki bir espri olabilirmi? Fakat şahısların meşrutiyet hakkında malumatları olarak değerlendirilirse ne acip bir şeyle karşı karşıya olduğumuz rahatça anlaşılır.. Tebessümden ziyâde, düşüncelere gark ettik galiba..
Meclis-i mebusanın açılış günü olan 17/Arahk/1908 günü padişah,yanında oğlu Burhaneddin Efendi olduğu halde ve refakatinde de sadnazam Kâmil Paşa olduğu halde Ayasofya meydanındaki mebusan binasına geldi. Altun saltanat arabasıyla gelen hünkârı ahali büyük bir sevgi gösterileriyle karşılamaktaydı. Padişah, hazırlattığı konuşmasını hâvi yazıyı Ma-\ beyn Başkâtibi Cevdet Bey'e verdi. Cevdet Bey nutk-ı hümayunu okuduğunda Sultan Hamid'in işaret ettiği husus pek mühimdi. Çeşitli milliyetlerden gelen mebusların ayrılıkçı bir tutum güdeceklerini İfade ettiği görülüyordu satırlar arasında. Padişa-hın, işaret ettiği diğer ve önemli bir husus, 31 sene evvel devletin idarecileriyle yapılan müzakere sonunda meclisin seddedilmesi hususu karara bağlanmış ve ona riayet edilmiştir, dedikten sonra da, şimdiki açılışa da, devlet adamlarının karşı çıktığını fakat kendisinin meclisi açmakta kararlı olduğuna işaret etmesi mühimdi.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: 31/Mart Hadisesi Salı Ocak 13, 2009 9:31 pm
31/Mart Hadisesi
23/Temmuz/1908>den aylar geçmesine rağmen İttihatçılar, ülkenin kaderini tam olarak ellerine geçirmeye muvaffak olamamışlar. Kabinelere daha kendilerinden tam manasıyla olan birini henüz sadnazam yapamamışlardı. İlk meşrutî kabineye, adliye nâzın olarak hayli yüksek dereceli bir mason olan Manyasizâde Refik Bey'i sokmaya muvaffak olmuşlarsa da, bu nâzır'da ölüm hastalığına yakalanmış olması hasebiyle koltuğuna oturma şansı bulamamıştı.
Posta müdürlüğünden gelen ve gözü pek, kabadayı ve mert birisi olan Talat Bey dahiliye nazırlığına gelebilmişse de, ahali bu ittihatçıların beyni bâlâsı olan bu adamı pek se-vememişti. Eski rical,ittihatçılara farklı yaklaşımlardaydı. Abdülhamid'in gedikli sadnazamı Küçük Mehmed Said Paşa, bunlara sıcak bakarken, Hüseyin Hilmi Paşa biraz daha net; yaklaşımı sergiliyordu bunlara, fakat Kâmil Paşa düşmanlıkla tavsif edilebilecek bir hâ!et-i ruhiye içindeydi. Buna mukabil,Ittihatçlann çoğu, meşrutiyeti biz elde ettik, fakat hâla Sultan Hamid'in vezirleri memleketi idare ediyorlar, Biz bize ait programlan nasıl ve ne zaman tatbike başlayacağız şeklinde parti içinde, evlerde, kurulan her sohbet platformlarında bunları konuşmaya başladılar.
Bu arada matbuat sansür idaresinden kurtulmuş, herkes insafı bir kenara bırakarak içindeki biriktirdikleri cifeleri kimin için olursa olsun ortalığa saçmaya başladılar. Tabii bunlar siyasetin yenileri olan ahalimizde çeşitli hislerin meydana gelmesine vesile olduğu gibi ittihatçıların askeri kanadının siyasetten anndınlamaması olayların sözle bir sonuca bağlanması gerekirken, beden gücü ve mermilere bırakılmasına se-beb olmaya başladığı görüldü.
Günümüz insanlarının 1977 ile 1980 yıllan arasında şahid olduğu anarşiyi gözünün önüne getirebilirse, bu dönemde yâni ittihatçıların, başda İsmail Mahir Paşa olmak üzere, Hasan Fehmi ve Ahmed Samim Bey adlı gazetecileri öldürmekten çekinmediler. Çok yıllar sonra bu suikastların, İttihatçıların silahşörlerinden biri olan Yakup Cemil Bey tarafından kurşunlandığı tesbit olunduğu yazılıp çizildi. Bu Yakup Cemil Bey, çok mert birisi olup,a yni zamanda pek nişancı bir İnsandı. Ermeni Tehcir hareketi esnasında Ermenilere karşı sert tutumlar gösterenleri, sarkıntılık yapan muhafızları ceza-landırrnasmdaki şiddeti, bir ibret olması hasebiyle hayli caydırıcıydı.
Hemen bu arada yukarılarda da hatıratından bir alıntı yaptığımız, Yakub Kenan Necefzâde 1967'de yayımladığı: "Sultan 2. Abdülhamid ve İttihad ü Terakki" adlı kitabında 50. sahifede, arabaşlığında şunları söyler: zi ile Enver ve meşhur Bulgar çete reisi Sandanski ' 31/Mart da Taşkışta demektedir. Daha sonra Şemsi Paşa ve Enver Bey'in eniştesi Selanik merkez kumandanı Nâzım Bey'in yaralanmasındaki ittihatçıları anlattıktan sonra şöyle
devam ediyor: <Öçüncü Ölüm ve kurşun Manastır polis müfettişi Sami Bey'e, dördüncü cinayete kurban gitme piyangosu Topçu Alayı İmamı Mustafa Efendi'ye isabet ediyor> dedikten sonrada, İttihatçıların reisleri İstanbul'a geldikten sonra nice insanları Bayezid ve Sultanahmed meydanlarında İpe çekiyorlar demektedir. Yakub Kenan Necezâde'nin nakli olan hassas şâir Ali Hadi Okan Bey'in çı karmakta olduğu Yeni Cephe adlı haftalık gazetesinin 23/7/1951 tarihlisinde neşrettiği şiirinden şu mısra ile Sultan Hamid'in dokuz defa sad-rıazam yaptığı Said Paşa hakkındaki beyti sayfamıza alarak ziynetlendirelim:
"Padişah lûtfiyle konmuşken mürüvvet, devlete Münki'i inam olup kıydın veliyi nimete" demek suretiyle Şapur Çelebi (Said Paşa) hakkında târihi hükmünü şâir yüreğiyle veriyor.
Meşrutiyetin ilânı peşinden gerek heyet-i askeriyede gerekse, mülkiyede yapılan tensik çalışmaları, hayli mağdur ve mâzul meydana getirmiş, hâttâ sadaret binası karşısında bulunan bir kıraathaneye, Mazûlin Kıraathanesi adı verilmişti. Burada görevlerinden alınmış bulunan mutasarrıf, kaymakam, kâtibler, kadı'ları bulmak kabildi. Burada yeni bir göreve atanabilmek için toplaşıyorlardı.
Ote yandan da Kıbrıs kökenli biri olan Derviş Vahdeti isimli zat, bu gün bile hakkında yazılmış makale ve araştırmalara bakılırsa tam bir hüküm verilemeyenler arasında bulunmaktadır.
Ancak; yazdıklarını Volkan adlı gazetesiyle okuyan dindar insanlar, memnun kalıyor ve yanlışlıklardan haberdar olurken, dine mübalaatı zaif olanlar ise, yazılanları milletin mukaddesatını istismar ediyorlar demek suretiyle, bu gün yaşadıklarımızın tıpkısını yaşıyorlardı. Yalnız Vahdeti, İttihad-ı Muhammedî adlı bir cemiyet kurupda manevî başkanlığına İki Cihan Serveri (s.a.v) Efendimizi seçtiriyordu. İşte bu haber pa- dişah Sultan Harnid'e ulaştığında, padişahın dediği kuvvetli rivayettendir.
Bakınız Öztuna Bey, Büyük Türkiye Târihi adlı değerli eserinde nasıl bir yorumla 31/Mart Vak'asına, Derviş Vahdeti'nin Volkan gazetesi olmak üzere Sultan Hamid devrinde mevcud bulunmayan tam mürteci bir kısım basın, halkın mukaddes hislerini tahrik etmiştir, dedikten sonra şu satırları döşüyor: "Buna rağmen Rumi takvimle 31/ Mart/V aka'ası'denen 13/fİisan/1909 irtica hareketi, milletten oe halkdan gelmemiştir. Türk milleti, târihin hiç bir devresinde irticadan yana olmamıştır. Hâttâ Mart ihtilâlinin başına az ve çok ehemmiyetli bir tek kişi bile geçmemiştir. Hareketin en büyük lideri Hamdi Çavuştur. Asiler kendilerine subaylar ve devlet adamları arasından bir lider bulamamışlardır.
31/Mart olayı, tam manasıyla aydınlığa çıkmaktan uzak kalmıştır. Başta Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi olmak üzere, devrin bir kısım ricali, bu olayı Suttan Hamid'i devirmek ve iktidarı tam manasıyla ele geçirmek için İttihat ve Terakkinin hazırladığını ileri sürmüşlerdir.
Dayandıktan delil isyanı çıkaran Avcı Taburlarının bir kaç hafta önce Selanik'ten İstanbul'a getirilmiş olmasıdır. Gerçekten padişahın şahsına çok bağlı 1.Orduya güvenemeyen bu ordunun subaylarına nüfuz edemiyen ve merkezi Selanik'de bulunan 3.Orduya dayanan İttihatçılar, irtica olaylarını çıkartan taburları, İrtica kelimesini burada islâmla özdeşleştiren masonlar ve onların bu hesaplarına dikkat etmeyenler bu ihtilâli irtica diye vasıflandırmakla mason plânlarına yardımcı olmuş c!u-yorlar. Meselâ padişahı çok seven Avcı Taburlarına yapılanlar, onların abdest almalarını bile önlemeye suları kesmek suretiyle tahrike dönük hareketler, meşhur Ömer Naci'nin din adamı kılığına girerek Taşkışla'da yaptığı konuşmalar, askeri fötr şapka giymeye mecbur edecekleri hakkında yaptığı konuşma ir tica olmuyor, fötr şapka giydirilecekleri söylenenlerin buna itirazları irtica oluyor. Bu bakımdan dönemin en iyi tarihçileri arasında yer alan Öztuna Bey, burada her ne kadar Sultan Hamid Hân'ı vikaye ediyorsa da, sessizce irtica adını İsiâmi bir itirazın üzerine kötüleme şalı olarak atmaktan imtina etmiyor.
Şimdi Meşrutiyetin 2.defa meriyete girmesinden sonraki safahatın bazı mühim bölümlerini Sadaret telgrafhanesi Şifre kâtibi Mehmed Selahaddin Bey merhumun Bildiklerim adlı eserinden takibe alalım:
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Meşrûtiyetin Birinci Kabinesi-İlk Sadrazamı Ve Şeyhülislâmı Salı Ocak 13, 2009 9:32 pm
Meşrûtiyetin Birinci Kabinesi-İlk Sadrazamı Ve Şeyhülislâmı
Yukarıda kısaca ifade ettiğimiz gibi sadrazam Said Pa-şa'nın istifası üzerine anayasanın ilgili maddesince tarafı es-raf-ı cenâb-ı padişahîden meşrutiyetin ilk hükümetini kurmak üzere vazifelendirdiği gerek sadaret, gerekse hariciye gerekse de dahiliye işlerindeki büyük birikimi ve dehası münasebetiyle Kâmil Paşanın getirilmiş olmasına inzimamende şeyhülislamlık, onsekiz yıl aralıksız bu vazifede şerefle hizmet etmiş bulunan Muhammed Cemaleddin Efendiye veril-mişdi. Yine evvelce olduğu gibi alay-j vâla ile babıâlî' ye gelinmiş dualar okunmuş, böylece de meşrutiyetin ilk kabinesi meşrutî hükümlere uygun olarak kurulmuş oluyordu.
Kâmil Paşa gibi dış dünyada olsun, içişlerimizde olsun ehliyeti herkesçe kabul gören bu ihtiyar zâtın te'siri kabinede müsbet mânada işlerin yürümesine yol açdı. Ayrıca meşrutiyetin getirmiş olduğu ecnebi devletler mütebessim, ilişkiler kurabilme şansını denemeye kalktıklarında müşfik ve açık görüşlü bir idareyle muhatab oldular. Osmanlı devleti, mülkünde bayındırlık işlerinde bir hayli yapılacak iş olduğunu görmüş bulunmalarından dolayı ve bu işleri yapmak İhalelerini alabilmek için avrupa para kasalarının idarecileri İstanbul'u cemm-i gafir halinde ve sık sık ziyaretlere başladılar.
Bütün bu olumlulukları gören İttihad ve Terakki cemiyetinin reisleri, menfaatperest kişilerin servet ve sermayenin kasalarını açıp devlete her türlü yardımı davet eden hâlin, hükümetin hâiz-i itimad ve emniyet olmasından doğmayıp, meşrutiyetin ilânının temin eylediği bir hâl olduğu ve kendileri dahi hükümet-i idareyi ele alsalar, hem şahıslarının hem rnernjeketin istifade edeceği zannı bâtılı, kötü düşüncelerini bulandırmış olmalı ki inkılabın başlangıç döneminde, cemiyete dâhil olan bir takım kötü niyetli kişiler, meşhur eşkiyala-rı baslarına toplayarak kabinenin disiplinperverânesine taban tabana zıd, dini âdaba ve islâmiyyeye ve de kanuni mevzuata tamamen muhalif olan gasp, yağma gibi hallere cesaretle eski vekiller ve devlet memurları ile milletin zenginlerinin hanelerine hücum etmek, bazılarını çeşitli zulüm ve işkence ile sokaklarda sürüklemek ve de mevcud nakit paralarını zorla alma ve gasp eyleyerek memleketi anarşi ortamına oturttular.
Türlü türlü bahanelerle de yardım almağa ve bunları toplayıp kendi keselerini dol durmaya başladılar. Böylece de hükümeti müşkül bir duruma sokmuşlardır. Kâmil Paşa Hz.leri sadaret makamında bir hayli yorulmuştu. Çünkü bir tarafdan saydıklarımızın irtikâb ettiği günahların önünü almak, bir tarafdan da devlet memuriyetine dahil olmayacaklarını beyan eden, cemiyet-i ittihadiye reisleri ve âzalarının, müsteşarlık ve valilik gibi vazifelere yerleştirilmesi için hükümete baskıya ve bunların kanunî vasıflara hâiz olmayan câhil ve değersiz bazı kişilerini de ayan meclisine sokmak gibi biçimsiz müracaatlarına son vermek ve asayiş ve de disiplini memleket mihverinde devam ettirmek çâresini temine pek gayret göstermiştir.
İttihatçıların çeşitli suçlarına ve memuriyet talebi ile babı-âlî'yi sıkıştırma teşebbüslerini iyice tedkıyk edersek, Kâmil Paşa Hz.lerinin sadaret makamında bulunması, birliği gerektiren gizli cemiyetlerin hastalığına uygun gelmediğinden, KâtiliPaşa hakkında da, var olan iç ve dış âlemdeki itimadı izâle ettirerek Kâmil Paşanın infial ve iğbirarını celbedip makamını terke mecbur kılma çâresinin aranmasıydı. Bahse konu cemiyet bu hususda emir vermiş olup, hâl bundan başka bir şey değildi.
Selâmet-i vatan ve milletin saadetinden başka bir düşünce taşımayan ve hiçbir kimseye karşı kin ve düşmanlık taşımayan siyaset tedbirlerinin bu pîr'i, Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa ilk önceleri, ittihadçılarında aynı his ve fikri taşıdıklarını zannederek, meşrutiyetin gözcüsü ve koruyucusu demek olan meşrutiyet-i nigehbân zannetmesi, bu vasıflardanda pek uzaklaşmış olan cemiyet azalan yüzünden, ülkenin göreceği zararı ve tehlikeleri kovalamak için gereken nasihatleri yaparak, düzelmelerinin çâresini aramaya teşebbüs etmişse de, bahse konu haşaratın, reva olmayan muamele ve müstebid tarzdaki hareketlerinden vazgeçilemeyeceğini, şahsi ve nefsi düşüncelerinden başka dünyada bir düşünceleri olmayan, memleket ve millete karşı en ufak bir hürmet hissi ve muhabbeti taşımayan ve her türlü faziletden mahrum ve çeşitli cinayetler ile fenalıkları yapmaya hazjr ve eğilim taşıyan sadece vatan ve millete değil, insaniyet âlemi için varlıkları bir belâ ve tehlike olan ve de vatanperverlik örtüsü altında ve kisvesi tahtında şahsi menfaatlerini elde etmeye çalışan bu rezil ve hâinlerin vatan ve millet ile katiyyen bir alâkaları olmadığını anlamış bulunuyorlardı.
Muazzez vatanımızı bu gibi haydutların eline terk etmek asırlardan beri bu hâli keşmekeşde yuvarlanan devletin ve ülkenin süratlenen bölünme ve izmihlalinin sebebi olacağını düşünerek bunların başka bir güzellikle ayıklanıp İslahları çâresini denemiş buyurduklarından, haberdar olan İttihadçı-ların Reis takımı bu haberden fevkalâde ürkmüşlerdi.
İstanbul'da bulunan Osmanlı askeri ile lâzım gelen tehdid-leri yapıp bunları yerine getiremeyeceklerini anladıkları için ellerinde silahlı bir kuvvet bulundurmayı düşünerek, bir bahane ile Rumeli de bulunan "Nigehbân-ı Hürriyet" dedikleri Avcı Taburlarını Selânik'den getirtip, bu tavırlarla sarayı ve babıâlî 'yi tazyik ve tehdid küstahlığına da cü'ret edip, Kâmil paşa kabinesinin düşürülmesi çâresini aramakdan geri durmadılar.
İçlerinde en tanınmış olanı ve cemiyet-i ittihadi'yeyi kuran reislerden ve kabinede adliye nazırlığı görevinde olan ve cemiyetin takip ettiği tarzı tasvip etmeyen Manyasizâde Refik Beyefendiyi bile tehdide kalkıştılar. Refik Bey'in önce kalbini yordular az sonra da adamın ölümüne sebeb oldulardı! Kâmil Paşa kabinesinde, dahiliye nâzırlığıyla görevli Hüseyin Hilmi Paşa, bu hain serserilere boyun eğiyor ve onlara uymakdan kendisini bir türlü almamaktaydı. Bunların; kendisini (H.Hilmi Paşayı m.h) makamı sadarete getireceklerini vaad edenlere, makama kavuşmak hırsı ile gözleri adetâ kör olmuştu.
Geleceği, milleti ve devleti feramuş (unutmuş) ederek, bu hezele ile birleşerek kabinenin düşmesi için bütün kuvvetini, bazuya verip çalıştığından vatan ve milletimizin bu hâl-i felâketi ve bölünmeye maruz kalmasına H.Hilmi Paşanın böyle davranışı sebeb olmuştur. Bu sebeb, yegânedir desek yeridir.
Böyle taarruz, tazyik ve tehdid ile müdehaleye uğramadan bir anı geçmeyen Kami! Paşa kabinesi, tabiatıyla ümmid olunan icraatı yapamadı. İslahatı ise; tamamiyle tatbike koymaya meydan bulamamışsa da, anarşi hâlinde olan ülke asayişi temine ve seçimleri yaptırmakla mebuslar meclisinin açılmasına korkmadan çalışmış idi. H.23/zilkade/l 326-R. 4/arahkl324-M.17/aralık/1908 de mebusan meclisinin açılmasına muvaffak olmuştur.
İngiltere devlet-i muazzaması, dersaadet büyük elçiliğine tâyin buyurulup meşrutiyetin başlarında şehrimize gelen Sir Levatr cenahları hakkında İstanbul ahalisinin, ittihad ve terakkinin bir kaç âzası müstesna olduğu halde, bahse konu cemiyet diğer azalarıyla beraber gösterdikleri eserler hüsn-ü kabul, hürmet ve fevkalâde muhabbetden ve İngiltere deviet-i muazzamasıyla, devlet-i âliye' nin eski dostluk ve muhabbetleri olan bazı avru-pa düvel-i muazzamasınin, kabine hakkında perverde eyledikleri eser-i muhallesat yâni biribi-riyie iyi geçinmeleri dostlukları şark'daki siyasî menfaatlerine menfi tesirler etmesinden telâşa düşmüşlerdi.
İttihad ve Terakki cemiyetinin yegâne koruyucusu; Almanya imparatoru 2.Wilhelm ile İttihatçılar arasında, önemli ro! oynayan gizli cemiyetin, özellikle memurlar göndererek hükümetin behemahal sükût etmesini sağlanmasına bakılması, bunu temin için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmaması için talimat verilmiş ve bu emrin tatbikatınada göz kulak olmak için ayrıca kontrol memurları tâyin edilmişdi. İstanbul'daki Doyçe bankın ve Ana-dolu şimendifer idâresinin kasalarını İttihad ve Terakki cemiyetine açarak, Türklerin ha kiki dostu ve eskiden beri böyle olan İngiltere devleti fâhİmesi-ninde, te'sir ve politikası nın Osmanlı ülkesinde tutunmama-sına gayret edilmesine rağmen Anadolu şimendiferleri direktörü Mösyö Heknin vazifelendirildikten sonra, İstanbul'daki Alman sefaretinede Berlin'den verilen emirde, sefaretin cemiyetle dâima temasda bulunarak menafi-i siyasiye ve ikti-sadiyelerine külliyen münafi olan böyle bir halde cemiyetin kurucuları ve reislerinin men edilmesi için takyidat-ı basiret-' kâranede bulunulması emir ve işaret edilmişdir.
Gerek Almanya devleti gerek bahse konu cemiyetler bu uğurda yüzbinlerce liralar sarf etmekden çekinmeyerek; İttihad ve terakki'nin, o dinsiz ve imansız üç-beş kişiden ibaret olan reis ve kurucularının mühim olanlarını daha önceden hazır etmiş bulundukları plân mucibince hareket ettirmeye muvaffak olmuşlardı. Malum ve mâhud bu ileri gelen şahıslar; meclis-i mebusan azalarına verdikleri talimatlar istikametinde Kâmil Paşa kabi nesine, kanun-î hakkını: yâni; anayasanın güzel hükümlerinin ezilmesine aldırmayarak, bu kanunlara uygun harekâtı önlediler. Kâmil Paşa'nın; üç gün sonra vereceği izahatı da beklemeden, Paşa'nında meclis de bulunmadığı gün, hükümet hakkında itimad oylaması yaptırdılar ve böylece Kâmil Paşanın istifasını sağladılar. Padişaha da, başda olmak üzere, herkesin tazyikler yapmağa başladığı görüldü. Israrlar sonucunda Kâmil Paşa kabinesi düşürüldü, fakat Kanuni Esâsı yi getirenler(î) onu ilk önce kendileri yaraladılar. İttihad cemiyetinin reislerinin affı kabil olmaz hareketleri yüzünden devlet ve ülkemiz bölünme felâketine doğru ilk adımı atmak zorunda bırakıldı.
Kâmil Paşa kabinesine güven oyu verilmeyen gün sadrazam Hz.leri meclis'e gelmiş olsalardı, meclisin kapılarında ve koridorlarında hâttâ Ayasofya Meydanfnın çeşitli yerlerine yerleştirilmiş ittihad ve terakki cemiyetinin eşkıya ve fedaileri tarafından katledilecekdi. Bu cinayet plânının baş tertipçi-leri Almanların İstanbul büyük elçisi Baron Mareşal Dö Biyberştayn ve Almanyalı Müşir Golç Paşa'nın gizli tertibatına uyan ittihatçılar idi.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Hüseyin Hilmi Paşanın İlk Sadareti Salı Ocak 13, 2009 9:33 pm
Hüseyin Hilmi Paşanın İlk Sadareti
Kâmil Paşa Hz.lerinin; meclisde anayasaya aykırı bir tarzda, kabinesiyle beraber sükût etmesinin arkasından makamı sadaret, daha Önceleri ittihatçılar tarafından vaad etmiş bulundukları Hüseyin Hilmi Paşa Hz.lerine verilmesini temin etmişlerdi. H.Hilmi Paşa bu vaadin yerine getirilmesinin karşılığını, ittihadçılann ileri gelenlerini kabineye vekil (bakan) alarak ödedi. Böylece ittihad ve terakki devletin kalbi olan babı-âlî de de, bir merkez daha kurmuş oldular. Mülabei Sıbyan; yâni çocuk eğlencesi de denen bu kabinenin oynadıkları feci oyunların iki tanesini, okurlarımıza nakletsek, anlatmak istediklerimiz derhal anlaşılır.
1 Bunların birincisini 31/mart hadisesinin hazırlanması ve tatbike konulması teşkil eder, İkincisini ise, Sultan 2. Abdül-hamid hân'ın gayri meşru ve gayri kanunî şekilde tahttan indirilmesidir. Bu iki mühim olay hakkında; bilgilen olmayanları, ikaz ve dikkatlerini çekmek için bir miktar izahda bulunalım.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: İki Olayın Hikâyesi! Salı Ocak 13, 2009 9:33 pm
İki Olayın Hikâyesi!
Kötü bir âlet olarak, her hususda istihdam edilip kullanılmak üzere Selânik'den getirildiği beyan edilen Avcı taburlarının 31/mart hadisesinin meydana getirdiği vede Sultan Ab-dülhamid hân hz.lerinin, tahtan indirilmesi için oynadığı rol; fesad cemiyeti ittihatçılarının minettar oldukları hâldendir. İlk anlatacağım olan bahsi bu teşkil edecektir.
Çünkü; bu taburların kumandanları; Selânik'li dönmelerden (Avdeti), Remzi Bey gibi muhtexem(!) kardeşlerin reislerinden ve subayları da o kardeşlerin, Rumeli ve İstanbul 'un sokak aralarında ve ana caddelerinde öldürülüp şehid edilen hakiki vatanseverlerimizin katilleri oian ittihad ve terakki cemiyetinin ün yapmış fedaileriydi. Böyle kumandan ve subaylardan meydana gelen bir heyeti muhteremenin(!) sevk-ı idaresinde, bulunan taburların, erleri de aynı his ve fikre tâbi olduğu, gibi askerin tamamının pek büyük bir kısmı da, Rumeli ahalisinden Rum ve Bulgar eşkiya çeteleri mensubları olduğundan, cinayet ve eşkıyalıkta da pek ustaydılar.
Ne derece itimada lâyık ve emniyetine inanılırlığı belirsiz bu taburların yapacakları hizmet, diğer taburların subay ve erlerinin yapamayacakları işlerden olduğu, ittihadçılarca malumdu. 31/mart hadisesini, orduyu hümayun içinde vazifeyi bunlara yüklemek, İstanbul da bulunan diğer askerlerin düşüncelerini tahrike ve kafalarını karıştırmağa başladıar. İttihatçılar bu ve başka yollarla ahalinin saf takımını teşvik ve iğfale muvaffak olduğundan, 31/Mart isyanını çıkartmağa muvaffak oldular. Avcı taburlarının subayları, 31/ Mart günü er elbiseleriyle sokakları dolaşarak isyan ve kıyam eden asa-kir-i şahane ile ahaliyi tahrik edip daha sonra vak'anın inkişâfı üzerine bir hayli rol oynadılar. Zâten tertib içinde olduğundan Selânik'den yola çıkan Hareket Ordusuna katılmak üzere Çatalca ve Hadımköy istikametlerine firara başlamışlardı. Birinci ve ikinci firka-i hümayunların da bulunan taburlar, mektebli ve ittihadçı subaylar bile mukaddes vazifelerini terk edip firar yolu ile Hareket^Ordusunu karşılamağa Çatal-ca'ya gittiler. Başlarında kumandan ve subay kalmayan taburların askerleri, tabiatıyla arkadaşlarına iltihak eylediklerinden olay bir hayli büyüdü. Böylece de olması icâb etmeyen vak'aların, meydana geldiği görüldü.
Bu fetrete ve isyana yâni emir ve kumandasiz kalma durucuna yedi sekiz ay süren cemiyetin akıl ve hikmete uygun düşmeyecek faaliyetini gören, bundan meydana gelecek vahameti anlamaya başlayan bazı kişiler iltihak etmiş kadro hâricine çıkarılan eski subaylar dahi kendilerine kumanda etmek için isyan etmiş askerler tarafından evlerinden zorla getirildiğinden, işler ittihatçıların aleyhine dönmeğe başlamıştı.
Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi oynamış olduğu bu oyunun kendi aleyhlerine dönmüş olmaları yüzünden korkuya düşüp herbiri birer tarafa kaçışmaya başlamışlardı. Nefislerini kurtarabilmek için Sadnazam H.Hilmi Paşa ve kabinesi istifalarını verir vermez, adetâ sır oldular. Bu sebebdende memleket hükümetsiz kaldığı gibi isyan içinde kalmakda ya şandı. Sultan Abdülhamid derhal Ahmed Tevfik Paşayı makamı sadarete getirdi.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Ahmed Tevfik Paşanın Sadareti Salı Ocak 13, 2009 9:34 pm
Ahmed Tevfik Paşanın Sadareti
Sadaret makamına 2.Abdülhamid hân hz.Ieri tarafından getirilen A.Tevfik Paşa, kabineyi ülkenin tanınmış kişilerinden meydana getirdi. Karışıklığın; uyandırılan ümidfer sayesinde giderilebileceğini düşündüğünden olacak, hemen tedbirleri almaya başladı. Kabinede Harbiye Nezaretini üzerine almış bulunan büyük Müşirlerden Gazi Edhem Paşa hz.leri-nin gayret ve himmetiyle isyan hâlinde bulunan askerlerle, ahaliyi ikna eyledi. Arkasından genel af ilânının getirdiği ümidleri arttıran hususlar, isyanın önünün alınmasını sağladı.
Fakat bütün bunlar olurken; Hareket Ordusu adi altında, Selânİk'den yola çıkan ittihatçıların ordusu, İstanbul'a duhul edivermişdi. Şehre hiç bir mukavemete maruz kalmadan giren bu, isyancılar taifesi hâline gelmiş ordu, büyük bir eşkıya çetesinin yapabileceği terörü ifa edeceklerden farksızdı...
Rumeli de; meşrutiyet ilânından sonra teslim olmuş, ne kadar Bulgar ile Rum ve Arnavud çeteleri varsa, bunların tamamı bu hareket ordusunda mevcutdu. Selânik'in Dönme Yahudileri ve buna benzer haşaratda, bu orduya katılmış olduğundan, bu gibi haydutlar ile teşekkül etmiş olan ittihatçılar çetesi İstanbul'a girdiklerinde karşılarına çıkan müslüman kıyafetinde olan herkese saldırıp katletmeğe başladılar. Her tarafı yağmalamağa koyuldular. Kışlalarına çekilerek vazifelerini ifâya çalışan askerlerimizin kışlalarını abluka altına alarak, düşman ordusunu top salvosuna tutar gibi bombardımana geçdiler. Bu hengâmede otuz bin askerimizi toprağa düşürüp büyük bir cinayetin mürtekibi oldular.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Ceza Alacaklarına Ceza Veren Oldular! Salı Ocak 13, 2009 9:34 pm
Ceza Alacaklarına Ceza Veren Oldular!
Bu yapılan şüphesiz ki bir "alessultan-ı huruç îdi" buna cüret eden Mahmud Şevket ve Ferik Hüseyin Hüsnü Paşaların kumandasındaki eşkıyalar güruhu, komutanlarından en küçük neferine kadar askeri ceza kanunlarının uygun maddelerine binaen, idama götürülmeleri icâb ederdi ve bu kokuşmuş cemiyete ubudiyet ve hulûs çakmak için bahse konu canileri alkışlıyan elleri de icab eden cezalara çarptırmak gerekirken şaşılır ki; bu haydutların yol açısıyla halife-î rûyi zemin ve padişah-ı islâmiyan olan Sultan 2. Abdülhamid han hz.lerini tahtdan indirmeleri ümmetin büyükleri ve milletin vekilleri ve hükümet ile ayan (senatörler) için, İlelebed çatıl-nıak da haklı olunacak durumlardandır.
istanbul'a girdikten sonra yaptıklarını bir miktar yukarıda-da anlatmağa çalıştığımız bu şekavet topluluğu üstelik is-yancılıkdan çıkıp hem itham eden, hem de cezalandıran yargıç makamına geçtiler. Çünkü kurmuş oldukları örfî idare ve buna bağlı 1 ve 2 numaralı divan-ı harb-i örfî adlı askerî mahkemeler, eski vükelâ-yı ve askerleri, devlet memurlarını ve sarayın erkânını, ittihatçıların menfaatlenmelerini önlemeyi, hizmet-i millet ka-bul edenleri ve bunların (İttihatçı çetenin) hareketine karşı hareket yapmayı tasavvur ed enleri, bir çok muharrir ve iktidar sahibi kimseleri, Sultan Mahmud'u sâni'nin sonunu getirdiği yeniçerilerin, "tut-kap" usûlüne uygun olarak, rastladıkları yerlerde yakalayarak Harbiye Nezâ-reti'nin bahçesinin Süleymaniye Câmü kapısına yakın yerindeki Bekirağa Bölüğüne hapsetmekteydiler. (Tabii bu günkü İstanbul Üniversitesinin olduğu yeri tarif ettiğimizi biliyorsunuz. M.H) Yakalanıp da, hapse konan kişilerin gün begün sayıları çoğaldığından hapishanenin üst katındaki itfaiye teşkilâtı dâhil, bir kaç asker koğuşu boşaltılarak çâre arandiysada neticede zulme uğrayan kimselerin sayısı durmadan arttığından daha sonraları Dâire-i Askeriyye-Î ümur-u Nezâret-i binası karşısındaki, Çifte Saraylar bile hapishane olarak kullanılmağa başlandı. Yapılan bütün bu işlerin mağduru olan kişiler büyük eziyyetler ve açlıkla mücadele edip dayanmağa çalıştılar. Ancak .yapılanlar akla hayale gelmez cinstendi ve milletimizin insanına reva görüldü.
İttihatçıların cemiyetinin o rezil kurucu ve reisleri ve de meşrutiyetin kurucusu ve kahramanı addedilen Enver ve Niyazi'ler ile onların cânilikde, bir hayli ileri olan fedaileri, tarafından tutukluların ve hükümlü mazlumların bazıları, gündüz veya gece ve belli olmaz zaman diliminde bu ahlaksız canilerin bulundukları harbiye nazırlığı binasının odalarına getirtilir 'çeşitli hakaretlere maruz bırakılarak bu esere almaya utandığımız sözlerle izzet-i nefisleri rencide değil, adetâ ayaklar altına alınmaktaydı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Şeref-İ Adalet Ve İki Şahsiyat Salı Ocak 13, 2009 9:35 pm
Şeref-İ Adalet Ve İki Şahsiyat
Bu sakim anlayışın, kendi düşünce ve yollarındaki engel, sağ duyuyu ortadan kaldırmak için, her gizli ve açık darbelerin taşıdığını, bir daha ortaya koyduğunu görüyoruz. Bunu yapacakları vasıtaların başında da adaleti ileri sürerler, fakat adalet yerine talimat almaya amade hâkimleri tercih ederler. Ve de; bu aradıklarını bulduklarını târih dâima önümüze koymaktadır.
Buradan hareketle bu rezil ittihadçıların kurmuş oldukları yukarıda adı geçen divânı harblerin birincisini teşkil eden heyette yaşlı başlı, namuslu ve erkânı askeriyyeden hakkıyla haberdar, vicdan sahibi kimseler, zamanlı zamansız sorguya alınanların durumlarından haberdar olduklarında ve adalet ilkesi anlayışına aykırı bulduklarından böyle gayrihukukî davranışlara cesaret edenlere, yaptıkları hâinane davranış yüzünden öyle ağır azarlamalarda bulundular ki ve tekrarında da, pek ağır şekilde kanunu tatbik edeceklerini bildirerek, yönlendirilmelerine kalkışacaklara cesaret vermediler.
Bir de; Topçu Hasan Rıza Paşa divan-ı harbî de denilen 2.divan-ı harbî heyeti hâkimesi vardıki, ittİhad ve terakki heyetinin yirmiüç-yirmibeş yaşındaki azalarından olan genç subaylardan meydana gelmişti. İşte bu heyet-i hâkime, diğer heyet gibi yapmak şurada dursun, kendilerini cemiyetlerine beğendirmek gayesiyle her türlü haksızlığa geçid vermekten başka, gayrikanuniliğe saparak bir iki sene hapis cezası verilebilecekken veya hiç de ceza almaması gereken mazlumlara idam cezası vermekten, yüzlerce insanı Ayasofya ve Ba-yezid meydanlarında, asılarak hayatlarına son vermek kara-rını almaktan çekinmediler. Böylece kendi vicdanlarını yakıp ahiretlerini berbat ederlerken cemiyetlerine yaranmak onlara tatmin verdi mi? Cemiyete karşı böyle gayrimeşru yolla hizmet veren 2. harb-i örfî divan reisi ve heyeti yaptıkları gayri kanunilik yüzünden Osmanlı hukuk tarihini de kirlettiler
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: 2. Abdülhamid'in Hal'î Salı Ocak 13, 2009 9:36 pm
2. Abdülhamid'in Hal'î
Mazlum milletimizin insanlarını çeşitli sıkıntılar, açmazlar içinde hapishanelerde ve darağaç'lannda zulme maruz bırakarak masonların talimatlarını yerine getirmeye çalışan İttihatçılar çetesi; bir tarafdan da İslamların halifesi ülkenin padişahı Sultan 2. Abdülhamid'i tahtdan indirip yerine geçirecekleri yaşlı ve hasta Sultan Mehmed Reşad'ın elinden devlet yönetimini, kendi arzularına kullanma plânına son rütuşları yapıyorlardı.
Hareket Ordusunun Ayastefenos'da yâni Yeşilköy'deki sahrada kurmuş oldukları karar gâhlarına yakın olan, Yat klübünde eski sadrıazamlardan ve ayan reisi, Mehmed Said Paşa riyasetinde topladıkları iki meclisin üyelerinden alınan karar muvacehesinde Hareket ordusunun İstanbul'a girme müsaadesi verildi. Böylece bu orduya bağlı birliklerin, şehre girmesine müsaade eden Meclis-i mebusan, tam tersine: "bu birlikler emir ve ko-muta dahilinde teşekkül etmiş birlikier değildir. Âsiler güruhudur" diye bir karar alsa idi o zaman târihin akışında kim bilir ne değişiklikler olurdu amma, târih ilmi böyle bir soru sormaya pek birşey demiyor amma verdiğiniz cevaplan ise kabul etmiyor.
Çünkü olan olmuştur. Olanı değiştirmek kabil değildir anlayışı, realistçe anlayış kabul edilmiştir. Tâ ki yeni tevali edecek vak'alarda bu tecrübeler göz önüne alınıp hareket edilirse ki târih ilminin maksad-ı esasında bu madde olup pek önemlidir, o zaman ne âlâ'dır.
Bu düşünceler ışığında mebusan; kendilerine ahaliyi temsil etme hakkı veren padişahı, Yat Klübünde Osmanlıyı oniki sene içinde batıracaklara, teslim etmiş oldular. Ve başlarında da, defalarca Padişah Abdülhamid hân'a, defaatle sadrazamlık yapan Mehmed Said Paşa olduğu halde bu mânevi cinayeti işlediler. Yıldız Sarayı'nın sadık bekçileri Arabla, Arnavut ve Anadolu taburları birer bahane ile değiştirildi. Yerlerine konanların Hareket Ordusunun taburları olduğunu ifade edelim. Bu işde halledildiğinde; artık Sultan Abdülhamid'den korkacak bir şey kalmamıştı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Mebusların Meclisde İknası! Salı Ocak 13, 2009 9:37 pm
Mebusların Meclisde İknası!
Netice itibarıyla Yat Klübde alınan karar gayri resmî surette alınmış idi. İşin resmî olanı Meclİs-i Mebusanda gündemli toplantı ile yapılandı. Bunu sağlamak için İttihadçüarın hazir-layıp, Mahmud Şevket Paşanın çekdiği, Yıldız Sarayının her çeşit haberleşmeden mahrum edildiğine dâir telgrafı üzerine ayan ve mebusları meclisde topladılar. Meclise davet olunan Fetva Emîni semahatlû Nuri Efendi hz.lerinin, Antalya mebusu Elmairiı Hamdi (Yazır)*Efendi'nin karalamış olduğu fetva müsveddesindeki ifadeleri şer'i şerife aykırı düştüğünden tasdik olunmadı.
Bu vaziyet karşısında; Hüseyin Hilmi Paşanın sadareti münasebetiyle şeyhülislâmhkdan istifa etmiş bulunan Cemaied-din Efendinin yerine meşihata getirilmiş bulunan Rumeli Kazaskeri Ziyaeddin Efendi gördüğü tazyik karşısında, kerhen yukarıda bahse konu ettiğimiz müsveddeyi bir fetva hâline getirip, İmzayı basdı. Böylece de şer'an fetva tamamlanmış oluyordu. Hâl edilmeye lâzım gelen evrak tamamlanıyordu. Sultan Abdülhamid hz.leri 7/rebiüIahir/1327sene-i hicriyye-14/nisan 1325 senei rumi-27/nisan/l909'da salı günü taht-dan indirilirken aynı günde veliahd Mehmed Reşad Efendi saltanat-ı padişah ve makamı hilâfete geçmiş oluyordu. Mahlû hakan ailesinden bazı ferdlerle Selanik şehrine, mecburi ikamete sevk olunuyordu.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Fetva'ya İhanet Eden İttihatçılar Salı Ocak 13, 2009 9:38 pm
Fetva'ya İhanet Eden İttihatçılar
Bir görüşe göre gayrimeşru olan fetva ile Sultan Hamid'in hâli kararını aldıran cemiyet, her hâl-û kârda diyanet-i islâ-miyyeyi bir âlet makamında kullandığı halde, padişah Sultan Hamid hakkında verilen bu kararın "şeriat-ı garra-yi Mu-hammediyye" diye uygulatırken, öte yandan eldeki anayasanın 11.maddesinde "devlet-i Osmaniyye'nin dinî islimdir." Şeklinde yazılıyken dine uygun şeriata bağlı bir kararın tebliğini yaparken, o dinin sâliklerinden olmayan şahsı, bu tebliğde istihdam etmek tabii ki gayri kanuni hallerdendir.
Çünkü Yıldız Sarayına tebligatı yapmaya gönderilenler arasında bulunan siyonist cemiyetinin, Osmanlının yıkılmasını teminle görevlendirilen ve Selânik'de bir müddet kalmış, herkesin ne mal olduğunu bildiği Selanik mebusu ve İttihatçıların akıl hocası Emanuel Karaso'nun heyetle vazifelendirilmesi fetvaya ihanettir.
ittihatçılar; kendilerinin hazırlayıp gerçekleştirdikleri 31/mart vakasını 2. Abdülhamid ve onun yakın adamlarına isnad ettiler. Halbuki bizzat 2. Abdülhamid'in sadarete getirdiği A.Tevfik (Okday) Paşa'nın gayretleri vatanseverliği ve işbilirliği sayesinde kontrol altına alınıp,teskin olunmuştu. Eder Abdülhamid ve yakınları bu elîm vak'anın tertipçileri olsalardı, herhalde bu vak'a bittiği gibi değil, başka şekilde neticelenir, padişahı da taht' dan indirecek bir meclis-i me-busan dahi ortada kalmayabilirdi! Sultan Hamid'in Seiânik'e gönderilmesinin peşinden hareket ordusunun ittihatçıları, tam bir kör sadakatle bağlılığı neticesinde saklandıkları deliklerden fırlayan me'şum cemiyetin azaları ve sabık kabinenin üyeleri yeniden hükümeti kurmak sevdasına düştüler. Meşrutiyetin ilk padişah ve halifesi ilân ettikleri Sultan Reşad'ı derhal meşrutiyet anlayışının aksi istikametinde yönlendirmeye gayrete girdiler.
Tevfik Paşanın, Sultan Reşad'ın huzuruna çıkıp, kabine üyeleriyle birlikte istifasını sunması ve yeni padişahın Tevfik Paşa'yı görevinde ipka etmesi ittihadçıları bir hayli kızdıran olaylardan biridir. Nihayet dayanamayan Sultan Reşad"ın; "Ben meşrutiyet kanunlarına uygun hareket ediyorum. Sizler buna uymayacaktinizda o zaman bizim bilâderin ne günâhı vardıda mahlû eylediniz" demiş olduğu pek yaygındır.
Ne varki, komitacılar güruhu padişaha tebelleş oldular fazla bir zaman geçmeden Hüseyin Hilmi Paşayı yeniden sadarete getirecek olan kararın birinci merhalesi olan Ahmed Tevfik Paşanın ve kabinesinin azlini emreden irade-i seniyye-yi elde ettiler. Böylece 2. merhalede H.Hilmi Paşa kabinesi kurulduğunda, Mülabei Sıbyan yâni çoluk çocuk kabinesi denebilecek hükümet kuruldu.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Caniler Kabinesi! Salı Ocak 13, 2009 9:38 pm
Caniler Kabinesi!
Hüseyin Hilmi paşanın bu ikinci sadareti yukarıda konulan ara başlıkla yâd olunsa yeridir. Çünkü; bu kabineye mümkün mertebe ittihadçıların, dolduruldukları göz önüne alınır ve tatbikata bakıldığında görülecek olan manzara böyle isimlendirilmesinde isabetlidir. Bu kabine evvelâ Yıldız Sarayı yağmasını gerçekleştirenleri temize çıkardı. Daha da sonra yine Yıldız Sarayı baskını sırasında meydana gelen olayların nihayetinde mazlumların hakkını ortada bıraktı. Yine bir çok kişinin nahak yere katline ve idamına seyirci kaldı. Sultan Abdülhamid'i, bankalardaki nakit para ve senetlerini bağışlamaya icbar eden muameleye en azından göz yumması, bir gasp hükümeti olduğunuda ortaya koyar. Nihayet sokaklarda hertürlü cinayetin, ittihatçılar tarafından işlenmişlerine müsaadekâr tutumları, verilen nâmı almaya hak kazandırmıştır.
Caniler Kabinesi adını verdiğimiz İttihad ve Terakki cemiyetinin; babıâlî şube-i merkeziyesi, Şeref Efendi sokağındaki ittihatçıların genel merkezi heyeti idare reisleri ilede birleşerek, Yıldız Sarayı hümayunun dan aldıkları mücevherat ve diğer kıymete haiz mallan, târihin yazmaktan yüzünün kızaracağı bir suretde, sarayı hümayunda bulunan hizmetkâr ve kalfalardan, cebren ve işkence yaparak gasp ettikleri elmas gibi pek değerli eşyayı güya pederlerinden mirasmış gibi aralarında paylaştıktan sonra, ahalinin gözünü boyamak kasdıyla bir kaç parça mücevheri Avrupaya gönderip bunların değeri olan üçyüzküsûr bin lirayı bulan küçük bir miktarı, Donanma Cemiyetine yardıma verdiklerini ve bir mikdar mücevher ve de parayı hazineyi hümayuna ve müzehaneye verdiklerini utanmadan ilân etme yoluna gittiler.
Şeklinde izahat veren Salahaddin Bey yine şunları söylemektedir: "..Bir âleti şer makamında ve her bir hususda istihdam olunmak üzere Selânik'den getirilen ve her cihetten şayanı itimat olan Avcı Taburlarının ifâ edecekleri hizmeti diğer taburlar, zabıtan ve efradının icra edemeyecekleri cemiyetçe malum olduğundan, 31/mart hadisesinin ihdası vazifesini bunlara tahmil İle İstanbul'daki askerlerin efkârın! tahrik ve tahdişe başladığı ve vesaiti şâire ile de sebükmağzanı ehaliyi teşvik ve iğfal ve ordu ile beraber ihitlâl çıkanlmas; temin edilmiştir. Vaka-i faciayı ihzar eden Avcı Taburları zabıtanı, yevm-i hadisede (olay günü) nefer elbisesiyle, sokakları dolaşarak isyan eden, asker İle ehaliyi tahrikden ve va-ka'nın tevessü (genişlemesi) etmesi yolunda bir çok rol oynadıktan sonra zaten müretteb olduğu vech ile Selânik'den hareket eden ordusuna iltihak üzere Çatalca ve Hadımköy cihetlerine firar etmişlerdir. Cemiyet ve kabine oynadığı bu oyununun kendi aleyhine dönmesinden havf ederek her biri bir tarafa firara başladıklarından tahlis-i nefs sevdasına düşen Hüseyin Hilmi Paşa ve kabinesi dahi istifasını verip firar etmiş olduğundan, memleket hükümetsiz ve hâli isyanda kalmıştır. "Selahaddin Bey'den sonra ise bakın onsekiz sene şeyhülislâmlık görevi yapan Cemaleddin Efendi'de hatırat'ın-da:
"31/mart/hadisesinde önayak olan Avcı Taburları, ilân-i meşrutiyet-i müteakip Selânik'den Istanbula getirilmiş ve Kâmil Paşa tarafından geldikleri yere iadeleri teşebbü sünde bulunulmuşsa da, cemiyet kabul etmemişti. Meşrutiyetin muhafazası için getirilmiş taburlar, yaptıkları umulmaz davranışla ittihatçıların var olan tesirlerine dahada güç katmış oldukları dikkat çekicidir." Demektedir.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Mevlanzâde Rıfat Bey'in İfşaatı Salı Ocak 13, 2009 9:38 pm
Mevlanzâde Rıfat Bey'in İfşaatı
Pınar yayınları arasında neşrolunmuş ve Berire Ülgenci hanımefendinin hazırlamış olduğu Mevlânzadenin 31/Mart/Bir İhtilâlin Hikâyesi adlı eserinde ebedi muhalif, Mevlânzâde Rıfat Bey; Hüseyin Hilmi Paşanın olayın kopması ile birlikte, ipi ucundan kaçırdığını hatırlatırcasına istifasını ve ardından ihtifa eylediğini bu günkü tâbirle saklanmak mecburiyetinde kaldığını ifade etmektedir. Bizde bu mütalaadan istifade etmeyi uygun gördük. Önce Mevlanzâde'nin son değerlendirmesinden bahseden kitabın satırlarına aynen yer verelim:
"..Olayların gidişatı, halkın tedirginliğini ve orataya çıkmakta olan anar siyi ve durumun kötüye gitmekte olduğunu Başbakan Hüseyin Hilmi Paşa'dan önce gören değerli ilim adamları, acilen ileri gelenlerden Haydar Efendi başda olduğu halde özel bir toplantı yaparak, elle tutulmak derecesine varan tehlikenin ortadan kaldırılmasına veya hafifletilmesine ilişkin görüş ve tartışmalarda bulunsunlar; toplantının neticelerini ve kararları da; Muallim Fatin Efendi ve bir kaç değerli kişiyle beraber hükümetin başında ve fakat büyük bir gaflet içerisinde bulunan Hüseyin Hilmi Paşa'ya bildirerek alınması gereken tedbirleri bütün ayrıntılarıyla sunup, uyarılarını dile getirsinler de böylece meşrutiyetin büyük Başbakanı da ilmiye heyeti mensuplanna-istibdadın ileri gelenlerinin şan'ların-dan olan-büyük bir kibirle, asker arasında kötülüklerin, kışkırtmaların asla yerleşemeyeceğini, bu konuda Harbiye Nâzın Rıza Paşanın kendisine teminat verdiğini söylesin.
Hüseyin Hilmi Paşa o sıra Başbakanlıktan başka Dışişleri bakanlığımda yürütüyordu. (Mevlanzâde zühule düşmüş olacak H.Hilmi Paşa sadarete inzimamen dahiliye vekâletdı.M.H) Ülkede yalnız kendini işten anlar zannediyordu. Nihayet ne oldu? İhtilâl başlar başlamaz makamına gelmedi ve hiç bir önlem almadı. Meşrutiyetçilere ve hürriyet severlere de gidemedi. Doğrudan doğruya istibdada, Abdülhamid'e koştu, sığındı. Saray- da,hayatı derdine düşdü. Orada istifa edip,saklandığı yere geçti."
Şimdi târihin; bu gün içinde yaşadığımız, zaviyesinden bakarsak, günümüzde yaşanan darbeler ve muhtıralar döneminin başka bir versiyonunun o dönemde de yaşandığı noktasına varmak kabil olur. Ancak; Mevlanzâde'nin değerlendirmesinin öncesindeki, bölümlerinden olan ittihatçıların İstanbul merkezinin mensuplarının gizlenmesi hakkında ki beyanlarına da bir atfu nazar edelim: "..Mahmud Muhtar Paşa'nın görevini terk edip gizlenmesi, yalnız isyancı askerlerin şımarmasına hizmet etmedi. Hükümeti idare eden heyet-i vükelâyı da şaşkınlıklar içinde bıraktı. Evet hükümetin tek dayanağı olan Harbiye Nezaretindeki askeri kuvvetinde isyana katılması haberi şaşkınlığa yol açmıştı. Mahmud Muhtar Paşa'nın kaçış haberi akıllarını zıvanadan çıkarmıştı. İsyancı askerler-se zafer kazanmışcasına tavırlar alıp ve silahlarının kurşunla-rıyla isteklerde bulunmaya kalkışır oldular." Dedikten sonra şöyle devam etmekte: "Vatana karşı hamiyet ve şefkat besleyen akıl sahibi kişiler derin endişelere kapıldılar. Vatan düşmanlarının yok edilmesi için Osmanlıların hayatı bahasına sahip olunan mavzerleri vatana çevrilmiş görünce yavaş yavaş ümitsizliğe kapılmaya başladılar."
Muhterem okurlarım; Gazi Mahmud Muhtar Paşa pek meşhur Katırcıoğlu Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın oğludur. Çok cesur ve tarikat-ı nakşibendiye'ye müntesib Erenköy'deki Kelâmi Dergâhı Şeyhi Esad efendiye müntesib bir zat olduğu gibi savaş alanlarının eli kılıçlı yaman bir suvarisidir vede,1897 Osmanlı-Yunan harbinde bir huruç harekâtı sayesinde daha yüzbaşı iken Gazilik unvanına erişebilmiş nâdir rastlanır bir askerdi.
O dahi hem de kendi milletinin evlâdı olan askerinin şiddetinden havf edip kaçıyorsa, isyan edenlerin hedefi hâline gelmiş kişilerin başında yer alması muhtemel sadrıazamın saklanmayı tercihini anormal karşılayarnıyorum. Zâten bu hususda Mevlanzâde Rıfat bey yine de kitabının 48. sahifesinde, Hassa kumandanı Mahmud Muhtar Paşa, Harbiye Nâzın Rıza Paşa'dan aldığı ve bu hususda Hüseyin Hilmi Paşa ile mutabık kaldığı tedbir kararlarını ifa için isyana katılmamış askerle, isyancıların birleşmesini önleyecek tedbirlere teşebbüs hususunda, "Osmanlı askerinin dini duygularını ve şu andaki ruh hâlini dü şünmeden, kararını yalnız vazife denilen zayıf bağlar üzerine bina etti.
Derhal Harbiye Nezâretinin (şimdiki İstanbul Üniversitesi bahçesi) kapılarını kapattırdı. Askerleri toplayıp kendine has ceiâdetli bir ifadeyle, görev başına davet etti. Vazifenin kutsallığı hakkındaki sözlerinin askerleri gerçekten etkilediğini kanaat getirip, Harbiye Nezâreti meydanına topladı ve mitralyözler yerleştirerek asilerin hücumunu beklemiye başladı. Mahmud Muhtar Paşanın bu kanaati memleketin ruhuna uymayan bir saflıktı." Demiş bulunmakla tedbiri doğru bulmadığını hatırlatıyordu.
Nitekim Ayasofya önlerinden yola çıkan isyancılar yolda işsiz güçsüz ve mürettep bazı kafilelerle karşılaşıp, birbirleriyle kaynaştılar ve Harbiye Nezareti binası olan, şimdiki İstanbul Üniversitesi istikametinde yola revan oldular. Yürüdüler. Bayezid'e geldiler. Gelenler, nazırlığın bağçesinde kendilerini alesta bekleyen askere meşru hükümete karşı bir ayaklanma olmadığı, bîr kaç dinsizin terbiye edilmesi olduğunu söylediler ve asilerden bir kaç hoca kılığına girmiş zevat bahçenin parmaklıklarından geçerek bahçede bekleyenlerin arasına daldılar. Birbirleriyle ağız ağıza kulak kulağa verip konuştular, halleş- tiler. Bilahire bahçedeki askerin firara başladıkları görüldü.
Bu arada Mevlanzâde adı geçen eserinde sahife 58.de şu beyanlar ile önümüze bir manzara seriyor: "İsyancı askerler o kadar coşkuya kapılmışlardı ki en acizleri bile, idam etmek için ittihat ve terâkki üyesi arıyorlardı.(..) Ortada dolaşan söylentilere göre, Hüseyin Cahid (Yalçın) Bey elçiliklerden birine, Cavit Bey (Dönme) Şişli'de bir Fransız'ın evine, diğerleri de Prens Aziz'in yatına bazılarıda memleket dışına sıvış-mışlardı. Ahmed Rıza Bey ise babıâl'i'de sıkışmış kalmıştı. Asi askerler onu kuşatmış, dışarı çıkmasını bekliyorlardı." Şeklinde bir dil kullanan yazar Mevlanzâde, şöyle bir hüküm ileri sürmekten kendini alamıyordu. Hükümet demek İttihat ve Terakki merkeziydi, onlar savuşup kaçtıktan sonra kendini başvekil zanneden Hüseyin Hilmi Paşa inisiyatif sahibi olmadığını anlamış ve saklanacak melce olarak Sultan Abdül-hamid'in evini bulmuştur. Demek suretiyle Sadrıazam Pa-şa'yı, müzmin bir ittihatçı muhalifi olarak yerin dibine sokmaktan geri kalmamıştır.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: 31/Mart İle Alâkalı Mühim Bir İfşaat! Salı Ocak 13, 2009 9:39 pm
31/Mart İle Alâkalı Mühim Bir İfşaat!
Son Sadrazamlar adlı kıymetli eseriyle büyük bir hizmetin sahibi olan İbnül Emin Mahmud Kemâl İnal bey merhum, adı geçen eserinin 1709. sahifesinde: "Tevfik Paşa'nın bana nakl ettiği pek mühim bir maddeyi burada zikretmek, târihe mühim bir hizmettir. Padişah; ordu'nun gelmiş olması ile durumunun vahamet kesbettiğini anladığında Tevfik Paşa'ya madem beni istemiyorlar, saltanatı biraderime ferağ ederim.
Devleti o idâre et-sin. Fakat; bir komisyon mu? Meclis mi? Ne derseniz deyiniz kurulup, bu vak'a (31/mart vakası)'da dahlim olup olmadığı meydana çıkarılmalıdır. Dediğinde, Tevfik Paşa, doğruca ayan reisi Said Paşa'ya gidip, padişahın dediklerini anlatır. Said Paşa: bir meclis kurulur mahkeme edilir, dahli tesbit olunduğunda- kanuun-i esaside-padi-şah mukaddes vede gayri mes'uldür. Nasıl cezaya tâbi tutulur? Eğer suçsuz olduğu takdirde! Bizim hâl ve mevkıimiz ne olur? Bu cevap üzerine Tevfik Paşa; ben, size padişahın dediklerini aktardım. Ne yapacaksa ayan ve mebusan meclisi yapacaktır cevabını vermiştir."
Yukarıda yapılan ifşaat yakın târihin ilk defa duyduğu ifşaattan olmamakla beraber, yeni nesiller yetiştirmekte olan milletimiz geçmişimizde olanları gerek yâd etmek gerekse, de yeni neslin tahlil edebilmeleri için önem taşıyan bu tip İfşaatları günün konusu hâline getirme vazifesini mazide yaşananlardan ders alınmasını hatırlatanlara adetâ bir vazife olarak addetme anlayışı hâkimdir ve bu anlayış nesiller boyu devam etmelidir. Bahse konu ifşaatın son satırı ne kadar sır dolu! Bu kadar mes'uliyetten kaçan bir devlet adamının, dokuz defa sadarete getirilmesi ne büyük gaflettir. O, bizim hâl ve mevkıimiz ne olur diyen ağız, acaba hangi hakikatleri saklayan kötü bir mahzenin kapısı oldu?
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Sultan 2.Abdülhamid Hâl Ediliyor Salı Ocak 13, 2009 9:40 pm
Sultan 2.Abdülhamid Hâl Ediliyor
Abdülhamid Cennetmekân'ın hâl edilmesine girmeden evvel, bu zâtın karşılaştığı muhalefete bir nebze olsun dokunmadan, geçersek çalışmamızda belki nice eksikler bulurken bu hususu atlarsak telafi edilmez bir eksiği biz göz göre göre yapmış oluruz. Bu münasebetle; 2/Mayıs/1992 senesinde İlim Kültür ve Sanat Vakfı Târih Enstitüsü tarafından tertiblenmiş 2. Abdülhamid ve Dönemi adlı, Sempozyum Bildirileri'ni kitaplaştırmış bulunan Seha Neşriyat'ın bu değerli kitabının her biri değerli tebliğleri sunan muhterem ilim ve bilim adamlarının aralarında yer alan, bahsimize uygun tebliği ile Sayın Erol Özbilgen Beyefendinin, beyanlarından alıntılarla sahifemizi süsleyelim.
"Osmanlı Padişahları. Fâtih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Kaanuni Sultan Süleyman, Avcı Sultan Mehmed, Sultan Mahmud-ı Adlî gibi, çeşitli unvan ve lakablanyla tanınırlar. Genç Osman, Deli İbrahim, Sarhoş Selim gibi bazılarının hâlleri, bir kısmının belirgin özellikleri de tevatür biçiminde halk arasında yayılmış unutulmamıştır. Dördüncü Murad kuvvetlidir, kahhardır, üçüncü Selim duyguludur, hassastır, Sultan Abdülaziz güçlüdür, pehlivandır, babayanidir. Beşinci Murad mecnundur, masondur." Şeklinde beyanda bulunduktan sonra Özbilgen şunları ifade etmektedir 2.Abdülhamid Hân hakkında: "Bu bağlamda Sultan 2. Abdülhamid'in resmi unvanı dir. Özellikle muhalifleri tarafından üretilen lakabla-rı ve şöhreti ise, Osmanlı hanedanı içinde en geniş spektru-mu hâizdir; İslamcı, kızıl sultan, evhamlı, cani, kadın düşkünü, ırz ve namus düşmanı, hasis Ama en önemli özelliği herhalde Sultan Abdülhamid'in Osmanlı padişahları içinde en güçlü muhalefetin muhatabı, hedefi ve simgesi olmasıdır. Muhalefete sözlüklerle verilen anlamlar şöyle guruplanabilir: I-soyut anlam: Uygunsuzluk, aykırılık, zıtlaşma, karşıtlık. 2-Somut anlam: Çirkin ve fena bir şeye karşı tepkime.
3-Mecâzi anlam: Sevişmezlik, düşmanlık, nefret etme. " Diye üç başlık altında toplayıp bunların incelenmesine geçen sayın konuşmacı, Düşünce ortamı adıyla açtığı bir bahsin hemen ilk cümlesinde mühim bir tesbite parmak basar; ''Tanzimat ilke olarak Osmanlı devletinin klasik dönem diyebileceğimiz 19. yüzyıl öncesindeki yönetimiyle, hukuk yapısıyla, bilimiyle, diliyle, edebiyatıyla, mimarisiyle, giyimiyle kuşamıyla eğitimiyle, zeokleriyle kısaca kültürüyle zıttaşır, ona tepki gösterir, sevişmez. Yâni; kendi aslı ile muhalefet halindedir. Her nekadar tanzimat-döneminin ıslahat fermanı ile kapandığı kabul edilirse de, genç gönüllere, genç zihinlere yerleştirdiği batı'ya doğru tek yönde açılan bu ictihad kapısı hiç mi hiç kapanmamıştır"
Dedikten sonra Tanzimata gönül veren ilk aydınlar adjyla da nitelenen bu nesil, eski ile yeni arasında bir köprü, bir öğretmen olarak vazife almak durumunda kalmışlar ve bilgi bakımından ve görgü münasebetiyle hayli kısıtlı olduklarından bir sentezde yapmaya muvaffak olamamışlar, sadece gözleriyle gördüklerini tarif etmişlerdir. Bu saydığımız kişilerin yetişdirdikleri Avrupa aleminin bize göre sehhar hâlini daha uzun süre ve daha da pratik alanda kullanabilecek hususlara dikkat etmişler hatta Pâris'de bir Osmanlı okulu açılmasını sağlamışlardır.
Asetilen gazından elde olunan ışıkla Cahmp Elize'nin geceleri gündüz gibi aydınlanmış olmasını görmüşler, Avrupa şehirlerindeki devlet törenleri, faşingler, toplu eğlenceler, tiyatro ve çeşitli sanat gösterilerini benimseyen bu kuşak ülkeye taşıdığı müşahedeleriyle toplumun yabancılaşmasını sağlarken, bir mücadeleyi de başlatmış oluyordu. Konuşmacı, bunları batı dünyasından seçtiklerini süzgeçden geçirerek Münif Paşa, Ahmed Midhat Efendi ile Ahmed Rasim ve Hüşeyin Rahmi Beyler gibilerinin edebiyat sosyolojisi olarak nakletmelerini ifade eder. Ben, bu yapılan edebiyat sosyolojisi aktarımını kaçınılmaz bulduğumdan, bu zevatın çalışmalarında okuma hususunda coğrafyamızda ne kadar zayıf olduğumuzu hatırlarsak, okumaya teşvik bakımından da faydalı olduğunu ileri sürüyorum.1850 ile 1877 seneleri arasındaki Osmanlı devletinin Rusya, Karadağ, Romanya, Sırbistan ve Bulgaristan'a karşı yaptığı savaşlar, Mehmed Ali Paşanın Mısır meseleleri, Cebe I-i Lübnan velhasıl savaşsız gün geçmemesi ekonominin çökmesini sağlamış, buna bağlı olarak da bu birikim Abdülha-mid dönemi için her nevi sıkıntının kaynağını teşkil etmiştir. Bütün bunların baskısının kalkmasını islâm dayanışmasında bulan Sultan Hamid panislamizmi devreye soktu. Balkanlarda alıp yürüyen ırkçı ve milliyetçi düşünce tarzı her bölgede isyan bayrağı açarken padişahın, müslümanlann birliğine ve hamiyyetine sarılmasını pek tabii görmek lâzım. Çünkü insana öldüğünde sorulacak olan kimin kulu, kimin ümmeti olduğu şeklinde tezahür edeceğinden toplanacak noktai merkezin panislâmist anlayış olduğu gün gibi aşikârdır. Bunu sağlayan müessese hilafet de üçyüz şu kadar senedir eldeyken bu tercihin muhalefet edilecek tarafı yoktur. Bizim Sultan Hamid dönemini yazmaya başladığımızdaki bu padişahın kurduğu ilim ve bilim yuvalarını kül türel ortam başlığı altında takdim eden konuşmacının beyanlarından, muhaliflerin isimlerine geçerek bu bahsi tamamlayalım. "Şinasi, Namık Kemâl, Midhat Paşa, Süleyman Hüsnü Paşa, Ahmed Rıza, Mahmud Celâleddin Paşa, Prens Sabahaddin, Mizancı Mu-i'ad, yerli masonlar, ermeni çeteciler oe Teufik Fikret, Ali Su-3-Oi, Jön Türkler, Bülent Ecevit'i de, şu hâince satırları hasebiyle bu padişahın muhalifleri arasında görmek kabil. Ecevit'in şu ifadesini konuşmacının tebliğinden almadan geçemiyoruz: ".Devleti çağdaşlaştırarak yaşatabilecek ve halkı ezilmekten kurtarabilecek tek devlet adamı olan Midhat Paşa' yi yargılamak üzere Fransızların elinden atabilmek uğruna Tunus'u Fransızlara armağan eden de.., Türk ekonomisini ve mâliyesini yabancı denetime testim eden de, büyük bir donanmayı Haliç'de çürütüp, bağımsızlığı tehlikeye düşüren de.." Sultan Abdülhamid'dir" Demektedir, Bay Ecevit,13/ Ekim/ 1985'de Nokta dergisinin 40. sayısına 20. sahifede yazmış olduğu "Gericilik Osmanlıcılıktan Kaynaklanıyor" başlıklı yazısının muhtevasında. Bir de konuşmacı Erol Bey'i bizlerin, Mehmed Akif Ersoy, Bediiüzzaman, İskilipli Atıf Hoca, Abdünnafi Efendiler gibi zevatın muhalefetini söz konusu etmiyor, bu tarafı da pek enteresan.
31/Mart Vak'asının tenkilinden sonra, Mahmud Şevket Paşa Meclisin toplantı yaptığı Yeşilköy'e gelerek mebusan ileri gelenleriyle Abdülhamid'i taht'dan indirmemelerini tavsiye ettiğini bildiriyor merhum Reşat Ekrem Koçu, buna karşılık meclis bilhassa ayanın azalan teskin olmuyor İllâ hâl edilecek diyenler ekseriyeti teşkil ediyordu. 27/Nisan /1909'da Ayasofya meydanındaki mebusan binasında toplanan müşterek meclisin üyesi olan Âyan'dan Gazi Ahmed Muhtar Paşa bir konuşma yaptı ve şunları beyan etti: "6u gün Cenab-ı Hakk' meclls-i milliye bir mühim vazife tevdi etmiştir. Millet telâş için-de bu vazifenin ifâsını bekiiyor,heplmiz kalbimizde kararını vermişizdir. Sözü uzatmağa hacet yok, sizlere yalnız iki şey teklif edeceğim. Ve kabulünü rica edeceğim. Devletimizde bazen itlaf dahi vukubulmuştur. Kan lekesi milletin şân ve necâbetine yakışmtyacağtndan bu hususdan çekinil-mesini şiddetle iltizam ediyorum. İkincisi bu gibi ahvalde fetvaya müracaat olunmak adet olmuştur Bu günde bir fetva alınmasını tavsiye ve teklif ederim. Dedi ve alkışlarla kabul olundu." Şeklinde Abdurrahman Şeref Efendi'den nakleden Merhum Koçu, kendiliğinden şu sözleri ilâve ediyor:
"Gazi Ahmed Muhtar Paşanın Abdülhamid'in adını ağzına alamayışı şayanı dikattir, büyük adamın devrilirken dahi heybeti vardır, koca mareşal onun tahtdan indirilmesini konuşurken adını söylemeye edebi insaniyet ve şerefi askeriyesine uygun görmemiştir. Kan dökülmemesinden bahsetmiştir, demek mebuslar arasında 2.Sul- tan Abdülhamid'in 76 yaşına rağmen idamını düşünebilecek adamlar vardır ve onların o heyecanlı günde duruma hâkim olmasından korkutmuştur." Diyen Reşad Ekrem Koçu Abdurrahman Şeref Bey'in anlattıklarına geçiyor: ".Fetva emini Hacı Nuri Efendi meclise çağırıldı. Celse tatil edildi. Fakat kimse dışarı çıkmadı. Ayan ve mebusan reisleri ile kabine erkânı (Tevfik Paşa kabinesi) ve mebuslardan fıkıh İlminde bilgi sahibi bir kaç kişi mebusan reisi Ahmed Rıza Bey'in odasında küçük fakat mühim bir encümen hâlinde toplandı, mebusların hazırladığı fetva müsveddesini Hacı Nuri Efendi beğendi: Dedi. Kâtip, müsveddenin sonunu diye bağırmaya başladı. Mebuslar tahtdan inde şeklini kabul etmekle hâkimiyet-i milliyenin kuvvetini göstermek istemişlerdi. Reis Said Paşa fetvanın kabulünü meclisin reyine arzederken ayağa kalktı, fetva ittifakla ayakta kabul edildi" şeklinde bana nakletti diyor Abdurrahman Şeref Bey için, merhum Reşad Ekrem Koçu. Bizde hemen ilâve edelim ki, reylerin verilmesi ayağa kalkılmak suretiyle izhar edildiğinden arada bir boşluk gören Sultan Hamid'in dokuz defa sadarete getirdiği Said Paşa, rey vermekle ayağa kalkanları kendisinin hemen yanında durmakta olan ve hı-şimlı bakışlarıyla topluluğu süzen İttihatçılar çetesinin reisi Talat Bey'e dönerek: demek suretiyle, bu yaman komitecinin yıldırımlar saçan bakışları o tarafa çevrildiğinde biz de yavaş yavaş ayağa kalktık diyor Abdurrahman Şeref Bey. Bilindiği gibi Abdurrahman Şeref Bey, devr-i Osmanî'de çeşitli nazırlıklarda bulunduğu gibi Osmanlı devletinin son Vakanüvis'idir, yâni son resmî tarihçisidir, Büyük millet meclisinde vefatına kadar da İstanbul Mebusu olarak görev yapabilen nâdir kimselerdendir. Bu meclisin hemen peşinden yaptığı iş, Sultan Hamid'e hal'ini tebliğ edecek heyeti seçmek olmuştur. Böylece seçilen heyete koymuş olduğu, Selanik mebusu sıfatıyla Emanuel Karaso'yu, Teodor Herzl yüzünden padişahdan işittiği azarın intikamını, onu tahttan uzaklaştırmakla alakalı kararı tebliğ heyetine koymakla alma fırsatını vermiş olmasıdır. Ermeni Aram'da, habis ur olup heyet'de bulunması bir hakaret idi Padişaha. Hele Draç mebusu Arnavut Esat Toptanî'nin kabalığı: millet seni azletti şeklindeki ifadesiyle ne kadar büyük terbiyesizlik yaptı. Halbuki o zat, Toptani'yi bir jandarma neferliğinden paşalığa irtika ettirmiş, Arnavut kavmine olan muhabbetiyle, sarayının duvarlarını bu kavimden meydana getirilmiş tüfekçilere emanet etmişti. Toptanî; bu hayasız ifadesiyle, Arnavutların yüz karası olmuştur, padişahın bu kavime gösterdiği
. iltifat karşısında. Böylece de, Osmanlı Devletinin otuzüçyıl'dır yakalamaya çalışıp, sonunda muvaffak olduğu güç-ıenme, yavaş yavaş dünya'da söz sahibi olma huşu sundaki son hamlesi dış düşmanın, İçteki Dönme, Mason, Irkçı ve Hristiyan amaline hizmet taraftarlarıyla birleştiler, hâinler ile kaynaştılar İsi âmin kılıcı olan devlet-i âliye'yi de uçuruma ittiler. Mahmud Şevket Paşa'nın hâl esnasında, padişaha, hayatınız ordunun şeref ve namusunun teminatı altındadır ifadesinin söylenmesinde, şüphesizki padişahın hayatını emniyet altına almakdan kaynaklandığı bilinen husustandır. Seiâ-nik'e gönderilmiş olması da, bazı macereperestlerin, Sultan-ı Mahlû Abdülhamid hân'ın hayatına kasdlarını önlemeye matuf olduğu ileri sürülmesine, pek bir şey demek kabil değildir. Çünkü; Mahmud Şevket Paşa İngiltere'de bulunmuş ve seramik üzerine incelemeler yaptığı bunun neticesindede Yıl-dız'daki seramik fabrikasına müdür olarak tâyin olunmuş ve rütbesi de, tümgenerallikteydi. Hareket Ordusu, Selânik'den yola çıktığında da başlarında Hüseyin Hüsnü Paşa idi. Tabiatıyla Hüsnü Paşa, rütbece Mahmud Şevket Paşadan bir de rece altta olup, padişahça 3.Ordu kumandanlığına da atanan Mahmud Şevket Paşa, işine koyuldu. Ordu kumandanı sıfatıyla hareket ordusunun yanına gidip, kendisine bağlı olan Hüseyin Hüsnü Paşayı komutası altına aldı. Bu hareketi du-rudrmak için yaptığı yoklamalar bir netice vermeyince, yapılacak işin artık, Sultan Hamid'in hayatının izâlesini önlemek olduğuna dâir çalışmaları yapmaktı. Hâttâ; Ahmed Rıza Bey'in yayımlanmış hatı- ratında, M.Şevket Paşa'nın, Yeşilköy'e geldikten sonra Yat klüp yanındaki tesislerde de Ah-fned Rıza Bey ile Ayan reisi Said Paşayı ziyaretle, mealen şunları söylediği yazılıdır. Efendim; biz bu askeri padişahın hayatı tehlike altındadır. Sizi onu korumak için götürüyoruz
diye diye yola koyduk. Sakın ola ki, benden şifreli bir şekilde haber almadan öyle, hâl'di falan gibi kararlar almayınız. Bu asker böyle bir şeyi duyduğunda, baş edilmez hâle gelir. Diye tenbihde bulunduğunu, daha sonra da, Yıldız Sarayının enternesinin ikmalini tamamladığında söylediği gibi şifreli haberi göndermiştir. Demektedir. Sultan Abdülhamid Hân, kendisinin biraderi 5.Mehmed Murad Efendi'ye nasıl senelerce Çırağan'da bakmışsa kendisinin'de orada muhafaza edilmesini istemesi sistemin yeni sahiplerince, uygun görülmemiştir.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Abdülhamid Hân'ın Şahsiyeti Salı Ocak 13, 2009 9:41 pm
Abdülhamid Hân'ın Şahsiyeti
1842 senesinde dünya'ya gelen Sultan 2.Abdülhamid hân, 10/şubat/1918'de vefat etmiştir. Yetmişaltı yıllık bir ömrün otuzüç yılı Osmanlı İslâm Devletini (OİD) yönetmekle geçirdi. 1909'da ittihatçıların taht'dan indirdiği Abdülhamid hân Beylerbeyi Sarayında gözlerini dünya'ya kaparken, D yüce devlet de güneşin batış hızıyla yarışırcasına ittihatçıçete tarafından, batırılmanın son kertesine getirilmişti.
Sultan Abdülmecid Hân'ın Tirî Müjgân kadınefendi'den gelmiş oğludur. Bu kadınefendi, Çerkeslerin Şipşah kabilesinden olup, oğlu Hamid Efendi'yi pek küçük yaşda öksüz bırakrak, dâr-u bekâ'ya intikal eyledi. Harem'de büyümeye çalışan hassas çocuk bir gün padişah babası Abdülmecidin yanına geldiğinde, kıvrık kirpiklerinde tomurcuk gibi göz yaşları inci dizisi gibi sıralanmış olduğunu gören Sultan Abdülmecid, yavrusunu hemen kaftanına dolayıp, doğruca ha-rem'e geçmiş, kendisine bir çocuk verememiş bulunan Perestû Kadınefendi'nin yanına varmıştı. Prestû Kadınefendide bir Çerkeş hanımefendisi olup, merhume Tirîmüjgân Ka-dınefendinin mensup olduğu kabile olan Şipsahlardandı. Sultan Mecid, büyük bir nezâketle vede pek edibâne bir hitâbla: "Hanımefendi Hazretleri, bildiğiniz gibi şu gözleri domur domur yaşla dolu yavru, benim merhum hanımım ue sîzin de akrabanızdan Tirîmüjgân hanımefendinin yadigarıdır. Kendisinin yetişmesini ve terbiyesini, sizin ehil ellerinize tevdi etmekten bahtiyarlık duyacağım lütfen ona müşfik bir valide olmanız ve benim de, kocalık hakkım için bu fedakârlığı beklediğimi itiraftan kendimi alamıyorum" Demek suretiyle iknaya muvaffak olmuş zevcine bir yavru veremeyen Perestû Valide Abdülhamid Hân'ın mesuliyetini seve seve deruhde etmiştir. Çok sonraları bir sohbet esnasında üvey validelerden söz açıldığında, Padişah; benim Perestûvâlide, üvey annemdir, fakat kendi öz annem sağ olsaydı o da ancak onun kadar bana bakardı. Demek suretiylede hem bu valideye olan minnetini, ifadeye fırsat bulmuş, hem de hatırşinas bir insan olduğunu sergilemiştir. Târih İlminin devlet idaresinde ehemmiyetine müdrik olarak küçük yaştan beri pek önem vermiş ve daha önceki bahislerde de temas ettiğimiz gibi, Osmanlı sarayı, târihin sadece vakanüvislik şeklinde değil her olayın, davranışın arka plânının bilinip, lâzım gelenlere öğretildiği bir ilim dalıydı.
Bu hakikatin idrâkinde olan genç şehzade bu ilme apayrı bir alaka gösterdiğinden, öğrendikleri hasebiyle olayların alacağı istikameti kestirebiime hassasına sahip olmuştu. Meselâ amucası olan Sultan Abdülaziz'e kızan kardeşlerinin, hiç birisine uymaz, amucasını korumak ve ona yapılan çeşitli tariz ve niyetleri bildirmekle, aynı zamanda hilafeti ve devleti korumuş oluyordu. Sultan Hamid'le ilgili çalışmamızın hemen başına koyduğumuz kurduğu müesseseler ülkenin yücelip gelişmesini temine matuf olduğu izahdan varestedir, bu sebeble gelişmeleri pek iyi takip ettiği de böylece kabul edilmelidir. Dünya'da imâl edilen 2.otomobil'in kendisine hediye edildiği pek bilinen ve de şaşırtıcı bir vak'adır.
Ancak, bu otomobili çalıştırtıp önünden geçirtmiş ve sonra da, bu her tarafı müteharrik bir âlet, bunlar çalıştıkça haylice aşınır. O parçaların tamiri bizim ülkemizde yapılamazsa dışarıya çok paramız gider. Bizim ne kadar çok vali, kaymakam, paşalar, kumandanlarımız var, bunların her birine birer otomobil versek devlet büyük sıkıntıya düşer. Onun için bu arabanın parçalarının yapımı, tamirlerini yapabilecek zenaat-kâr yetişinceye kadar koyun garajda dursun demek suretiyle lüks ve şatafata yolu tıkarken, milletin altunlarını dışarı peşkeş çekmemenin çâresini bulmuştur. Bu onun tutumluğunu, sömürüye kapalı bir zihniyetin sahibi olduğunu gösterir.
Sultan Abdülhamid Hân, babası Sultan Mecid'in davranışı gibi nâzik ve herkesi ayakta karşılar hâlini bir miras olarak kendine düstûr edinmiştir. Namaz meselesinde çok hassas olup, bu işte temaruz eden bazı şehzadelerini sizinle konuşmam, benim namaz kılmayan evlâdım olamaz demek suretiyle, babalık otoritesini pek nâzik fakat kafi bir ifadeyle hatırlatmıştır.
Musikî hususunda babası kadar değilse de hayli bilgi sahibi olup, Hacı Arif Bey merhumu bir müddet hapsettirmiştir. Yaptığı bir beste ile kendisini affettirmeyi bilen Hacı Arif Bey'e babası kadar pek mültefit davranmamıştır. Hacı Arif Bey'de Sultan Mecid'e gösterdiği saygıyı göstermemiş, hâttâ padişahı çocukken kucağında çok taşıdığını bir defasında da kucağındayken küçük suyunu kaçırdığını uluorta anlatması, edebe mugayir görülmüştür. Tiyatro üzerine çok önem vermiş, Yıldız Sarayına yaptırdığı tiyatroda saray mensupları ve hanedan üyelerine tiyatro zevki aşıladığı görülmüştü. Ancak, batı musikîsi için daha hoşuna gittiği söylenir. Dedektif romanlarını okur, bilhassa, Şerlok Holms'un yazarı Cbnan Doyle'e tenkitler ve tavsiyelerde bulunmuş, öte yandan dünyanın mühim bir araştırıcısı olan ve Kuduz Mikrobunu bulan Lui Pastör'e araştırmalarına katkı için ceb-i hümayunundan yâni kendi parasından bir kaç defa külliyetli miktarda para yardımı yaptığı gibi bunu pek nezaketli mektuplarla olağan-laştırmaya çalışmıştır.
Sultan Hamid şehzadeleğinde, namaz ile olan ünsiyeti kendisini dâima murakabede tutma şansını sağlamıştın Zahir ilimlerle beraber, sosyal ilimlere olan eğilimi, zenaatkârların önemini kavrayan bir insan olduğundan, Avrupa seyahatine Sultan Abdülaziz'in refakatinde gittiğinde, diğerleri kabukla meşgul olurken, Hamid Efendi, cemiyetin ihtiyacı olan meselelere dâir pek dikkat kesilmiştir.
Sultan Hamid çok merhametli bir insan olması hasebiyle, otuz şu kadar yıl sonunda tasdik ettiği idam kararı sayısı beşi aşmamaktadır. Padişah için evhamlı olmamak kabil değildi. Bütün dünya'nin gözü üzerinde olup, kimi ömrüne bereket dilerken, kimileride .bir an önce ölüp gitse diye dua ederdi.
2.Abdülhamid Hân, Şazeli Tarikatına mensup olup, Şeyhi Muhammed Zafir Efendinin irtihali üzerine, şeyhliğin kendisine geçtiğini, Zafir Efendi'nin oğluna yazmış olduğu mektuptan istinbat etmek kabildir. Deli Müşir Fuad Paşa mahdumu Bnb.Asaf Tugay'ın "İbret" adlı Abdülhamid'e verilen jurnaller adlı kitapda padişahın, şeyhini dahi takip ettirdiği geçer, padişaha takibi yapan hafiyelerin raporuyla sabittir.
Yavuz Sultan Selim Türbedarı, geçim sıkıntısından yana biraz dertli bir hâle duçar olmuş ve bir gün bu hâlinden şikâyet babında Türbede padişahın sandukasına bir şaplak vurarak, sende de bir şey yok der. Ertesi gün öğleden sonra Saray'dan gelen bir yaverin, türbedara ihsan-ı şahane getirir. Bu arada da yaver türbedara bir daha merhumun sandukasına şaplak vurma diye,tenbihini yapar. Çünkü Yavuz Selim, Sultan Hamid'in gece rüyasına girer ve türbedarın yaptığını şikâyet eder. Bunun üzerine Abdülhamid hân, hem adamın sıkıntısını gidermek hem de şikâyetin gereğini yerine getirmiş olması mühimdi
Birde meczuplar ile alakalı bir vak'ayı anlatalım: Kuşçuba-şı Sami Bey.isimli bir zat, padişahın yanına girer ve Bayezid civarında meczupların sebeb olduğu bazı vak'aları anlatır. Bunun üzerine; bu mecazibin, bunları yapmamasını nasıl temin ederiz diye düşünüyorlar sonunda bunların üzerinde hayli söz sahibi bir zat olan Fâtih Türbedarı Amiş Efendiye gitmeye karar verirler dolayısıyla, faytona binerler, Amiş Efendinin yanına gelirler Sultan hilafet alâmetlerinden bazı şeyleri Amiş Efendinin önüne fırlatır ve buyrun siz idare ediniz diyerek, söze giriştiğinde, Amiş Efendi, ağlar ve Efendimiz benim yapacağım bir şey yok. Beni dinlemiyorlar, diyerek özür diler ve gene de kendilerinin emrin de olduğunu beyan eder. Elimden geleni yapmaya çalışacağım demek suretiyle takdiri ilâhiyi işmam ettiği görülür. Bu büyük padişahın yüce şahsiyetine dâir aşağıda bazı kanaatler ve bizzat kendilerinin anlattığı, hatıratlarda yer alan pek târih kitaplarına açıklığıyla girmemiş malumatları vermeyi uygun bulduk.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Şarkın Gerçeği Ve Abdülhamid Hân Salı Ocak 13, 2009 9:41 pm
Şarkın Gerçeği Ve Abdülhamid Hân
Sistem Yayıncılığın neşretmiş olduğu "2. Abdülhamid'in Yöneticilik Sırları" adlı eserde sayın yazar Adnan Nur ****** Beyefendi; önsöz bölümünde iki mühim cümleyi dercetmeyi ihmal etmemiş. İlk cümle adı resmî senariste çıkmış sayın Turgut Özakman'a aid. Demekteki: "2. Abdülhamid ya hiç kusuru yokmuş gibi övülüp göklere çıkarılmakda, ya da hiç olumlu hizmeti olma mış gibi bütünüyle yerilip batırılmaktadır.." Diğer cümle ise; bir Macar Yahudisi olan Türkolog Vambery'den: "Benim Şarklıların düşüncelerini okumaktaki tecrübem, 2. Abdülhamid gerçeğini, tahlil etmeye yeterli değildir." Bu; iki cümlenin her biri yalnız başına toplu bir mâna aksettirmiyorsa da, birlikteliğinde büyük bir ifadeye ve tesbite götürmesi kaçınılmazdır. O da; başvurulacak olan yol, bahse konu padişahın kendini anlatması esas alınmalı! Bu da kaynaklara bağlıdır ve kaynaklar ne derece inanılır sağlamlıktadır? Bu sorunun cevabı, konumuz için kolay verilmez cinstendir...
Sayın İsmet Bozdağ Beyefendinin hazırladığı ve Kervan yayınlarınca hayli baskısı yapılan Hatırat'ın, İstanbul'un 23 merkezindeki Serda Dağıtım Teşkilatı olarak, merhum Salih Doğan Pala, merhum İbrahim uysal, Nazif Keskin ve ben Metin Hasırcı, organize ettiğimiz seyyar kitap satış tezgâhlarımızda tarafımızca dahi satılanı binleri aştı idi. Aka.binde Dergâh Yayınları; "Sultan Abdülhamit Siyasi Hatıratım" adı ile Ali Vehbi Bey adlı bir zat tarafından Fransızca yazılmış çalışma, tercüme edilmiş. Ancak bu kitaba sunuş yazan yayın evi mütercimin adını belirtmediğinden, ortalıkda dolaşan rivayetler muhteliftir. Biz yine de Ali Vehbi Bey'in olduğu söylenen eserden istifade ederek bazı hususlar da, Abdülhamid hân'ı tanımaya çalışalım. Diyorki Koca Padişah:
Said Paşa; görevi kabul ettiğini hatıratında beyan ediyor. Yine bu sadaretinden düşmesine badi olan vakaları paşanın hatıratından özetlemeye girişelim: "Padişah; ülkede kendisi hakkında kötü niyet beslendiğini, İstanbul'da bir ihtilâf havasının husul bulmakta olduğunu, bütün bunlar için Mah-mud Nedim Paşa ile oturup, şiddet tedbirleri almamız hususunda kat'i bir lisanla emirleri oldu. Mahmud Nedim Pa-şa'nın bu hususlarda çalışmaları bir kaç seneyi bulmuş hazırlıklardı. Fakat ben makam-ı sadaretin ortak kabul etmeyeceğini, benim memleket menfaatlerine dâir görüşlerim ile Mahmud Paşanınkiler arasında derin muhaliflik bulunduğundan istifa yoluna gjtdim. Fakat istifam kabul görmedi. Aradan 57 gün geçmişti ki bir gece saraya çağrıldım. Gittiğimde huzuru hümayuna dahil olduğumda, pek sert bir muamele ve bir çok azar ile karşılandım." diyen Sa-id Paşa hatıratında şöyle devam etmekte: Zât-ı şahane oturmama müsaade etmedi. Kendileri de ayakta dolaşarak bir çeyrek saat kadar gönül kırıcı, izzet-i nefis yaralayaci ifadelerde bulundular. Azarlarının sonuna doğru bir gün evvel-Saray'da göz altına alınan Müşir Deli Fuad Paşa'ya isnat edilen bir cürüm hakkında Man mud Nedim Paşa ve Ahmed Cevdet Paşa'nında bulunduğu huzurda ve Cevdet Paşa'nın kalemiyle tutulmuş bir istintakname elime padişah tarafından verildi. Ben bunu okumaya başlayınca zât-ı şahane seri adamlarla bana yaklaşarak aramızda bir adımlık mesafe kalmıştı ki bakışları, azar dolu ve çok çabuk cevap vermemi emrediyordu.
Varakada yazılanlar ise; padişahın taht'dan indirilmesi için, Dağıstanlılardan meydana gelen cemiyet kurulduğunu ileri süren ihbarlara aid bir tahkikat idi. Cemiyetin bu işdeki aidi, zâtı şahanelerinin kendi muhafazasına tahsis etdiği ve bir nev'i hususi askeri imtiyazı verdiği dağistanh'iardan meydana gelen asker gurubu olup, bu askerin başı sarayın İçinde Dağıstanlı Mehmed Paşa imiş. Fuad Paşa ve sair bazı kimseler cemiyette, ben de güya cemiyet reisi irnişim! Seri bir bakışla yaptığım okuma bana bu kadar bilgi verdi. Zât-ı şahane devama imkân bırakmayıp istintakiyeyi elimden çekip aldı ve: 'Bana ne diyeceksin? Sualini tevcih ettiler. Cevap verme imkânı kısıtlı idi. Konuşturmuyordu. Ancak; aslı faslı olmayan şeylerdir mânasına gelecek beyanlarla meramımı arzedebildim. Fakat; O azar dolu sözler devam etmekteyken, zât-ı şahane mührümü ver dedi. İşte o zaman müşkil mevkiide kaldım. Çünkü mührü hümayun üzerimde değildi. Hatemi âliyi çantamda taşırdım mabeyne çağrıldığımda huzura girereken çantayı adamımda bırakmıştır. Efendimizden mabeyne gidip çantayı alma müsaade etmesini istediler. Çok daha kızdılar ve pantolonun cebinden meşin bir muhafaza için- deki küçük rovelveri çıkarıp başıma tuttular. Emanet-i hümayununuzu veririm. Ben de olan emanet-i ilahiyeyi de ondan sonra alırsınız dedim.
Bunun üzerine rovelveri başımdan çekip büyük salonun kapısından çıkarak Çantasını getirsinler! Emrini verdiler. Yanıma geldi ve rovelveri başıma tutarak, müh rüm çıkmazsa buradan ölün çıkar' diye azar dolu sözlere devam etdiler. Çanta geldi, açıldı mühim teslim edildi. Artık kızgınlık başka taraflara yöneldi. Kendisinin hâl veya imhası hakkındaki sözde karan ciddi ve sahici addediyor. Akabinde Sultan Murat güya tahta çıkmaya hazır, hâttâ sarayında ihtiyaten bir takım kürtler saklanmış itikadında bulunuyordu. Eğer bu hal tahakkuk ederse evvelbevvel beni parçalatacağını sözlerini ekledikten sonra önüme düşüp, harem ile kendi dairesi arasında bir odaya beni götürdü. Hapsedip, kapıyı kilitleyip gitdi. Diyor hatıratında Mehmed Said paşa.
Kıymetli biyografi üstadı İbn'ül Emin Mahmud Kemal İnal merhum bize şöyle sesleniyor; "Paşamın (Said Paşa) 7.defaki sadaretinde kitabet hizmetiyle yanında bulunduğumdan gece ve gündüz, hatta yatakta iken, mühr-ü hümayunun al-tun zincirle boynunda asılı olduğunu gördüm. Mührü yanında bulundurmamasından dolayı daha önce azara uğrayışı içine oturmuş ki, o günden sonra koynunda taşımak vazgeçilmez adeti olmuş.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Kapütülasyon İlgasına Teşebbüs Salı Ocak 13, 2009 9:43 pm
Kapütülasyon İlgasına Teşebbüs
"Kıbns'da kapitülasyonları kaldırmak istediğimiz için, Avrupa matbuatı da Atina gazetelerine uyarak kıyameti koparıyor. Sanki biz başkalarının hakkını yiyiyorrnuşuz gibi bir hal yaratıyorlar. Halbuki bitaraf bir kimse, ecnebilere verilen bu kapitülasyonlarla, bizim hakkımızın çiğnendiğini ve adaletsizliğin bize karşı yapıldığını gayet iyi görebilir. Rumların elde etmiş oldukları imtiyazları muhafaza edebilmek için, yeri göğü birbirine katmaları tabiîdir. Çünkü Rum kapitülasyonları yıkıldığında PanHelenik propogandası yapamayacakları açıktır. İnşaallah, bu imtiyazları yıkmak hak ve kuvvetini Allah bize kısmet eder."
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Hayatımı Muhafaza Tedbiri Salı Ocak 13, 2009 9:43 pm
Hayatımı Muhafaza Tedbiri
"Hayatımı, bana sadık olanların uyanıklığına borçluyum. Başımdan geçenler, asabı en kuvvetli insanı dahi sarsmaya kâfidir. Bütün bu tecrübelerden sonra ihtiyat lı olmama, şaşmamak lâzım. Bir çok insanların bu sinirli hâlimden faydalanmağa çalıştıklarını, hafiyelerin, jurnalcilerin alçak namussuz insanlar olduklarını, dini mizinde, müzevirleri tel'in ettiğini gayet iyi biliyorum. Fakat geniş bir haber alma teşkilâtı kurmamış olsaydım, etrafımı saran tehlikelere karşı kendimi korumam kabil olamazdı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Hilâl İle Haç Arasındaki Mücadele Salı Ocak 13, 2009 9:44 pm
Hilâl İle Haç Arasındaki Mücadele
"..Avrupa halkını aleyhimize düşünmeğe sevk eden sofu papazlardır. Haçlı seferleri zamanında hristiyan güruhun memleketimizde yaptıkları mezalimi unuttur- mak, ört-bas edebilmek için, her türlü iftirayı mubah görmüşlerdir.
(.).Kudüs'de ki mukaddes topraklar için her iki tarafında kan dökmesinin önüne geçilebilirdi. Nitekim hristiyan hacıların Kudüs'ü ziyaret etmelerine her zaman müsaade etme-dikmi?.(.) Etrafı müslümanlarla çevrili olan bu şehri neden hristiyanlara terk edelim?(.) İsteyen istediğini söylesin, fakat mukaddes toprakların sahibi olmak hakkı her zaman bizim olmuştur ve Öyle kalacaktır.