Konu: Padişahın Mehmed Said Paşa'yı Tanıması Salı Ocak 13, 2009 8:32 pm
Padişahın Mehmed Said Paşa'yı Tanıması
Bu vak'ayı 2. Abdülhamid Hân'ın uzun zaman başkâtipliğini yapan Tahsin Paşa'nın hatıratından takip edelim: "Padişah, ilk başkâtibi olan Said Paşa'y1 da önce Cemile Sultan'ın sarayında pek sık rastladığından tanıma imkânı bulmuştur. Halbuki padişaha başkâtip olarak Mithad Paşa ve arkadaşları Sadullah Paşa'yı hazırlamışlardı. Ancak padişahın hazırlana-nanı değil Damad Mahmud Ceİâleddin Paşa'nın tanıştırmış olduğu Said Efendiyi tercih etmişti.
Günümüzde İstanbul'da yolcu taşıyan şehir hatları vapurları arasında ismi Hüseyin Hâki olan bir vapur vardır. Bu isim umuyorum ki 1870'li yıllarda Şirket-i Hayriye meclis-i idaresi reislerinden olan Hüseyin Hâki Efendi'yi yâd etmek için verilmiş olabilir. Tabii ki böyle kadir bilen müessese ve idarecilerini takdir vazifemizdir. Şimdi bu izahdan sonra, yazımız ile alakalı bahse aid bölüme avdet edelim.
Efendim; Said Efendi ticaret nazırlığı mektupçuluğunda bulunduğu zaman Nazır Suphi Paşa'nın başkanlığında toplanan şirket-i hayriye hissedarları toplantısında, yukarıda bahsi qeçen Hüseyin Hâki Efendi'nin bazı hissedarları kömür işinden dolayı meydana gelen münakaşalar,müzakere niamını bir hayli ihlâl etmiş olmasına rağmen, mektupçu Said bey'in üç saat süren müzakereleri hâvi tanzim ettiği mazbataya herkesin görüş ve rey'ini ayrı ayrı yazabilmiş olması hazır bulunanları hay ete düşürmüştü. Bahse konu meclis de hissedar sıfatıyla hazır bulunan Damad Mahmud Celâieddin Paşa, 2. Abdülhamid hân'a, taht'a geçmesine yakın günlerde bunları anlatmıştı. Taht işi gerçekleştiğinde M. Ceİâleddin Paşa, Said Bey'i hatırladı ve padişaha da hatırlattı. Padişah anlatılanlar1. derhatır edince Said Efendiyi kendisine başkâtip olarak tâvin eyledi. Bizim kaynaklarımızdan olan ve mevcudu hayI: zamandır bulunamayan Mehmed Zeki Pakalın'ın "Son Sadn-azamlar" adlı nefis eserinde Küçük Mehmed Said Paşa'ya tam 890 sahife ayırmıştır. İbnül Emin Mahmud Kemal İnal beyefendi merhumda bir hayli kalem oynatmış. Bunlar ve benzeri eserler mütalaa olunarak müthiş bir hacim İle karşılaşıyoruz Takdir edersiniz ki bol kaynaklardan süzme yapmak çeşitli vecihleri ortaya çıkarmak dikkat gereken bir çalışmaya bağlıdır.
Bu bakımdan Abdülhamid- i Sâni döneminin cidden çok mühim rüknü olan Said Paşa'nın biyografisini diğer iki numaralara nazaran daha geniş olması, şahsiyetin hadiselere adetâ beşiklik, önderlik vqya muhalefet etme gibi hususlarla birlikte, nefsini Osmanlı devletine teslim etmiş kimselerin bağlılığını göstermeyi ihmal etmediklerini guruba dahil olmasından kaynaklanmaktadır. Bizim; Said Paşa'nın mabeyn başkitabettne getirilmesindeki esrarı inceleyip sık dokuma yoluna gidişimizin sebebini, 2. Abdülhamid'in etrafını sarmak isteyen kadrolara teşhis koyabilme içindir. Nitekim bizim anlayabildiğimiz kadarıyla Küçük Mehmed Said Paşa; hiç kimsenin adamı olmayıp kendi kandilini yakmaya, üstüne düşen vazifeyi hakkıyla yapmaya düşkün bir devlet adamı, herkesle iyi geçinmeyi prensip edinmiş bir insan olarak yorumlayabiliriz!
İbnül Emin Bey merhumun; Said Paşa'yı kastederek, "Kendinden işitildiğine göre" kaydıyla şu yazısını özetleyelim: "Çemberlitaş'da Matbai Osmaniye'nin yanındaki merdivenli evde kaim validesiyle birlikte ikamet ettikleri esnada bir gece küçük kardeşi Ferid Bey, biraz sarhoş olarak gelir ve orada kalacağı anlaşılır! Kaimvâlide hanım savulması için ısrar ve şiddet gösterir. Halbuki; Ferid Bey'in evi deniz aşırı olduğundan gece yarısı gidemeyeceği söylenirsede, kaimva-lideyi ikna mümkün olmaz. Sonunda Said bey'in kardeşi Ferid Bey, aşağı kata indirilip aşçının ve uşakların odasında yatırılır. Damad bey yâni Said Paşa bu hâl ve işittiği sözlerden son derece müteessir olduğundan sabaha kadar ağlar. Gözüne uyku girmez!"
Sabaha karşı; gecenin karanlığı devam ederken, evin kapısı çalınır. Kapıyı açan uşağa gelen iki adam: "Said Bey'in evi burasımıdir? Kendisini göreceğiz!" derler, uşak durumu haber verince evin bey'i ürker, görünmemek isterse de, kapıdakiler ısrar ettiklerinden yanlarına gitmeye mecbur olur. Adamlar: "Sizi Saray'dan istiyorlar! Götürmeye geldik dediğinde ürkme korkuya dönüşür. Hızla giyinip gelen adamlarla birlikte, getirilen arabaya binerler ve saraya varırlar. O gün tahta çıkması kararlaştırılan Sultan 2. Abdülhamid'in huzuruna götürürken padişah başkitabete tâyin ettiğini söyler. Birlikte Topkapı Sarayına giderler ve tahta çıkma merasimi yerine getirilir. "
Said Paşa'nın başkâtipliğe geçirilmesinde bir hayli rivayetler bulunrnaktaysada,en doğru olanı M. Celâleddin Paşa'nın şirketi hayriye hikâyesini padişaha nakletmiş olması ve Sultan Hamid'in insanları verimli olarak kullanmasının bir ifadesi olan Said Paşa'nın başkâtipliğe tâyini olayıdır. Mehmed Said Paşa; başkâtipliğe getirildikten sonra devlet adamlarının müşterek kanaatleri, Said Bey bu görevinde padişah'a babı-âliyi kendine bağlama hususunda son derece yardımcı olmuş, neticesinde devlet İdaresi babıâli memurlarının elinden, padişahın mutlak yönetimine geçmiştir. 3 Zilkade/1294-1 O/kasım /I 877'de Said Bey'e başkatiplik vazifesine zami-meten Hazine i Hassa nezareti de tevcih buyruldu. Esvat-ı Sudur adlı eserin yazarı, dahiliye eski nazırlarından Sağır Memduh Paşa 71. sh. de Said Bey için 2. meşrutiyetin ilânından sonra şunları yazıyor: "Başkitabetde, mizâc-ı şahaneye göre hizmeti ve hususat-i mühimmenin ta'dil ve tesviye-since meziyyeti ve bütün icraatı babıâliden Saray'a çekmeğe masru mahareti, fart-ı fetanetine delil addedilmesiyle yüksek mertebelere is'ada (çıkmaya) mukaddime olmak üzere uhdesine hazine-i hassa-i şahane nezareti tevcih buyruldu.
Memduh Paşa; Said Paşa ile olan aralarındaki burudet ve münaferattan dolayı bahse konu Esvat-ı Sudûr'dan yaptığı iğnelemeleri, yukarıdaki satırları dikkatle okursak fark ederiz! Hâttâ Memduh Paşa'nın, Said Paşa'yı iğnelemek uğruna 2. Abdülhamid hân'ı da çıkarılan mânaya bakarsak ateş hattına almış oluyor! 7/muharrem/1295-12/ocak/1878'de 40 bin kuruş maaşla dahiliye rtâzırlığma tâyin edilen Said Paşa, Hamdi Paşa'nın kabinesinde yer almıştı. Bu tâyini yorumlayan İbnül Emin Mahmud Kemal İnal Bey şunları kaydediyor: "Harndi Paşa'nın kabine teşkil olunurken Said Paşa'yı da hili-ye nezaretine tâyin ettirmekten maksadının, padişahdan uzaklaştırmak olduğunu bazı kimselere söylemişti." Demekte.
Mirat-ı Hakikat yazan Çorluluzâde Mahmud Celâleddin Paşa diyor ki; Ahmed Hamdi Paşanın kabinesine dahiliye nâzın olarak aldığı Küçük Said Paşa'nın işleminde yatan esas Said Paşa'yi Saray'dan uzaklaştırmak niyetine müteaalik olduğu, bazı kimselere Hamdi Paşa tarafından söylendiği pek yaygın rivayettendir. Bir kısım devlet adamlarının görüşüne göre Said Paşa Babıâlîyi Saray'a taşıyan devletin tamamen sa-ray'dan İdare edildiğinin baş mekanizması idi. Vükelâ heyetinden olması tabiatıyla, baş kitabetten ayrılmasını intaç edecekti.
Hakikaten A. Hamdi Paşa kabinesinde dahiliye nazırlığını uhdesine alan Mehmed Said Paşa, 11/ ocak/1878'de işbaşı yapan hükümetde 24 gün sonra A. Hamdi Paşa'nın kabinesinin son bulmasıyla infisal ettiler. Bu kabinenin ömrü 4/şu-bat/1878'de bitmiş oldu. Yeni kabinenin Ahmed Vefik Pa-şa'ya teklif olunduğu görüldü. Ancak Paşa bir takım talepler sıraladı. İlki sadrıazamlık değil başvekil ün vanıyla kabine kurmak olduğu gibi, vekillerinde me'suliyetinin ihdası gibi yine Mahmud Celâleddin Paşa'nın Tophane Müşirliğinden, Said Paşa'ninda dahiliye nazırlığından alınmasını, çünkü bu neza-retide uhdesine alacağını bildirdiği şartlarda bunlar. Bu talepleri kabul eden 2. Abdülhamid han; 2 ay, 9 gün sürecek Ah-med Vefik Paşa hükümetini 4/şubat/1878'den geçerli oimak üzere tasdik eyledi.
Dahiliye nezaretinden adeta atılmasını sağlayan Ahmed Vefik Paşa'ya nefsince haklı olarak kırıldı. Bu yüzden de Ahmed Vefik Paşa aleyhinde olanlar ile aynı mesleği seçmiştir. Çerkeş Deli Nusret Paşa, padişahın başdoktoru Mavroyani efendilerin padişah nezdinde başvekil hakkındaki atıp tutmalara iltihak etdi. Bunların padişah üzerinde değişiklik yaptığı düşünülebilir. Bu arada saray'a gelen bir jurnalde başvekil'in bineyi teşkil eden vükela ile fikir birliği yaptığı, hâi edilmesi sağlayacaklar mealindeki jurnal, Ahmed Vefik Paşa'nın azlini temine kâfi geldi. Ahmed Vefik Paşa bir hayli düşman kazanmıştı. Bu sıralarda Said Paşa'ya Ankara Valiliğine tâyin emri geldi. 25 bin krş. aylıkla 5/cemaziyelahir/1295-7/hazi-ran/1878 tarihli tâyindi. 18/nisan/1878'den itibaren sadaret Mehmed Sadık Paşa'ya tevcih olundu. Fakat 1 ay, 10 gün sonra onun da infisalini görüyoruz, istanbul'da sadaretler kısa sürede el değiştirmede, Said Paşa ise; Ankara Valiliği vazifelerinden, hem şartlarını ileri sürerek rahat sızlandığını yerinin değiştirilmesini isteyen feryadnâmeler yazıp durmaktadır. Mehmed Sadık Paşa' dan sonra Mehmed Esat Savfet Paşa, Tunuslu Hayreddin Paşa, ondan da Ahmed Arifi Paşa'ya tevcih olunan makam-ı sadaret, 18/ekim/1879'da Ankara Valiliğinden, hazine-i hassa nazırlığına, Tunuslu Hayreddin Paşa kabinesinde Adliye nazırlığı görevlerinden sonra, Küçük Mehmed Said Paşa'ya tevcih olunur ki bu sadaret bahse konu zâtın ilk sadareti olur. 7 ay, 27 gün süren bu sadaret 9/haziran/ 1880'de nihayet bulur.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Hatt-I Hümayun Salı Ocak 13, 2009 8:33 pm
Hatt-I Hümayun
Vezirim Said Paşa: Arifi Paşa'nın bu kerre başvekâletten infisali lüzumuna binaen memuriyet-i mezküre uhdenize tevcih kılınmış, dahiliye nezareti sadr-ı esbak Mahmud Nedim Paşa' ya ve bilcümle dâirelerin teftişi ahvaliyle tahkikat-ı ha-sile ve tedabir-İ ıslahiyyeyi doğrudan doğruya ve bizzat huzurumuza arz etmek üzere devair müfettişliği namıyla teşkili nezdimiz de tensib olunan memuriyet-i mühimrne Safvet Pa-Şaya ve Şura-yı Devlet riyaseti Arifi Paşa' ya ve hariciye nezareti Sava Paşa'ya ve evkaf nezareti Suphi Paşaya ve Mâliye nezareti İbra him Edip Efendiye ihale olunmuştur.
Nuh'be-i efkârım devletimizin husul-i saadet ve selamet ve İtilayı kudreti kaziyyesi olduğundan tevhikat-ı ilâhiyyeye istinaden cümle heyet-i vükelamız tarafından bu yolda sarfı mesai ve gayret olunması matlubumuzdur. Cenab-ı Hakk maz-han tevfik buyursun.
3/zilkade/1296 -20/ekim/1880
Bu iradei seniyye ile başlayan Küçük Mehmed Said Paşanın sadaret maratonu tam dokuz defa zirve ye çıkış dolaysıy-la da dokuz defade zirveden iniş dönemine başlangıç olmuştur. İlk sadaretinden azline sebeb olan husus, Abdülhamid hân'ın talimatıyla eski sadrıazamlardan Mehmed Esad Safvet Paşa'nın Avrupa siyasası ile alakalı hazırlamış olduğu raporların bir heyetçe gözden geçirilmesi hususunda sadrıazam Said Paşa riyasetinde bu çalışma yapılırken saraya gelen bir jurnalde heyetin istenen çalışma yerine 2. Abdülhamid'i nasıl tahtdan indiririzi konuştuklarını bildirdiği görülür. Padişah; kurenasından Ragıb Bey'i gönderip Said Paşadan mührü istetir. Bu rivayetle; Said Paşa'nın saraya davet edilip, bir miktar azarlandıktan sonra mührün İstendiğidir. Görülüyor ki aslı faslı olmayan ihbarat dahi bir hükümetin düşmesine sadrı-azamın azarlanıp, vazifeden azline sebeb olabiliyor, hemde askı ya alınmış bir meşrutiyet döneminde, şimdi devr-i demokraside nice skandallar bir numaralarında fütursuzca dev-letlûluklanna engel olmuyor. Said Paşa'dan boşalan makam-ı sadaret Cevânizâde Meh-med Kadri Paşa'ya veriliyor. Clç ay, üç gün sonra Kadri Paşa 12/eylül/1880'de infisal ediyor. Said Paşa yine sadrıazam yapılıyor ve bu seferki çalışma süresi 2/mayıs/1882'de sona erdiğinde karşımıza bir sene, yedi ay, 20 günlük hizmet arzetmiş olması önümüze çıkıyor. Böylece sadaretin yeni sahibi olarak Germiyanoğlu Kadı Ab-durrahman Nureddin Paşa'ya verildiğini görüyoruz. 12/tem-49 /1882'de elinden mühür alınan Kadı Paşa bu görevde iki onbir gün kalabilmiştir. Said Paşa; 3. sadaretine geldiğinde'Abdurrahman Paşa'ya halef olmuştu. Bu sadareti de 4 ay, 20 qün sonra yâni l/aralık/1882'de nihayetlenmiştir. Bu sadaretlerin sık sık değişmesinde avrupa siyasi mahfillerinin ucurduğu ile malum Şark Meselesi'ni neticelendirmede gizli ittifak hâlindeki, başda Rusya olmak üzere İngilizlerin, Fransızların, Avusturya'nın ve daha menfaat peşindeki devletçiklerin çevirdikleri fırıldaklara karşı, Cennetmekân'ın hususi maksadlara dayalı, yap ve şaşırt ve biribirine düşürt politikasının icabatı yatmaktadır.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Said Paşa'nın 3. Düşüşü Salı Ocak 13, 2009 8:33 pm
Said Paşa'nın 3. Düşüşü
Ancak; Said Paşa'nın 3. düşüşüne geçmeden önce 3. sadaretine gelişindeki vakıaya temas edelim. Yukarıda yazdığımız gibi Said Paşa bu sadarete gelişinde Kadı Abdurrahman Nureddin Paşa'ya halef olmuştu. Fakat istifasına rağmen tekrar sadaret teklifi alan Abdurrahman Paşa, cevab-ı red vermiş idi. Bunun üzerine padişahın Said Paşa'ya gönderdiği başmabeynci Osman Bey, sadaret teklifi yaptığında Said Paşa, Osman Bey'e:
- Beyefendi! Efendimiz ne için benîm üzerimde ısrar eder? Hususi bir maksada mütevakkıfmı? Lütfen aramızda kalsın dediğinde, Osman Bey:
Paşa hz. leri ben size söyleyeyim. Abdurrahman Paşa öküzleri dikti! Cevabını verir. Said Paşa ömründe ilk defa işittiği bu tâbir karşısında şaşkın fakat dayanamayarak:
Osman Bey! Bu tâbirin mânasını fehmedemedim! Dediğinde:
- Anadolu halkınca ısrar etmede, inat etmek demektir. Bu da kullanılır.
Said Paşa; görevi kabul ettiğini hatıratında beyan ediyor. Yine bu sadaretinden düşmesine badi oian vakaları paşanın hatıratından özetlemeye girişelim: "Padişah; ülkede kendisi hakkında kötü niyet beslendiğini, İstanbul'da bir ihtilâl havasının husul bulmakta olduğunu, bütün bunlar için Mah-mud Nedim Paşa ile oturup, şiddet tedbirleri almamız hususunda kat'i bir lisanla emir leri oldu. Mahmud Nedim Pa-şa'nın bu hususlarda çalışmaları bir kaç seneyi bulmuş hazırlıklardı. Fakat ben makam-ı sadaretin ortak kabul etmeyeceğini, benim memleket menfaatlerine dâir görüşlerim ile Mahmud Paşanınkiler arasında derin muhaliflik bulunduğundan istifa yoluna gitdim. Fakat istifam kabul görmedi. Aradan 57 gün geçmişti ki bir gece saraya çağrıldım. Gittiğimde huzur-u hümayuna dahil olduğumda, pek sert bir muamele ve bir çok azar ile karşılandım." diyen Said Paşa hatıratında şöyle devam etmekte: Zât-ı şahane oturmama müsaade etmedi. Kendileri de ayakta dolaşarak bir çeyrek saat kadar gönül kırıcı, izzet-i nefis yaralayacı ifadelerde bulundular. Azarlarının sonuna doğru bir gün evvel saray'da göz altına alınan Müşir Deli Fuad Paşa'ya isnat edilen bir cürüm hakkında Mahmud Nedim Paşa ve Ahmed Cevdet Paşa'nında bulunduğu huzurda ve Cevdet Paşanın kalemiyle tutulmuş bir istintakname elime padişah tarafından verildi. Ben bunu okumaya başlayınca zât-ı şahane seri adamlarla bana yaklaşarak aramızda bir adımlık mesafe kalmıştı ki bakışları azar dolu ve çok çabuk cevap vermemi emrediyordu.
Varakada yazılanlar ise; padişahın taht'dan indirilmesi için Dağıstanlılardan meydana gelen cemiyet kurulduğunu ileri süren ihbarlara aid bir tahkikat idi. Cemiyetin bu işdeki ahdi, zâtı şahanelerinin kendi muhafazasına tahsis etdiği ve bir nev'i hususi askeri imtiyazı verdiği dağıstanli'lardan
a na aelen asker gurubu olup, bu askerin başı sarayın meyûde Dağıstanlı Mehmed Paşa imiş. Fuad Paşa ve sair ba-
Seri bir bakışla yaptığım okuma bana bu kadar bilgi ver-,. 7gt.i şahane devama imkân bırakmayıp istintakiyeyi Umden çekip aldı ve: 'Bana ne diyeceksin? Sualini tevcih ettiler. Cevap verme imkânı kısıtlı idi. Konuşturmuyordu. Ancak aslı faslı olmayan şeylerdir mânasına gelecek beyanlarla meramımı arzedebildim. Fakat; azar dolu sözler devam etmekteyken, zât-ı şahane mührümü ver dedi. İşte o zaman müşkil mevkiide kaldım. Çünkü mührü hümayun üzerimde değildi. Hâtem-i âliyi çantamda taşırdım mabeyne çağrıldığımda huzura girereken çantayı adamımda bırakmıştır. Efendimizden mabeyne gidip çantayı alma müsaade etmesini istedim. Çok daha kızdılar ve pantolonun cebinden meşin bir muhafaza içindeki küçük rovelveri çıkarıp başıma tuttular. Emanet-i hümayununuzu veririm. Bende olan ema-net-i ilahiyeyide ondan sonra alırsınız dedim.
Bunun rovelveri başımdan çekip büyük salonun kapısından çıkarak 'Çantasını getirsinler!' emrini verdiler. Yanıma geldi ve rovelveri başıma tutarak, mührüm çıkmazsa buradan ölün çıkar' diye azar dolu sözlere devam etdiler. Çanta geldi, açıldı mühür teslim edildi. Artık kızgınlık başka taraflara yöneldi. Kendisinin hâl veya imhası hakkındaki sözde karan ciddi ve sahici addediyor. Akabinde Sultan Murat güya tahta çıkmaya hazır, hâttâ sarayında ihtiyaten bir takım Kürtler saklanmış itikadında bukunuyordu. Eğer bu hal tahakkuk ederse evvel bev vel beni parçalatıcağını sözlerini ekledikten sonra önüme düşüp, harem ile kendi dairesi ara-s|nda bir odaya beni götürdü. Haps edip, kapıyı kilitleyip 9'tdi. Diyor, hatıratında Mehmed Said Paşa.
Kıymetli biyografi üstadı İbn'ül Emin Mahmud Kemal İnal merhum bize şöyle sesleniyor: "Paşa'mın (Said Paşa) 7. de-faki sadaretinde kitabet hizmetiyle yanında bulunduğumdan gece ve gündüz, hatta yatakta iken mühr-ü hümayunun altın zincirle boynunda asılı olduğunu gördüm. Mührü yanında bulundurmamasından dolayı daha önce azara uğrayışı içine oturmuş ki, o günden sonra koynunda taşımak vazgeçilmez adeti olmuş.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Said Paşa'nın Hapisten Kurtuluşu Salı Ocak 13, 2009 8:33 pm
Said Paşa'nın Hapisten Kurtuluşu
Sultan 2. Abdülhamid Han, Said Paşa'dan aldığı mühr-ü hümayunu Ahmed Vefik Paşa'ya başvekil unvanıyla birlikte vermişti. Bu sırada eski sadnazam Said Paşa kendi elleriyle hapsettiği odada mahpusluğu yaşamaya devam etmekteydi. Bu müddet 18 saati bulmuş ve Said Paşa bu müddet sonunda evine dönme imkânı bulabilmişse de bunu İngiliz Elçisine medyundur. Said Paşa evdekilere bir gün mabeyn'de tevkif olunacak olursa, İngiltere sefiri Lord Pofrin'e haber verilmesini tenbih et-miştir. Saray'da hapsolunduğu haberi hanesine ulaştığında hemen büyükelçi, durumundan haberdar olunmuştur. Bu husus da Said Paşa hatıratında şunları söylemektedir: "Nâmı ve mesair-i insaniy yeti madam-ül hayat hatıraj ihtiramımda caygir olan Lord, nezdi saltanatda teşebbüsat ve ihtarât-ı lâzirneyi baliyan mübalağa icra eylemesiyle mü-dehale-i vakıa-i muhikka, mededres oldu. "
Görülüyor ki, sadaret makamına yükselen bir zat, hayatını koruma altına almak için siyaseten belki olmayabilir ama, esas da İslâm Milletinin ve onun temsilcisi olan Osmanlı devletinin ve halifesinin, gerçek ve baş düşmanı İngiltere'den istianede, yâni yardım talebinde bulunuyor. Hemde bu talep peşin peşin yapılıyor. HeyhatIYalnız Said Paşa bu hususda birîr değil Abdülaziz devrinde Midhat Paşa bu işe öncülük anlardandır. Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa'da buna tenez-... etrnişlerdendir. Ne çaresizliktir ki bu ademler bu ahvalle- den sonra yine sadaret koltuğunda istihdam olunmuşlar-, jste bunu ifade ettikten sonra Abdülhamid hân'ın bu iki numaraları göreve getirmesini akıl biraz zor tartıyor acaba isin açıklanmamış bir başka tarafı varmı sorusu insanın zihnini kurcalıyor! Tabi iki devletin sırlarının bâzıları bilenler tarafından mezara götürülür.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Sübhiye Hanım Vakası Salı Ocak 13, 2009 8:34 pm
Sübhiye Hanım Vakası
Said Paşa'nın sadaretlerinin birinde çok calibi dikkat bir olay zuhur eder. Hikâyesi şöyledir: Efendim Said Paşa'nın sekiz yaşlarında bir kızı olup adı Subhiye'dir. Bir gün saçlarını taramaktayken her halde saçları uzun olacak, takılı firketelerden biri gözüne batar ve gözde bir hayli hasara se-beb verir. Osmanlı devletinin iki numarasının kız evlâdı gözünden önemli bir yara almıştır. Mevcud doktorlar hadiseye el koyarlar ve izni ilahi ile, göz kör olmaktan kurtarılır. Ancak pek şiddetli ağrılar küçük Subhiye'ye nefes aldırmaz! Uykusuzluk ve gıdasızlık yavrucağı bir deri bir kemik bırakmış, sadnazam babanın şefkati, kendisini yiyip bitirmesine doğru yol almaktadır. Padişah ile devlet işlerini görüşürken sadnazamm mükedder ve bitkin görüntüsü işe de aksetmektedir. Bir akşam Sultan Hamid, Saray'dan bir arabayı Said Paşa'nın konağına gönderip kızı Subhiye hanımı getirmesini irade eder. Küçük Subhiye ve dadısı hemen arabaya bindirilirler. Saray'a gelindiğindede küçük yavruyu huzuruna kabul eden 2. Abdülhamidhân, dudakları kıpır kıpır şifâ dualarını okur. Ondan sonra hadi kızım artık gözün ağrımayacak deyip konağa gönderir. Hakikaten Subhiye hanım bu dayanılmaz ağrıdan kurtulmuştur artık."
Muhterem okurlarım; Abdülhamid Hân ile sadnazam Said Paşa arasında geçen ve yukarı aldığımız iki vak'a yazımızda tesadüfen veya tevafuken alt alta gelmiş değildir. İki ayrı zaman diliminde vuku bulan olayın biribirine zıt davranışı anlatması, nâtık olması devlet işlerindeki ciddiyetle, doğrudan insaniyete müteallik meselelerin o seviyede ki zevatda da ayırıma tâbi tutulduğunu, birinci de ahbab çavuşluğun yer almadığını, ikincide ise insana verilen önemi hatırlatmak düşünülmüştür. Bizim sadrıazamların bazılarının yukarıdaki Mit-had ve Said Paşa misalinde olduğu gibi yabancı ülkeler elçilerinden istianede bulunmalarına, üstelik Said Paşa'ya bu günkü dille sekreterlik yapmış bulunan İbn'ül Emin Mahmud Kemal İnal merhumun mütalaasından şu satırları özetlemeden geçemedik: "İnsan şu satırların ifade ettiği hadiseyi göz önüne alınca adetâ tiyatroda garib bir dram, acaib bir trajedi temaşa ettiğine, padişahın da şayan-i hayret bir trajedi-yen olduğuna hükmeder. Vehim ve vesvese buhranına uğradığı zaman akl-ı selime ve saltanatın sânına muhalif hareketlerde bulunan üç defa makam ve vekâlete getirdiği bir adam hakkında reva gördüğü şu gayr-i layık muameleyi, buhran geçtikten sonra teemmül etse yâni düşünse müte-ezzi olur (..) Bütün bunların yaşanmasından bir buçuk gün sonra aynı sadnazamın o makama dönmesi ise, dramın en mühim kısmıdır!" Diyen İbn'ül Emin Bey şunları da demekten kendini alamıyor: "Hele Osmanlı devletinin başvekili olan zâtın, İngiltere devleti tebasmdan imişçesine bilvasıta elçiye müracaat etmesi, elçinin de İngiltere tebaasından birini muhafaza edercesine, müdehale edip, kurtarılma işlemini gerçekleştirmesi, dramın fecaatini çoğaltan üzücü hadiselerden dir." Said Paşa'ya halef olan Ahmed Vefik Paşa getirildiği sadaret görevinde derhal kadrolaşma yolunu tutdu. Padişahın arzusu istikametindeki Şeyhülislâm Cıryanizâde verine Bursa Valiliğini yürüttüğü sırada bendelerinden olan Rıza Efendi adlı birini, Şeyhülislâm olarak tensib etdi. Bu gün anladığımız kadarıyla Ahmed Vefik Paşa, babıâlî'yi Saray'dan bağımsız, satfnazam ve vükelânın emrine açık bir hâle getirmeyi umuyordu. Ancak bunları kurup ve de, icraya geçtiğinde, padişahın mizacına uygun olmayan davranışlar sonunda derhal tepkiyi gördü ve Ahmed Vefik Paşanın bu seferki başvekilliği, ancak birbuçuk gün sürebilmiş ve mühr-ü hümayun kendisinden istenmişti. Sultan 2. Abdülhamid, Said Paşa'yı saray'a çağırtmış, daha evvel yanına getirttiği Mahmud Nedim Paşa ile Şeyhülislâm Üryanizâde olan Es'ad efendiyle konuşmuş, sadareti Mahmud Nedim Paşa'ya teklif ettirmişti. Ancak temaruz eden Mahmud Nedim Paşa sebeb olara1-.da yaşlılığını ileri sürmüşdü. Davet edilmiş bulunan Said Pa-şa'da gelmiş toplantıya katılmıştı. Bunun üzerine padişah sadareti bir buçuk gün evvel hiç bir şey olmamış gibi Küçük Mehmed Said Paşa'ya teklif etdi. Said Paşa; Mahmud Nedim Paşa'nın sadareti bunun meyaninda kendisinin dahiliye nazın olarak yardımcı olabileceğini beyan eyledi. Padişah hz. leri üçüne birden hitab ederek; "Ben, namazı kılacağım. Efendi hz. lerî siz de, iki paşadan birini sadareti üzerine almaya ikna ediniz!" diyerek salondan çıktı. Mahmud Nedim Paşa ise: "Burası devletin en hürmete şayan yeridir" dedikten sonra yere oturdu. Esad Efendi bu ifade üzerine oturduğu sedirden, yavaş yavaş kayarak yere oturdu. Sadareti Mahmud Paşa'nın alması için beyanda bulunmuş olan Said Paşa'nın kulağına eğiliyor ve: "sadareti buna bırakma! Hepimize olmadık işler yapar" diye tenbihde bulunmuş! Nihayet Mahmud Nedim Paşa: "her sadrıazamın bir kâhyası olurmuş. Bizim de kâhyamız sadr-ı esbak Said Paşa olmak varmış" şeklinde zor yutulur bir söz söyler. Said Paşa bu söze çok içerler, ancak bir şey demez. Fakat Mahmud Nedim Paşa böylece sadareti kabul etdiğini söylemeğe çalışırken, Said Paşa da Ciryanizâde'nin eğer sadaret teklifini kabul etmezsen bundan hepimizin çekeceği var sözlerini kulağına fısıldamakta olduğunu hatırında tutdu. Padişah salona geri döndüğünde olan-iar anlatılır. Sadareti Mahmud Nedim Paşa'ya, şeyhülislamlık Es'ad Efendi'ye, dâhiliye nazırlığı da Said Paşa'ya verildi. Huzurdan çıktıklarında enönde yeni sadnazam Mahmud Nedim Paşa bir kibir abidesi gibi yürümekte şeyhülislâm ve Said Paşa arkasından yürürlerken Kurenadan biri gelip yürümekte olanları durdurup yeniden huzuru hümayuna götürür. Padişah; içinin, bu tâyine ısınmadığını söyleyerek, Mahmud Nedim Paşa'dan mührü hümayunu geri ister. Aldığında hemen orada Said Paşa'ya vazifeyi teklif eder. Gördüğü kibir, nezaketsizlik ve kâhyalıkla tavsifine pek gönül koymuş bulunan Said Paşa birbuçuk önce infisal ettiği görev için evet cevabını vererek mühr-ü hümayunu alır. Padişah dahiliye nazırlığına Mahmud Nedim Paşa'yı tâyin ederken ayrıca mabeyn müşirliğimde uhdesine verir. Said Paşa kabinesinde Harbiye nazırlığı görevinden kabine istifası münasebetiyle infisal eden Gazi Osman Paşa serasker unvanıyla harbiye nazırlığına tekrar getirilir. Huzura giren Gazi Osman Paşa padişahın ayaklarına kapanıp, mabeyn müşirliğinden alınmış olmanın kendini mahzun kıldığını ifade edince, bu görevde diğer görevler üzerine inzimam olunarak Gazi Osman Paşa'ya tevcih olunur. Az önce sadnazam olmayı elinden kaçıran Mahmud Nedim Paşa'nin, mabeyn müşirliğini Gazi Osman Paşa'ya kaptırması yanında Şura-yı devlet reisliğini de bir kaç dakika sonra kendinden kıdemli olan Reşid Akif Paşa'ya kaptırdığında elinde sadece dahiliye nazırlığı kalmıştı. Osmanlı devletinin son vakanüvisi olan Abdurrahman Şeref Efendi merhumda "Tarih Musahabeleri" adlı kıymetli eserinde aşağı yukarı aynı bilgilere nakleder. Said Paşa'nın 4. sadareti olan bu evet de nakkında devrin şâirlerinden Nüzhet Bey şu beyiti inşa
eder
"Hülle-i Sadr-ı Said-ül vüzeraya şaşdık"
Said Paşa bu seferki sadaretine 1 O/zilhicce/1 300-l3/ekim/1883 cuma günü gelmiştir. İnfisali İse; 15/zilhic-ce/1302-26/eylül/1885 cumartesi günü vukubulmuştur. Müddeti ise; 1 sene, 11 ay, 13 gün olmuştur. Vazifeyi bırakmasına sebeb olarakda, Şarkî Rumeli meselesinde padişahla düştüğü hareket tarzı hakkındaki farklı düşünceler olmuştur. Bu farklı görüşleri Said Paşa'nın hatıratından yaptığı beyanla Özetlemeye çalışalım:
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Filibe Vak'ası! Salı Ocak 13, 2009 8:34 pm
Filibe Vak'ası!
Tarihler; 1302/1885'i gösterirken dış tahrikler yardımıyla Filibe'ye getirilen bir kaçyüz Bulgar, buradaki hükümet konağını basmış ve valiyi hapsetmişlerdi. Ertesi gün Cuma Namazından sonra vekiller heyeti mabeyn (saray)de toplandı. Bu arada Bulgaristan Prensi Batemberg, gönderdiği beyanatında, Şarkî Rumeli'nin artık Osmanlı yönetiminde olmayacağını, kendisinin idaresinde bulunacağını bildiriyordu. Bunun üzerine yapılan top- lantıda derhal asker gönderilerek buna mâni olunmasını, bu meselede anlaşmalı devletlere bilgi verilmesini reyimle birlikte belirttim ve heyeti vükelâ bu teklifi kabul etti. Ancak bu şekli, padişah efendimiz kabul etmedi. Ziîhiccenin/14. günü olan 25/eylül/1885 Cuma günü babıâlî'ye giderken, KarakÖy civarında bana yetişen yaver tarafından mabeyne götürüldüm. Hemen huzura çıkarıldım, oır saat kadar süren konuşma ve azardan sonra dışarı çıkma müsaadesi verildi. Daha sonrada beklemem emredildi. Ak-Şam saatine kadar orada bekledim. Serasker Gazi Osman aŞa bulunduğum odaya gelip, ye mek için odasına davet eyledi. O sırada da dâvet-i padişah vukubuldu. Gittim, iki saat bekledikten sonra yalnız olarak huzura alındım. Önce mühür istendi verdim. Mahbusiyetim vukua geldi. Bir odaya konuldum. Her an çağrılırım diye üç saat bekledim. Sonunda azariamala- rın üzücü te'siri uyumama sebeb teşkil etdi. Dalmışım. Benim; Filibe'ye asker gönderme teklifim güya zât-ı şahaneyi tahtdan indirmeye dönükmüş! Ertesi gün saraydan çıkmama müsaade olunduğunda eve geidim. Kâmil Paşa'nın sadarete, bazı vükelanın da değiştirildiği görüldü. Ben bir oldu bittiye karşı çıkarken, başıma saray'da azarlanmakdan tutunda hapsedilmelere kadar neler gelmiyordu" demekte Said Paşa.
Hakikaten Berlin antlaşması hükümlerine göre bir vilâyetimiz olan Şarkî Rumeli yâni Doğu Rumeli'nin Bulgarlarca ilhak edilmesi, karşı çıkalım diyen sadrıazami götürdüğü doğru da! Bir de padişahın gözü ve sözü ile hatıratında olanlardan gözleyeüm:
Hatırât-ı Sultan Abdülhamid-i Sâni isimli eserde koca sultan şöyle diyor: "Şarkî Rumeli meselesinde benim (Sultan Hamid) zaaf gösterdiğimi pek iddia etdiler. Zaaf göstermek mevcud kuvvetden istifade etmemek demektir. Hangi kuvvet mevcud idi ki, Doğu Rumeli'de hakkımızı koruma hususunda kullanılmadı? Bunu düşünen ve söyleyen bir insaf sahibini bu güne kadar işitmedim.
Bulgar Prensi Batenburg, Filibe'ye müstevli olduktan sonra durumdan hükümetimiz haberdar olabildi. O da Rus sefirine gelen bir telgrafnameden, telgraf nâzın İzzet Efen-di'nin beni haberdar etmesiyle mümkün olabilmişdi. Said Paşa sad nazam idi. Tahtdan indikten sonra okuduğum bazı beyanat ve yazılarında Said Paşa'nın; vakaları kendi lehine tahrif etmiş olduğunu hayret ve teessüfle gördüm. Said Pa-
. Bulgarların tecavüz edeceklerini daha evvel haber alamamıştı. Olay İstanbul'a aksettikten sonra bir hayli tered-dütün akabinde Şura-yı devlet reisi Akif Paşa'nın beyanatı onu ikna etmişti. O dönemde Filibeye asker şevkinde hem müskilât hemde tehlike vardı. 93 savaşında tarumar olan ordu henüz toparlanamamiştı. Hazine tamtakırdı. Bazı vilâ-yetlerdeki jandarmalar yirmi-otuz aydır maaş alamıyorlardı. Böyle bir haldeyken sırf namdan ibaret olan hakk'ı hâkimiyetin adına neticesi meçhul ve karanlık bir harbe girişmeyi tehlikeli gördüm." Diyen hz. padişahın hatıratından şu paragrafı alarak okurlarımın bilgilerine arz edeyim: "Gavriyel Paşa diye bir Bulgar'ın Rumelî Şarkî valiliğinden kovulmuş olmasından do layı gözüm kızararak işe girişseydim, 1328/1910'daki felâketi, o zaman yâni ordusuz, parasız, pulsuz, hazırlıksız bulunduğumuz bir devirde kendi elimle hazırlamış ve davet etmiş olurdum. Hazım gösterip ihtiyatlı davranıp, 1328/1910 da yaşanacakları, 1301/1885 eylülünde yaşardık!" Demekte.
Said Paşa aynı zamanda Şapur Çelebi lakabıyla ve biraz da küçümsenerek anılmaktaydı halbuki böyle küçültücü bir lakabın bir Osmanlı sadrıazamına verilmesi bizce doğru olmayan hususattandır. Said Paşa; infisal ettiği bu yukarıda bazı anekdotlar verdiğimiz 4. sadaretinden 1895 yılında infisal ettikten sonra bu makama yeniden avdet ettiğinde tam tamına 5 sene, 1 lay, 9 gün»gibi bir zaman dilimi geçmiştir.
Bununda çalışmamızın son taraflarında söz konusu edeceğimiz 1897 Osmanlı-Yunan harbinin muzaffer kabinesinin re-isi Halil Rıfat Paşa'ya, Sultan 2. Abdülhamid hânın "yaşadığınız müddetçe sadrıazamımsınız" sözünü vermesinden ve bu ahdini yerine getirmesinden kaynaklanmıştır. Mehmed said Paşa; 09/11/1901 tarihinde geldiği makam-ı sadaretden 1 yıl, 1 ay, 26 gün sonra 14/01/1903'de infisal ettiğinde 6. sadaretini yaşamıştı. Aşağıdaki satırlar padişahın yâni Sultan 2. Abdühamid Hân'ın şah siyetinin içinde mütalaa edilmesi gereken beyanlarıdır. Bu beyanlardan bazılarını adı geçen eserden alıntılayıp, buraya koydukki, padişahın görüşlerine o zâtın dönemini okurken malumatınızı takviye etmeyi amaçladık.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Kapitilasyon İlgaasına Teşebbüs Salı Ocak 13, 2009 8:35 pm
Kapitilasyon İlgaasına Teşebbüs
"Kıbrıs'da kapitülasyonları kaldırmak istediğimiz İçin, Avrupa matbuatı da Atina gazetelerine uyarak kıyameti koparıyor. Sanki biz başkalarının hakkını yiyi-yormuşuz gibi bir hal yaratıyorlar. Halbuki bitaraf bir kimse, ecnebilere verilen bu kapitülasyonlarla, bizim hakkımızın çiğnendiğini ve adaletsizliğin bize karşı yapıldığını gayet iyi görebilir. Rumların elde etmiş oldukları imtiyazları muhafaza edebilmek için, yeri göğü birbirine katmaları tabiîdir. Çünkü Rum kapi-tülas yonları yıkıldığında Pan-Helenik propogandası yapamayacakları açıktır. İnşaallah, bu imtiyazları yıkmak hak ve kuvvetini Allah bize kısmet eder. "
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Hayatımı Muhafaza Tedbiri Salı Ocak 13, 2009 8:35 pm
Hayatımı Muhafaza Tedbiri
"Hayatımı, bana sadık olanların uyanıklığına borçluyum. Başımdan geçenler, asabı en kuvvetli insanı dahi sarsmaya kâfidir. Bütün bu tecrübelerden sonra ihtiyat lı olmama, şaşmamak lâzım. Bir çok insanların bu sinirli hâlimden faydalanmağa çalıştıklarını, hafiyelerin, jurnalcilerin alçak namussuz insanlar olduklarını, dini mizinde, müzevirleri tel'in ettiğini gayetiyi biliyorum. Fakat geniş bir haber alma teşkilâtı kurmamış olsaydım, etrafımı saran tehlikelere karşı kendimi korumam kabil olamazdı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Hilâl İle Haç Arasındaki Mücadele Salı Ocak 13, 2009 8:36 pm
Hilâl İle Haç Arasındaki Mücadele
"..Avrupa halkını aleyhimize düşünmeğe sevk eden sofu papazlardır. Haçlı seferleri zamanında hristiyan güruhun memleketimizde yaptıkları mezalimi unuttur- mak, Örtbas edebilmek için, her türlü iftirayı mubah görmüşlerdir. M.Kudüs'deki mukaddes topraklar için her iki tarafında kan dökmesinin önüne geçilebilirdi. Nitekim hristiyan hacıların Kudüsü'ü ziyaret etmelerine her zaman müsaade et-medikmi?. (.) Etrafı müslümanlarla çevrili olan bu şehri neden hristiyanlara terk edelim? (.) İsteyen istediğini söylesin, fakat mukaddes toprakların sahibi olmak hakkı her zaman bizim olmuştur ve öyle kalacaktır.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Mektep Ve İlahiyat Salı Ocak 13, 2009 8:36 pm
Mektep Ve İlahiyat
Ben tahta çıktığımdanberi, ilk mekteplerin sayısı on misline çıkmıştır (20bİn mektep). Bu adet maalesef hâla azdır ve halka kâfi gelmemektedir. Liselerimizin seviyesi gayet yüksektir. Mükemmel oldukları herkes tarafından kabul edilir. Ancak daha fazla lise kurmamak bunların yerine mühendis, mimar gibi fen adamları yetiştiren müesseselere talebe hazırlıyacak rüştiyeler açmak daha yerinde olur.
Memleketimizde kâfi derecede asker ve memur vardır. Ulemamızın ifrat derecede muhafazakâr olmasından dolayı-da, yüksek mekteplerimizi modern hâle getirmek çok güçtür. Kahire'deki El Ezher ilahiyat fakültesinin, talebelerimizi Çekmesinin yegâne sebebide zamanın icablarına uymanın elzem olduğunu anlamış ol- malanndandır. İstanbul Dârül-funun'unu Kahire'dekinin dûnunda(alçağında) kalmıya mahkûmdur.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Edebiyat-San'at Ve Kültür Salı Ocak 13, 2009 8:36 pm
Edebiyat-San'at Ve Kültür
Biz Osmanlılar eski ve büyük bir medeniyetin sahibi olduğumuzu unutmamalıyız ve Avrupa medeniyeti ile gözümüz kamaşmamalıdır. Mimari eserlerimiz, iki binden fazla şâir yetiştirmiş olmamız da bunu ispat eder. Bunlardan Fazlı, Lâmiî, Baki gibi şâirlerimizin eserlerinde fevkalade bir güzellik ve tam mükemmeliyet vardır. Daha sonra Galib, Pertev, Kemâl, Abdülhak Hâmid gibi şâirlerimizi sayabiliriz. (.) Hereke'deki hah fabrikamızda ve diğer endüstri sanatlarımızda yabancıları taklit etmekten kaçınmalıyız. Sa'nat ve edebiyatımızı kendi toprağımıza ait mevzular, kendi milletimize has esaslar üzerinde inşa etmeliyiz. (.) Gençlerimizde memur, asker veya ulemadan olmayı tasarlıyorlar; neden hiç bir Osmanlı, büyük bir tüccar, mahir bir zenaatkâr veya bir fen adamı olmayj düşünmüyor? Ben de marangozluk san'atı ile meşgul olduğumdan halka iyi bir numune sayılırım. (.) Bir gün; şerefime bestelemiş oldukları üç marşı aldım. Bu bir gün için epey fazladır. Muhtelif milletlerden olan ve şahsıma eserlerini ithaf eden bestekârların sayısı, şimdiye kadar ikibini bulmuştur. Bu insanları nasıl mükafatlandır-malı? İstanbul'a gelip huzuruma çıkabilmeyi temin eden sanatkârların her birine neden hediye vermeye mecbur olayım? Üstelik ağırbaşlı musikîlerini sevmiyorum. Çaldıkları parçaların çok güç olduğuna şüphe yok; fakat ben zihnimi yoran musikîyi değil, dinlendirici musikîyi tercih ediyorum. Klâsik musikîyi tercih edecek kadar musikişinas değilim. Musikîye büyük istidadı olanlardan biri, oğlum Burha- ned-din'dir." (agk: sh. 190/193/202/209/210 Hatırat-ı Abdülha-mid-i Sânı)
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Düyün-I Ümümî'yenin Te'sisi Salı Ocak 13, 2009 8:37 pm
Düyün-I Ümümî'yenin Te'sisi
1881 yılmının önemli hadiselerinden birini Sultan Abdüİa-iz'in katil hadisesini tahkik ve son karan vermek için yapılan ve adına Yıldız Mahkemesi denilen hukukî bir olay teşkil ederken, aynı yılın yâni 1881 senesinin diğer bir mühim hadisesini de dış borçların ödenmesi için kurulan ve adına Dü-vûn-ı umûmiye denilen kuruluşun teşkil edilmesidir. Düyun kelimesinin karşılığı lugatde borç mânasına gelir. Umûmî kelimesini peşine koydunuzmu, bütün borçlar şeklini alır. 1878 harbi sonrasında masraflar daha önceki, yâni Sultan Abdül-mecidle Sultan Abdülaziz döneminin borçlanmalarına inzimam edince bahse konu 1881 senesinde, borçların faiz, faizin faizi ile birlikte 252 milyon Osmanlı altunu seviyesini çıktığı görülmüştür. T. Yılmaz Oztuna Bey, 1978'de basımını yapmış olduğu değerli eserin 7. cildinde 173. sahifede bahse miktarı o günlerin rayiç Tl. sına tahvil etmiş ve takriben, 31 5 milyar'a tekabül ettiğini işaret etmiştir. Bizde, 2002 yılının Eylül ayı itibariyle, yaptığımız hesapda bu kadar altunun Tl. sıyla 32 katrilyon, 760 trilyon tutmakta olduğunu tesbit ettik. Mâliyemiz uzun zaman içinde olsada, bu borcu tasfiye edecek duruma sahip değilken, karşımızda alacaklı olarak, İngiltere, Fransa ve de Rusya ise harp tazminatı alacaklısı olarak durmaktaydı. İtibarlı devletin borçsuz devlet olması olduğu gibi en itibarlısı borcunu zahnanında ödeyebilen olduğu herdesin ittifak ettiği hususdur. Osmanlı devleti bir memorandu-rr^a gidip itibarını sıfırlayacağına, Sultan Hamid'in yayımladığı ^O/Aralık/1881'de yayımladığı Muharrem Kararnamesi ile OrÇİann tediye edilebilmesi için bir formül buldu. Devletin ^kardığı bir kararnameyle; tütün, damga pulu, tuz, ipek, balık sigara tekelleri ve imtiyaz sahibi olan bâzı eyâletlerin fiks
olan vergilerini Düyunu umûmiye'ye bırakılıyordu. Bu suretle İngiltere ve Fransa başta olmak üzere alacaklılar, verdikleri borçları, muntazam bir şekilde tahsil edebileceklerdi. Bunun karşılığında 252 milyon altun borcun, 146 milyon altununu yarısından hayli çoğu Türkiyemiz lehine siliniyordu. Böylece ödeyeceğimiz miktar 106 milyon Osmanlı altununa inmiş oluyordu.
Bu tarz çözümü Sultan Hamid'in bulması ve tatbik etmesi herhalde onun mâli meselelerde ki vukufiyetini gösterir sanırız. Günümüzde yâni 2002'de Türkiye Cumhuriyetinin içine düşmüş olduğu faiz sarmalı, ana parayı değil, faizlerin toplanan tüm vergilerle karşılanmadığı bir vaziyete getirilmiş ülke siyasî tâvizlere açık bir duruma getirilmiş olup, bu siyasî tâvizlerin, Kıbrıs ile Ortadoğu üzerinde emperyalizmin hareketlerine ses çıkarmayıp, müslümanlara sahip çıkma misyonumuzu işletmememizin teminine dönük, ticari hayatımıza sekte vermek gibi hususlar olduğunu görmek kabildir. Bu müessese yâni düyûn-ı umûmiye devletin târih sahnesinden çekildiği âna kadar sürmüştür. Şimdide 1881'in diğer mühim hadisesi olan Yıldız Mahkemeleri vak'asına atf-u nazar edelim.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Yıldız Mahkemesi Salı Ocak 13, 2009 8:38 pm
Yıldız Mahkemesi
27/Haziran/1881'de Sultan Abdülaziz'in önce hâl edilmesinden, bilahare intiharını? Cinayetmi? Meçhulünü bir hail ü fasl eylemeye kalkan 2. Abdülhamid Hân, Şeyhülislâmlardan Minkârizâdelerîn torunlarından bulunan Surûri Efendi daha sonrada hem paşa hemde vezirliğe tâyin olunan zât, Yıldız Mah kemesi riyasetine getirilmiş, heyet teşkil olunmuştur. Sanıklar eski padişah 5. Murad, validesi Şevkefza Kadı-nefendi, Arz-ı Niyaz Kalfa, eski sadrıazamlardan Mütercim Mehmed Rüşdü Paşa, Midhat Paşa, 2. Abdülhamid' in kızkarleri ile eV'' dâmadlardan Müşir Mahmud Celâleddin ve Müşir Nuri Paşalarla, sabık şeyhülislâm Hayrullah Efendi, Sultan Abdülaziz'in 2. mabeyncisi Fahri Bey ile mabeynciler-Aen Müşir Nâmık Paşa'nm oğullan Seyid ve Ali Beyler, merhum Abdülaziz hân'ın tahttan indirilmesinden sonra muhafız-hâına tâyin edilen Albay İzzet ile Binbaşı Necip Beyler ile Pehlivan Cezayirli Mustafa, Pehlivan Mustafa Ağa, Boyabadîı Mehmed Pehlivan tesbit edilmişler ve mahkeme önüne çıkarılması temin olunmaya çalışılırken, sabık Askeri Mektepler Nâzın olan ve 93 harbinde başkumandanlık makamınada getirilen Süleyman Hüsnü Paşa, hâl işinde mühim bir rol üst ienmekle birlikte, bahsekonu savaşda hatalı ve sorumsuzca davranışları hasebiyle divan-ı harbe verilmiş suçu sabit görüldüğünden Bağdat'a sürgün gönderilmiş ve bir dahada İstanbul'a dönememiş ancak o cezası kifayet eder kabul edil-mişki, Yıldız mahkemesine celbine lüzum görülmedi. Paris sefirimiz Sadullah Paşa'da mahkemeye getirtilmedi. Padi-şah-ı sabık 5. Murad'la, validesi Şevkefza kadmefendi hanedan üyesi olması ve bunların Arz-ı niyaz adlı kalfaları da, Çı-rağan Sarayında adetâ hapis hâlinde olduklarından mahkemeye çıkarılmaktan istinkâf edildi. Manisa'da ölüm hastalığına yatmış bulunan Mütercim Rüşdü Paşanın ifadesi alındıy-sada pek makul ve yerinde addedilmediği gibi, hâîi mahkemeye çıkarılmasına engel görüldüğünden üzerinde ısrarcı olunmadı. Midhat Paşanın mahkeme edilmesine dâir Said Paşa'nın hatıratında yazdıklarına, Kıbrıslı Mehmed Kâmil Pa-Şa; Said Paşa'ya karşı yazdığı cevabi eserde Said Paşa'nın iddialarına karşı beyan da bulunurken aşağı aldığımız satırlarda, Abdülhamid'İn bu dâvanın açılmasına teşebbü sünde, blr kalfa'nın ifadesinin kendi şüphelerine güç kattığını göre-ceksiniz. Hâla yakın târih meraklılarının dikkat nazarlarını celbeden; Sultan Aziz vaka-i elîmesi ve bu olayın tertipçileri arasında yer alan Midhat Paşa mahkemesine dâir bazı malumata medar olacak beyanlarda bulunur. Bizde; bu beyanlarla sayfamızı süslemeyi uygun bulduk. Kâmil Paşa diyor ki: ".Said Paşa hz. leri hatıratının 55. sn. deki girişle 72. sh, nin bitimine kadar olan bölümü Midhat Paşa merhumun muhakemesine dâir meclis-i vükelâ ve meclis-i fevkalâde de, cereyan eden müzakereler vede ka,rarlara tahsis etmiş ve bunda takip edilen maksad, bir takım tafsilat içinde hafi olsada ifadenin siyak ve sibakından yine kendisini her zamanki gibi, tebrie ettirmek başkalarına ise ka-bahat yüklemek için kaleme aldığı rahatça anlaşılıyor."satırlarını kaleme almış bulunan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa şöyle devam etmekte: ".Hatıratın 58. sh. de anlattığı gibi avru-pada yayımlanmakta olan bazı gazeteler; Mithad Paşa mahkemesi hususu ile Said Paşa arasında irtibat kurup, suçlama yoluna gitmişler. Bundan dolayı Said Paşa müdafaasını yapma lüzumu duymuştur. Bu bakımdanda kendisine bir şey denilemez. Ancak; Said Paşa hz. leri, ha-tıratı'nın neşrini beklemeyip, önce Tanın gazetesinde bazı makaleler hatta meclis-i mezkürede bulunanlara aid rey ve imzalarını bile bile fotoğrafa aldırmış, suretlerimde neşrettirmiştir. O rey ve imza sahihlerinden biri ben olduğum için mecburen bu hususda da hakikata müste nid bir açıklama yapmakda mecburiyet görüyorum. Bu gazetelerdeki makalelerde Cennetmekân Sultan Abdülaziz hân'ın kaatilleri hakkındaki; temyiz mahkemesi ilâmına, dâir meclis-i vükelâ mazbatasının suret-i dere olunduktan sonra bunun Cümlesini tefsir ederek: Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa; cinayet mahkemesi hakkında Said Paşa'nın yazmış bulunduklarına cevap olarak şunları beyan etmekte: "Ben o zaman taşra'dan geleli çok olmamıştı. Hadiseyle alakalı bilgilerim, gazetelerin verdiği bilgiyi hâviydi. Yalnız; cinayet fevkalâde mahkemesinin başlangıç döneminde Mahmud Paşa'nın önce saray-ı hümayuna takdim eylediği cariyenin vak'adan sonra saraydan çıkıp Mahmud Paşa'nın hanesine avdetinde, Sultan Aziz'in öldürüldüğüne dâir malumat vermesiyle, Mahmud Paşa'nın bu malumatı huzur-u hümayuna arz eylemesi üzerine cinayet iddiasının takibata alınıp tahkikata girişilmesi emrolunduğundan gerekenin yapıldığını işitmiş-tim. Ancak şunu da ilâve etmeliyimki mahkemenin sonuçlanmasından sonra bir akşam Said Paşa; Mahmud Nedim ve hariciye nazırı Asım Paşaları ve bir de ben acizi, saraya davet eylemişti.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Padişah İle Görüşme Salı Ocak 13, 2009 8:39 pm
Padişah İle Görüşme
Saray'da yemiş olduğumuz yemekden sonra bahçenin bir köşesinde bulunan küçük bir köşke götürüldük. Sultan Abdülhamid hân hz. leri de oradaydı. Emir ve işaretleri üzerine oturduk. Padişah; Sultan Aziz hadisesinden bahis açarak hemen yanında bulunan ağzı mühürlü bir bohçayı açıp içerisinden çıkarılan kanlı elbiseleri bize gösterdi. Daha sonra çıkardıklarını aynı torbaya doldurup ağzını da kendi mührüyle bana mühürlettirrnişdi. Kaatiller hakkında hep birlikte lanetler yağdırdıktan sonra elem ve kederle dolu olarak vak'aya dâir biraz daha konuşmamızdan sonra zât-ı şahanenin müsadei seniyyeleri üzerine sadan ayrıldık. Daha sonra anlaşıldıki Said ve Mahmud dim paşalar bu kanlı çamaşırlar ve saray' in içindeki ri "süncelerden olsun, dışarıdaki efkârdan olsun haberdar-mis/ar. Esas olan kanlı elbiseyi göstermekle gerek Asım Paşa7yi gerekse beni cinayetin sıhhatine kanaat getirme hususunda güçlendirmekmiş." Yine; Ressam Naciye Ney-Val hanımın: "Mutlakiyet Meşrutiyet ve Cumhuriyet Anılarım" adlı hatıratını Fatma Rezan Hürmen hanımefendinin nefis bir İstanbu! Türkçesiyle hazırladığı eserden Sultan Aziz 'in akıbetiyle ilgili satırları alıntılayalım: "Sultan Aziz'in kalfalarından Sermed Kalfa Valide Sultan hanımında hizmetine koşan biridir. Diyorki; '.Efendimiz (Sultan Aziz) daima vâli-desiyle birlikte kalmakta olduğundan, biz lazım olduğumuz zaman içeriye giriyorduk. Buda abdest filân aldırmak içindi. O gün abdest alıp odasına girdi. Seccadesini yayarak çekildim. Valide Sultan efendimizde abdest almak için abdest mahalline geçmişdi. Ben on-oniki yaşlarındaki yanımızda bulunan kıza sen havluyu al, kapının Önünde bekle. Valide Sultan efendimiz çıkınca eline verirsin. Ben şimdi gelirim, azıcık işim var dedim. Abdestha-nede cennetmekân efendimizin (Sultan Aziz) odasının tam karşısında, yâni divanhanenin öbür uçundaydı. Birinde çıt çıksa, öbüründe işitmemek kabil değil sarayda velinimetlere böyle havlu tutmak adet olduğundan kızı orada bırakıp, koşarak yuk&rı çıkacak ve hemen inip Va-
Ldesultanın seccadesini yayacaktım. Benim yukarıya çık-mamın üzerinden iki dakika geçmemişti ki küçük kız, elerı ayaklan buz kesilmiş, tir tir titremekte olduğu halde raıven basamaklarını ikişer ikişer çıkarak yanıma gel-dı «e eteklerime sarılarak:
~Aman, aman, kalfam! Aman üç-dört fena kıyafetli Efendimizin odasına girdiler. Ben bağıracaktım.
Sus! Dediler. Korktum bayılacağım buraya dar geldim. Diyerek ağlamaya başladı.
-Sus! Hınzır kâfir! Sus! Kaç saatdir orada dolaşıyoruz. Hasırların arkasında kimse bir şey görmedide sen mi gördün? Hayalet görünmüş sana.. Sus sakın bunu kimsenin yanında ağzına alma başımıza belâ getirirsin! Diyerek aşağı indim" Demekte Sermed Kalfa! Bu da; Sultan Aziz'in akıbeti hakkında işin ne yolda gerçekleştiğine dâir bir done sayılabilir!
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Dış Müdehale Varmı? Salı Ocak 13, 2009 8:40 pm
Dış Müdehale Varmı?
Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa; Sultan Aziz davası mahkemesi hakkında Said Paşa'nın ortaya saçtıklarına şöyle cevap vermekte: "..Mahkemenin bitiminden sonra temyiz ceza dâiresinin, adliye nezaretinden tezkere ile babıâtî'ye gönderdiği ilâm evrakının, meclis-i vükelâya havalesi ve işin gayet ehemmiyetli olması hasebiyle iyice tetkik olunup, bakılması riyasetten ifade olundu. Yapılacak icraatın üzerinde nafıa nâzın Hasan Fehmi Efendi, görüşünü beyan esnasında gazetelerde bazı şeyler görülmekte olup, bu meselede düşünülecek cihet var ise, avrupa tarafında kötü bir te'sir meydana getirip getirmeyeceği bilinmesi icâb ettiği bunu da hariciye nezaretinin belirtmesine bağlı ol-duğunu zikretti. Hariciye nâzın Asım Paşada, sefirteri-miz tarafından bu hususda herhangi bir iş'ar oukubulmadığt, yalnız ingiliz Parlamentosunda mevzubahs edildiğini, Londra b. elçimiz Muzurus Paşa tarafından bil dirİlnıiştir. Dediğinde; Said Paşa böyle siyasi olaylarda şimdiden keşif yapılamayacağını söylemekle mukabele etmişti. Muzu-
Paşanın telgrafı her nedense meclis de ortaya çıkan-lıp okunmamıştır."
.* l^pped Kâmil Paşa yukarıdan beri yazdığımız mevzuuda nları ifade etmektedir: "Bu toplantıdan dokuz-on gün onra iradei seniyye ile sadrıazam mazulları, heyet-i vükelâ müşirler (ordu kumandanları)r deületin ileri gelen memurları arasında bir içtima yapıldı. Said Paşa; hangi hikmete mebni ise şüphesizki padişahın muvafakatına uugun olan, kendince de bir tedbiri mahsus olmak üzere akdolan meclise riyasetten istinkâfla eski sadrıazamlar-dan Safoet Paşaya riyaseti havale etmiştiler. Said Paşa hz. lerinin hatıratın da: olup şu mey anda Said Paşa. hz. [erinin rey'i daima olduğu gibi tereddütden hâli olmasada yine şöyleymiş: Bu beyanda, muta kelimesi oâcib el ita oe lâzım ül ifa demek olacağı gibi ibaresi, gerçi malumu ilân kabilinden bir tâbir olsa da, bununla icra ciheti te'yid edilmek istendiği derkârdu: Reylerin verilmesi sırasında külfet altına girerek,fotoğraf-ladığı oe neşreylediği rey-i âcizanemde ise: demiştim. Amenna! Fakat bakalım rey-i basit-i acizânem-le, Said Paşa'nın tereddüd dolu rey'i arasında hükmen bir fark varmıdır? Nihayet o fevkalade heyet'in ikinci defaki oe ertesi günkü mabeyni hümayunda toplanarak, bir gün evvelki tamamlanamamış zabtın ikmaline gideleceğine daha sonra anlaşılacağı üzere bi rinci maksad diğeri temyiz mahkemesi ilâmında yazılı bulunan kanuni cezanın tahfifi (hafifletilmesi) suretinde iki rey pusulası yazılmış idi. Aradan geçen bir gün zarfında Muzurus Paşa' nın telgrafnamesi mealine ve bu telgrafda Mithad Paşa lehine hareket etmek üzere Mösyö Gtodeston tarafından ingiltere'nin İstanbul sefirine verildiği hikâye edilen talimatın şekline göre muttali olanlar, cezanın hafifletilmesi rey'ine yazılıp, hakiki durumdan haberdar edilmeyenler ise, cezanın tamamen uygulanması pusulasına imza koymuşlardı. Said Paşa hz. teri cezanın hafiflefilmesi rey'ine kaydolup, birinci toplantıda rey açıklamada acziyet gösterenlere bile başka üçüncü bir tercih şıkkı olmadığından cezanın hafifletilmesi rey'ine katılmayı tercih etmişlerdir.
Bu minval üzere cezaların hafifletilmesi yolunda rey kullananlar azınlıkda, Said Paşa hz. leride o meyanda olarak pusulaların kaldırılmasıyla takdim olunamaz bata üzerine hakan-ı sabık (2. Abdülhamid hân) dahi güya merhameten azınlığın rey'ini tercih etmiştir. Tertib-i vakıa ettirilen, dâvayı mahudenin, sania (uydurma)'dan ibaret bulunduğuna, adliye nezaretindeyken Tanzimat ve İsla-hat-ı lâzımeyi kamilen tatbik sahasına koydukları hatırat-ı âliyyelerinde gösterilen Said Paşa hz. terinin gözü önünde cereyan eden mahkemenin sûrî (samimi olmayan) olduğuna o vakit kesb-i vukuf edilmiş olsaydı, müzakerelerde hazır bulunan vicdan sahipleri, o hükmü kabul edecek kimseler arasında asla olamazdı."
Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa; günümüzün meselesi gibi sayılmakta olan Midhat Paşa ve arkadaşları cinayet mahkemesi davası ve sonuçları, elan bir kesin hükme kavuşturulabil-miş değildir. Bu bakımdan Said Paşa'nın hatıratında kendisine yapılan dokundurmalara cevap verme yoluna gittiği gibi bunda çok hassas davranmayı da ihmal etmemiştir.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Midhat Paşa'nın Mahkemesi Salı Ocak 13, 2009 8:40 pm
Midhat Paşa'nın Mahkemesi
Midhat Paşa yukarıda izah ettiğimiz gibi, gece yarısı saraya çağrılıp, Izzeddin vapuruna bindirilip, avrupaya menfaya gönderildiğinde 20 ay kadar gurbet-i vatan çekti. Ancak hiç başına gelenden mütenebbih olmamış, dilin kemiği olmadığından ileri-geri konuşuyor vede ne konuştuysa ilaveleriyle birlikte Sultan Hamid'e duyuruluyordu. Kontrolsuz bir şekilde ecnebi diyarlarda hangi hataları icra edeceği meçhul bir Mid-hat Paşa yerine, affa nail olmuş ve valilik görevinde bir yerde istihdamının daha iyi olacağını düşünen padişah tarafından geri dönüş alt yapısı hazırlandı ve 4/Ağustos/1880 târihinde ülkenin önemi büyük bir vilâyeti olan Aydtn'a tâyin ediliyordu. Bu vilâyet o zaman İzmİrde dâhil Ege Bölgesinin tamamını içinde bulunduruyordu. Midhat Paşa; buradaki valiliğinin 9. Ayının 12. günü, yâni 16/Mayıs/Î881'de tevkif emriyle karşılaştı. Sultan Abdülaziz'in şehadeti üzerine açılan tahkikatta ifadesi alınmak gerekçesiyle. Bu tevkif emri için Midhat Paşa'nın yaptığı uzakta olan İngiliz elçiliğine gidemyece-ğini anladığından hemen yakınındaki Fransa konsolosluğuna kapağı atmak oldu. Bu sığınma talebi idi ki, sadaret de bulunmuş bir kimse için yapılacak işlerden değildi. Ama dikkat buyurursak, sadrıazam Said Paşa'da bir keresinde ingiliz b. elçiliğine sığınmıştır ve de daha sonra 2. Abdülhamid han, bu paşayı yine sadarete getirmiştir. Pek tuhaf hallerdendir. Demekki sadrıazamlık yapan zevat biie hayatlarını tehlikede gördükleri an dost düşman demeyipde, ecnebi misyona iltica etmekten içtinap etmiyorlar. Öztuna Bey; Midhat Paşanın bu yaptığına aynen: "Eski bir sadnazamın ve hâlen devletin en büyük eyaletinin başında bulunan bir umûmî valinin bu hareketi, son devir Türkiye târihinin en çirkin olaylarından biridir ve Midhat Paşa İçin gerçek bir lekedir. Bunun şahsı için bir leke olduğunu Paşa'da, hatıralarında şeklinde itiraf etmekte ancak can kaygusuna düştüğünü ileri sürerek, şahsını savunmaya çalışmaktadır." Demektedir. Biz de hemen ilâve edelim ki, bu fahiş hatayı 2. Abdülhamid dönemi sadnazamlarından iki kişide daha ecnebi sefaretlere iltica yoluna başvurduğunu görüyoruz. Bunlardan birisi hatıratlarından alıntı yaptığımız, Erzurumlu, Şâpur Çelebi İakablı ve
Abdülhamid Hân tarafından dokuz defa sadarete getirilmiş bulunan Küçük Mehmed Said Paşa'dırki İngilizlere iltica etmiştir. Diğeride yine hatıratından alıntılar aldığımız Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa'dır ki bu zatda, İngiliz konsolosluğuna iltica etme yanlışını sergilemiştir. Bu hatırlatmayı yapmaktan maksad Midhat Paşa'nın böyle bir davranışda tek olmadığını amma yine de ilk olduğuna okurlarımızın dikkatini çekelim
istedik.
Midhat Paşa'nın bu ilticası üzerine Sultan Hamid, Fransa'nın İstanbul b. elçisini çağırttı ve derhal sığınmacının konsolosluk dışına çıkarılmasını tehdit yollu talep etti. Fransızların elçisi Tissoti'yi tehdidiyle bunaltan padi şah büyük elçinin İzmir konsoloslarına talimat göndermesini temin etmişti. B. elçi Tissoti, İzmir'deki konsolos Pelissirey'e çektiği telgrafla Midhat Paşa'yı ihraç etmesini İstedi, çünkü az bir zaman önce Fransa, Tunus'u işgal etmiş, Osmanlı devletinin heran kendilerine savaş açacaklar korkusunu taşıdığından, Midhat Paşa olayı buna kapı açmasın diye dikkatli olmayı tercih etmişler ve kendilerin iltica edeni dışarı koymak suretiyle sahibi oldukları hürriyetçilerin abidesi Fransa lakabının gölgelenmesine katlandılar.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Mahkeme Kararları Salı Ocak 13, 2009 8:41 pm
Mahkeme Kararları
Yıldız Mahkemesi kararları şöyle tecelli etti: Rüşdü, Midhat, Nuri, Mahmud Paşa'larteı, Şeyhülislâm Hayrullah Efendi, kazanmış oldukları bütün rütbe ve nişanların alınması, dâ-f^ad olan paşaların sultan hanımlardan ayrılıp, damad sıfatlarının kaldırılması, bunların idamına bahçevanlıkla görevlendirilen üç pehlivan ile iki mabeynci ve binbaşı Necip ey'inde idama, Seyyid Bey ile Miralay İzzet Bey'in on yıl hapse mahkûm edilmeleri istikametinde hüküm verildi.
Yılmaz Öztuna Bey'in adı geçen eserinde 176. sn. de, şunları kaydetmektedir: ".Temyiz ve fetvahane bu kararlan ayrı ayrı tasdik ettikten sonra, son tasdik hükümdarın iradesine sunuldu.
2. Abdülhamid, 20/Temmuz/1881 günü Yıldız sarayında 25 kişilik fevkalâde bir meclis topladı. Bütün muteber devlet adamlarının katıldığı bu toplantıda mahkeme kararları, iştirak edenlerin tsüşârî reyine arz edildi. Herkes rey'ini yazılı olarak hükümdara bildirdi. 15 kişi hükümlerin aynen tatbiki, on kişi ise idam cezalarının müebbed hapse tahvili rey'inde bulundu. İdam hükümlerinin aynen tatbikini mucîb se-bebler göstererek isteyenlerin arasında Gazi Osman Paşa ile asnnn en büyük Türk Hukukçusu olan Adliye nâzın tarihçi Cevdet Paşada bulunuyordu. Bilhassa bu İki zâtın kanaatleri mühimdir Çünkü şahsiyetleri bakımından, herhangi bir art düşünce ite hareket etmelerine az da olsa ihtimal verilemez. Cevdet Paşa tarihçi sıfatıyla, Sultan Aziz faciasının devlete neler kaybettirdiğini, ne felâketlere sebeb olduğunu çok iyi biliyordu. Gazi Osman Paşa ise, yazılı esbâb-ı mucîbesinde, bu kararların, bir daha böyle feciî ue sorumsuz işlere teşebbüs edilmemesi için ibret olacak şekilde uygulanması icâb ettiğini belirtiyor, hâttâ bu kararları değiştirmeye padişah'ın bile hakkı olmadığını imâ ediyordu. 2. Abdülhamid, buna rağmen idam cezalarını müebbet hapse tahvil etti. Bunda İngiltere'nin te'siri olduğu inkâr edilemez. Zira liberal avrupa, bilhassa İngiliz basını, Midhat Paşayı şiddette savunuyordu. İngiltere, Midhat Paşa'yı kendi adamı gibi telakki ediyordu ve mahkûmiyetten sonra da bu telâkkisinden vazgeçmediği ni az aşağıda göreceğiz demektedir "
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Tâif'de Akıbetleri Salı Ocak 13, 2009 8:41 pm
Tâif'de Akıbetleri
28/Temmuz/l881 'de İzzeddin Vapuruna bindirilen mahkumlar Tâİfe yola çıkarıldılar. Orada bulunmakta olan kale de hapsolundular. Burada 2 sene, 9 'ay sonra; Midhat Paşa olsun, Mahmud Celâleddin Paşa olsun askerler tarafından boğmak suretiyle öldürüldüler kaydını görüyoruz. Bu emrin kimin tarafından verildiği karanlıkta kalmıştır diyen Öztuna Bey, bu güne kadarda işin sırrı çözülememiştir demektedir. Abdülhamid düşmanları padişahın bu emri gizlice verdiğini ileri sürerek, büyük bir iftiraya başvurmuşlardır. Sultan Ha mid cidden merhameti münasebetiylede pek yüksek bir şahsiyettir. Kendi sine bunlar hakkında mahkeme ve temyiz kararını tatbik et diyenlerin tavsiyesini yerine getirir böylece de, otoritesinin kuvvetlenmesini temin ederdi. Oztutfa Bey; Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa'nın bu hususda bir emri olabilir çünkü bu paşa, Mekke Şerifini tevkif edip, yerine başkasını tâyin edecek cürete sahip bir paşaydı demektedir. Midhat Paşa meşhur hatıratını bu cezayı Tâif'de yatarken yazdığı bilinen gerçeklerdendir.
ingilizlerin; Midhat Paşayı halas etmek gayesiyle Taife bir baskın düşündüğü ve bunun içinde Kızildeniz'de bir savaş gemisini hazır tuttuğu istihbaratça doğrulanmış hususattan-dır. Midhat Paşa hayatını kaybettiğinde 62 yaşında olup, Hayrullah Efendi ve Nuri Paşa Tâif'de ölmüşlerdi. Rüşdü Pa-Şa Manisa'da ölürken hakkında verilen karar ölümü beklendiğinden uygulanma cihetine başvurulmamıştır.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: İngiltere Mısır'ı İşgal Ediyor! Salı Ocak 13, 2009 8:42 pm
İngiltere Mısır'ı İşgal Ediyor!
Mısır'da Hİdiv unvanıyla yönetimi götüren İsmail Paşa hayli israflar yapmış, merhum Abdülaziz Hân'dan elde ettiği borçlanabilme müsaadesinden sonra, İngiliz ve Fransa'ya yaptığı borçlanmalar faiz sarmalına düşmesini intaç etmiş on sene içinde 100 milyon İngiliz altununu aşmıştı. Görülen oydu kî, Mısır bir eyalet-i mümtâze olarak öyle borçlanmış ki, koskoca devletin borcunu aşmak üzereydi. Bu bakımdan ademî merkeziyetin mahzurlu olduğu buradaki neticeden de istihsal olunabilinir. Abdülhamid Hân'ın merkeziyetçi idâresinin isabeti ortaya çıktığı gibi, çok sonraları, bir hanedan üyesi olan mecnûn sayılsa seza olan Prens Sabahhaddin Bey, adem-î merkeziyet taraftan olarak Mısır' ı da örnek olarak göremedi insan şaşıyor.. Hidiv İsmail Paşa, Süveş Kanalının elindeki tahvillerini satarak borçları düşürmeye çalışırken, Fransa bunlara talip idi. İngilizlerin Yahudi asıllı başbakanı D'izraeli, mâli tüyo'ya çabuk ulaşan teşkilatı vasıtasıyla durumu hızla değerlendirdi ve hisselleri İngiliz idaresine mâl etmeyi bildi. Bu donanmasına güvenen bir devletin cesaret edebileceği bir işti. D'izraeli bu silahını akılıca kullanarak, Fransa'yı dizletti. Süveş Kanalı kullanımıyla İngiltere-Hindis-tan hattı pek değişebilen bir lezzet verdi Britanya ticaret ve sömürgeciliğine. Fransa bu işe müdehale edecek durumda değildi Dölesepsİs bir Fransız olarak açtığı kanalın İngilizlere yâr olduğunu, görüp görmediğini düşünüyor insan! Tahvillerin satışı İsmail Paşa'yı borçsuz hâle getirmeye yeterli olmadı. Mısır Hidiv'inden alacaklı olan Fransa ve İngiltere, yüzlerini babıâlî'ye dönüp, kapısını çalmağa başladılar, ismail Paşa, Mısır hükümetinin mâliye bakanlığını bir ingilize, nâfıa yâni bayındırlık bakanlığımda bir Fransız'a vermek zorunda kaldı.
Kırım gerekse 93 Savaşında Osmanlı ordusunda, gük vafetleri, talimli durumları, disiplinli hareketleriyle göz
Muran Mısır askeri. Sultan Aziz'den aldığı bir fermanla 30iv mevcuda çıkarılmıştı. Mısır kabinesinin biri İngiliz diğeri
F ansız olan iki bakanı hemen şartlarını koydular, bu ordu küçültülecek; 30 binden, 18 bine düşürülecek dayatması vaptılar ve bu arada da 2500 subayı emekliye şevkettiler.
Emekliye ayrılmış bulunan subayların çoğunluğunu Türk ve Çerkeş kökenli olanlar teşkil ediyor böylece aralarında az miktarda Arab ırkından subay bulunuyordu. İşte Osmanlı devlet hududları içinde ilk ırkî hareket başladı, muharrikleri. Türk ve Çerkeş olmakla beraber, bunların hareket lideri olarak başlarına geçirdikleri Albay rütbeli Arabî Bey bu hareketin lideri oldu. Sultan Hamid, İsmail Paşayı hidivlikten azletti yerine Tevfik Paşa isimli İsmail Paşanın oğlunu hidiv nasbet-ti. Bu Tevfik Paşa, 1. Abdülhamid'in sadrıâzamlarından olan Halil Hamid Paşa'nın oğlu Mehmed Arif Bey'in kızı olan Zehra hanımdan dünya gelen bir çocuktur ve Kemâl Derviş ile akrabalığı muhtemeldir. Bu Tevfik Paşa'nın oğluda Ahmed Fuad Beydir ve Mısır'ın ilk kralıdır. İtalya'da sürgünde ölen Kral Faruk'un babasıdır. Bu Krallık zâten iki kral gördükten sonra bir askeri ihtilâlle yok olmuştur. Önceleri harbiye nazırlığını ele geçiren Albay Arâbî'yi Sultan Hamid, mirliva yâni general rütbesiyle taltif etti. Ancak, Mısır'da kavmi necip an-layışı yayılmaya, memlekefde yaşayan diğer unsurlar rahat edemezlerken herkes tabiisi olduğu devletlere şikâyetlerini duyuruyordu. Bunların içinde İngilizler, avrupa olup Mısır'da yaşamakta olanların haklarını bundan böyle kendisinin arayacağını bunun içinde Mısır'a asker çıkaracağını fakat bura-akı Osmanlı devletinin hak ve hukukuna dokunmayacağını eyledi.
İş bu vaziyete gelmişken, Mısır'da Arabi Paşa, başbakanlık makamına irtika eyledi yâni başabakan oldu. Akabinde İskenderiye'de çıkarı bir kıyamda, ahali İngilizlerin olsun avru-palılann olsun mallarını yağmaya giriştiler. Bir hayli ölü yanında bazı elçilik görevlileri yaralanırken, dört konsoloslunda yaralandığı görüldü. İngiliz Amiral Seymour İskenderiye'yi saatlerce ve ara vermeden bombardımana tâbi tuttu. 12/Temmuz/1882'de Arabî Paşa birlikleri Sir Gamet: Wolse-ley kuvvetleri tarafından Teylül Kebîr meydan muharebesinde bir çeyrek saat geçti geçmedi mağlup oldu, ingilizler Kahire'ye girerken, maceraperest Arabî Paşa da sürüldüğü Seylân'a doğru yola çıkarıldığı haberiyle ortalık çalka lanıyordu.
İngiltere; Mısır'a girince Sudan'ı da işgal dışında bırakmadı. Ancak ifadesinde durumun geçici olduğunu söylemesi, meselâ Osmanlı devletinin Mısır'dan aldığı vergiye engel olmaması sanki bu sözün samimiliğini andırıyordu. Yapılan müzakereler neticesinde de bir iki defa çekilmeyi kabul eden merhalelere getirdi vaziyeti sonra kendine âid olaylar icâd ederek erteledi velhasıl herkesi oyaladı durdu. Fakat, fiili işgal mevcut hukukî statü ise Osmanlının koyduğu idi. Bu hâlin 1. dünya savaşına kadar sürdüğü görülmüştür.
Osmanlı sadrıazamlanndan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Pa-şa'nın gerek Mısır ile gerekse İngiltere kraliyet ailesi ve politik arenasında hürmete şayan bir münasebet bulunuyordu bu bakımdan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa'nın, İbnül Emin Bey'in "Son Sadrıazamlar" adlı değerli eserinde yer alan satırlardan bu bağlantıya bir atfu nazar edelim: Paşa'nın Mısır ile olan bağlantısını göz önüne aldığımızda, Osmanlı-Mısır münasebetlerindeki davranışı, Osmanlılık açısından nasıl bir fikir hasıl eder"? "..1298/1881 senesi Şevval başlarında çıktığı bahs olunan mezkûr mesele benim hatıratımda beyan kıtınrlıâı yibi Tevfik Paşanin hidivliğe nasbından önce pederi İsmail Paşanın vazifesi esnasında kötü idaresi ve israfları neticesi olarak, İngiltere ve Fransa devletlerinin Mısırın mâli işlerine müdahaleye tasaddileri kendini göstermeye başladı. Osmanlı dev letinin bağlısı olan ve ekseriya vak'aların icâbatı-na göre karar alması yerine muhalif tedbirlere gitmesi, bunda devam ve ısrar eden Hidiv, git gide, durumun vahametini arttırmaya başlamıştı. Said Paşa hz. lerinin; türlü şekillere tahvil ederek kayıt ve tezkâr ederek hikaye ettiği MısırVye'yi müzakere için İngiltere devleti tarafından fevkalede sefaretle İstanbul'a gönderilen, Dermond Volf'un hâmil bulunduğu nâme ile nutkunun tercümeleri sırasında Sdid Paşa; Londra'da sefaret-i fevkaladesi için memuriyet-i acizanem arz ve istizan eylediğini hatıratının bir köşesine yazmakla beraber, bir kaç sahife sonra Sir Der-mond Volf ile 'Müzakere için murahhas seçimi bahsinde o vakit hariciye nazırı rahmetli Asım Paşa lisanından cümlesini sarfettirmişterdir ki, mânası oldukça net bir teveccüh olduğu görülür, diyerek geçelim sözüyle noktalıyor."
KâmİI Paşa'nin görüldüğü gibi; Said Paşa'nın ünlü hatıra-tın'da kendisine dokundurma hissettiği hususda bir beyanda bulunduğunu ve Kâmil Paşa'nın verdiği cevapla, Said Paşayı ve onun tarzını ortaya koymaya çalışırken, İsmail Paşa'yıda tarz-ı İdaresinden ve israfından dolayı kabahatli bulduğunu çıkarmak ifadesini dikkatle okuyunca anlamak kâbi! dolay-sıyla Mısır ile olan garabeti, Osmanlı anlayışından ayrılmasını temine vesile olmadığı ortada.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Ermeniler Ve Meselesi Salı Ocak 13, 2009 8:42 pm
Ermeniler Ve Meselesi
eni meselesi dendiğinde; akla ilk gelen, asırlardır a lu topraklarında birlik ve beraberlik içinde nesiller yetiren birbirlerinin inanç ve geleneklerine saygı duyan în-ıarın varlığıdır. Ancak şu 1293/1877 Osmanlı/Rus savaşı havetinde imzalanan Ayatefanos antlaşması oluncaya karar Mezkûr savaşın antlaşmasında bir Ermeni meselesi ih-las olunmuştur ve bunun mucidi Ruslar olup, vatansız Ermeni ahalisine şüphesiz ki Osmanlı devletiyle aralarında var olan medenî insaniyet bağlarını kopartıp, birbirleri hakkında kötü emeller besleyip, var olan huzuru yok etmek ve bunların safdillerini kendi gaye ve hedefi istikametinde istihdam etmek, böylece çıkacak düşmanlığın bir din savaşı şeklinde tefsir edip, Şark'a doğru bir mânada İslâm ve topraklan ürerine Doğu avrupanın verimsiz alanlarından kalkıp yer allı ve yer üstü madenlerine ve nimetlerine egemen olmada maşa olarak kullanmaktı. Buna start veren madde şöyleydi ve göreceksiniz ki, bir kere bile Ermeni kelimesi geçmemektedir maddede fakat bu maddedirki satır aralarında nihan olan mânalarla doğurmuştur Ermeni meselesini:
Madde: "Osmanlı devleti Girid Adası halkı tarafından der-miyan olunan istekleri önemle göz önünde tutmakla beraber 1868 yılı dâhili tüzüğünün uygulanmasını taah- hat eder Şu mukauelenâmede kendileri için özel bir idare şekli tâyin 0 anmayan Arnavutluk ve Tırhala ile Rumeli'nin sair yerleri mahalli ihtiyaçları karşıla- yacak muvafık bir tü-acaktır. Üyeleri yerli ahaliden olmak üzere teşkil acak özel komisyonlar her vilayette yeni tüzüğün tefer-nı müzakere ederek so-nucunu babıall'ye arzedeeekler-manlı devleti dahi bu tüzüğü uygulamaya o az etme-
lçınden Rusya devleti ile bir kere istişare edecektir." İşte bu madde Ayastefanos antlaşmasında bu haldeyken, Berlin konferansında ki her ne kadar bu konferans bizim için hayli-çene işe yaramış ve Ayastefanos'un derin yaralarını sarmiş-sada, bu madde orada 61. madde adıyla genelleştirilmiş ve Rusya'nın elde ettiği imtiyaz bütün düvel-i muazzamayada tanınmıştır. Böylece batı âlemi, şark dünyasına top yekûn saldırıya geçecekken bu kurnazca muahedenin tertibiyle şarkın iç bünyesindeki dindarlarının, kendilerine 5. kol olarak veya gizli tabii müttefik kılmış oluyorlardı. Osmanlı devletini yıkabilmeyi sağlamak için Ortadoğu'da söz sahibi olmak için bunlar vazgeçilmesi imkânsız çâreydi. Her ne kadar geçtiğimiz 1293/1877 Osmanlı-Rus savaşında bizim kaybımız Rusya karşısında zayfı kalmamızdan değil, genç paşaların birbirini çekememesinin getirdiği yönetim aksaklığını pek kimse itiraf etmez ama düşmanlarımız bunu anlamakta gecikmemiş sevk-ı idarede tenakuzları görebilmiştir.
Bizde de bu savaşın ilk tahlilini yapan kişi mümtaz yüzbaşı Mehmed Hulusi Efendi 1909'da Harbiye'de "Harp Târihi Dersleri" muallimi olarak ders verdiğinde bu savaş hakkında bilgilendirmeyi yapabilmek için birçok kitap okumuş, askeri raporları tetkik etmiş "Niçin Mağlup Olduk" adlı bir eser kaleme al mıştır. Biz, bu eseri Osmanlıcadan sadeleştirerek Akit Gazetemizde tefrika hâlinde neşrettik. Henüz kitaplaştıra-madık esas söylemek istediğimiz bizde, 93 harbinin tahlilinin, savaştan 29 sene sonra yapılmasıdır halbuki bütün dünya ülkeleri bu savaş üzerinde o kadar çok neşriyat yapmıştır ki buna sayısız demek kabildir.
Ülkemizde; Ermeniler, 1860 yılında, dernekler kurmaya girişmişler ve yirmi yıl içinde bu sayıyı önce kültür dernekleri olarak lanse edip rahatça çoğalttılar. Daha sonra da tedricen silahlandırmaya başladılar. Böylece kan dökücü komitelerini peydana getirdiler.
Meselâ bunlardan 1860'da Kilikya'yı yüceltmek amacıyla Haynsever Cemiyeti, peşinden de Fedakârlar cemiyeti faaliyete geçirildi. 1882 senesine kadar, Van ve civarında Ararat-h, merkezleri Muş'da bulunan Mektepseverler, Şarklı, Kilikya cemiyetleri kurdular ve de 1872'de yine Van'da "İttihat ve Halas Cemiyeti" yâni birleşme ve kurtulma cemiyeti 1880 yılına gelindiğinde Erzurum'da Silahlılar cemiyeti, Milliyetperver Kadınlar cemiyeti, Ermenistan'a Doğru Cemiyeti ve Kafkasya'da Genç Ermenistan cemiyeti kurulmuştur. Van'da da Kara Haç cemiyeti teşkil edildi. İstanbul'a gelince, burada "Erme ni Vatanperver İttihadı" isminde bir cemiyet kuruldu
Bu son kurulan cemiyet, Ermenileri hukukuna sahip kılmak, gereken yerlerde isyanların çıkmasını temin etmek, gençleri silahlandırmak hususunda görev almıştı. İstanbul'da da adına Ermeni Vatanperver İttihadı isminde bir cemiyet teşkil olundu.
Yine; 1881'de Erzurum'da kurulmuş olan Şurâ-yı Âlî Cemiyeti, çok geçmeden Müdafiî Vatandaşlar Cemiyeti olmuştur. 1890'da da İstanbul'da Şant ile daha sonra da Kurban adlı ihitlâlçi çeteler teşkil edilmiştir. Hınçak ve Taşnak komitelerini daha ziyade, Kafkasya Ermenileri kurmuşlardır. Bu komitelerin kurucuları, Osmanlı hududları haricindeki Erme-nilerdi. Bu hususda İngilizlerin Trabzon konsolosu 1895 târihinde İngiltere'nin Osmanlı nezdinde ki b. elçisi Sir Filip Ku-n ye gönderdiği raporun bir bölümünde şunları kaydeder: liderleri hareketi türkiye dışından idare ediyorlardı. suretle kendileri tamamiyle emniyet İçinde oldukları halde, Türkiye'deki ırkdaşlarına hayatı tahammül edilmez hale 9etiriyorlardı. Maksatları, İslâmları hristiyanlara karşı tahrik etmek, katliamlar çıkartarak memleketi dehşet içinde bırakmaktı: Bütün dünyaca bilinmelidirki bu teşkilât anarşik bir karakter taşımaktadır. Şiddet yoluyla karışıklıklar çıkartma k ue Ermenistan'ın yalnız ıslahatını değil, istiklâlimde temine çalışmaktadırlar "
Bu raporu doğrulayan şu misâl mühimdir: 1887 senesinde Kafkasya Rus Ermenilerinden Avedis Nazarbeg ile sonradan izdivaç yaptığı Maro adlı kadınla ve Kafkasyalı Ermeni talebelerin birlikte İsviçre'de Kari Marks'ın prensiplerinin esas tutulduğu Hinçak (Çan Sesi) komitesinden üç yıl sonra 1890'da, Kafkas Ermeni'lerince de Tasnak veya Taşnaksut-yun ihtilâl komitesi teşkil edildi. Bunların da amaçlan Türkiye Ermenistamnı tesis için siyasi ve iktisadi hürriyet elde etmek riskine girmekti. Bu komitenin pek vahşice verilmiş bir talimatı vardı. O da;
Bu talimatı alan Ermeniler, Anadolu topraklarında 1894'de pek büyük bir isyan ateşi yaktılar ve bunun adı Sason İsyan'! oldu. Muş ile Bitlis arasında bir ilçe olan Sason bünyesinde 12 bin Ermeni barındırıyordu. Burada yaşamakta olan 15 bin kişi kadar müslümanların çoğunluğunu Kürtler teşkil ediyorlardı ki burası yo! yetersizliği hasebiyle askeri yardıma biraz geç kavuşur arazi idi. Sason Dağlarının sarp kayalıkları kolay kolay geçit vermiyordu. Burada ateşi yakılan isyan, öyle profesyonelce tezgâhlanmıştaki, yerli Ermenilerin böyle bir şeyi ne akıl edebilmeleri nede tatbikleri kabildi. Hele Türk kılığına girmek suretiyle kendi dindaş ve soydaşlarını katletmeleri ne yerli Ermenilerin cüretine nede tanınacakları endişesiyle yapmayacakları işlerdendi. Amma cidden Türk kılığına giren Ermeniler, bu işi yaptılar fakat bunlar bölnin insanı olmayıp dışarıdan getirilmiş adam katlinde ofeSyonelleşmiş ihtilalci güruh olduğu ilk akla gelendir. Burada çıkan arbede de, yüzlerce müslüman şehadet şerbetinin içicisi olurken, 5 bin ermeni de fikren iğfal olmalarının acısını ölümleriyle tattılar. Günü müzün Abdullah Öcaian adlı bölücübaşı'nın gün gelipde TBMM'ye gireceğini ileri süren safdillerin bulunduğu dönemimizde, bunu ileri sürenlere saf dil demesine diyoruzda, bakın bu Sason olayının baş tertip-çişi olarak görülen Hamparsum Boyacıyan adlı Ermeni buradaki tahkikat ve icraattan yakasını sıyırdı. Bu Hampar-sum'un 1908 meşrutiyet meclisinde Harput milletvekili olarak İttihad ü Terâkki Parti mebusluğunda bulunması tıpatıp Öcalan'ınkine benzemiyorsa da, yine de Allah korusun, saf diller dediklerimizin bu teşhisleriyle naklettiğimiz olayia, yâni Hamparsum Boyacıyan ile ilişki kurmaları da ümid olunabilir!
Ermeniler; Sason olayının peşinde bir ay geçti geçmedi Dıyarıbekir'de de ayaklanmaya teşebbüs ettiler. Ancak burada da 2 bine yakın insanlarını kaybettiler. Bütün bu hareketlerin Osmanlı devletinin elinden kurtulmak meselesi olmadığı pek barizdir. Yapılmak istenen dış devletler buralarda meydana gelen vak'alardan mütevellid, Osmanlı hükümeti ne baskı yapmak suretiyle iç işlerine müdehale yoluyla dev-let-i âliyenin çöküşünü temi ne gayret edip, yabancı devletlerin, ajan çapındaki adamlarından aldıkları sözlere görede Büyük Ermenistan kurmak hayılini diri tutmaktı. Bu husus-da, Ermeni Diasporası denilerek nâm salmış başka ülkelerde yaşamakta olan Ermenilerin kurdukları bu organizasyon merkezi bilhassa ecnebi baskıları teminde ve bu isyanları destekleyecek maddi imkânın toplama ve dağıtım vazifesin! yapıyorlardı.
O sıralarda da İstanbul'da bilhassa Kurtuluş semtinde o zamanki adı Tatavla'da oturan Ermeni azınlık toplanmış bir takım protestolar ile asayişi ihlâle çalışıyorlardı. Sahilhane-sinden çıkmış bulunan Sadrıazam Ahmed Vefik Paşa'nın faytonuna ulaşan haberle vaziyetten haberdar olduğunda, hemen arabanın babıâfî istikametinden yolunu değiştirmiş bu günkü Pangaltı kavşağına gelen Vefik Paşa, tecemmu etmiş Ermeni kopillerini görünce hemen faytonunun kapısını açmış, o gün romatizmalarının rutubetli hava münasebetiyle ağrılara sebeb olmasından, bastonuyla yola çıktığından topluluğun ki sayısı alti-yediyüz kişiden az değil üzerlerine yürümüş o güruhu tek başına dağıtmıştır. Devrin gazeteleri Ahmed Vefik Paşanın sağa sola doğru koşarak yaptığı salveti tatlı bir uslûb ile haber yapmışlardır.
30/Eylül/1895'de Patrik İzmirliyan'in sinsi sinsi hazırladığı sayıları bir kaç yüzü bulan Ermeni kopili ellerinde ve bellerinde silahlarıyla babıâlî'ye çıkıp sadaret binası önünde protesto hareketi yapacaklarken, Sadrıazam Said Paşa bunların üzerine asker sevk ettiği için vahim bir hâl zuhur etmiş oldu. Yıldız'da sadrıaZamın icraatına vukufiyet kesbeden Sultan 2. Abdülhamid Hân derhal askeri birliği geri çektirdi.
Bunların çoğuna sivil elbise giydirip, Tahtakale ve Yemiş İskelesi hamalları kürtleri de hamalbaşılar vasıtasıyla bu silahlı Ermeni kopillerinin üzerine sevk ettiği bir kaç tane müs-lüman'ın şehadeti karşısında bin kişiye yakın Ermeni eşşek cennetini boyladı. Kadırga da üçgün mukavemet eden Ermeniler sonunda pes etmeye mecbur oldular. Onbir ay sonra Ermeniler bir daha hareketlendiler ve 26/Ağustos/1896'da Osmanlı Bankası merkezini bastılar. Ancak, Abdülhamid Hân'ın meşhur Teşkilât-ı Mahsusası vaziyetten haberdar olduğundan banka civarında tertibat almış ve saldırıyı bir kaç bomba patlatarak başlayan Ermenileri kısa zamanda etkisiz
H"le qetirmeye muvaffak olmuşlardı. Bu hareketide hazırnın patrik İzmirliyan olması calibi dikkattir. Demek ki onbir evvel Kadırga semti olayını tezgâhlayan İzmirliyan'a devlet herhangi bir yaptırım tatbik etmemiş! Acaba, İzmirliyan hem olayları tertipliyor hem de devlete haber veren bir ajan-mıydı? Sultan 2. Mahmud'un, Rum Patriği Grigoryası astığını qoz önüne alırsak, İzmirliyan'a bir şey yapılmamış olması yoruma tâbidir.
Hoş Sultan Hamid cana kıymayı sevmediğinden belki asmamak normalse de hiç bir şekilde cezaya muhatap etmemesini yorumlamak kolay değildir. Ha yukarıdaki Kadırga semti olayında, kıyamcilar üzerine askeri birlik gönderen Said Paşa' nın görevinden azledildiğjni de hatırlatalım. Çünkü; asker ile bastırılan vak'anın avrupada estireceği rüzgâr pek değişik olacağından padişah bu işi ahaliye havale ederek İki gurup halk arasında çıkan arbede neticesi müessif olayları meydana getirmiştir bahanesini ileri sürmek imkânını meydana getirmiştir. Çok zaman geçmemiştiki bir Ermeni, sadrıazam Halil Rıfat Paşa'ya tabanca ile bir suikast teşebbüsünde bulunmuş, menfur emenline nail olamamış ve Paşa isabet almamıştır. Bütün bu tedbirler ve milis tarzı mukabele Erme-nieri ve onların idareci takımını ürküttü. 21/Tem-muz/1905'deki Yıldız Camiinde patlattıkları bomba hadisesi-ne kadar ortalıktan toz olmayı tercih ettiler.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Bir Gaazı'nın Beyanatı Salı Ocak 13, 2009 8:43 pm
Bir Gaazı'nın Beyanatı
Bizim târih kitaplarımızda genellikle savaşlar oluş sebebi,
kimlerin bu savaşda bulunduğu, neticesi ve mütareke ile sulh masasından bahsedilir. Biz bu çalışmamızda savaşların perde arkasını ve safahatını nakleden ve bilhassa bahse konu savaşda döğüşmüş savaşda sahib-i selahiyet olarak bulunanların varsa hatırat ve husule getirdikleri risaleleri lâtinize ederek burada sahifemizi süslemeye ve yeni nesle ulaştırmaya kendimi vazifeli addetmiş bulunmaktayım.
Bu seferki risalemiz 1313/İ897'de Osmanlı-Yunan savaşını en selahiyetli kalemden çıkan yazının başındaki İsimle neşrolunmuş yâni "BİR GAAZİ'NİN BEYANATI1' adıyla Os-manhca ve matbu olarak basıldığında hayli beğenilmiş olan risaleden naklediyorum. Bu risalede bahse konu savaşı arılatan zât; Gaazi Alasonya Ordusu kumandanı Müşiran dan Ga-azi İbrahim Edhem Paşa Hazretleridir.
Bilindiği gibi Sultan 2. Abdülhamid; önce amucası Sultan Abdülaziz'in tahtdan alaşağı edilip, akabinde şehid edilmesi ve taht-ı Osmaniye 5. Mehmed Murad'ın çıkarılması ve de bu padişahın da, doksan gün sonra şuuru muhtel oldu yâni dimağında meydana gelen bozukluk hilafet ve padişahlık yükünü omuzlayacak takati taşıyamayacağı anlaşıldığından onu da devrin devlet recülu tahtdan fetva ile iskat edip, Türklerin padişahlığını, İslamların halifeliğini 1842 doğumlu ve hayli olgunlaşmış bir Abdülmecid evlâdı olan 2. Abdülha-mid'e biat etmek suretiyle vermiş oldular. Midhatlar, Rüş-dü'ler, Hüseyin Avniler, Kayserili Ahmed Paşalar, Süleyman Hüsnü Paşalar hatta Mahmud Nedimler devletin atabeyleri gibi işleri yönetmeğe kalktılar. Bu yönetişteki hataları ve meşrutiyet hususundaki kararsızlıkları kendi aralarında ihti-düşmelerini getirdi. Bu sırada Rusların sıcak denizlere e hülyası, Osmanlı iç yapısındaki hızla bozulma hasebiy-! e de Avrupa devletlerinin adını "Şark Meselesi" olarak kovdukları sömürülesi gereken toprakların muhafızı cihan H leti Osmanlıyı târih sahnesinden izale etmek maksadıyla dört başı mâmur bir plânla yürüttükleri saldirgan siyasetleri havli yıpranmamıza sebeb veren meşhur rûmî 1293 / milâd 1877 Osmanlı-Rus Harbinin zuhuru vukubuldu.
Haçlı dünyasının ve hilâl âleminin bu savaş sonrasında artık hiç bir şey eskisi gibi değildi! Koskoca Osmanlı Devleti, başşehrinin yazlık bir mahallesi olan Yeşilköy'e kadar gelmiş bulunan ezeli ve ebedi düşmanı moskofun elinden bir sulh-nâme almaya çalışmaktaydı. Bu Ayastefanos Antlaşmasını yapan hâriciye nâzın Mehmed Esad Safvet Paşa ve müntehir Sadullah Paşanın gözyaşlarını akıtarak çekilmiş olan resimlerini, zenaatkâr padişah kendi elleriyle yaptığı abanoz ağa-cmdan bir çerçeveye koymuş ve daima çalışma masasında o hazinliği sergileyen fotoğrafiye atfu nazar etmeden hiç bir gününü geçirmemiştir.
Bu konferansın pek ağır şartları hâvi olarak imza olunmasından sonra yeni padişah, babıâlî'de toplanmış selahiyeti, kendine başkâtip olarak intihab etdiği Küçük Said Mehmed Paşanın yardımlarıyla, sefine-i devleti kaptan köşkünden tam bir selahiyyetle, vukufla, itidalle idare etmeğe koyuldu.
İşte bu ahval içinde ŞaYk ve Garb cephelerinde gösterdikten büyük yararlıklara rağmen mahvu perişan olan ordumuzun, yepyeni bir anlayış içinde yeniden neşvünema bulması 'Çin büyük mesâi, para ve gayrete önem verdi. Meselâ; harbiye talebelerinin son sınıf öğrencilerinin o hafta başarıda bi-r|nci olan talebeyle yemek yeme usûlünü ihdas etmek sure-> padişahlığa ve huzuru hümayuna çıkmağa önem veren talebeye, hem bu şansı veriyor hem de kendisine bağlanmasına fırsat tanırken öte yandanda bu istisnayı elde etmek arzusu duyanlar arasında tatlı bir rekabet meydana getirip, derslerinde daha da muvaffakiyet kazanmalarını teşvik etmiş oluyordu.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Ördü Kıvamını Buluyor! Salı Ocak 13, 2009 8:43 pm
Ördü Kıvamını Buluyor!
1877'den sonra ülke her bakımdan bir kalkınmaya doğru yelken açarken, gerçekten pek çoğu yelkenliden müteşekkil Sultan Abdülaziz merhumun tezyin ve teçhiz eylediği dünyanın ikinci büyüklükteki donanması sayılan Osmanlı Donanması, buharlı gemiler dönemine girmiş bulunan denizcilik âleminde artık bir matah sayil-madiğından kendi âlemine bırakılmıştı. Yâni sadece gemiler ve denizcilik faaliyetlerimiz hayii kısırlaşmıştı. Geri kalan her hususda terakki etmekteydik.
Bu terakkileri yapabilmek için lâzım gelen sulh dönemini Sultan 2. Abdülhaid'in takip ettiği büyük devletlerle denge politkası sürdürme, avrupanın iri devletlerini vermiş olduğu ihaleler sayesinde, birbirine karşı müteyak kız duruma getiriyor, hatta perde arkasında çatışmalarını sağlayacak tezgahlar kuruyordu. Nitekim 1877 ile 1897 seneleri arasında geçen yirmi yıl dikkatli işleyen bir devlet idaresinde azımsan-mıyacak bir süre olduğu ortaya çıkan eserlerle kendini göstermeye başlamıştı. Bütün teknolojik ve tıbbî ihtiyaçlar askeri mektepler nazırlığı disiplinasyonu içinde kabiliyetli zabitler yetiştirmeye muvaffak olduğu gibi, dünyanın ister istemez içine gireceği ulusçuluk anlayışında bizim insanımızında yer alması, fikri hareketlerde batı dünyası ile kurulan diyalogun, İslâmi anlayışda da, kelâm-i kadimi asrın idrâkine uygun okuma ve anlama sürecini başlattı denebilir.
Hülasa edecek olursak; Abdülhamid Hân'ın idaresindeki . konu yirmi yıl sonunda her hususda kalkınma gözle ken yinede en fazla kalkınan orduyu hümayun olmuştur. a nn icabı avrupa zabitleri tâlim tarzları, münevverleşme aayretleri, okul disiplini içinde ve ecnebi bir kaç dille okuyup yazacak kadar teçhizatlı olmak, haberleşme vasıtalarını hayli neliştirmek bu yirmi yılın içine sığdırıldı. 1877 savaşında ordunun bir cenahından diğer cenahına yollanan bîr emrin hemen arkasından meydana gelen küçük bir tahavvül yâni değişikliği bildirmek için hemen ikinci bir vazifeli göndermek icab ediyordu idi ki, bazen bu ikinci gönderilen bir kaç saat-den tutunda, bir kaç güne kadar gecikme ile emri ulaştıracağı yere varmaktaydıki, yapılması istenen ikinci emirken, tatbike konan birinci emir devam etmekte böylece başarısızlığın kapısı kendi ellerimizle açılmış, başarı kapısı ise kapatılmış oluyordu. Şunu ilâve etmek gerektirir ki, Sultan Abdül-hamid'in, risalemizin kahramanı Gaazi Ethem Paşa Hazretlerinin kumandasında yapılan "1897 Osmanlı-Yunan Muharebesi" adlı savaşda filim çekecek ekibi dahi vazifelendirdiği bilgilerinize sunulur.
Biz; 1989 senesinde müstear adımız Hasırcızâde imzasıyla kaleme aldığımız "2. ABDÜLHAMİD HÂN ve OSMANLİ - YUNAN MUHAREBESİ" adlı çalışmayı belgesel bir roman hâlinde şimdi maziye karışmış bulunan Beyazsaray Kitapçılar Çarşısında 26 nomeroda kâin FERŞAT Yayınlarından neşrettiğimizde bu zaferin 92. Yıl dönümünü idrak etmiştik. Biz bu kitabın hemen ilk sahifesine şu kanaatimizi dere etmiştik: 1897 harbi AbdÜl hamid Hân'ın kendi iradesi ile açtığı ve kazandığı tek muharebedir" İşte bütün bu malumatdan son-Konuşan Gaazi Kumandan müşirandan İbrahim Ethem Şa Hazretlerinin şu kısa biyografisinden sonra sözü bu Gaazi'ye bırakalım: İbrahim Etham Paşa; 1844 senesinde İstanbul'da dünya'ya geldi. 1293/1877 Osmanlı Rus savaşında Plevne'ye ulaştırdığı, mühimmat ve erzak desteği sayesinde savunmanın uzamasını temin etmesi büyük takdirlere mazhar olmuştur. Yine bu savaşlar serisinde yer alan Dubnik muharebesinde ağır yaralar almakla beraber hayatta kalması nasip oldu. Gaazi unvanı buradan intişar etmektedir. Savaşın nihayetinde paşalığa irtika eden yâni paşalığa yükseltilen İbrahim Ethem Paşa, 1895'de müşir yâni mareşal rütbesine terfii ettirildi. Çok terbiyeli ve nâzik bir zat olmakla beraber meslek-i celilei askeriyyede büyük malumatlı kumandanlar arasında kabullenilmiştir. Yâveran-ı ekremdendir yâni padişahın fahri yaverlik rütbesi tevcih ettiği herkesçe malumdur.
Bütün dünya 1897 Osmanlı-Yunan muharebesinin aynı zamanda "Dömeke Meydan Muharebesi" olarak yâd eder. Meydan muharebesi kazanmış kumandanlara Gaazi rütbesi vermek bizim eski bir geleneğimizdir. Ethem Paşa 2. meşrutiyet sonrasında hâttâ Sultan Hamid'in tahtdan, indirilmesinden sonra Gaazi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi, ki bu kabine için de ayrıca üç tane eski sadrıazam bulunması hasebiyle Büyük Kabine adını almıştır ki, Müşirandan İbrahim Ethem Paşa bu kabineye Harbiye Mazın sıfatıyla alınmıştır. Kabinenin düşmesinden sonra paşa, siyasetin dışında kalmayı tercih etmiştir. Rahatsızlanan İbrahim Ethem Paşa Mısır'a gitmiş ve orada son nefesini vermiştir. Cenazesi o dönemde dahi istanbul'a getirilerek Eyüb Sultan'da ebedi makberesine tevdi olunmuştur. Vefatında Ethem Paşa h. tarih olarak 67 yaşında olup, m. târih olarak 65 yaşında idi. Mevlâ rahmet eylesin. Amin..
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Gaazi Ethem Paşa Anlatıyor Salı Ocak 13, 2009 8:44 pm
Gaazi Ethem Paşa Anlatıyor
Bir Gaazi'nin ifadesi: umûm hudud-u yunaniyye kuman-A m müşirân-ı izamdan Devletlû ibrahim Edhem Paşa Haz-ptlerinin ifadey-i beyanı aşağıya alınmıştır. Son muharebenin çıkış sebebi ve safahatı yâni Osmaniı-Yunan savaşının vukubulmasının sebebi ve bölümleri:
r. 1313/m. 1897 Osmanlı-Yunan savaşının çıkışının bir müddetten beri müslüman ve hiristiyan ahali arasında Girit adasında çıkan karışıklıkların sebeb olduğunu herkes bilmektedir. Ancak asıl sebeb ise mezkûr ada'ya, Yunanistan'dan bir plân ve program dahilinde göç eden Rumlar: i yerleştikten sonra, geliş sebebleri olan huzuru bozma hareketlerine giriştikleri ve Yunan krallığının bu girişimleri gizlice desteklediğinin pek net bir şekilde kendini göstermeye başlamış olmasıdır. Geçtiğimiz; 1312/1896 senesi başlangıcına kadar devam eden karışıklıkların teskin edilip sona erdirilmesi için hükümet-i seniyyei Osmaniyye çeşitli tedbirler aldı. Bu tedbirler içinde avrupanın büyük devletlerinin tavassut ve ricası da göz önüne alınarak Girid adasına bir hiristiyan vali tâyini dahi devlet-i âliyye tarafından uygun görülüp, lâzım gelen tâyin yerine getirilmiştir.
Vali tâyini sonrasında yine tavsiyelere uygun olarak vede Yatkın davranan babıâlî bir takım idari ve hususi işlerde İslahat yapma gayretine de girişmiştir. Ancak bu niyeti taşımayan hiristiyan mahfiller ve bu asayişsizliği sağlamak niyetiyle irid adasına yerleşen anarşist göçmenler, Osmanlı devletimin bu hayra dönük çalışmalarından hiçde memnun kalmamışlar, üstelik ıslahat çalışmalarını kendi karanlık emellerine ^ani olacak bir harekât olarak vasıflandırmışlardır. Bu bakından Ada'nın asayişinin bozulmasının temini için var güç-er'yle çalışmalarını hızlandırmaya başladılar.
Nihayet; Yunan hükümeti bu karışıklığı güya durdurmak için Ada'ya asker göndermeğe başladı. Bu hareketin sebebi hakikisi Girid Adasına el uzatmak ve bu işi sabır ve sebatla sürdürüp, Ada'yı megalo ideal konsepti içinde Yunanistanın olmasını temin etmek ten başka bir şey değildi..
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Yunan'lıların Faaliyetleri Salı Ocak 13, 2009 8:44 pm
Yunan'lıların Faaliyetleri
Girid Adasını Megalo Idea telakkisi içinde Yunan sancağı altına alma işini becermek için dışı başka içi daha da başka maksatlar taşıyan faaliyetlere koyuldular. İlk iş olarakda; Avrupa devletlerinin bilhassa büyük addedilenlerine yılmak üzere Yunan Donanmasının, Akdeniz'de bir manevra icra edeceğini bildirdiler. Bununda maksad-ı hakikisi bahse konu denizde manevra yapıldığı ve bu manevra yapan donanmanın kuyruğuna gizlice takacakları Girid'e müteveccih onüç savaş gemisi ile general Vaso komutasında 2300 asker çıkarmayı planlamışlardı. Bu manevra, yapılacak tebliği Girid üzerinde operasyonu bir nev'i maskelemekti. Nitekim bu menhus plân yürülüğe kondu ve çıkarma yi başardılar. Çıkarmanın akabinde de Girid Adasında asayişse hiç vakit geçmeden ihlâl olmaya başladı. Girid Adasında bu faaliyetleri sürdüren Yunan emelleri başka bir bölge de yâni Preveze liman şehrinden Sarakurya'ya kadar olan hattın karşısına 13 harp gemisi marifetiyle 27 bin piyade askeri, üçyüz süvari yanında 40 top ihraç etdi. Mücve'den Selanik körfezindeki Hatıpkapısına kadar başta, Kalabaka, Tırhala, Tırnova, Nezeros, Rap şani istikametlerinde de 56 bin piyade askeri 700 süvari ile 84 top göndermekle beraber teşkil ettirdiği alaylar sayesinde kollar hâlinde hudud boyuna yayıldılar.
Yunan kraliyet hükümetinin beynelmilel ve milletler arası hukuk anlayışına mugayir olan bu harekât-ı askeriyyesi, Av-rupanın ileri gelen devletlerinin telaşlanmasına sebeb olduy-kısa zamanda bu telaş gösterenlerin genişlemesi muhtar savaşı önlemek maksadına dönük olmakla beraber tem rafını tercihe dönük bir tedbiri almaktan imina da Yunan tardım" .... ,
d'ler Her avrupa devleti birer ikişer gemi göndermek ve 6 yi 'le civarını abluka almak istikametinde hareket etdiler. var ki bundan artan Yunan tehdidi kendini iyice gösterge başladı. Zulümler bir kaç misli artış gösterdi. Ada ve Osmanlı-Yunan hudud boyunda görülmeye başlayan vahşice Yunan saldırıları, Osmanlı hükümetini olayları dikkatle takipten, tedbir alma kararına getirdi.
Bilhassa bu taktikde Avrupa büyük devletlerinin eğilimi mercek altına alındığından Yunan ordusunun daha tehditkâr ve Osmanlıya hak verdirici çıkışlar yaptığının anlatılması istikametinde kararlar alınırken, hudud bo- yunu takviye için askerin sayısı yükseltilirken, ayrıca Yanya ile Alasonya kolordusu ihlâl olunan hudud boylarına kaydırıldı. 25 bin piyade, 300 süvari ve 50 top sevkı yapılırken, Alansonya istikametinde de 88 bin piyade, 27 bin süvari yanında 252 adet topun gönderildiği gözlendi.
Yunan'ın Etniki Eterya denmekle tanınmış fesad cemiyetinin baş serserilerinden Govsiyos adlı bir Yunâninin yaptığı ac.sk çağrı üzerine Kalabaka'da içlerinde Yunanın emekli olmuş subayları da dâhil olduğu halde sayıları 3500 kişiyi bu-'an gönüllü toplanmış'oldu. Govsiyos toplanmış bulunan bu gönüllü birliklerini toplamış papaslarında bulunduğu usûlüne uygun âyin ve dualarlc. birlikte yemin ettirmişti. Bahse konu gönüllüler üç guruba taksim olunmuş böylece üçlü çete teşekkül ettirilmişti. 27/mart/1313-1897'de saat dokuz sırala-nnda askeri kıyafetlerinden sıyrılmış olarak yâni başıbozüls e|biseleri üzerlerinde olduğu halde 1500 kişi ve beraberlerin-adetde top olmak üzere Köprüboz ile Miçova arasındaki nVa taraflarından hududumuzu aşmışlardı.
Hemen 2 gün sonra 29/mart/1313-1897'de cuma günü yine askeri kıyafetlerini taşımamak suretiyle sanki başıbozuk harekâtıymış gibi gösterebilmek için tercih olunduğu pekâla anlaşılıyordu ki beşbin kişi Dışkat mevkiine hücum etmiş ve yine o gün 2 alay ve beş tabur Rapşani taraflarından gelip Kuzuköy civarına, yine piyade ve süvari müştereken yekûnu 9 bin kişiyi bulan diğer bir kuvvet de, Narda köprüsüyle, Ga-ramince cihetlerine üç ayrı kola taksim olmak suretiyle pek şedid saldın başlattılar. Osmanlı askeri bu şiddetli taarruza karşı önce savunmaya geçti. Peşinden, savunmayı hücuma geçme kertesine taşıdıktan sonra ve uyguladığı bu taarruz esnasında 2170 Yunanlı harp sahasında cansız yatarlarken 34 kişide Osmanlı askerinin eline beraberle-rinde 5 adet topla esir düştüler. Ayrıca 22 adet at'ın binicisi, artık Osmanlı askeri olacaktı. Çünkü bu atlarda, harp ganimeti olarak or-du-yu şahanenin eline geçmişti.
Yine 29/mart gecesi saat 21 yâni 9 sularında içinde 700 asker bulunan orta büyüklükte 2 gemi Preveze limanı Önlerine geldi. Hâmil olduğu askerleri tam karaya çıkartmak üzereyken, istihkâmlardan açılan ateş ve gösterilen mukavemet üzerine iki gemiden biri içindekilerle beraber sulara gömülürken olanı biteni gören diğer geminin kumandanı selameti firar yoluna düşmekde buldu.
Yunanlılar bu tarz izaç hareketlerini daha sık yapmaya başlarken, bizim tarafta da bıçağın kemiğe dayandığını görenler bu hâlin daha da devam edeceğine kanaat getirdiklerinden, 5/nisanda başlatılan Yunan harekâtı 5 cihetten üzerimize gelmeğe başladığında Osmanlı kabinesi de Yunanlılara ilân-i harbe karar aldı.
UçAn TeNeKe
Prof Üye
Yaş :
33
Kayıt tarihi :
19/12/08
Mesaj Sayısı :
2553
Nerden :
İstanbul
İş/Hobiler :
Uçmak :D
Lakap :
Paslı teneke
Konu: Alasonya Ve Civar Muharebeleri Salı Ocak 13, 2009 8:45 pm
Alasonya Ve Civar Muharebeleri
Alasonya Ordu-yu hümayununun 1. fırka kumandanı sa-adetlû Hayri Paşa Hz. lerinin toplanma ve tanzim yeri Dominik mevkii olup, Raveni geçidiyle, Beydeğirmeninden Varda-kosa'ya kadar olan hudud civarından saldırıya çalışan Yunanlılar ile yapılan çok kanlı bir savaş sonunda düşman tarafında üç yüksek rütbeli subay, kalanı nefer olmak hasebiyle bir hayli kişinin savaş alanında biruh kalması gerçekleştirilmiştir. Ayrıca düşmanın 2 topu da ele geçirilmiştir. Bu münasebetle havalide bulunan düşman ya öldürülmüş ya da terk etmeye mecbur bırakılmıştır.
2. fırka komutanı saadetlû Neşet Paşa Hz. lerinin merkezi İskombe mevkii olup, Semertepe'den Lisvaki tepesine kadar olan kısmın hududunun muhafazası adı geçen paşamızın muhafızlığına emanet olunmuştu. Bu fırkaya bağlı Ceİâi Pasa livası 1313/1897 nisan ayının 5. gecesinde Pırnar istihkâmlarına Papalivadya tepesi ile buraya ait istihkâmları zapt etdi.
Abdülezel Paşa Hz. leri livası da Semertepe ve Gavan Ovası ile Tırnova'ya hâkim, Ayaheyl ve Lisvaki ciheti istikametinde bulunan düşmanların karşısında pek şedit savaşlar yapmak suretiyle bunların harekât hattını al- lak bullak etmişti. 7/nisan/1313-1897 târihinde Abdülezel Paşa şehadet şerbetini nûş etmiştir. Şehid-i mübeşşir Abdülezel Paşa daha önce sol kolundan yaralandığı için, ısrarlara rağmen atından inmemiş, ikinci defa isabet almış bu seferde sağ kolundan yaralanmıştır. Buna rağmen, atının üstünde savaşa de-varn etmekte ısrarlı davranmış üçüncü isabet bu sefer göğsüne olduğundan şehadete vesile olmuştur. Askerlere olan vasiyeti; Lisvaki tepesini zaptetmeğe çalışmak ve zaptettik-ten sonra orada kazılacak bir mezara gömülmesiydi. Lisvaki TePesi 1 l/nisan/1313-1897'de zapt olunabildi.
Efendim biz burada sadeleştirmeye çalıştığımız risaledeki Abdülezel Paşanın şehadetiyle alâkalı bilgiye itiraz babında olmamakla beraber, bir açıklama getirmek ve de daha geniş ve sonucu kesin olarak verilmiş defnedil- me olayı da dâhil olan bir başka kaynağın aktardıklarını hemen bu satırların içine koymayı vazife addettik.
Bu kaynak bahse 1313/1897 Osmanli-Yunan muharebesinin cephesinde bizzat üsteğmen rütbesiyle çarpışmış bulunan ve mükemmel bir kalem erbabı olan eserlerinin bir çoğu Muallim Gücüyener yayımları arasında neşrolunmuş bulunan Ziya Şâkir merhumun bildirmiş olduğu Abdülezel Paşanın şehadeti bölümünü "Abdüihamid Han ve Osmanlı-Yunan Muharebesi" adıyla 1989'da Ferşat Yayınları arasında müste-ar adımız Hasırcızâde ismiyle neşretmiş bulunduğumuz kitabımızdan alıntılamak suretiyle okurlarımıza daha doğru olduğunu sandığımız bilgiyi ve şehid-i mübeccel Abdülezel Paşanın merkadinin ve şahadetinin bütün safahatıyla bilinmesine aracı olmaktan başkaca hiç bir kaygımız yoktur. Şu halde bahsettiğimiz çalışmanın 54. sahifesinde yer alan "Abdülezel Paşa'nın şehadeti" başlıklı bölümü aktaralım efendim: "Milo-na geçidi zapt edilmişti. Fakat Yunan ordusu bu geçidi istirdat (kurtarma) için hareketlere başlamıştı. İlk Önce Menekşe Tepe üzerine saldırıp orayı kurtarması gerekiyordu. Çünkü Menekşe Tepe 18. alayımızın elindeydi. Bu alay canını dişine takarak tepeyi ele geçirmiş, şimdi harikalar göstererek savunma yapıyordu. Menekşe Tepenin yanında hâkim bir tepe olan Pirnar Tepe yunanlıların elinde idi. Yunanlılar bu tepenin tanıdığı avantajlardan çok istifade ediyorlardı.
Edhem Paşa erkânı harplerini toplamış, durumu müzakere etmiş, Pırnar Tepenin behemahal ele geçirilmesini karar altına almıştı. Pırnar Tepeye hücum edecek tabur seçilmişti. Bu tabur İnebolu Taburu adiyla anılan bir taburdu. Bartın Taburu da takviye olarak bu tabura yapıştırılmıştı.
Çok kanlı bir mücadele sonunda şanlı sancağımız Pırnar Tepeye mübarek bir el tarafından dikilmişti. Bu mübarek elin sahibi; 74 yaşında olmasına rağmen liva kumandanlığı görevini deruhde eden Hafız Abdülezel Paşa idi. Tepenin ele geçirilişinde bir manga kumandanı gibi uzun kılıcıyla düşmanla göğüs göğüse çarpışmış, göbeğine kadar uzanan sütbeyaz sakalı düşman kanlarıyla ıslanmıştı. Pırnar Tepeden tard edilen düşman; top ateşini kaybettikleri tepenin üzerine teksif etmişler ve cehennemi bir ateş yağmuruna tutuyorlardı. Abdülezel Paşa kahraman askerlerini bu ateş cehenneminden korumak için kendi elleriyle biraz evvel ele geçirdiği ve mükemmel sayılacak siperlere yerleştirmişti. İnebolu ve Bartın taburları kumandanlarını da siperlere sokmuştu. Kendisi ise siperlerin üzerine çıkmış, boynundaki dürbünü gözlerine götürüp, her bir ciheti tarassuta başlamıştı. Uzun boylu narin yapılı ihtiyar delikanlı, fütursuz olarak tarassutuna devam ediyordu. Rüzgâr esmekte, paşanın sakalı uzunluğu yüzünden Hz. Ali (K. V)nin Zülfikâr adlı kılıcı gibi ikiye ayrılmış mübarek çenesinin iki tarafında uçuşuyordu. Öte yandan düşman ateşinin kesafeti artmıştı. Yerden taş, toprak kaldırıyor ve başka yerlere savuruyordu. Tepenin üzeri adeta bir kevgire dönmüştü. Siperden bazı zabitler fırlamışlar ve "paşatbaba çok ihtiyatsızlık ediyorsunuz. Allah (c.c) sizi başımızdan eksik etmesin hiç değilse s'pere inseniz" diye adetâ yalvarıyorlardı. Abdülezel Paşa "evlatlarım ben ilk katıldığım savaştan bu güne kadar hiçbir zaman sipere girmedim. Ben takdiri İlahiye inanmış bir insanım. İnsan Ölümden ne kadar kaçarsa kaçsın bir gün °lür. Ben yetmiş dört yaşındayım, askerliğin en yüksek rütbesi olan şehidlik, benim kavuşacağım en büyük mükafat
olacaktır" Diyordu. Düşman ateşi son haddini bulmuş artık siperdekiler başlarını kaldıramaz hâle gelmişlerdi.
Paşa; heybetle dimdik ayakta, dürbün gözlerinde taraş-sütuna devam ediyor adetâ siperdekileri koruyordu. Birdenbire sarsıldı, elindeki dürbün bir kaç metre öteye fırladı. Paşanın her iki eli iftitah tekbiri ahrcasma kulaklarının hizasına gitti. Evet; paşa nihayet vurulmuştu. Bir kaç nefer onu almak için siperden fırlamak istedilerse de paşa yine onları korurcasına siperin içine mehmedçiklerinin kucağına düşüverdi. Bir gru kurşunu alttan gelmiş, çenesinin altından girerek damağına saplanmıştı. Akan kanlar, yılların Gaazisini şehidler zümresine katarken, sütbeyaz sakalı kendi kanıyla al sancağın rengine boyanıyordu. Bu fecî, fecîi olduğu kadar muhteşem manzaraya şâhid olanlar ağlamaya başlamışlardı. Durumu uzaktan takip etmekte olan tabur komutanlarından biri, soğuk kanlılığını kaybetmemiş "askerler sîz şe-hidlere ağlanmayacağını bilmezmisiniz? Sizin artık yapacağınız, bu muhterem ve muhteşem komu tanımızın intikamını almaktır. Süngü tak.. İleri!" komutasını vermişti. Yerden gelen mermilere, üstten düşen bombalara aldırmayan şanlı askerimiz, süngülerini takıp bir sel gibi düşmanın üzerine adeta uçtular, onları bulundukları yerde kesin bir mağlubiyete duçar ettiler. Böylece Papa Livadya mevkiide, şehid Abdülezel Paşanın askerinin zaferi ile elimize geçmiş oldu.. Abdülezel Paşa bu savaşın ilk şehid paşası oluyordu.. Abdülezel Paşanın naşı düştüğü siperden alınmış eller üzerinde taşınarak Alasonya'ya getirilmiş üzerindeki elbisesiyle, boynunda asılı rovelveriyle Çarşı Câmiinin avlusunda hazırlanan kabre defne dilmiştir..."
İşte Abdülezel Paşanın şehadeti hakkındaki izahımız burada tamam olmuş oldu. İstedikki dünyada bir şey kalmasın nihân.